21 Ocak 2023 Cumartesi

SA10019/SD2661: Sıkıntı (Roman); 4. Bölüm-Cehennem 35

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Denendiler, kışkırtıldılar her seferinde; her bir şer verildiğinde başkalarından bildiler. İtişip kakıştılar, şikâyet ettiler; feleğe çattılar, kadere kızdılar."

Işıklar içindeydi otelin lobisi. Kalabalıktı. Zihnimde dönüp dolaşan insanlık tarihini yeniden yorumluyordum. Özellikle kadınların tarih boyunca yaşadıklarını düşünüyordum. Karım bir kadındı, annem bir kadındı, kız kardeşlerim birer kadındı ve ben onları çok değerli buluyordum, kendimden çok daha değerli… Ama ya diğerleri, diğer kadınlar? İşte otelin lobisindeki bu kadınlar değerli miydi?

Para ve ün, şatafat onları değerli kılmıyordu. Onlar burada ve gelişmiş Batı’da güzellikleri ve cinsellikleri para ile alınıp satılan değersiz birer nesne idi. Onlar için şiir yazılmıyordu, erkekler onları korumak için savaşma gereği duymuyordu. Bu kadının varoluşuna hakaretti, insanın doğduğu varlığı aşağılamaktı.

Zihnimde bir kasırga esiyordu. Çok öfkeliydim. Modern çağın getirdiği algıların cadı kazanına dönüştürdüğü zihinsel dönüşüm çemberleri, eski, yeni, yetkin, yetersiz her bir insanoğlunu kuzu kürkü gibi sarıp sarmalamıştı. Düşlerin kahverengi atmosferinde, griye, siyaha ve daha çok her bir koyu renkten en iç karartıcısına dümen kıran arzuları çözüp aklın duvarına bağlamaya çalışıyordum.

Modern çağın sapkınlıkları insan zihninin karnını deşip bağırsaklarını sokağa döküyordu. Ortalık kokudan geçilmiyordu. Kadınlar, erkekler, çocuklar, yaşlılar ve daha niceleri burunlarını tıkayarak geçip gidiyorlardı, her bir karışı dökülmüş bağırsaklarla dopdolu sokaklardan. Sadece burunlarını tıkıyorlardı ve geçip gidiyorlardı. Birbirine kör, birbirine duyarsız, kendi çıngarlarıyla baş başa, hatta onlarla yüzleşmiş bir şekilde kendi bağırsakları dökülmesin diye kaçışıp duruyorlardı.

Zihinsel dönüşüm çemberlerindeydi hepsi. Çocuklar, büyüklerinin çizdiği çemberlerde sek sek oynarken fark ediyorlardı zihinsel çemberleri. Büyüklerin kervanına katılana dek çırpınıyorlardı, sıkıştıra sıkıştıra o çemberlerin çaplarını büyütebiliyorlardı ancak. Ama hep hayal kuruyorlardı, çemberlerden kurtulduklarını sanarak. Yeni ve yetkin her çember kurbanının gezip gelip duracağı yerin daima satanist egemen çıngarların kurbanı olacağını bilmiyorlardı.

Erkekler için, kadınlar, oğullar ve servet her an duyulabilir çıngarlardı. Kadınlar için, erkekler, kızlar ve servet; sonradan sonradan çirkin bir düzenekle çıkıp gelecek olan çağın çıngarlarıydı; karınlarını deşeceklerdi ideallerin.

Düşlerin koyu renkli kıyafetlerini giyinip duran ve düşünen adamlar ve kadınlar öldüklerinin farkında değillerdi. Düşünürler, nefsin şiddetle arzuladığı şeylere meyletmişlerdi. Unutmuşlardı; bir düşünür, nefsinin şiddetle arzuladığı şeylerin süsüne kapılıp gittiği anda ölüyordu. İç içe çemberlerde kan revan içindeyken, nefsinin kopardığı çıngarların sesiyle bölünen uykuların düşleri karanlık renklerle giydirilmişti.

Düşünen erkekler, aramışlardı; ellerindekilerle yetinmemişler daha fazlasını istemişlerdi. Diğerleri, kadınlar; istetmişlerdi. Düşünen adamların çemberlerine kadınlardan dikenler dikilmişti. Dikilenler gönüllüydüler; gönüle gönül koyacak kadar hem de. Oğullar sürüklenmişti gecelerin ardına, saltanat kayıkları kopup gelmişti bin bir gece masallarından. Ve cariyeler dökülmüşlerdi kül kül, çırılçıplak… Düşünen adamlar onların üzerinde tepinmişlerdi. Ve servet daima en üstteydi; daima isteteni güçlendiren şeydi. Bir düşünür böyle ölmüştü; birden çok bir sürü düşünür işte böyle ölmüştü.

Düşünen kadınlar kıskanmışlardı, kıskanılmışlardı, yuva kuramamışlardı; kurdukları yuvalarında ana olamamışlardı, kadın olamamışlardı. Kızları yürümüştü eteklerine tutuşarak, başkalarının oğullarına karşı kışkırtılmışlardı. Servetleri olmuştu; tepelerde tütsü yakarak ezmişlerdi küçük çemberlerinde tıkanmış erkekleri. Kıvrım kıvrım kıvrılarak çarpılıp gitmişlerdi cihan titreten hünkârlar. Elleri rakkastı, gözleri oynak. Dilleri şuhtu, sesleri cımbız. Erkek gibi bir düşünürdü kadın; öyle ölmüştü; birden çok bir sürü kadın düşünür işte böyle ölmüştü.

Sınanmışlardı her seferinde her bir çember geçişinde. Her bir hayır verildiğinde, kendilerinden bildiler; şükretmemişlerdi. Büyüklenmişlerdi, beğenmişlerdi kendilerini; diğerlerinden önce saydılar, diğerlerinden mermer. Hayrın kendilerini kışkırttığını bilemediler. Dönüp durmuşlardı hayırdan üreyen şerlerin şiddeti büyük, şiddeti korku verici çirkinliklerinde. Şerlere parlak libaslar giydirip hayır diye avuttular nefislerini, akıllarına pranga vurup zihinlerini iğdiş ettiler. Dökülüp kaldılar ömürlerinin son demlerinde; dudakları dua edecek kadar arlı değildi.

Denendiler, kışkırtıldılar her seferinde; her bir şer verildiğinde başkalarından bildiler. İtişip kakıştılar, şikâyet ettiler; feleğe çattılar, kadere kızdılar. Kader ki; bildikleri hiçbir şey yoktu. Yürüttüler nefsin arzularını, şiddeti kadere yazdırdılar, kötüyü kadere kazdılar; sonra hep kızdılar. Kışkırtıldıkları yerde çürüdüler. Sabredemediler. Şaşkınca ve büyük öfkelerle küçümsediler şerden üreyen hayırları. Hayırlara çirkin libaslar giydirip küfretmeye devam ettiler, akıllarını yitirip zihinlerini iğdiş ettiler. Dudaklarında pişmanlık, gövdelerinde karanlık, koyuldular ecelin kızıl ateşli yollarına…

 “Rabbimiz, biz iman ettik. Bizim günahlarımızı bağışla. Bizi ateş azabından koru.” dedim umutla. 


<< Önceki                      Sonraki>>


[20.01.2023, (4/70 (394))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 21.01.2023, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı