15 Ocak 2018 Pazartesi

SA5484/KY58-GÖKA66: Bir Devrin Sonu

"Tarihle, gelenekle barışmanın, kendimize güvenmenin, demokratik çeşitlilikten korkmamanın, Batı’ya eleştirel bakmanın, bize özgü modernleşmenin tam zamanı. Ama nasıl?"


Siyasi iktidarı destekleyen kesimlerin hayata bakış tarzlarını, iktidarın icraatlarının toplumsal kültürde yol açtığı ve açacağı değişiklikleri eleştirmek adına en çok kimler söz alıyor? Belki en çok konuşan diyemem ama bu alanda medyada, sosyal medyada en etkili sözlerin sahiplerinin çoğunlukla eski İslamcı (mesela Ahmet Hakan, Levent Gültekin, İhsan Eliaçık, Edip Yüksel, Dücane Cündioğlu) kısmen de eski ülkücü çevrelerden (mesela Nihat Genç) yetişmiş kimseler olduklarını gözlemliyorum. 

İktidarın temsil ettiği ve yol açtığı toplumsal kültüre muhalefet etmek adına daha ziyade bu yeni tip sözcüler konuşuyorlar. Bu yeni tip sözcüler olmasa, değişmekte olan kültür anlayışını bihakkın savunacak birilerini bulmakta hayli zorlanırız. “Birileri” var elbette ama fikirlerinden ziyade kendilerini hiç beğenmedikleri halktan farklı gösterebilmek için enteresan kıyafetler ve hakaretler içeren konuşma tarzlarıyla öne çıkıyorlar. Bu yeni tip muhalif sözcülerin neler söyledikleri nasıl söyledikleri, bizim onlar hakkındaki fikirlerimiz değil şimdi konumuz. Müsaade ederseniz, bunlarla doğrudan ilgili olmayan başka bir tespit yapmaya çalışacağım. 

Yıl 1926.  Sanayii Nefise Encümeni toplantısında, hemşehrim büyük ressam Çallı İbrahim ve Namık İsmail, Maarif Vekili Necati Bey’e bir dilekçe verirler. Dilekçede ressamların eserlerini sergileyecekleri bir galeri ihtiyacı dile getirilmektedir ve pek haklıdırlar. Lakin galeri olarak istedikleri mahal söz konusu olduğunda işler karışır. Sultanahmet Camii’nin bir resim galerisine dönüştürülmesi talep edilmektedir. Bununla yetinilse iyi…  Camide yukarıdan gelen ışığın az oluşu dolayısıyla resimlerin en iyi şerait altında teşhirine mâni olduğundan kubbede delikler açılması da teklif edilmektedir. Cemal Reşit Rey’in anlattığına göre Necati Bey, tam muvafakatini verecekken Mimar Kemaleddin Bey’in pür hiddet yerinden kalkarak söylediği sözlerden sonra bu karardan vazgeçilir.      

Yine sonraki yıllarda bir Maarif Şurası'nda çocuk kitapları sorunu tartışılırken çocukların Cumhuriyet düzenine olan bağlarını gevşetebilir diye padişahsız, şehzadesiz masallar yazılması önerisinde bulunulduğundan bahseder Prof. Dr. Pertev Naili Boratav. İlave eder: “Zaman zaman ilerici aydınlarımız, efsaneleri, hurafeleri, inanışları aforoz etmekle, onları yaratan sosyoekonomik şartlarla savaştıklarını sanıyorlar. Böyle bir davranış, gerçekten o çeşitten kültür gösterilerinin düşünce, duygu ve gerçeği bu tür söyleyiş yoluyla dile getirme güçlerini tanımamak, toplumların düşün bütünlüğünü parçalamak, yok etmek istemekten başka bir şey değildir” (Aktaran Hilmi Yavuz, Okuma Notları, Timaş Yayınları, 2017).

Bunlar, pek tabii ki hayli aşırı misaller. Başka aşırı misaller de verilebilir. Bunlardan bahsetme nedenim, nereden nereye gelindiği hakkında bir fikir verebilsin diye. Aslında fazla söze de hacet yok.

Doğrudur; gerçek bir iktidardan ancak söylem alanında egemenlik sağlandığında bahsedilebilir. Cumhuriyeti, tarihten ve toplumdan koparmaya, dili bile “yepyeni”, “çağdaş” bir nesille yola devam etmeye çalışan bir kültürel söylem oluşturulmaya çalışıldı. Toplumun dokularına sızamadılar ama söylemi egemen kılmayı başardılar. Cehalet, çıkarcılık ve ihanet, Cumhuriyet-öncesine, daha çok da Osmanlı idaresine ve Müslümanlık anlayışına hatta bizzat İslamiyet’e yansıtıldı. Bilimsellik, çağdaşlık ve uygarlık, Cumhuriyet’in ve yeni neslin sembolleri olarak her yere dikildi. Kim ki Cumhuriyet öncesinden ve Müslümanlıktan müspet manada söz etmeye kalkarsa, boynuna hemen “gerici” yaftası asıldı, bilim, uygarlık ve Cumhuriyet düşmanı ilan edildi. Şüphesiz hayatın pratiğinde yapılmak istenenler, bambaşka biçimlerde ifade edilmek zorunda kalındı. 

Özellikle siyasetçiler, asıl niyetlerini söylememek adına, dillerini fazlaca eğip büktüler. Ama geçmişten ve toplumsal zeminden hemen tamamen kopmak arzusunda oldukları belliydi ve bu imkansızdı. Nihayetinde Millî Mücadele’nin anti-emperyalist özünü görmezden gelme pahasına, uygarlık adına bizatihi Batı'yı yüceltmekten başka çıkar yolları kalmadı. Ama bir yandan da emperyalist talan ile uzlaşanlarımızın “Sağcılar” olduğu tezine sarılarak, Batı yüceltmesinden kurtulmaya çalıştılar. Ne yaptılarsa söylem düzeyinde egemen kılmayı başardıklarını hayata aktaramadılar. Geldik bugüne…

Egemen söylem, hakikatlere çarparak paramparça oldu, bir türlü eski biçimiyle dillendirilemiyor, nutku tutuldu, kendine sözcü dahi bulamıyor. Sahiplerine artık endişeli modernler deniyor. Siyasi iktidarı elinde bulunduranlar ise modernlik karşısında endişeliler, gündelik hayata idealleriyle yerleşemediklerini görüyorlar… 

Tarihle, gelenekle barışmanın, kendimize güvenmenin, demokratik çeşitlilikten korkmamanın, Batı’ya eleştirel bakmanın, bize özgü modernleşmenin tam zamanı. Ama nasıl?


Erol Göka, Prof. Dr, 15.01.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Uzaklardaki İnsan,
Erol Göka Yazıları




Sonsuz Ark'ın Notu: Erol Göka Beyefendi'ye, birey ve toplum sağlığı açısından çağın sorunlarına  'iyi' geleceğini düşündüğümüz değerli yazılarını bizimle paylaştığı için teşekkür ediyoruz. Seçkin Deniz, 05.06.2017



İlk Yayınlandığı Yer; Yeni Şafak





Sonsuz Ark'tan


  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı