14 Ağustos 2015 Cuma

SA1644/YB31: Okyanusun Teri - Dağdaki Kulübe / Sınanmış Renkler 30

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Muhtemelen anlattıklarımın hiçbirini anlamayacaksınız, ama yamaç anlayacak, şelalem anlayacak, hamağım anlayacak... hepsi bilecek ki ben kulübemi yakmaya geldim."

Bugün biraz sonsuzmuş gibi görünen hayattan bahsedelim dostlarım. İnsanın içindeki duygulardan, düşüncelerden dem vuralım. Güverte sıcak bugün; suyun, okyanusun teri geminin her kıvrımında canhıraş bir şekilde yol arıyor kendine... Tıpkı insan gibi, sıkıntılı; biriktirdiklerinden kurtulmak bir kuytuda dinlenmek istiyor. Okyanusun açık yüzünde kaçacak bir yer yok çünkü. Sıkıntılarını gemiye yüklüyor, gemi de bizi sıkıyor, bunaltıyor. Kıyıya çıkalım dostlarım, dağa gidelim.

Dağ okyanusun terinden kurtulmanın ilk yolu. Dağda bir kulübem var, onu yıllar önce yapmıştım; serin yamaçlarında duruyor o dağın koca gövdesinin... Ağaçlarım var neredeyse ben yaşta, bir şelalem, bir de hamağım. Ne vakit okyanusun teri beni gemimde nemiyle boğmaya kalksa, çıkar giderim dağdaki kulübeme... Bugün son kez gideceğim, sizinle birlikte gidelim; size hikayesini de anlatırım nefes nefese kalırken yokuşlarında dağın.

Şuradan, kıyıdaki selvilerin arasından çıkacağız yola... patikası yok, yolumuzu serinlik belirleyecek...

Bismillah diyelim, dokunalım dağın yoluna...

Çok eskiden gemim henüz tazeyken, okyanuslara açılmamışken, denizlerde huzur derlerken düşlemiştim dağda bir kulübeyi... İlk okyanus yolculuğumdan dönüşte insanların arasına karışmamışken buldum burayı... Çok güzeldi, serindi, benden bir şey istemiyordu ya da sadece benim gitmemi istiyordu diyeyim... 

Öyle bir davet akıyordu ki o yamaçtan, ne vakit ağaçların arasına daldığımı ne vakit o yamaca tırmandığımı anlayamamıştım. Bir çırpıda çıkmıştım oraya... Bir şelale vardı; iki adam boyundan akıyordu gürül gürül, dibine vura vura yemyeşil bir göl yapmıştı ve sonra dayanamamış aşağılara doğru akıp gitmişti şelale kim bilir kaç bin yıl önce.

Ağaçları vardı koca koca; her çeşidinden çam ve kim bilir hangi rüzgarın ya da kuşun getirip ektiği söğütler... Ceviz ağaçları sarıp sarmalamıştı yamacın az aşağısını...

Yoruldunuz mu dostlarım, yorulan dönsün; bugüne dek oraya tırmandığım seferlerin hiçbirinde yorulduğumu hatırlamıyorum. Birazdan orada olacağız, ayaklarınızın altındaki karıncalara dikkat edin; tırmanmak için onları ezmenize gerek yok. Dalları da kırmamaya çalışın; her dal bir kuşun konser verdiği sahnedir, yüreğinizle yol alırsanız hiçbir şeye zarar vermezsiniz.

Buraya geldiğim o ilk günü hatırlıyorum; çok yorgundum, çok sıkılmıştım okyanusta... Gemide kalmak işkence gibiydi. Yamaç ilk serin davetini gönderdiğinde şaşkın şaşkın oraya baktığımı hatırlıyorum. Çok cesurdu, beni ta oradan görmüş, çağırmıştı.

Zaman ne kadar çabuk geçiyor... on yıl olmuş, ne vakit sıkılsam kıyıya yaklaşıp demir atıyor ve heyecanla tırmanıyordum; şimdi son kez gidiyor oluşuma şahit olmanızı istedim. Her yolculuğun bir sonu vardı, bunun da olacaktı. O yamaç bensizken de vardı, bensizken yine var olacak; ama o kulübeyi ben yaptım oraya, bir gün temelli gider kalırım diye düşünmüştüm. Okyanusun teri beni gemimden kaçmaya zorladığında gideceğim başka yer yoktu çünkü... beni içindeki coşkuyla, sevgiyle çağıran bir tek o yamaç vardı. Kulübemi de bu yüzden oraya yapmıştım.

İlk geceyi şelalenin dibindeki söğütlerden birine sırtımı yaslayarak geçirmiştim. Sabaha kadar suyun sesini dinlemiş, suya bilge sonsuzluğun sesini anlatmıştım. Ben her cümlemi bitirdiğimde yamaç  canlanıyor coşkuyla bütün serinliğini üstüme boca ediyordu. Cümlelerim suyun yüzünde birikti ve ben yıllar sonra ilk kez o serin yeşillikte terlemeden uykuya daldım.

Sabah uyandığımda gölden her an taşan su birikmiş cümlelerimi de alıp götürmüştü. Günlerce kaldım orada; yamacın bütün ruhunu gezdim, her yerinde birkaç cümle bıraktım. Dokunduğum her kıvrım zihnime kazındı, her kıvrım kulübemin bir ayrıntısı oldu. Oradan her yeri gözledim, aşağıları, gemimi, okyanusu...

Günler geçti, yamaç o kadar serin ve içtendi ki, kulübemin kalbini şelalenin dibindeki o ilk söğüdün etrafında inşa etmeye karar verdim, orası yamacın da kalbiydi...

Yamaçtan ilk ayrılmam gerektiğinde gemimin ihtiyaçları çağırmıştı beni. Yeniden okyanuslara açılmış, yeniden kasırgalarla boğuşmuş ve yeniden okyanusun terinde bunalmıştım. Aklıma ilk gelen yer o yamaçtı... tekrar bu koya gelmiş, ama yolunu bulamamıştım, tırmanamamıştım... selviler birbirine çok benziyordu ve aklım gemimdeydi.

Geri dönmüş ve çokça uzun bir zaman yamaca gelememiştim bir daha... Sonra bir gün yine çok sıkıntılı bir günde tekrar koyda demirlemiş ve hızla kıyıya çıkmıştım, selvilerin arasından nasıl yolu bulup da yamaca tırmandığımı hatırlamıyorum... şelale yerindeydi, sırtımı yaslayarak uyuduğum söğüt de aynı şekilde duruyordu. Dokunduğum her yer cümlelerimi tek tek hatırlatıyordu bana, ama bir şey vardı, bazı kokular vardı. Kulübemde, cümlelerimle inşa ettiğim kulübemin kalbinde beni huzursuz eden sesler vardı, yabani hayvanlar gelmişti ve başka cümleler yazmışlardı...

Günlerce cümlelerimle yıkadım; ağaçlara, şelaleye ve tüm yamaca sinen ve kokan cümleleri... şelale daha gür akıyordu, daha çok çağırıyordu beni... Biraz kırgındım yamaca, başka kokulara izin verdiği için... hakkım var mıydı bilmiyorum, ama kırgındım işte. Kulübem yabani hayvanların kokusuyla doluydu...

Size kulübemi anlatayım mı? Her gelişimde daha da güzelleştirdiğim o kulübede yamacın tüm serinliğini hissettim ben, yamaç da şelale de o kadar çok içtenlikle sarıyordu ki beni...

Kulübenin duvarları yok, çatısı yok, sergisi yok bildiğiniz gibi. Çatısı, duvarı, sergisi her şeyi ağaçlar, şelale ve yamaçtı. Cümlelerimle yapmıştım ben o kulübeyi. O kadar derindi ki çoğu zaman gemimden çıkıp hep orada yaşamayı düşündüm, ama gemim çürürdü koyda... o da bana emanetti Allah'tan, bırakamazdım ki...

Fakat hep aklımda, ben kulübemi yapmazdan evvel, cümlelerimi her yere dokumazdan evvel buraya ne kadar çok yabani hayvan geldiğini soran sorular vardı. Yamaç tüm serinliğiyle çağırıyordu ama... işte insan hep kendisinin olsun ister ya, hep en saf olanı bekler ya...

Hamak dediğim şelalemin gölüydü... o kadar güzeldi ki...

Çok uzun yıllar geldim buraya... dinlendim ve gittim. Dokundum sesimle her yere; başka kimse gelemesin diye... Ben dokundukça yamaç kendini korudu, kendini korudukça beni sarmaya başladı. Ruhunun tüm kokularını serinliğine karıştırarak dinlendirdi beni. Orayı çok sevdim. O kadar güzeldi ki renkleri... yaralarını iyileştirdim ağaçların, kayaların... şelalenin sesine dokudum cümlelerimi...  Kulübem kalbindeydi yamacın.

Yoruldunuz mu? Az kaldı, cümlelerim kadar kaldı yolumuz. Ben son kez göreceğim, siz ne göreceksiniz bilmiyorum. Muhtemelen anlattıklarımın hiçbirini anlamayacaksınız, ama yamaç anlayacak, şelalem anlayacak, hamağım anlayacak... hepsi bilecek ki ben kulübemi yakmaya geldim.

Kokusunu duyuyor musunuz serinliğin, şelalenin, çam ağaçlarının?

Kuşlarım vardı renk renk... birlikte beslerdik yamaçla...

Neden mi yakmaya geldim kulübemi?

Gemimden çıkıp hep orada kalmak için gelmemi istedi yamaç... Ruhuna dokunmam yetmiyordu. Konaklamam yetmiyordu. Gemim bana muhtaçtı, okyanuslar muhtaçtı, gemim olmadan olamazdım ki ben, okyanuslar olmadan.

Yine serinlemek için geldiğim bir gün "Başka kokular gelebilir buraya" dedi üzerime sert sularını savuran şelale... Söğüt sırtımı yordu uyuduğumda, hamak cümlelerimle ayrı yollara düşmüştü, yamaç tüm serinliğini çekip almıştı. Kulübemin kalbi kırılmıştı.

Çok sonra birkaç kez daha geldim, bazen serin bazen okyanusun teri gibi bunaltıcıydı yamaç... ve o gün geldi, yaban eşeklerinin kokusunu hissettim bundan önce son kez geldiğimde...

Yamaçtan aşağı inişimi hatırlamıyorum... çok zaman sonra okyanusta kasırgalarla meşgul olduktan sonra bir karar verdim; son kez gidecek ve kulübemi yakacaktım. Yamaç kulübemi korumamıştı, gemim iyice yaşlandığında oraya gideceğime inanmamıştı. Ya da belki hırpalanmak istiyordu depremlerle, volkanlarla kıyamet gelmeden önce... Cümlelerim gelmişti aklıma, eski kokuları silemeyen cümlelerim. Evet silememişti, hem de hiç... Eski kokuları çağırıyordu yamaç, yaban eşeklerinin kokusu bu yüzdendi.

Geldik dostlarım, işte şelale, işte hamak, işte söğüt ve işte sizin göremediğiniz kulübem... Ben cümlelerimle yaptığım kulübeme burada kalıp uzaktan bakıyorum, siz oraya gidin isterseniz, ben burada kalıp cümlelerimi sessizce sileceğim, kokumu yakacağım dokuduğum her yerden. Çünkü serin de olsa bu yamaç artık benim için değil, yaban eşekleri için serin olacak. Bu kadar güzel bir yer yaban eşeksiz kalmazdı zaten.

Siz şelalenin serinliğinde dinlenin, ben işim bitince koydaki gemime döneceğim. Sizi de orada beklerim dostlarım. Bilin ki artık dağda bir kulübem yok...

İnsan sıkıntılarını gemiye yüklüyor, gemi de sıkıyor, bunaltıyor; ama artık yapacak bir şey yok..

Hoş ve hoşnut kalınız.

Selam ve sevgiyle.


<<Önceki                        Sonraki>>


Yaşlı Bilge, 13.08.2015, 23:33Sonsuz Ark, Peynir Gemisi'nden, Sınanmış Renkler 30



Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.


Seçkin Deniz Twitter Akışı