14 Kasım 2014 Cuma

SA987/TG72: Breaking the Silence - Sessizliği Kırmak: İsrailli Askerlerin İtirafları/ El-Halil 2001-2004/9. Bölüm

    “Bizimle gönül birliği bulunan, Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’te Eylül 2000 tarihinden itibaren görev yapmış askerlerin itiraflarını topluyor ve yayınlıyoruz.” 
Taciz, Yağma, Aşağılama, Dayak, İşkence, Öldürme, Yaralama, Sûikastler, Özel Mülklere Verilen Zararlar…

“Bu, ayrıca var olan gerçekliği bildiği halde inkar eden inatçı çoğunluğa karşı da bir dik duruş. Bu, İsrail toplumuna ve liderlerine, çalışmalarımızın sonuçlarını değerlendirmek için acil bir çağrı.”

Askerler görev başında başlarından geçenleri anlatıyor:

Her gün altı askerden oluşan bir birim çatılardan geçerek evlerin içerisine girer. İlk önce giriş ve çıkışları kontrol eder, tüm aileyi tek bir odanın içine toplar ve kimliklerini, mesleklerini sorarak sorgulama yapmaya başlarlar. Bu durum aynı zamanda ordunun amaçlarından birine hizmet eder; kendi varlığını hissettirmek.

Sorgulamaların çoğunu hatırlıyorum fakat bunlardan bir tanesinin hafızamda yeri özel. “İsrail’le hiçbir problemimiz yok”, “Ne Fetih’e ne de Hamas’a mensubuz”… “Tüm istediğimiz barış, böylece biz de çalışabileceğiz”…


Sorgulamalarda bu tür cevaplar verdiklerinde genellikle doğrudan size bakarlar. Bakışları silahınızdadır. Son derece korktukları için yenilgiye uğramış bir insan gibi davranmaları da son derece doğaldır.

Fakat bahsettiğim sorgulamadaki adam itaatkâr biri değildi ve gerçekleri söylüyordu: Zaten cehennem hayatı yaşadığını ve bizim hemen orayı terk etmemiz gerektiğini, tüm bu olanların suçunun bizde olduğunu ve tek isteğinin bizim dışarı çıkmamız olduğunu söyledi. Sanırım içimizden biri ona bizden niye nefret ettiğini ve niye muhalif cepheleri ve öldürmeleri desteklediğini sormuştu.

Adamın görüşlerine katılmıyordum, fakat o, evine bu şekilde girilmesinin kendisine hakaret olduğunu ve şerefini aşağıladığını söyledi. Adama bakarak kendi kendime şöyle dedim: ‘Bir dakika, bu adam kendi evinde’ ve bu düşünce beni kendi aile evimi düşünmeye sevk etti, bir bahçeyle çevrili, yeşillikler arasında, çiçeklerle çevrili korunaklı bir mevki.

Ve birinin evimize bu şekilde üst kat penceresinden dalarak ailemi ve kardeşimi bir odanın içerisine zorla topladığını ve bizi sorgulamaya başladığını, giriş çıkışları kontrol ederek bize aşağılayıcı bir tavırla davrandığını düşündüm… Bu durumda eğer iyi bir eğitim almamış biri olsaydım şey yapmak bile isterdim…

Yani diyeceğim, insanların evlerine böyle girerseniz bunu olan bitenlerden bağımsız olarak nasıl düşünebilirsiniz? Bu insanlar farklı bir türe ait değil. O adam fiziksel olarak bile benim büyük babama benziyordu…

Yaşı sizden büyük veya gerçekten yaşlı bir adamın, kontrol noktasında size ne olduğu hakkında bir fikrinizin olmadığı bir röntgen filmi göstererek, geçmek için yalvarmak zorunda kaldığını veya başka bir adamın Bab al-Zawia’da bulunan astım hastası veya başka bir hastalıktan muzdarip kardeşini ziyaret etmek için geçmek istediğini düşünün. Bu adam, sizin hayatta en fazla saygı duyduğunuz kişi olan kendi babanız da olabilirdi fakat gerçekten saygının ne demek olduğunu biliyor muyuz?

O anda ne hissettiğimi anlatmak çok güç. Bir yandan orada nöbet tutmak için görevlendirilmiştim ve orada bulunmak benim tercihim değildi. Diğer yandan bir an önce oradan kurtulmak istiyordum. Kendimi nazik ve ahlaki değerlere sahip biri olarak değerlendirirken, kendi kendime: “Kahretsin, gerçekten burada inanmadığım şeyler yapıyorum” diyordum.

Burada olan bitenlerin hiçbirine inanmıyordum ve birileri bu inanmadığım şeyler yüzünden beni hedef alıyordu. Soru şuydu; neredeyim? Bu noktada başka bir seçeneğim yok mu? Diğer bir deyişle bunu reddetmeli miyim? Reddetmek çare mi? Yani orada bir ikilem içinde kalmış, düşünüyordum. 

Sekiz saat görevde ve sekiz saat görev dışında bunları düşünmek için bolca vaktim vardı. Kişisel özgürlük ve kişisel tercih arasında bir ikilem yaşıyordum. İşte bu noktada demokratik olmayan ordu ile demokratik olduğu farz edilen devlet arasındaki çelişki ortaya çıkıyor. Kendi evinizde olması muhtemel olmayan ve olmasına asla izin verilmemesi gereken şeyleri yaptığınızı gördüğünüzde, belirli bir çizgiyi aşmış oluyorsunuz. Dolayısıyla burada farklı bir devlet içindesiniz. Kısacası, şu ana kadar öğrenmiş olduğunuz her şey, kendi hayatınızı ve ailenizin hayatını düzenleyen tüm kurallar burada geçerliliğini yitiriyor.

***

İster gece olsun isterse gündüz, ne zaman canımız istese birimimizin bulunduğu coğrafi pozisyona göre haritada bir ev seçerdik. Evi belirledikten sonra içeriye girmek için: “Jaysh, jaysh… iftah al bab (ordu, ordu, kapıyı açın)” diye bağırırdık ve onlar kapıyı açardı. Bütün erkekleri bir odaya, kadınları ise diğer bir odaya toplar ve başlarına bir muhafız dikerdik.

Birimin geri kalanı etrafa zarar vermek haricinde canları ne isterse yapardı. İnsanlara mümkün olduğu kadar az zarar vererek ve fazla zarar ziyan yapmadan herkes kendi evindeymiş gibi rahatına bakardı.

Eğer tersi bir durumu düşünecek olursam: Arama emri olan bir polis gücü değil fakat bir ordu birimi, benim evime dalarak, annemi ve kız kardeşimi dürtükleyerek benim odama sokacak ve babam ile erkek kardeşimi oturma odasına zorla götürecek olsa, bu sırada askerler bize gülerek silahlarını doğrultsa ve bu askerlerin ne dediklerini biz anlamazken onlar bizim çekmecelerimizi boşaltıp, özel eşyalarımızı karıştırsaydı ne olurdu?

Sizin için özel anlamı olan, başkalarının görmesini istemediğiniz aile fotoğraflarınız, her türlü eşya karıştırılsa, kırılsa, kendi evinizde mahremiyetinize tecavüz edilseydi? Tüm bunlar kesinlikle olmaması gereken meşru olarak kabul edilemeyecek şeylerdir. Eğer bir teröristin bir eve girdiğine dair şüphe varsa, o zaman tamam. Fakat “Birini seçtim, bakın ne kadar hoş, üzerinde okuyamadığım Arapça numaralar var” deyip, dalga geçerek bir eve, herhangi bir eve girmek?

Evlere bu şekilde girerek adil olmayan bir şekilde askeri varlığımızın hissedilmesini sağladığımızı düşünüyorum…

<<Önceki                 Sonraki>>


Tamer Güner, 14.11.2014, Sonsuz Ark, Çevirmen Yazar, Çeviri







Seçkin Deniz Twitter Akışı