21 Kasım 2014 Cuma

SA999/TG74: Breaking the Silence - Sessizliği Kırmak: İsrailli Askerlerin İtirafları/ El-Halil 2001-2004/10. Bölüm

    “Bizimle gönül birliği bulunan, Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’te Eylül 2000 tarihinden itibaren görev yapmış askerlerin itiraflarını topluyor ve yayınlıyoruz.” 
Taciz, Yağma, Aşağılama, Dayak, İşkence, Öldürme, Yaralama, Sûikastler, Özel Mülklere Verilen Zararlar…

“Bu, ayrıca var olan gerçekliği bildiği halde inkar eden inatçı çoğunluğa karşı da bir dik duruş. Bu, İsrail toplumuna ve liderlerine, çalışmalarımızın sonuçlarını değerlendirmek için acil bir çağrı.”

Askerler görev başında başlarından geçenleri anlatıyor:

Bir gün devriye görevindeydim, sabah vardiyasıydı ve o gün sokağa çıkma yasağı yoktu. Bu daha az işimiz olduğu anlamına geliyordu, gidip dükkân veya benzeri yerleri kapatmak zorunda değildik…

Vardiya sırasında aniden sokağa çıkma yasağı olduğu haberi geldi. Bu, Küçük Shalala Caddesi ve HaShoter Meydanı’na giderek bütün dükkânları kapatmamız gerektiği anlamına geliyordu ve bu bir kâbustu.

Böylece Küçük Shalala’dan başlayarak ilerledik, “sokağa çıkma yasağı”, “mamnu` tajawul,” [sokağa çıkma yasağı var] diye bağırıyorduk ve dükkânlar yavaş yavaş kapanmaya başladı. Meydana vardığımızda etrafımızı bir sürü insan ve tüccar sardı… Yani alış verişin canlanmaya başladığı bir zamandı.

İnsanlar bunun imkânsız olduğunu, sokağa çıkma yasağı olmadığını söylemeye başladılar, onlara diyebilecek bir şeyim yoktu. Şöyle dedim: “Sokağa çıkma yasağı var. Kaybolun.” Bunun ardından bana bağırmaya başladılar, bizi pek umursamıyor gibiydiler. Biz de ses bombası kullanmaya karar verdik. Bombayı atınca bir kargaşa oluştu ve insanlar kaçışmaya başladı. Operasyon komutanı geldi ve bağırmaya başladı, biz de işe koyulduk. Bir sürü insanın kimliklerini topladık ve onları HaShoter Meydanı’nda gözaltına aldık.

Yasağı uygulamak için insanları bir yere toplamıştık ve komutan bu kargaşanın içinde yasağın uygulanmasına devam etti. Daha sonra orayı terk ettik ve Shoter karakoluna geri döndük, yarım saat kadar sonra yasağın kaldırıldığı anonsu geldi.

Kendimi aptal gibi hissetmiştim. Bir sürü insan size gelerek rica ile yalvararak böyle yaşayamayacaklarını söylemeye çalışıyor ve sizin buna verecek bir cevabınız bulunmuyor. Ve yarım saat sonra size sokağa çıkma yasağı yok deniyor. İşte orada hayat böyle, aslında hayat yok, her dakikada birileri gelip istedikleri gibi onları oraya buraya itekliyor.

***

Sizin nerede olduğunuzu ve etrafta ne olduğunu bilmedikleri bir şeylerin döndüğünden şüphelendikleri zaman en korkutucusu, geceleri havaya mümkün olduğu kadar fazla ateş açmamızın sebebi bu. Ya da bunun yerine gecenin ortasında gürültü yapar ve Arapça bağırırsınız.

O yüzden bazı geceler Doğu Casaba mahallesinde ele geçirdiğimiz birinin evinden kalkarak dışarı çıkar, gece yarısında saat 2 gibi yanımıza aldığımız bir sürü patlayıcı ve silahımıza uyan cephane ile evden eve dolaşır, aşırı gürültü yapar, çığlık atar, ateş açardık. Tüm bunlar düşmanı korkutmak için yapılan şeylerdi…

Olan biten buydu. Gecenin yarısında bazı çocukları ağlattık mı, ya da bu yaptıklarımız bize saldırma niyetinde olanlar üzerinde gerçekten psikolojik bir etki oluşturdu mu bilmiyorum. 
 
***

Ordunun prosedürleri nelerdi? Yerleşimciler çılgına döndükleri zaman neler oluyordu?

Kaba, alçakça prosedürler. İşte bunlar günün sonunda bu şehirde olan biten şeytani işler için yerleşimcilere güç sağlayan şeylerdir. Tüm bu şeylere ordu kabaca, alçak bir şekilde göz yumar. Orada yürürlükte olan kanunlar olmadığı için (yerleşimciler) canları ne isterse yapabilirler.

Müfreze komutanının şu sözleri böyle düşünmelerinin sebebini göstermektedir: “İlgilenmem gereken milyonlarca başka iş var, bu (olan biten) önemli değil. Onlara karışmayacağız. Dükkânları yaksınlar, evlere zarar versinler, onları işgal etsinler, mesele değil.” 

***

El-Halil’deki askerlik hizmeti sırasında insanlarla iç içesinizdir. Sürekli insanlarla temas halindesiniz. Öyle bir yer ki oradaki insanlar daha önce hiç tanık olmadığım bir fakirlik ve sefalet içindeydi, böyle bir şeyin olabileceğini ancak hayal edebilirdim.

Öyle bir yerdeydim ki insanlar sırf üzerimdeki üniforma ve silah yüzünden oradaki hâkimiyetin bende olduğunu ve geçip gitmelerine izin verebileceğimi düşünerek bana yalvarıyorlardı. Bu durum her gün yaşadığımız bir ikilemdi.

Bu durumlarda sıklıkla kararsız kalıyordum çünkü orada geçen yıl nasıl (askerlere) ateş edildiğini, bıçaklama olayı olduğunu ve beni de vurabileceklerini, bana şehrin orasında veya burasında nasıl zarar verebileceklerini işitip duruyordum. Fakat etraftaki insanların bu söylenen şeylerle hiçbir alakasının olmadığını görüyordum.

Bana verilen emirler, dedikleri gibi hastaneye veya mahkemeye gidiyor olsalar bile onların geçişine izin vermeme engel oluyordu. İnsanların gitmek istedikleri yerin sınırların dışında kaldığına veya bu insanların senenin yarısında evlerinden çıkmalarına engel olan sokağa çıkma yasağının nerelerde uygulanacağına karar verenler, devriye görevlerini yapan ve onları tanıyan sahadaki biz askerler kadar durumun gerçekte nasıl olduğunu bilmiyorlardı.  

Bu olay şeyin arkasından oldu… Bir gece telefon geldi ve biz iki APC’ye (Zırhlı Personel Taşıyıcı) binerek Abu Sneina’ya doğru gitmeye başladık; bu, daha önce orada Arapların Yahudi yerleşimcilere doğru yoğun ateş açtığı ve bizim de buna karşılık verdiğimiz bir olayın arkasından oluyordu. Bazen oraya sırf kendimizi göstermek için gidiyorduk. APC’lere biner,  Abu Sneina’yı ziyaret eder, varlığımızı hissettirmek için bazı evlere ateş açar ve gözlerini korkuturduk… Böylece, yani bilmiyorum… Böylece bu tür şeyleri bir daha denemeyin demek isterdik.

Her neyse, o gece iki APC ile gittik, bunlardan biri müfreze komutanına aitti ve ben de onun içerisindeydim, diğeri de bizi takip ediyordu. Yani onları caydırmak için yaptığımız iki APC ile oraya giderek ateş üstüne ateş etmekti…

Ateş ediyorduk, bir evin yanında durduk, sokak boyunca yürüyerek evlere ateş açtık, camlara ateş etmiyorduk, ne kadar ev varsa ateş açtık. Ben biraz daha iyi bir nişancı olduğum için görevim sokak lambalarını patlatmaktı.

Bir arabanın ön camına ateş ettiğimi hatırlıyorum, yanımdaki asker tüfeğiyle bir dükkânın içine patlayıcı attı, doğrudan bir Filistinlinin dükkânının içerisine, onu patlatmak için. Ve bunun için hiçbir sebep yoktu, yani demek istediğim bu sadece caydırıcılık için yapılıyordu ve bizden kimse bunu ne amaçla yapıyor diye kendimize sormadık. Sanıyorum…

O gece kendimi hatırlıyorum; sokak lambalarına, arabalara ateş açan bendim, yani tüm o askerler arasında ateş açan bilerek bunları yapan bendim. Ve o gece birimiz değil… Hepimiz sokak lambalarına, arabalara ateş etme imkânımız olduğu için çok mutlu olmuştuk, bundan daha güzel bir şey olamazdı. Ona nişan aldıktan sonra bir sokak lambasının patlayarak parçalara ayrılmasını duymanın yerini hiçbir şey tutamazdı. Tüm bunları kararlılıkla, yüzümüzde bir gülümseme ile yaptığımızı hatırlıyorum.

Aslında kendimi askerde bu tür şeyleri yapmaktan kaçınan bir kişi olarak değerlendiriyordum, ama sonraları bu noktaya şuursuzca ve düşüncesizce nasıl sürüklendiğimi görüyorum.

<<Önceki                 Sonraki>>


Tamer Güner, 21.11.2014, Sonsuz Ark, Çevirmen Yazar, Çeviri




Orijinal Metin:





Seçkin Deniz Twitter Akışı