6 Aralık 2014 Cumartesi

SA1026/TG78: Breaking the Silence - Sessizliği Kırmak: İsrailli Askerlerin İtirafları/ El-Halil 2001-2004/11. Bölüm

    “Bizimle gönül birliği bulunan, Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’te Eylül 2000 tarihinden itibaren görev yapmış askerlerin itiraflarını topluyor ve yayınlıyoruz.” 
Taciz, Yağma, Aşağılama, Dayak, İşkence, Öldürme, Yaralama, Sûikastler, Özel Mülklere Verilen Zararlar…

“Bu, ayrıca var olan gerçekliği bildiği halde inkar eden inatçı çoğunluğa karşı da bir dik duruş. Bu, İsrail toplumuna ve liderlerine, çalışmalarımızın sonuçlarını değerlendirmek için acil bir çağrı.”

Askerler görev başında başlarından geçenleri anlatıyor:

Gross Meydanı’nda gerçekleşen bir olay vardı… Her zamanki gibi El-Halil’de devriye görevindeydik. Delicesine sıcak bir hava vardı ve Kasbah civarında dolaşıyorduk. Meydanda bir olay olduğu haberini aldık, o sıcak havada oraya koşarcasına gitmek üzere harekete geçtik. Oraya vardığımız zaman yaşları 15-16’dan daha büyük olmayan iki çocuk gördük.

Çocuklardan bir tanesi elleri ve ayakları dışa dönük bir şekilde yerde uzanıyordu. Asfalt son derece kızgındı, nasıl oldu da her tarafı yanmadı anlamamıştım. Arkadaşı başında duruyordu, ikisinin de korkudan beti benzi atmış ağlıyorlardı; yerde yatan çocuk altını ıslatmıştı. Eminim ki…


Bu benim şahit olduğum olaylar içinde en aşağılayıcı olanıydı. Bölgede bulunan ve dev bir gorile benzediği için beni her zaman korkutmuş olan komutan, yerde yatan çocuğun başında durarak ona habire bağırıyor ve onun üzerinde bulunduğu söylenen bir Japon bıçağı hakkında bilgi almaya çalışıyordu.

Çocuk ne varsa çıkartmış ve korkudan ağlamaktaydı. Komutanın ondan ne istediğini anlayamamıştım. Subaylardan biri komutanı sakinleştirmek için öteye götürdü. Sonra çocuklara birkaç soru sorarak onları azarladı ve gitmelerine izin verdi. O çocuklar… Yani onlardan biri eğer ben olmuş olsaydım böyle bir olaydan sonra barışçı bir kişi olmazdım… Muhtemelen fanatik bir karşıt olurdum.

***
Silah atışlarının olduğu bir olay hatırlıyorum. Ateşin Abu Sneina tarafından Yahudi mahallesine mi, yoksa Yahudi mahallesinden Abu Sneina’ya doğru mu olduğundan emin değilim. Belki de karşılıklı bir çatışma vardı, kimin kime ateş ettiğini tam olarak bilmiyorum.

Henüz akşam olmuştu… telsizden bir emir geldi… orayı o andan itibaren hayalet bir kasabaya dönüştürmemiz emrediliyordu. Bu herkes evlerine girecek anlamına geliyordu ve biz belirli “mahallere” doğru ateş etmeye başladık. Bunlar daha önce ateş açılan, şüpheli ve atış noktası olarak kullanılma ihtimali bulunan noktalardı.

Bütün gece boyunca ateş ederek şarjörlerimizi boşalttığımızı ve tonlarca cephane harcadığımızı hatırlıyorum. Ben de caydırıcı ve korkutucu bir etki oluşturması amacıyla boş okullara, pencerelere veya sokak lambalarına ateş etmiştim. Bu gerçek hedeflerle gerçekleştirilen bir atış talimine benziyordu. Ve bu durum beni korkuttu çünkü… yaptığımız boyutu anlamında meşru bir şey değildi. Eğer maksat caydırmak ise sanırım yapılan şey caydırmanın ötesine geçmiş ve oldukça abartılmıştı.

***
Silahında bomba ateşleyicisi bulunan bir arkadaşım vardı ve ateşleyiciye sahip herkes gösterilerin dağıtılmasında kullanmak için yanına cephane alırdı. Bu arkadaş yanına bir sürü göz yaşartıcı bomba alır ve bunları kullanmaktan gerçekten hoşlanırdı. Hatta yanındaki askerlerin gaz bombalarını çalar, göreve geldiği zaman ve geri dönüşte ne kadar gaz bombası varsa kullanırdı. Düpedüz ayakta durup sohbet eden insan gruplarının üzerine bu bombaları atar ve onları öksürerek kaçarken görmekten büyük zevk alırdı.
  
Biriminde bulunan askerler bu duruma nasıl tepki gösterirdi?

Bilmiyorum, bu durumdan rahatsız olanlar bile konu hakkında olumsuz bir şey söylemezdi… Bilmiyorum herkes bunu normal olarak görüyordu.

***
Sahlav (askeri polis birimi) tarafından gönderilen personelin nöbet tuttuğu cadde ortasında bulunan bir kontrol noktası vardı. Yakınında bir eczane olduğu için bu nokta “Eczane” olarak adlandırılıyordu. Orada duran askerler gelip geçeni durdurarak- ki bu meşru bir şeydi-onların evraklarını ve eşyalarını kontrol ederdi. Her nasıl oluyorsa bu noktada sabah akşam kargaşa olurdu. Oradaki askerlere nasıl oluyor da sizin nöbet noktanızda devamlı problem çıkıyor diye sorunca ortalıkta dönüp dolaşan hikâyeler anlatılıyordu.

Askerlerden biri bana bir gün canlarının sıkıldığını ve biraz hareket istediklerini anlattı. Sonra kimsenin göremeyeceği bir kuytuya çekilmişler ve olayın devamını şöyle anlatmıştı: “Kontrol noktasının beton bloklarına işaret koymak amacıyla birkaç mermi fırlattık. Sonra ateş altında olduğumuzu rapor ederek ateş açmaya başladık. Ses bombası dâhil elimizde ne varsa ateşledik.”
Yani hiçbir sebep olmaksızın ateş açmışlardı. 
***
Bizi gerçekten rahatsız eden şeylerden biri, otoritenin bizden yerleşimcilere karışmamamızı isteyen yanlı tutumuydu. Ben bir askerim, ama bir Yahudi nasıl gözaltına alınır bilmiyorum. Bu konudaki kanunu bilmiyorum. Bu konu hakkında hiçbir şekilde bilgilendirilmedim.

El-Halil’de bana söylenen şey şuydu: “Bu senin işin değil. Bunu yapmak için orada mavi (sivil) polis bulunuyor.” Fakat orada polis yoktu. Polis şefinin bize herhangi bir çağrı durumunda oraya yeterli sayıda polis gönderecek miktarda bütçelerinin olmadığı açıklamasında bulunduğunu hatırlıyorum.
Yani son derece çaresizdik ve bu politik bir karardı. Bizim bu çaresizliğimizi giderecek bir karar alabilirler ve polis sayısını artırabilirlerdi ya da bize yerleşimcileri tutuklama yetkisi verilebilirdi. Bir şeyler yapan çocuklar görüyor ve bu durumda polisi aramam gerekiyordu. Kendi başıma bir şey yapamıyordum.

Çocuklardan birini yakalıyordum, arkadaşım da diğer bir çocuğu yakalıyordu. Bu sırada başka üç çocuk çevreden dolaşarak çevredeki evlerin camlarına taş atıyorlardı. Hiç kimse onlara bir şey yapamıyordu çünkü reşit değillerdi. Uzakta oldukları için polis ancak olaydan bir saat sonra gelirdi.
Ve polis bazen… Yani bir olay rapor ederdim sonra bir polis gelir ve benden bilgi alırdı, bazen ellerinde kamera olurdu, fakat sözün kısası olan biten özel bir şey yoktu. Yani demek istediğim, isteseler (polisler) gelebilirdi fakat bunu yapmak istemiyorlardı…  (Çev.Notu: Askerin bahsettiği çocukların yerleşimcilerin çocukları olduğu anlaşılıyor)

***
El-Halil’de bulunduğum zamanlardan beni duygusal olarak en çok etkileyen şey oraya henüz varmışken gerçekleşmişti. Nöbet görevim vardı ve birden küçük sokakların birinden yerleşimcilerden bir kız çocuğu gözüktü ve bağırarak bana şöyle dedi: “Asker, asker çabuk gel, burada bir kıza saldıran bir Arap var !” Çok telaşlanmıştım hemen silahımı hazır hale getirdim.

Ortaya çıkan sahne şöyleydi; yanında iki çocuğu bulunan bir Arap, çocuklarını kendilerine taş atan başka bir yerleşimci kızdan korumaya çalışıyordu. Çılgına dönmüştüm, kıza bağırmaya başladım: ”Sen ne yapıyorsun, burada ne oluyor?”

Taş atan kızla diğerlerinin arasında kalmıştım. Kız da; onun bir Arap olduğunu ve öldürülmesi gerektiğini, burada olmamaları gerektiğini söyleyerek bağırmaya başladı. Baba, zavallı adam, çaresiz gözlerle bakarak şöyle dedi: “Biz buradayız, biz uzun bir süreden beri buradayız, tamam sorun yok.”

<<Önceki                 Sonraki>>


Tamer Güner, 06.12.2014, Sonsuz Ark, Çevirmen Yazar, Çeviri



Metnin orijinali:




Seçkin Deniz Twitter Akışı