9 Eylül 2014 Salı

SA879/KY9-NK28: Her Şey Tozpembe Değil!

“Yola devam etmek mi? Kiminle? Nasıl? Nereye? Hangi yola?”


Bundan sonra yazacağım daha çok şey var; el-ayak ağrıları, başka bir ameliyat, tekrar korku ve panik vs. Artık kronolojik bir sıra takip edemeyeceğimi hissediyorum. Mesela şimdi aklıma çevremden koptuğum zaman neler hissettiğime dair başka şeyler geldi. Evet, arkadaşlarımın internetten uzak dur demesine rağmen kanser hastalarının yazdıkları çeşitli form siteleri ve facebook sayfalarını gözden geçiriyordum. Bu çabam biraz da öznel tecrübelerini paylaşabilen insanların yaşadıklarından yola çıkarak kendi durumumu gözden geçirmek ve belki iyileşme yolunda bir ipucu yakalamaktı.

Okuduğum bir yazı, eşi pilot olan bir hanım tarafından kısaca kaleme alınmıştı. Göğüs kanseri olduktan sonra bankadaki birikimlerini harcamayı düşündüklerini, ancak buna fırsat kalmadan arkadaşlarının ona ve eşine bir uçak bileti alarak Londra'ya gönderdiklerini okumuştum.

Bir başkası, kendisini çok kötü hissettiği bir sabah arkadaşlarının balkonun altından bağırarak onu dışarı çağırdıklarını ve ellerinde balonlarla ona şarkılar söylediğini yazmıştı. Bense bunları okuduğum dönemde kendimi oldukça yalnız hissediyordum. Sanki herkes benim yakında öleceğimi kabul etmiş ve kendi işlerine dalmıştı. Telefonlar azalmıştı mesela, telefonda konuşmaktan çok hoşlanmasam da bu durum beni öfkelendiriyordu. Bu kadar mı çabuk unutulacaktım yani? Her şey buraya kadar mıydı?

En çok değer verdiğim arkadaşlarımdan ikisi neredeyse iki aydır hiç aramıyorlardı

İlginç olan, onlar aramazken uzun zamandır görüşmediğim akrabalarım ve tanıdıklarım arıyorlardı, fakat benim telefonda konuşacak gücüm yoktu. Annem o sırada telefon açıp, "İnsanlar seni merak ediyor, iki dakika iyiyim deyip kapat, kimseyi küstürme!" demişti.

Ben yavaş yavaş tükeniyordum, oysa o bilmiyordu. Telefonu açıp ne diyecektim ki insanlara? Öncelikle, "Nasılsın?" sorusunu duymak benim için ağır bir küfür duymakla eş değerdi. Nasıl olabilirdim ki, iyiyim demek yalan olacaktı, kötüyüm demeyi de asla istemiyordum. Başka bambaşka şeylere ihtiyacım vardı. Formalite icabı geçmiş olsun telefonlarının gelmesini asla istemiyordum.
Herkes işinde gücündeydi o vakitler ve ben gerçekten yavaş yavaş tükeniyordum.

Bir akşam Ebubekir arayıp şöyle demişti: "Hocam senin yüzünden aile huzurumuz kalmadı, Fevziye senden haber alamadığı için çok kötü; n'olur artık toparlan!"

Canım kardeşim, elbette biliyordum Fevziye'nin çok üzüldüğünü ama gücüm tükeniyordu, daha doğrusu artık gücüm yoktu.

Sonra sanırım Emira, aramadığı için kırıldığım bir arkadaşımı arayıp benim kötü olduğumu söylemişti. Çünkü biz hepimiz bir aile gibiydik ve ailenin bazı üyeleri beni çok ama çok üzüyordu.
Sonradan kırıldığım iki arkadaşımın da o günlerde bir takım ağır imtihanlardan geçtiğini öğrenecektim... Yine de kırgınlığımın geçmesi zaman alacaktı. Demek ki o zamanlar ne olursa olsun desteklerine ihtiyacım vardı...

Onlar çok sevdiğimi ikisi de biliyordu... Hâlâ da seviyorum ama o günlerde çok ama çok kırılmıştım… Her neyse artık ikisi ile de yine çok iyi dostuz.

Bir de hastalığımın başından itibaren arayıp sormayanlar vardı, biliyorlardı kanser olduğumu ve aramıyorlardı. Onlara ilk önce öfkeliydim, şimdi ise öfke bile duymuyorum; öfke de bir ilişki biçimi neticede, bende artık o bile yok...

Evet, herkesin bir derdi vardı, ama hiçbirisi kanser kadar önemli değildi; öyle hissediyordum işte ne yapayım...

Netice olarak hayat devam ediyordu, iyisiyle ve kötüsüyle...

Ama şunu biliyordum ki yaşadıklarımız yalnızca bizim imtihanımız değildi, bizimle birlikte çevremizdekilerin de imtihanıydı. O anda da ben ağır bir imtihandan geçiyordum ve belki biraz bencilce olacak ama diğerlerinin neler yaşadıklarını düşünmeden ilgilerini bekliyordum.

Vardığım netice çok kötüydü ve sanırım bunu Zekiye'ye bir mektupta yazmıştım. Şöyle düşünüyordum, daha önce arkadaşlarım ve dostlarım için koşturmak hayatın tabii akışı içerisinde benim için vazgeçilmez bir şeydi. Şimdi hasta olduğum için kimseye fiziki ve ruhi katkı da bulunamıyordum. Eh o zaman da faydasız bir insan olarak arkadaşlarım tarafından aranmamam tabii bir şeydi.

Bu berbat bir histi, berbat!

İşte tam o günlerde gittim psikiyatri uzmanına. Hiç tanımadığım bir insana mahrem şeyler anlatmak çok saçma geliyordu bana. Düşünsenize hayatınızın hiçbir diliminde sizinle olmamış, neler yaşadığınızı bilmeyen bir insana, hele dindar olup olmadığını bilmediğiniz bir insana gidip dertlerinizi anlatacaksınız.

Dindarlığı özellikle söylüyorum, çünkü ben dindar bir insanım, Müslüman'ım ve Allah'ın c.c emirlerine mugayyir verilecek olan tavsiyeler benim için son derece manasız ve boştu. Onun için yüzeysel bir bilgi vererek ne yapmamı tavsiye edeceğini sordum.

Doktor, toplumumuzda kanserin hâlâ bir tabu olduğunu ve bu yüzden kimsenin kanser hastasını nasıl teselli edeceğini bilmediğini söyledi. Ardından eklediği ise o an doğru gelmişti: "İnsanlar aslında kendilerini teselli ediyorlar, "Sende bir şey yok, hastalığın geçti" vs. diyerek o durumdan kaçıyorlar. Seni anlamayan insanlara da, bence seni rahatsız ettikleri konuları söylemeli ve yüzleşmelisin. Şunu da unutma ki insanları yanlış tanımış olabilirsin. O andan itibaren evet yanlış tanımışım diyerek yoluna devam etmelisin."

Yola devam etmek mi? Kiminle? Nasıl? Nereye? Hangi yola?

Hakikaten kendimi çok kötü hissediyor ve artık bu durumdan kurtulmak istiyordum.

Bütün bunlardan sonra çıktığım tek kapı yine Allah c.c oldu. Evet, en emin, en sağlam, en güvenilir makam Allah'tı c.c.

Rabbim hiçbir gün, hiçbir an beni yalnız bırakmıyordu, hiç kimseyi yalnız bırakmıyordu aslında. Bunu anlamak için de mucizelerin anlatıldığı menkıbelerin kendi hayatında gerçekleşmesini beklemek gerekmiyordu.

Allah'ın c.c bahşettiği her an o kadar değerliydi ki...

Herkes ama herkes beni terk etse de, kimse yüzüme bakmasa da Rabbim beni bu yolda yalnız bırakmamıştı aslında ve bırakmayacaktı...


Neşe Kutlutaş, 09.09.2014, Sonsuz Ark,  (İlk Yayın Tarihi, 09.03.2012)




Seçkin Deniz Twitter Akışı