17 Ağustos 2013 Cumartesi

SA361/ME22: Yorgun İkindi

Her şey kedersiz, tasasız, sağlam ve dinç olanlardaydı.  Onların hayatında laflar lafları doğururdu… akşam olurdu, gece olurdu, sonra sabah olurdu.

“Yüzün ve ellerin hariç hiçbir yerin görünmüyor, hava sıcak, ama sen hiç şikayet etmiyorsun.  Dudaklarında, gözlerinde ve yüzünde makyaj da yok. Cildin tertemiz, duru ve yumuşak; gözlerin huzurla bakıyor. Bunu nasıl başarıyorsun?”

Üç kişiydiler, diğerlerinden uzakta. Çok daha genç olan, sakin sakin sorular soruyordu. Diğer ikisi o sorunca, tek tek, uzun uzun anlatıyorlardı. Üçünün de gözleri meraklı gölgelerle doluydu. Üçü de güzeldi.


Genç olan, tepesinde toplanmış sarı saçlarının sırtından aşağıya doğru süzülen birkaç parçası rüzgarda uçuşurken, alnına dökülen parıltılı kahkülün arasından mavi mavi bakıyordu.  Düz kestane saçlı olanın kırkı aşmış ela gözlerindeki dalgalanmalar, arada sırada, saçları uçuk kahverengi başörtüsünün arkasına saklanan beyaz tenli üçüncünün otuzu aşmış berrak kahverengi gözlerine takılıyordu.

Duyduklarıma göre, sarışın olan hayatın ikinci yirmisine henüz başlamıştı. Diğer ikisi evliydi; kahverengi gözlünün iki, ela gözlünün üç çocuğu vardı. İlkinin kocası çocuk doktoru, ikincinin kocası psikologdu.


Diğer kadınlardan uzakta, yetimler yararına yapılan kermeste, yorgun ikindide çay içerek sohbet eden üniversite mezunu bu üç kadın, hayatın en nitelikli sohbetinde çok sakindiler; sesleri hiç yükselmiyordu; heyecanlanmıyorlardı.

Ben, her zamanki gibi, bu yemyeşil, rengarenk parkın çam ağaçlarını kokluyor, çınar ağaçlarının serinliğini dinliyor, küçük süs bitkilerinin yapraklarına konuyor ve çiçeklerinden öz topluyordum. Onları dinlerken, bu üç iyi kadının güzelliklerine sebep olan şeyi öğrendiğimi düşünüyordum. Bu üç kadını güzel yapan şeyler gözlerinin, tenlerinin ve saçlarının rengi değildi.

Sarışın, mavi gözlerini, uçuk kahverengi başörtüsünün  çevrelediği beyaz yüzün iri berrak kahverengi gözlerine dikti ve sordu:

“Yüzün ve ellerin hariç hiçbir yerin görünmüyor, hava sıcak, ama sen hiç şikayet etmiyorsun.  Dudaklarında, gözlerinde ve yüzünde makyaj da yok. Cildin tertemiz, duru ve yumuşak; gözlerin huzurla bakıyor. Bunu nasıl başarıyorsun?”

İri, berrak kahverengi gözler şaşkınlıkla gözkapaklarının arkasına kaçtılar; beyaz ten kısa bir an kızardı. Sonra başörtülü kadın gülümseyerek konuştu:

“Bunun için özel bir çaba sarf etmiyorum.”

Sarışın genç kız, mavi gözlerini kırpıştırdı şaşkınlıkla:

“Buna inanmamı beklemiyorsunuz herhalde?” dedi. “Buradaki başı örtülü olan ya da olmayan yüzlerce kadın, buraya gelmeden önce, kuaförlerde, alışveriş merkezlerinde saatlerce vakit harcadılar. Tek amaçları vardı; sadece kadınların bulunduğu bu kermeste güzel görünmek.”

“Evet; haklısınız!” dedi başörtülü kadın, mavi ve ela gözlü iki kadına bakarak, “Ama siz de makyaj yapmamışsınız ve  benim için saydıklarınız, sizin için de geçerli!”

“Ben,” dedi sarışın genç kız, “Güzelliğin, bakımlı olmanın kimyasallarla mümkün olacağını düşünmüyorum ve bunun için makyaj yapmıyorum. Fakat bundan emin değilim, sonraki yıllarda yapmayacağımı söyleyemem. Size bu yüzden soruyorum.”

Ela gözlü, kestane saçlı kadın gülümsedi, başını biraz öne doğru eğerek:

“Genç kızdım; özenerek yaptığım zamanlardı. Ama sonradan, kadını dikkat çekici hale getiren, tesadüfen görenin bir daha bakma arzusu duyduğu bir yüze sahip olmaktan rahatsız oldum. Evlendikten sonra da eşimin bu bakışlardan rahatsız olacağını düşünerek, makyaj yapıp dışarı çıkmadım.” dedi.

Berrak kahverengi bakan gözler ışıldadı ve kendi doğal ışıltısını saklayan dudakları kıpırdadı:

“Bir kadının doğal haliyle de arzulanabildiği  hormonal  ve biyolojik bir seti var. Bunu rujlarla, rimellerle güçlendirmek, erkeklerin uyuyan hormonlarını canlandırmak ve cinsel obje olmayı kabullenebilmek bana göre değil. Bu kendime saygı ile birlikte erkeklere de saygımın gereği böyle. Bile bile sebep olduğum bir günahın hesabını veremem.”

Mavi gözler dumanlandı ve sarışın genç kız sordu:

“Erkeklerin uyuyan hormonları olduğuna gerçekten inanıyor musunuz?”

Başörtülü kadın kendinden emin bir sesle cevap verdi:

“Erkeklerin sık sık bu türden istekleri olduğunu zannetmiyorum. Onların doğaları ve biyolojileri periyodik basınçlara uygun. Evlilik de bu basınçlar için ideal dinginlik imkanı veriyor. Bunun dışında, erkeklerin hormonları dış bir etken tarafından aktive edildiklerinde tehlikeli hâle geliyorlar. Bence bunun sorumlusu da kadınlar.”

“Emin misiniz?”

Berrak kahverengi gözler gözkapaklarıyla örtülüp açıldılar. Kadın:

“Evliliklerin, kadın-erkek ilişkilerindeki  bu tür sorunlardan dolayı sarsıldığı bir dünyadayız. Evinde dinginleşemeyen bir erkek, dinginleşmek için de uyaran arayabilir. O yüzden bizlere çok iş düşüyor. Tabi aynı şey erkekler için de gerekli.” dedi ve gülümsedi. “Duygusal ihtiyaçlarını gideremeyen bir kadın saatli bir bomba gibidir.”

O ana dek sadece dinleyen ela gözlü kadının yerinde duramadığını fark ettim. Söyleyecekleri bir şeyler var gibiydi. Minik bir sessizlikten sonra o da konuştu ve şöyle dedi:

“Biz kadınlar, evlenmeden önce beğenilmek için süslenir ve giyiniriz. Bunu anlıyorum. Hepimiz aynı duyguları yaşadık. Ancak evlendikten sonra, süslenerek dışarı çıkmak ciddi bir risk almak demek. Eşinizden başlayan yadırgayıcı bakış, çocuğunuza oradan da aile büyüklerinize yansıyabilir. Dışarıda güzel görünmek, arzulanır olmak hoşumuza gidiyor olabilir; fakat bunun bir de eve dönüşü var.”

Genç kız uzun boynunu merakla ileri doğru uzattı ve sordu:

“Eve dönüş?”

Ela gözlü kadın, mavi gözlere baktı uzun uzun:

“Eve dönüş; evet!” dedi. “ Eve döndüğünüzde dışarıdaki bakışlarda gördüğünüz şeyler nefsinizi tatmin etse de, eve girdiğinizde hızla ev içi kıyafetlerinize sarılıyor ve makyajınızı temizliyorsunuz. Sizi evde güzel ve arzulanabilir görmek isteyen eşinize vereceğiniz duygu ve enerji kalmıyor. Beğenilme arzunuz  dışarıda tatmin edilmiş oluyor;  böylece siz asıl sizi beğenme  ve arzulama hakkı olan kişiye karşı yorgun ve duyarsız oluyorsunuz. Çatışmalar böyle doğuyor. Sonra da dışarıya taşıyor.”

“Dışarıya,” dedi başörtülü kadın. “Başka kadınlara yani, başka uyarıcılara. Sonrası artık çorap söküğü gibi geliyor.”

“Aslında, bir döngü var” dedi mavi gözlü kız. “Tatmin olmayanların tatmin olmak için aradıkları şey de başka bir kadında… peki bu kadın, bunun farkına varamıyor mu?”

“Varıyor,” dedi ela gözlü kadın.” Eşini kaybetmeye başladıktan sonra. Ama ondan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmuyor. Çocuklar konuyu bilmeseler de yaşanan gerginlikleri hissediyorlar. Bu sonraki nesillere de bu şekilde yansıyor. Çok yönlü ve çok etkili bir şey yani.”

Genç kız itiraz etti, sesi çok çıkmıştı bu kez:

“Hepsi makyaj yüzünden demeyin lütfen, haksızlık olur?!”

Ela gözlü kadının kestane rengi düz saçları rüzgarla kıpırdadılar göğe doğru.  Uzun uzun cevap verdi:

“Elbette sadece makyaj yüzünden değil. Makyaj da beğenilme arzusunun bir sonucu. Kadındaki beğenilme hırsı kontrol edilemez hale gelince kadının makyajla birlikte kıyafetleri de değişiyor. Biz kadınlar, erkekleri nasıl etkileyeceğimizi bildiğimiz için dekolte ayarları özel olarak tasarlanmış kıyafetler seçiyoruz. Sonrası  büyüyen kavgalar. Bunun geri kafalılıkla ya da çağdaş, modern bilinçle ilgisi yok. Dünyanın bütün ülkelerinde, bütün dinleri, dindarları bir tarafa bırakın, ateistlerinde bile kıskançlık duygusunun ne tür facialara neden olduğunu hepimiz biliyoruz. Her kıskançlık bir facia üretmiyor görünebilir, ama dışarı yansıtmayan erkeklerin bunu içlerinde yaşamadıklarını kimse iddia edemez. Erkekleri kıskandırmanın bir mantığı yok aslında.  Sonuçta aynı evde yaşadığınız birinin sinirlerini yıpratıyorsunuz, o evde huzur beklemeniz haksızlık olmaz mı?”

Sarışın genç kız önce kendi kıyafetlerine, sonra diğer iki kadının kıyafetlerine baktı. Sonra hızla yerinden kalktı ve  başka bir gruptan yaşlı bir kadının yanına giderek onunla biraz konuştu ve ikisi birlikte geldiler kahverengi ve ela gözlü kadınların yanına.

“Bir erkek hangimize bakınca, kıyafetlerimizden etkilenir ve bizi arzular, sizce? “ diye sordu yanında getirdiği kadına.

Yaşlı kadın üçüne de dikkatle baktı. Sonra genç kıza döndü:

“Kıyafetlerinizden belli olan hatlarınıza göre, hiçbirinize diyeceğim, ama sen genç olduğun için sana bakarlar, kızım!” dedi gülümseyerek.

Mavi gözlü kızın üzerinde uzun kollu, aşağıya doğru sarkan, geniş mavi kareli beyaz bir gömlek ve  mavi bir kot pantolon vardı. Başörtülü kadın, uçuk kahverengi başörtüsünün rengine uygun kahverengi yazlık bir ceket, ceketin içine krem rengi bir tişört ve uzun, koyu kahverengi bir etek giymişti. Ela gözlü kadın ise yosun yeşili bir pantolonlu ceketli takımın içine siyah bir gömlek giymişti.

Üçü de yaşlı kadına teşekkür etti, onu yanlarına oturttular, çay ikram ettiler, sonra biraz daha sohbet ettiler. Yaşlı kadın ayağa kalktığında mavi gözlü kıza baktı:

“Kızım,” dedi. “Aklı olan kadın, kocasını huzursuz edecek şekilde giyinmez ve makyaj yapmaz. Kocasının kendi üzerindeki haklarından onu mahrum bırakmaz. Kem gözden kendisini ve namusunu korur. Kocası hangi karakterde olursa olsun, kadın evin direğidir; o direk yıkılırsa ev dirlik tutmaz. Gençsin, güzelsin. Bekar kızlara da makyaj gerekmez. Genç kızı güzelliği için alan, başka bir güzellik için de onu bırakır gider. Allah’a emanet olun hepiniz!” dedi ve yavaş yavaş eski yerine doğru yürüdü.

Mavi gözlerinde bir sıkıntı belirmişti genç kızın, görüyordum.

“Başkası için değil, kendisi için giyinen ve makyaj yaptığını iddia edenler var, ama?” dedi kendisini tutamayıp.

Başörtülü kadın yine gülümsedi:

“O halde doğru söylüyorsa onlar, evde, kendi odalarında makyaj yapıp diledikleri gibi giyinebilirler, değil mi?” dedi. “Ama bunu yapmıyorlar. Doğru aslında, kendileri için yapıyorlar bunu, beğenilme arzularını tatmin etmek için. Ama kendilerini beğenenlere verebilecekleri şeyler ne? Arz varsa, talep doğarsa ve arz varken talep karşılanmazsa ne olur? Bence kadınların farkında olarak yaşamaları, erkeklerin de farkında olarak yaşamalarını sağlar. Onları doğuran da biziz, onları yetiştiren de. Ancak onları anlamadığımızı iddia ederek yalan söylemeyi seviyoruz, değil mi?”

Zaman o günkü yaşlanma mevsimine girmişti. Kermes sona ermişti ve herkes parkı terk ediyordu. Ben yine yalnız kalacaktım yeşil kokulu ruhların arasında. Her şeyin bir ruhu vardı; ağaçların, çimlerin, taşların ve bulutların. Hepsi de kendi ruhuna uygun davranıyordu işte.

İnsan da öyleydi.

Vedalaşırlarken sarışın mavi gözlü genç kız, başörtülü kadına döndü ve ona:

“Size sorduğum sorunun cevabını aldım, ben!” dedi.

Sonra ela gözlü kadına baktı ve ona:

“İkiniz arasında tek fark, sizin başınızda örtü olmaması!”

Ela gözlü kadın, başını önüne eğdi ve fısıldadı:

“Gençliğinden getirdiği şeyleri kolay değiştiremiyor insan. Nefsimi yenemediğim bir tek yer orası!” dedi. “Saçlarımın bir erkeği tahrik ettiğine/edeceğine inandığım an bundan da vazgeçeceğim!”

Sonra, park birdenbire canlandı. Nasıl olduysa küçük bir kahkaha patladı genç kızın sesinde:

“Erkekler de gözlerine sahip çıksınlar, tahrik olmasınlar, lütfeeen!”

Sonra gittiler. Nicelerini görmüştüm bu parkta. Bu üç güzel kadından daha güzellerine rastlamadım o günden sonra. Bu üç kadını güzel yapan şey, niyetleriydi. Gözleri, saçları değil. Ruh ne yapacaktı ki rengi?

Kavga eden kadınlar ve erkekler o kadar çok gelirlerdi ki bu parka… O kadar çok sırnaşırdı ki erkekler yalnız yürüyüp giden, oturan kızlara, kadınlara… bacaklarına bakarlardı, laf atarlardı sonra. Kadınlar bile bakarlardı kadınlara.

Bazıları da kadın gözden kaybolup gidene kadar sessizce arkasından bakardı. Bakmayanlar da vardı. 

Dertliler, yorgunlar, hastalar ne kadına bakarlardı ne de erkeğe.

Her şey kedersiz, tasasız, sağlam ve dinç olanlardaydı.  Onların hayatında laflar lafları doğururdu… akşam olurdu, gece olurdu, sonra sabah olurdu.

Bu hep böyle olurdu.



Mustafa Ege – C.tesi, 17/08/2013 –02:00/ İz Etki Ekinoksları 22


Seçkin Deniz Twitter Akışı