20 Şubat 2013 Çarşamba

SA184/ME16: Şeytan’ın Gözleri

"Hesaplaşma bitmiş, ‘Şeytan’ın Gözleri’ ışığa çıkarılmıştı."


 Aydınlık beyazında sakince bakıyordu genç adam. Gözlerindeki öfke kıvılcımları geçmişin gözeneklerindeki karanlık uçları tırmalıyor; uzun saçlı kahkahaların, kısa, bıyıksız dostlukların doğduğu ilk zamanlarda, kucaktan kucağa uzayan seslerindeki arsızlığı sorguluyordu.

Sesi doygun ve parıltılıydı. Doygun farkındalığın kabuğundan çıkmış delikanlılığı, özgür bırakılmış dudaklarından ağır tonlu darbelerle, acımasızca çıkıyordu. Beyaz perdeler titriyor, sahneler kaçışıyor, ışıklar yanıyor ve saklandıkları karanlıktan insanları sinsice dikizleyen gözler suçüstü yakalanıyordu.

İçinde binlerce kötülük barındıran karanlık gözler, domuz yağı konmuş kandil gibi parlıyorlardı. Suskun hainlerin sustuğu yerde kükrüyordu genç adamın sesi. Korkutucuydu.

“Gözlerinde gördüm seni. Kötülüğün tohumlarını serptiğin yerde. Yeryüzü dağınıktı, adamlar ölüyordu boy boy. Kadınlar ve çocuklar, savaşların ruhlarında açtığı çukurlarda açlıktan kıvranıyorlardı; koca yerine çorba, baba yerine ekmek dileniyorlardı… Ama sen, savaşlardan kaçan, saklanan, süslenen, karaborsacılık yapan, sömüren, insanları kışkırtan, birbirine düşüren, kadından kadına koşan, altın biriktiren, maskelerin ardında şarap dolu kahkahalar atan ataların gibi saklanıyordun!”

Aydınlık beyazındaki öfke gittikçe büyüyordu.

“Ölülerin sana kurban edildiklerini biliyordun. Atalarının intikam sağanağı yağıyordu. Kadına susamış savaş kaçkını beyzadeleri, boyalı dudaklarına rastık çeken hanendeleri takmıştın peşine. Kurt sürüsü gibi dalıyordunuz aç kovuklarına zihinlerin. Perdeli at arabalarında, sayfiye yerlerinde kışkırtıyordun kadını erkeğe, erkeği kadına. Evlilik pençedir, diyordun, özgür olmalısın. Özgürce dolaşmalısın ötekilerin kucağında. Kadının tenine aç erkeğin burnuna güzel kadın kokusu sürüyordun makyajlarla donanmış. Sana bakıyorlardı, senin oynattığın kadınlara, boyadığın, soyduğun, süslediğin kadınların bacaklarına; yağ sürdüğün parlak göğüslerine. Onları izlerken dağılıyordu intikam çığlıkların. Sevincinden zıplıyordu atalarının ruhu, ruhunun hâz sandıklarında. Senin ellerinden günah doğuruyorlardı düşmanların, günah sağıyorlardı ruhlarına!”

Doygun farkındalık sakinleşiyordu sonra.

“Gözlerindeki parıltıyı görüyorum. Gözlerinde biriktirdiğin şehvetin, kinin, hırsın, intikamın bütün tatları çırılçıplaktı. Nasıl büyük bir zevkle bakıyordun kışkırttığın adamların ve kadınların gözlerindeki o aç, o vahşi çığlıklarına? Gözlerindeki, iblisin çocuklarına ait şarkı değil miydi? Sen çalmıyor muydun ruhlarını, bedenlerini birbirine ikram ederken? İblisin gözlerinden görünen gözleri, yoksul kadınların bacaklarının arasına sürüklemiyor muydu bütün kirli ruhları? İyiliğin bütün kollarını kırıp pazarlarda parlak kötülüklerini satmıyor muydun? İyiye ve kötüye giydirdiğin domuz postunun üstünde tattırdığın şarabın, dansın, koltukaltları görünen kadınların bacaklarının ötesinde hangi kıskançlığı damla damla eriteceğini bilmiyor muydun? Biliyordun ve bunun daima böyle olması için elinden geleni yapıyordun. Güçlüydün, önünde engel yoktu, güçsüz kadınların ve erkeklerin ar duygusu, çocukların masumiyeti dışında. Başardın da, biliyorum.”

Gözlerle hesaplaşması sürüyordu genç adamın.

“Fıldır fıldır dönecekken oldukları yerde donakalan gözlerindeki ışıltıyı çok iyi tanıyorum. Gözlerindedir insan, ne kadar da saklansa biliyorum. Gözlerine biriktirdiğin şeytanî sevinçleri tek tek çözüyorum. Kaçamazsın, kaçamayacaksın. İnsanları kışkırtmak için yaptığın her şey, kadınların, erkeklerin içindeki hayvanı uyandırdı. Onlar birbirlerine hayvanlardan daha iğrenç yaklaştıklarında sen binlerce yıllık intikamın çığlıklarıyla mest oluyordun. Parlak ışıkların altında, pürüzsüz beyaz perdelerde, kalın kırmızı kadife perdeli sahnelerde zihinlerine ilmik atarken iblisin ellerinden, karanlıklardan seni izleyenlerin gözleri birbirinin kirindeydi, birbirinin fikrinde. Azdırdığın ellerin gezindiği yerlerde ölüyordu iyilik, binlerce ahlak dalı kırılıyordu sessizce. Ard arda kuruyordu her seferinde çocukluğun sırtındaki saflığın yaprakları. Senin ördüğün ağda, en arsız dokunuşlar çağırıyordu insanları. Dine, aileye, ahlaka iblisten naklettiğin küfürleri tatlandıra tatlandıra yediriyordun insanlara.”

İnsanlar hazırdı kışkırtılmaya, biliyordu. Gözlerine dokunamayan iradenin yürüdüğü yollardaki dikenleri yumuşatıp ipekler seriyor olsa da kötülük, durmalıydı insanlar; yürümemeliydiler aldanıp. Fakat, herkesin hırsız olduğu yerde hırsız olmamak ötelerden gelmiş tertemiz haberlerle mümkündü. Ötelerden gelen ses susturulmuşken, iyiliği ayıklamakta zorlanacaklardı insanlar.

“Gözlerindeki karanlık ışığı görüyorum. Adem’in sırtına yüklenmiş aydınlık beyazına sürülmüş tek kara leke o. Seni anlatacağım insanlara. Gözlerindeki ışık, karanlık da olsa parlayamayacak. Sen, şeytanın kiraladığı gözlerinle sonsuza dek yalvaracaksın. Kurbanın olsa da gönüllü birileri, senin soyundan türemiş olan iblislerin kökü kuruyacak. Göreceksin, yavaş yavaş azalacak gözlerindeki şeytanî  hâz. Kör olacak Şeytan’ın sendeki gözleri!

Hesaplaşma bitmiş, ‘Şeytan’ın Gözleri’ ışığa çıkarılmıştı. Genç adam sustu; içindeki kararmış eskileri attı. Yeni bir nefes aldı. Bir nefes daha aldı sonra. Gözlerindeki öfke nefes nefes azaldı. Aydınlık beyazına baktı.  Geçmiş zaman silindi. Gözlerinde bembeyaz bir ışıkla umuda doğru koşmaya başladı…




 Mustafa Ege - Çar, 20/02/2013 - 21:15/ İz Etki Ekinoksları 16

Seçkin Deniz Twitter Akışı