11 Kasım 2012 Pazar

SA100/SD16: Teatral ve Suflörik Slogan: Vatanı Satmak

'Vatanı satma' repliği/sloganı normal aktif bir toplum için herhangi bir sinek vızıltısı etkisindedir, toplum etik değerlere ve insanî-evrensel formlara ait nesnel önermeleri kaynak olarak kabul eder; ancak bilinçsiz güdüler retoriğine kapılmış bir toplum için şiddet içeren provokatif bir başlangıç olacak kadar önemli bir etkendir. 


Hukukî ve siyâsî terminolojinin herhangi bir yerinde kırıntı düzeyinde de olsa "vatanı satmak" gibi bir tanım, terim yoktur. Vatana ihanet vardır; ancak vatana ihanetin içinde vatanı satmak gibi mâlâyani unsurlar sayılmamıştır. Zira böyle bir eylemin maddî boyutunun olamayacağı açıktır, böyle bir suçlama için gerekli olan hukuki sınırların belirlenemeyeceği ve terimleşme sürecinin hiçbir şekilde başlayamayacağı ve tamamlanamayacağı aşikâr olan bir "şey", hukukî ve siyâsî anlamda suç oluşturamaz; kişi ya da kişiler bu neviden suçlamalarla zan altında bırakılamaz ve suçlanamazlar. 

Yani; vatanın satılması mümkün değildir, mümkün olmayanın suç fiili olması da mümkün değildir. Bu sebeple 'vatanı satmak' siyâsî bir dedikodu aracı/terimi olmaktan öteye gidemez. O ancak ve yalnızca teatral ve suflörik bir slogandır.

Teatraldir; kişisel yahut örgütsel husûmetlerin öyküleştirilmesi ve senaryolaştırılması, bu türden kavramlarla realize edilebilmekte ve iki sözcük bir arada kullanılarak 'kolay kullanılabilir' bir oyun repliği hâlinde duygulara ve dolayısıyla hamâsete hizmet edebilmektedir. Provakatif yükseltilebilirliği belirgindir. 

Suflöriktir; kulaklara fısıldanır ve kulaktan kulağa hızla yayılır; türdeş diğer kavramlar ve deyimler gibi, söyleyenin anlamını bilmediği, içeriğine dair bir fikrinin bulunmadığı, ancak büyüsüne kolayca kapılıp sürüklenebildiği bir söz dizinidir. 'Vatanı kurtarmak' ikilisiyle aynı kan grubundandır. Kolayca alınıp satılabilmekte ve uzun vadeli beklentiler gözetilerek pazarlanabilmektedir.

Vatanı satmak, eylemsel yoksunluğa sahipse bu suçlamayla, suçlayan neler kazanabilir? 

Düşünelim -ki; teatral kısım bu kısımdır-;

Oluşturulmak istenen ilk şey zemindir; vatanın satılması vârid olansa, vatanın satılmasına mâni olmak gerektir; bu da vatanı kurtarmaktır. Vatanı satan varsa, bir de vatanı kurtaran olacaktır; olmalıdır. 'Vatanı satmak' zemini sağlam bir yapılanma olasılığına sahip olmasa da geçici coşku dönemleri oluşmasında ve kitlesel etki gücünün katlanarak büyümesinde etkilidir. 'Grup olarak gaza gelme' türünden bir yakıcı ve yıkıcı zemin oluşturmada en önemli faktörlerden bir 'vatan'dır.

Eğer; senaryoyu hazırlar, oynanacak rolleri, diyalogları ve oyuncuları belirler, gerekli düzenekleri kurar, sahnelenen yerleri özenle seçerseniz; kullanacağınız temel suçlayıcı sloganlar birer 'hukukî ve siyâsî terim olmak zorunluluğu'ndan kurtulur ve dilediğiniz kişi ya da kişileri vatanı satmakla suçlayabilir; hatta yargılamadan cezalandırabilirsiniz -linç de buna dahildir-. Gaza gelmiş olan topluluklar da grup psikolojisi ile dilediğiniz sonuçlara ulaşmanızı sağlar.

Fakat; yakın ve uzak tarihin verdiği donelere göre, oluşturduğunuz zeminde -vatanı satmak zemini- asla uzun süreli bir başarı grafiği oluşturamazsınız. Heyecan ve hamâset yalazı geçip gittikten sonra geriye kalan tortular, derin bir sosyolojik düşünme ve sorgulama zamanını gerekli kılar. Kişisel vicdanların baskı ortamı dağılır dağılmaz ortaya çıkmasını ve kişileri etkilemesini engelleyemezsiniz. Kişisel vicdanların dönüp size yönelik suçlamalar oluşturması evresi, çok sık görülen bir 'sonraki evre'dir. Ve bu kez o suçlamaların birer hukukî ve siyâsî terim olma özellikleri bulunduğunu da siz fark edeceksiniz. İnsanları aldatıp suça teşvik ederek çiğnediğiniz yasaların sizi tavsif edeceği 'şey' doğrudan vatan hainliği olacaktır. Yaptığınız şey, 'Meşru egemenlik organını devirmeye veya otoritesini yıkmaya, bağlı olduğu devlete karşı savaşmaya veya düşmanla işbirliği etmeye yönelik eylemleri kapsayan' bir suç türü olacaktır. Bu suç türü de tarih boyunca birçok hukuk sisteminde tüm suçların en büyüğü olarak değerlendirilmiş ve en şiddetli biçimlerde cezalandırılmıştır.

Az sonraki zamanda, kullandığınız zemin, sizin de suçlanabileceğiniz bir süreci hazırlayabilecek ve bu süreç sonunda bir 'meydan' olarak kullanılabilecektir. Mâlâyani nitelikte oluşturduğunuz kargaşada vatanı satanları cezalandırmış olmanız, sizi vatanı satmakla yahut vatan hainliği ile suçlanmaktan kurtaramayacaktır. Senaryonuz sahnede başladığı gibi sahnede son bulacaktır.

Vatanı kurtarmak, kahraman bir millete hâs ve sürekli tekrarlanabilir bir özellik olarak tedavülde tutulduğu sürece, vatanın satılması sürecini engellemek ve bu süreci yöneten unsurları teatral bir altyapı ile temellendirilmiş ayaklanma türü karşı çıkışlarla saf dışı etmek 'vatanı kurtarmak' demek olacaktır. Vatanın satılmadığı, böyle bir suç düzleminin oluşmadığı gibi gerekçeler vatanı kurtarmak dürtüleriyle donanmış toplulukları engelleyemeyecektir.

O halde ayaklanma türlerinde en sık görülen iç hesaplaşma sürecinde fertlerin fark ettikleri ve yaşadıkları aldatılmışlık, kullanılmışlık duygusu ortaya çıkan suçtaki kişisel payın ağırlığını arttıracaktır. Suça iştirak eden, kendilerine biçilen rolleri sorgusuz-hesapsız oynayan kişiler bu süreci nasıl değerlendireceklerdir? 

Düşünelim -ki; suflörik kısım bu kısımdır-;

İnsan doğası birlikte davranmak ve birlikte iş yapmak alışkanlıklarını süreklileştirmeyi gerektiren bir yapıdadır. Bu yapının birliktelik (özelde bireysel) kısmı, kuralları, kanunları, gelenekleri, görenekleri ve esasında dini temel alır. Buna sistem konsepti denebilir. İşte bu konseptin oluşmasında etkin süreçler vardır. Bu süreçler, örgün veya yaygın eğitim şeklinde ardışık ve kurumsal faaliyetlerle sürdürülebildiği gibi, görsel ve işitsel düzenekler kullanılarak da realize edilmektedir. 

Bu süreçler iç içe yaşandığı için ayrıştırılamaz, ayrıştırılamadığı içindir ki insan, bir yetişkin olma serüvenine her türlü etkiye açık bir halde, masum-temiz bir sayfa olarak başlar. Bu başlangıç etkilenme sürecinde edindikleriyle toplum kapasitesine artı-eksi değerler yüklemektedir. İnsanın artı değer özellikleri toplumun döngüsel yapısında olumlu/yapıcı etkiler ve izler oluştururken, eksi değer özellikleri de olumsuz/yıkıcı etkiler ve izler bırakmaktadır. Doğal olarak da bireylerin 'özgün kişilik katsayıları' toplumsal olayların gerçekleşmesinde belirleyicidirler. Bu çerçeveye göre kişiler, düşünceleri ve davranışları itibariyle çok değerlidir. Bu değere binâen, bir toplum ya bilinçli eylemler bileşiği ile normal aktiftir ya da bilinçsiz güdüler retoriğinde dalgalı proaktiftir.

'Vatanı satma' repliği/sloganı normal aktif bir toplum için herhangi bir sinek vızıltısı etkisindedir, toplum etik değerlere ve insanî-evrensel formlara ait nesnel önermeleri kaynak olarak kabul eder; ancak bilinçsiz güdüler retoriğine kapılmış bir toplum için şiddet içeren provokatif bir başlangıç olacak kadar önemli bir etkendir. 

Bilinçsiz güdüler retoriği ise işitsel ve görsel etkiler dışında herhangi bir kaynak kullanmaz. Yani; insanlar duydukları ve gördükleriyle eyleme hazır hâle getirilirler. Ve herkes bir diğerini aynı etki rüzgârıyla etkilemeye çalışır. Bu süreçte belirlenen roller hızla uygulamaya konulur. Her görev bileşeni, kendi sınır aralığında karşısındakini baskı altına alarak yayılmacı bir kimlik yansıtır; baskındır, aşağılayıcıdır, suçlayıcıdır, bölücüdür, kategorize edicidir, etkendir. Demografik unsurları, demagojik yöntemlerle etkileyen provokatörlerin en çok kullandıkları yöntemde bu yöntemdir. Ve uygun toplum yapılarında hedefe uygun büyük başarılar elde edilmiştir.

Duyduklarını ve gördüklerini bilinçli bir kompozisyonla değerlendiremeyen topluluk üyelerinin 'bir lider' öncülüğünde, çıktıkları yolculukların hiçbiri kalıcı bir yapılanmaya dönüşmemiştir. Yapmadan önce düşünmek yerine, yaptıktan sonra düşünmeye alışmış toplulukların/toplumların ödedikleri bedeller de tarihte özgün yerlerini korumaktadırlar. Tarihten, kullanıldıklarını anlayan insanların, kendilerinden sonraki nesilleri bu yönde etkiledikleri ve travmadan sonraki nesillerin daha bilinçli bir eylem dönemi yaşadıklarını müşahâde edebiliriz. Ödenen bedellerin hemen hemen tümünde toplumların suflörik sloganlarla eylemlere kalkışmalarının getirdiği kaosların etkili olduğunu da görebiliriz.

'Vatanı satmak' sloganıyla teatral bir süreci başlatanlar ve yönetenler neler kazanabilirlerse bu sürece katkıda bulunan ve bir nefer gibi çalışan suflörik kuklaların hepsi, herkes, her özel-resmi kurum aynı şeyi kazanacaktır. Bu kazanç kaybetmenin ilk basamaklarını içereceğinden gerçek bir kazanç olmayacaktır. En büyük bedelleri ise 'fısıltı' kurbanları ödeyecektir. Fısıltılardan etkilenerek yaptıkları 'fısıltılarla bağırmalarına' sebep olacak, evrensel önermelerle düşünen ve davranan toplum unsurları karşısında kızarmış yüzlerle-yok olmak istercesine- ortalıkta kalakalacaklardır. Toplumsal dışlanma, onları yiyip bitirecektir.

'Vatanı satmak'la 'vatana ihaneti' aynı kefede tutanlar, vatanlarına verdikleri zararların boyutları ölçüldüğünde, kendilerini gerçek birer vatan haini kabul etmeseler bile, toplumların kalıcı hafıza bezlerine/pankartlarına yazılı olan sıfatlarının 'vatan haini' olmasını engelleyemeyeceklerdir. Ve toplum onları ezecek ve yok edecektir. Bunu en büyük hızla yapacak olanlar da yine suflörik sloganlarla kullanılan ve intikam almayı düşünen insanlardır. 

Sürecin sonunda satılan bir vatan olmadığı görülecek ve verilmiş 'mücadele'nin vatanı kurtarmadığı, aksine iç ve dış tüm olumsuz etkilere karşı savunmasız bıraktığı ve vatanı kurtarmak hedefinin vatana ihanet realitesine dönüştüğü görülecektir. Olaylar tüm çıplaklıklarıyla daha önceki deneyimlerde olduğu gibi işitsel ve görsel düzlemlerde açıkça fark edilecektir. Halk, etkilendiği unsurları değiştirmeyi pek sevmediği için yeni teatral ve suflörik sloganlarla kendi liderlerini harcayacaktır.



Seçkin Deniz,  05.05.2008, Sistematik Analizler 63

Seçkin Deniz Twitter Akışı