14 Ocak 2016 Perşembe

SA2345/KY1-CÇ185: Düşlerin İsyanı/Roman-Bölüm 3-I

"Yaşamım düş kurmakla geçti ya!"

“Dünyada senden sonra da yaşayabilecek olan şey sözdür! Sen sözü hor görme!”
Firdevsî

Bölüm Üç
-I-

Sorun salt sözcüklerden kaynaklanmıyordu elbet. Her şey değişiyordu. Değişmeye direnmek gibi bir şey düşündüğüm yoktu. Ama bir terslik vardı. Hala da var. Örneğin canımı sıkan şeylerden biri de mart ayında kedilerin sessizliğiydi. 

“Mart kedileri gibi ne böğürüyorsun!” demenin bir anlamı kalmamıştı. Kalmadı. Hoş kediler böğürmez de.. lafın gelişi öyle denirdi. Kediler artık canhıraş feryat etmiyorlardı mart ayında; hâlâ da etmiyorlar. Bunda bir terslik yok muydu?  Bir terslik yok mu? Terslikler karşısında direnemedim.

Tamam Sartre amca, sorumluluğu üzerime alayım almasına da.. ya kediler.. bak yine mart ayındayız. Neredeyse geçip gitti.. ama ben yana yakıla dişisine seslenen bir tek kediye rastlamadım. Hazır mamalardan ötürü mü? Dünyanın hiçbir yerinde kedilerin mart ayında feryat etmediğine yemin ederim.. yemin ederim, çünkü; dünyanın her yerinde aynı tip alışveriş merkezleri var ve o marketlerdeki market arabalarından tutun da ürünlerine varıncaya kadar, çalışanlarına müşterilerine varıncaya kadar her şey aynı.. öyle ise burada ağlamayan kedi bir başka yerde niye ağlasın? Bütün kedi severler 09068141250 -pedigree mama- ya tavuklusunu ya hindilisini alıyorlardır.. bir şeyler ters gidiyordu. Bunun ayrımındaydım. Öylesine bunalmıştım ki bir şeyler yapmalıyım deyip işin ortasında çıktım odadan.. Bilgi işlem merkezinin dışında bir dünya daha vardı. Marketin içindeki farklı dünyalardan söz ediyorum. Kasap bölümü vardı. Kasabın karısı Şehrazat vardı. Çırağı Pürmaye vardı. Kasap Gave vardı. Adları bire bir öyle miydi dense; kuşkulanırım. Dururum. Ama kasap vardı. Çırağı vardı. Ve Şehrazat vardı. Bir masal dünyasından fırlamış gibiydiler. Ya da.. ben masal dünyasından gerçeklikler dünyasına fırlamıştım. Fırlatılmıştım, yani bir fırlamayım da diyebilirdim ama Ernüvaz Hanım ağzıma biber sürer şimdi. Hem biber sürmese de üzülür. Öyle dediydi bir keresinde. 


“Böyle devam edersen beni üzersin!” Yo! Ernüvaz Hanımı üzemem.. varsın ben çıldırayım.. ama o üzülmesin. Kendimi dar atmıştım bilgi işlem merkezinden dışarı. Ayaklarım kendiliğinden kasaphane bölümüne yönelmişti. İradî değildi, oraya doğru yürüyüşüm. Hem Şehrazat ne arıyordu ki kocasının yanında? Kasaphanede ne işi vardı ki? Orda mı çalışıyordu? Çalışıyor olsa da ben bilemezdim ki.. elimde satır kendime geldim. Satıra baktım.  Bir süre öylece durdum. Şehrazat’ın sesi geliyordu. Kocası Gave’nin sesi geliyordu. Canımı yakıyorsun, diyordu. Aklını başına al, yanıtını veriyordu Gave. Kasabın çırağı Pürmaye elimdeki satıra gözleri fal taşı gibi açılmış –fal taşının nasıl açıldığını bilmediğimi itiraf edeyim, niye böyle bir tümce kurdum doğrusu bir yanıtım yok. -sanki gözlerini iri iri açmış elimdeki satıra bakıyordu, desem olmayacak. Tuhaf alışkanlıklar işte- Şaşkındı. Belki ben ondan da şaşkındım. Kasaphanenin vitrinindeki aynanın önünde durup kendi savrulan gölgemin peşinden gittim, görüntüler aleminin içine sürüklendim. 

Var mıydılar? Gölge miydiler? Yoksa zihnimin birer ürünü müydüler? Kararsızdım. Satır yoktu elimde. Bir kadın belirmişti. Yok, bir kadın yılan süzülür gibi kayıp gidiyordu gözlerimin önünden.. Bak dense bir yılan nasıl süzülüp gider onu hemencecik betimleyebilirim. Sözün özü “yılan gibi süzülme” tümcesinin bizatihi bir nesnesi bende var. Alışkanlıkla söylenmiş bir şey değil. Yılanlar içinde büyüdüm desem; elbet yalan olur. Ama çok yılan gördüm.  Siyahından beyazına kadar çok yılan gördüm. O siyahlara bürünmüş kadın yılan gibi süzülüp gidiyordu kasaphanenin beyaza boğulmuş holünde.  Kaybolup giden anılarıma kederli gözlerle bakan o siyah giyinmiş kadını, beyaz koridorluğun başına kadar izleyen Şehrinaz, beni kuruntu yapmakla suçluyordu.. 

"Cemşid, bak! Kimse yok.... Yine hayal görüyorsun herhalde!” Kendini tümsek aynada seyreden kadın beni görünce afalladı, benden kaçmak istediği aşikârdı. Şehrinaz aynanın sütresinde durmuş o kadınla bana bakıyor ses bile çıkarmıyordu. Döne döne açılan nokta başka insanları da gölgeleriyle içine almıştı, neye benzedikleri belli olmayan, masallardan, evet, eski zamanlarda kalmış artık, Şehrinaz tükenmiş görüntüdeki kılıklarından savrulup da buralara kadar gelebilmişlerdi, sonunda yine kendi yokluklarına çekileceklerdi hiç kuşkusuz.. belki de biraz daha sokulup düşlere, yakınlarına gittiğimde babaannenin anlattığı divlerden biriyle karşılaşmam içten bile olmayacaktı.. ne var ki; buraya nasıl düştüğümü, buradan mutlaka bir çıkışın olduğunu ve de eninde sonunda çıkışı bulup oradan kurtulacağımı düşünürken.. siyah duvaklı kadın böğürtüye benzeyen sesler çıkarmaya başlamış, ürkünç yaratığın pençeleri arasında can vermekteydi. 

Bütün bunlar çocukları uykusunda boğan Alkarısı'nı getirmişti aklıma! işte bunlardan sıyrılıp Pürmaye ’ye yeniden bakmaya yeltenişim, beni, yine kendime bağlamıştı; kendimden dışarıya çıkmak istiyor bir türlü beceremiyordum.. dışarı çıksam, başka bir insan oluvereceğimi biliyordum, rüyalarıma giren karanlık yüzlü kişinin belki de ondan başkası olmadığı kesinleşecekti.. o korkunç, o eli kanlı cani oluvermekten korkuyordum. Bunları aklıma sokanın kim olduğu o kadar önemli miydi gerçekten? 

Bunlar bir yerde Dehhak Döngel’in anlattığı korkunç öykülerin bir yansıması olmalıydı, yoksa böyle şeylerin artık geçmişte kaldığını, yaşanan çağın gerisinde kalmış şeylerle kafamı neden böyle bozduğumu anlayamıyordum doğrusu.. ama Pürmaye, hala oradaydı, kendi tenini bulduğunda, bana, orada ne yaptığımı soran bakışlarla camın ardından bakıp durmaktaydı. Gave adlı bir kasabın yanında ne aradığımı, karısından başka derdinin olup olmadığını, daha buna benzer can sıkıcı sorularla niye uğraştığımı anlayamayan bir yüz ifadesine bürünmüştüm. Aynada kendimi hayretler içinde süzüyordum. 

Dehhak Döngel’in anlattığı şeylerin boy aynasında, nasıl yol alacağımı şaşırmış gibi sürekli ileriye bakıyordum. Bunlardan kurtulmalıyım , ama nasıl diyordum kendi kendime.. aynanın karşısından nasıl çekilmeliyim ve onu alt etmeliyim? Ancak böyle kurtulabilirdim. Aynaya bakmasam, holde yürümeye devam etsem her şey düzelecek gibime geliyordu. Ben kimdim? Ben yaşıyor muydum? Bir zihnin ürünü müydüm? Yaşadığım her şey Dehhak’ın zinden olup biten şeyler olabilir miydi? Dehhak bir oyun yazacağını söyler dururdu. 

Yok, ben Dehhak değilim. Adım Cemşid. Şu garip tecelliye bakın ki Cemşid’i tahtından eden Dehhak’la benim de başım beladaydı. Ernüvaz Hanım olmasa.. bir senaryonun kişisi olduğuma hükmedip bir köşeye çekilebilirim. İşte apaçık başka birisinin ağzıyla konuşuyordum.. sanki ben, artık başkasıydım, kendim değildim, kendim olmaktan dışarı çıkmıştım, olsa olsa Dehhak’ın yazmaya çalıştığı senaryodaki kasap olabilirdim, hepimizi bu kadar etkileyebilecek kadar nasıl bir sihir vardı elinde o insanın, gerçekten de akıl sır erdiremiyordum.. 

Şu anda içimin boşatıldığını duyabiliyorum, bana yeni bir ruh ve biçim verildiği sonu belli olmayan bir arenadayım sanki.. ne kadar acınacak bir halde olduğumu anneme ağlayarak anlatabilirdim ancak, içimi böyle dökebilirdim. Karanlıkta bir an yüzünü seçer gibi olduğum kadın, sırf ben içimi kusayım, rahatlayayım ve de eski ‘Cemşid Ulu’ olayım diye, çıkıp gelmişti.

Beni, kalfanın yanında bağrına bastırarak bağışladığını söylemişti. Anlayışla karşılanacak bir gerilim yaşadığımı, hepsinin artık geçtiğini biliyordu, karımın da bunlarda bir parmağının olduğunu düşünmüştü, İstanbul’dayken de onu gözü hiç tutmamıştı ne yazık ki, ama ne yapsın bir kere olmuştu, artık geriye dönülmezdi, onu da anlayışla karşılamalıydım..

"Kendine geliyorsun!” dedi Şehrinaz, "Bütün bunlar bir hayaldi!”

Babaanneye baktım, iri kulakları olan yaratık dizlerinin dibinde oturmaktaydı. Yaşlı dul kadın, "Uslu durmazsan bu dive verir ham yaptırırım seni" derken.. Şehrinaz’ın suratı asılmıştı. İri kulaklarıyla oynayan kadının "Cücelik de sana pek yakışırmış, cücelik hem de sana çok yakışırmış ...." sözleri kulaklarımda çınladığında iyice şaşırmıştım, gözlerime inanasım gelmiyordu. Dedim ya belki de bütün bunlar Dehhak Döngel’in başı altından çıkıyordu.. "Benim gerçeğimi bozmaya kimsenin hakkı yok!" diyecek oldum bir an.. Ama Pürmaye hala oradaydı, camın ardında bana bakıp durmaktaydı, beni, böyle kuruntulu bir kasap halinde yakalamak çok hoşuna gitmiş gibi, sanki bu halimle eğleniyormuşçasına bir yere de kıpırdamıyor, hep bana bakıyordu. 

*** 

Sinemaya gitmeye karar verdik. Daha doğrusu Şehrinaz istedi. Hiç keyfim yoktu.. ama kırmazdım. Kıramazdım Şehrinazı.. sinemada aradığımı bulabilir miydim? Ya orda da görüntülerin saldırısına uğrarsam.. uğrayacağımı biliyorum. Hem daha kesif.. daha yoğun.. daha kesif daha yoğun.. iki sözcük de aynı anlama geliyor, biliyorum, biliyorum ama çalındı sözcüklerim burada karıştırıyorum. 

Sözcüklerimin çalınmasında filmlerin oldukça önemli bir yeri vardı. Hani şair, “Beni bu havalar mahvetti” diye sızlanmış ya, ben de “Beni bu filmler mahvetti!” diye sızlansam yersiz olmaz. Daha çocuktum ilk sinemaya götürüldüğümde; hem de “kovboy” dedikleri türden bir filmdi. Ortanca amcam –üç amcam vardı-

Babamın ikazlarına kulak tıkamış; 21 matinesine, arkadaşı Canip’le birlikte güneş sinemasına götürmüştü. Altı yaşında var, yokum. Öyle olmalı ki, henüz okula gitmiyorum. Abim gidiyor. O ilkokul 3.sınıfta. Amcamın onu sinemaya götürmeyişinin sebebi de, sabah okula gidecek olması. 

Demek ki; ben gitmiyorum. Her neyse.. gittik. Aman Allah’ım.. o atlar nasıl üzerime üzerime geliyor. Âl-i Osman’a sinema geldiğinde de kocaman adamlar benim yaşadığım halet-i ruhiyeyi yaşamışlar. Gelen tren karşısında yerlerini terk etmeyişlerinden bahsedenler olmuş.. böyle bir bilgiyi yeni öğreniyorum.. sonradan kendime kızışımda ne kadar yersizmişim. Ben kendi elimden neler çektim ya. Bak Sartre amca sorumluluğu kendi üzerime alıyorum. Puanı mı isterim. 

Şimdi atların üzerimize üzerimize gelişi karşısındaki hem korkak hem cesurane duruşumun olağan bir hal olduğunu fehmedebiliyorum. Korka korka Şehrinaz’la sinemadan içeri girdim. Atlar olmayacaktı biliyorum. Hem beyaz perdede ölenlerin de mahsusçuktan öldüğünü öğrenmiştim. Bunu çoktan öğrendim. Ama.. ama şimdi daha berbat.. o beyaz perde denilen yerden niceleri çıkıp yanıma gelmiştir, gelir.. kimi gırtlağımı sıkmaya, kimi kalbimi durdurmaya yeminli gibidir.. Şehrinaz gelmeyecektik. Getirmeyecektin.. Bugün hiç havamda değilim. Sahi sen var mısın? Varsın ve benim eşim misin? Kasabın karısı Şehrazat’la bir ilgin, benzerliğin yok değil mi? Bak.. bunu gizlice kulağıma fısıldasan da olur.. beni buraya sen getirdin.. Seninle gelişimde bir kastım yok. Sen getirdin.. Bir kastın varsa da.. Tanrı şahidimdir ben masumum!







Cemal Çalık, 14.01.2016,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Düşlerin İsyanı, Roman 




Seçkin Deniz Twitter Akışı