19 Ağustos 2023 Cumartesi

SA10317/SD2837: Sıkıntı (Roman); 5. Bölüm-Dağ 45

 Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Çoğunlukla ve sıklıkla umut gizli kalıyor ve İnsanlık ölüyordu. Kadın zihnindeki keçinin rengini erkeğe anlatmadıkça trajedi sürüyordu. Anlamların kaybolmaması için, anlaşmak ve tek merkezde kalmak için, erkeğin zihninde renk renk keçi üretmemesi için, sevgi ve merhamet koşulu var olmaya devam edecekti."

Zamanın en kısa parçası dedikleri 'ân' o kadar uzundu ki, öyle olmasaydı asla plan yapmaz, yaşamak için herhangi bir adım atmazdık. Kısa bir süre sonra yemek bitecek ve biz İstanbul’a uçmak üzere Dulles Havalimanı’na doğru yola koyulacaktık. Bense üzerimdeki kadın baskısından kurtulabilmek için yine erkek ve kadın analizleriyle meşguldüm. İD ve Cevval’di buna sebep.

Bilmiştim, görmüştüm; kadınlar en çok kendi hormonlarıyla kaskatı hale geldikleri zamanda ürettikleri enerjinin, yakan, kavuran, ısıran bir güçle yayılırken atmosferi saran nükleer alevler gibi, kendilerinin asla dinginleşmeyecekmiş gibi göründüklerinden habersizlerdi. Buna en çok yaklaşan kadın İD idi.

Erkekler bu nükleer felaketten yara almadan kurtulabilmek için çare aramaları gerektiğini düşündüklerinde iş işten geçmiş oluyordu. Her şey bitip sona erdiğinde kadın, hiçbir şey olmamışçasına sakin ve uysal görünüyordu; ancak erkek yanıklarını tespit edemeyecek kadar savaş yorgunuydu. Bu da bendim.

Gün geçiyordu ve kadın, her döngüde yeni nükleer kasırgalar üretmek için, farkında olmadan, stres ilmiklerini örmeye devam ediyordu. Erkek dingin hayallerin esiriydi; düşündükçe anlamı, anlamın kaybolup gidişini gördükçe her gün görünen seraplarla, direnç noktalarını beslemeyi düşünüyordu. Kaçmak istemeyi akledene kadar kadının doğurgan ruhuna, farkında olmadan tepki duvarları örmeye başlıyordu. Bu da Cevval’di.

Sonra herkes ve her şey birbirine karışıyor ve genelleşiyordu; kadın naz duvarlarından, sebepsiz duvarlara kadar her taştan duvarı erkeğin önüne sürdükçe, erkek içine çekiliyordu. Her duvar kadından biraz daha kopuş, biraz daha sertleşen bir dokunuştu. Erkeği zâlim olmaya iten dengesiz davranışlar bu dönemde filizlenmeye başlıyordu. Kadınların duvarları renk ve tür değiştirdikçe, erkeğin içine ördüğü tepki duvarları sıra sıra zihninin en derin merkezine doğru tek tek yükseliyordu. Erkek mağdurdu; ancak mağrursa duvarları yıkılmazlaşıyordu.

Kadının ve erkeğin, karşılıklı ördüğü duvarlardan başka hayatlar doğuyordu. Önce başka kadınlar duvarların arasından erkeğe bir gülücük gönderiyorlardı. Başka kadınlar, erkeğin dalgalanan ruhundan yayılan kokuyu fark ediyor ve onu yeni merkeze, yani kendilerine doğru çekmek için gerekli tüm hazırlıkları yapıyorlardı. Bazen de başka erkekler kadının duvarlarındaki renklere koşuyorlardı. Klasik anlamda bu, kadının merkez olmak istediği tüm hırçınlıklarda artık nevrotik bir döneme denk geliyordu.

Her kadının merkez olduğu çember kendi avlarını seçiyordu ve hiçbir kadın merkez olmamak gibi bir kaygıyla hareket etmiyordu. Erkeğin hormonal bağımlılıklarından taşan enerjinin artık şiddete evrilen anlam yitimlerinde, bir alış-veriş dengesi üretmek üzere taşlaşmış bir erkekten bahsedilebilirdi. Kadın zihnindeki hangi renk keçinin peşinden koştuğunu erkeğe anlatmazdı.

Diyalog biterdi; renkler karışır ve o evredeki tüm sınanmalar sona ererdi. Bir başka sınanma evresine geçilirdi. Bu evre değişimlerinde gerçek bir soru tepesinde dururdu her şeyin: İnsan kalınacak mıydı?

Kadın ve erkeğin birbirleriyle çektirdikleri tüm fotoğraflar birbirlerinden kopmamak üzere yaratılmış bu iki türün, bir tek merkezde olmak üzere birbirlerini tutmaları gerektiğini gösteriyordu. Yan yana, göz göze, el ele, birbirlerini tamamlayarak bir tek merkez oluşturmak üzere çalışacakları gerçeği, şeytanların özenle sakladıkları gizli bir umut olarak kalıyordu. 

Çoğunlukla ve sıklıkla umut gizli kalıyor ve İnsanlık ölüyordu. Kadın zihnindeki keçinin rengini erkeğe anlatmadıkça trajedi sürüyordu. Anlamların kaybolmaması için, anlaşmak ve tek merkezde kalmak için, erkeğin zihninde renk renk keçi üretmemesi için, sevgi ve merhamet koşulu var olmaya devam edecekti.

İD’ye ‘Zihnindeki keçinin rengi ne?’ diye sormamın sebebi buydu. Hangi keçinin peşinden koşarsa koşsun bir şey değişmeyecekti, sorun keçinin rengi değil varlığıydı; anlamı kendince bile meçhul olan inadıydı.

Kulağıma eğilerek ‘Beyaz!’ dedi İD hiç ummadığım bir anda; tam son çatalı ağzıma götürürken.

‘Beyaz mı?’ dedim gayr-i ihtiyarî.

‘Yessss!’ dedi İD.

Cevval şaşkın şaşkın bize bakıyordu, ‘Renk oyunu mu oynuyorsunuz?’ diye sordu.

‘Hayır!’ dedi İD, Cevval’e. ‘Keçinin rengi!’

‘Hangi keçi? Ne keçisi ya, delirdiniz mi siz?’ diye gerildi Cevval.

Gülecektim, gülemiyordum, ama İD ‘Hi hi hi!’ diyerek gülüyordu sesini ustalıkla içine çekerek.

‘Beyaz’ umuttu, arınmaydı. İD ne dediğinin farkında mıydı, bilmiyordum.

Ona sordum:

‘Beyaz ne demek, biliyor musun?’

‘Biliyorum tabii!’ dedi sakin sakin. ‘Umut, Masumiyet ve Aşk!’

‘Aşk’ı geçelim şimdi!’ dedim soğuk su tadında bir sesle. ‘Umut ve masumiyet için neleri feda edebilirsin? Şu şeytanî özgürlüğünü feda edebilir misin, ondan vazgeçebilir misin?’

İD cevap vermedi, vermek istemediğini belli ederek lafı değiştirdi:

‘Kongre üyesi sana bakıyor!’ dedi heyecansız bir ses tonuyla.

Hayatının her aşamasında çok karmaşık davranabiliyordu insan. Oysa, gecelerin ve gündüzlerin kendisine gösterdiği renkleri, duygularının ve aklının saldırılarına karşı korumakta âcizdi. Yine öylece; duygularını ve aklını renklerin saldırılarından koruyamıyordu.

Yaratılışı böyleydi. İsteyecekti, istediğini elde etmek için çabalayacaktı. Çabalarken de siyahın, kırmızının günahkâr davetlerine uyacaktı. Uymamak için dirense de uymaması mümkün değildi. Bazen daha az, bazen daha fazla uyacaktı, ama renklerin günahkâr davetlerine daha fazla uyanlar, günün, gündüzün getirdiği yükleri daha fazla vuruyorlardı ruhlarının sırtlarına. Daha çok huzursuzluk taşıyorlardı geceye… uykusuzluk çekiyorlardı sabahlara kadar.

Ağırlaşmış yükleri, uykunun dinginleştirici limanlarına varmakta zorlanmalarına sebep oluyordu; uyku, nimet olmak yerine ulaşılamayan bir serap haline geliyordu. İD kolay uyuyamıyordu; onu anlıyordum.

İnsanı uykuya zorlayan arınma ihtiyacıydı. Bedenin tövbesiydi uyku. Ancak tek başına yetmiyordu arınmaya ruhun tövbesi olmazsa. Uyku bittiğinde, gidip gelmiş olan ruh, geri getiriyordu artık yükleri, arınma tamamlanmıyordu çünkü. Her seher vakti, gecenin alıp temizleyemediği artıkları sabah namazının tövbesine taşıyordu; insanın ruhunu orada yıkıyordu, beyazlatıyordu yeniden.

Günde en az beş kez ruhunun arınması için yalvarırdı Müslüman insan Allah’a. Namazlarında, namazlarının dışında her an her vakit, nefsin ve diğer fısıldayıcıların fesatlarından kaçıp Allah’ı andığı her an insan arınmak isterdi günahlarından. Siyahın, kırmızının hırpaladığı yeşili sarınırdı, arınmışlığın beyazına ulaşmak için.  


<< Önceki                      Sonraki>>


[16.08.2023, (5/91 (515))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 19.08.2023, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı