4 Haziran 2023 Pazar

SA10210/SD2769: Sıkıntı (Roman); 5. Bölüm-Dağ 24

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Oysa kadınlar kafalarındaki kalıpları çok sık değiştirirlerdi ve kendi değişimlerini anlayamayan erkekleri şaşırtıcı bir şekilde suçlarlardı. Cevval ve Mahir benim kadar suçlanmamışlardır diye düşünüyordum o ân."

Garip bir ândı. ‘Ânı yaşa!’ diye seslenen tarihteki çığırtkanların az da olsa haklı olduğu ânlardan bir ân. Fakat bu, sonsuza kadar sürmeyeceğini ikimizin de çok iyi bildiği bir ândı.

‘Ben gitsem iyi olacak!’ dedi İD; sorularını ve ısrarlarını birdenbire geri çekti, yüreğindeki dalgalanmayı kontrol etmek ister gibi bakışlarını birbirine kenetlediği ellerine çevirdi.

Beyaz tişörtü ve rengarenk spor ayakkabısı ile henüz sabah koşusuna başlamış bir genç kız gibi görünüyordu. Bir şeyler söylememi bekliyordu.

Vedalaşmaktan hoşlanmıyordum oysa ben. Ne diyeceğimi de bilmiyordum. Çünkü sistematik olarak işleyen zihnim o ândan sonraki ânları yıldırım hızıyla sıraya dizecek ve bütün olasılıkları çözümleyerek olacak olanlara dair bir çıkarımda bulunacaktı.

Şimdi, şu ânda bu olmuştu da.

‘Hadi git sen!’ dedim romantizmi gölgelere iterek. ‘Özgürleştir kendini; ‘sıkıcı’ ve ‘gıcık’ bir adamdan kurtulmanın tadını çıkar, daha güzel ânlar yaşa!’

Küçük bir kahkaha attı İD; gözlerinin içi gülüyordu. ‘Gıcık!’ dedi ve dönüp yürümeye başlarken ekledi: ‘Ama domates de yiyeceğim!’

‘Güle güle, Keçi!’ dedim. ‘İyi bak kendine!’

Arabanın kapısını açarken gözlerime baktı ve sağ elini havaya kaldırdı. İnce ve zarif boynuna dolanan zinciriyle birlikte havaya kalkan Poe Kolyesi parmaklarının ucundaydı.

El salladım sessizce.

Arabaya bindi, motoru çalıştırdı, sola sinyal verdi ve gaza bastı. Pencereden çıkardığı sol elini havada salladı; araba gözden kaybolana kadar da sallamaya devam etti.

Ben kaldırımın kenarında durmuş öylece bakıyordum. Zaman kendi zorbalıklarını dayatmakta ustaydı, biz insanlar onun karşısında her zaman çaresizdik.

‘Cevval nasıl ayrılırdı?’ diye düşündüm, ‘Ya Mahir?’

Ancak kesinlikle emindim bu şekilde ayrılmayacaklarına. Cevval böyle bir ân oluşmasına izin vermeden ortadan kaybolur, Mahir ise sanki yüreği göğsünden çıkarılıyormuşçasına acı çeker ve bunu da belli ederdi.

Gayr-i ihtiyarî gülümsedim. Cevval’in kadınları ile Mahir’in kadınları arasında büyük bir benzerlik vardı; asla farklı bir şey beklemiyor ve sürprizle karşılaşmıyorlardı. Cevval de Mahir de kadınlardaki değişimi sorun haline getirmezlerdi, onlar için kadınlar hayatın renkleri idiler ve eğlenmek ya da duygu fırtınalarında birlikte savrulmak için yaratılmışlardı.

Oysa kadınlar kafalarındaki kalıpları çok sık değiştirirlerdi ve kendi değişimlerini anlayamayan erkekleri şaşırtıcı bir şekilde suçlarlardı. Cevval ve Mahir benim kadar suçlanmamışlardır diye düşünüyordum o ân.

Zihnimi hızla toparladım; valizimi yerden aldım, elçiliğin dış kapısına doğru yürüdüm. Elçilik görevlileri beni kapıda karşılamışlardı. İçeri geçtik, eşyalarımı bir kenara bıraktım ve hızla abdest alacağım bölüme geçtim, sonra da öğle namazını kıldım. 

Tarihî binanın dinlenme salonuna geçtiğimde ne ikram edebileceklerini sordu görevliler. Su, çay ve kahve istedim sırayla.

Cevval mesaj göndermişti yine: ‘On dakikaya elçilikteyiz, sen neredesin?’

Cevap yazdım: ‘Elçilikte çay içiyorum!’

‘Sıra kahvede o zaman, beni bekle beraber içelim!’ diye yazdı Cevval. Anlaşılan keyfi yerindeydi. Uçakta Richmond toplantılarının bütün detaylarını anlatacaktı bana. Öyleydi Cevval, hiçbir detayı atlamadan anlatırdı ve benim soru sormama gerek kalmazdı.

Bu yaşadıklarımı romana nasıl aktaracağımı düşünüyordum çay içerken. Bunlar ‘Sıkıntı’nın neresine sığacaktı, nasıl yerleşecekti o devâsa tasarımın içine?

‘Sıkıntı' bir tür restorasyon amaçlıyordu insanlık tarihinde; çok kapsamlı, tarihî, politik, psikolojik, felsefî ve dinî çok teknik detaylarla dolu bir çalışmaydı; insanlık kültüründeki virüsleri Kur'an esaslı bir arınmaya tabi tutma girişimiydi. Umarım ‘Bekçiler’in büyük katkısıyla tasarladığımı gerçekleştirebilirdim.

‘Sıkıntı’ya, kitaplarla, sanat türlerinin tümüyle ve sonra bilumum medya araçlarıyla yayılan ve insanlığı kuşatan satanist bir kültür doğurmaya programlı şeytanî virüsleri tespit ederek yok etme girişimi de diyebilirdik. Herkes ‘Sıkıntı’yı okuyarak, okunmasını sağlayarak ve geri dönüşler yaparak katkıda bulunabilirdi. 

Allah, sonradan gönderildiği yeryüzündeki hayatla birlikte insanı zaaflarla yaratarak ona bir özgürlük ihsan etmişti; erkek ve kadın olarak insan zaafların baskısı altındaydı ve en büyük zaafı da kasık bölgesindeydi.

‘Saklayarak, gizleyerek kaçınılan insanın zaaflarından kaynaklanan sorunları satanizm çıplak bir şekilde ele alarak meşrulaştırıyordu, buna karşı ne yapmamız gerekiyor?’ diye düşünmüştü ‘Bekçiler’. ‘Analiz etmeli ve her alanda karşı argümanlar sunmalıyız insanlığa!’

Mesela, bütün Batı’yı ve Batı ile eş zamanlı olarak etkileşimde bulunan bütün dünyayı yazdığı soruşturma merkezli kitaplarla etkileyen Nietzsche benim için bu anlamda incelenecek bir laboratuvar nesnesiydi, satanizmden büyük bir destek alarak doğru bir şekilde tanımladığı Hristiyanlığın kökünü kazımıştı, gerisindekileri ustalıkla saklayan bir tek adamdı; ancak etkisi önce Avrupa'yı, sonra Amerika'yı ve sonra da bütün insanlığı değiştirecek ve satanistleştirecek kadar güçlüydü.  

Erkek ve kadın olarak kalmanın mücadelesini veriyorlardı insanlar Avrupa'da ve Amerika'da; okullara, çizgi filmlere dadanan vahşi satanistlerden çocuklarını korumak için çaba sarf ediyorlardı. Tarihte hiç bu kadar büyük bir saldırı altında olmamıştı insan... Bu saldırı eğer sağlam durmazsak Türkiye’yi ve bütün Müslüman ülkeleri de cehenneme sürükleyecekti.

Bu nedenle ‘Sıkıntı’ gücünü insanın zaaflarından ve Allah’ın değişmez ayetlerinden alarak ilerleyecek, bu satanist salgına karşı bir alan açacaktı. Richmond’da ve Washington’da yaşadıklarım da insanın her an yaşayacağı şeylerdi ve insanlar yaşadıkları ve yaşayacakları hemen hiçbir şeyi seçemeyecek hale getirilmişlerdi. Bir duruş görmeliydi insanlar, bir tavır alış; çünkü hepimiz insandık ve birbirimizden etkilenerek ya kötüye ya da iyiye doğru evrilen zihinsel aşamalardan geçiyorduk.

Ve kitaplar çok etkiliydiler hâlen. Kitaplardan film, dizi ya da oyun olarak ekranlara doğru süzülen her fikrin, her akıntının birey olarak insanın ve insanlardan oluşan toplumların üzerinde büyük bir etkisi vardı.

Değişmişti kitaplar, bilim-kurgu diyerek başlatılan ideolojik kürler sabırla insanların benliğine nüfuz etmişti. Vampirler, yürüyen ölüler, fantastik kahramanlar, ahlakın üzerinde tepinen şizofren ve seks delisi yazarlar ve hepsinin satanist finansörleri. Eski kitaplar artık yoktu, kimse onları umursamıyordu. 


<< Önceki                      Sonraki>>


[02.06.2023, (5/49 (473))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 04.06.2023, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı