Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
Ne zaman dönüyorum? Bunu ben de bilmiyordum. Cevval görüşmelerin bir veya iki gün sürebileceğini söylemişti, bu nedenle özel Beyaz Saray gezisi de ayarlamıştı. Benim işim bittiğine göre dönebilirdim de. Ama Cevval’in beni bırakacağını sanmıyordum. Beraber gitmiştik, beraber dönecektik; Richmond-Washington, gidiş-dönüş, uçuş dahil bütün planlar iki gün için yapılmıştı. Karıma mesaj için bir şeyler yazmak üzere iken Cevval’den mesaj geldi, saat: 12:20 idi: ‘Toplantı yeniden başlıyor’
‘İki gün
sürecek toplantılar, Hanım’ diye yazdım. ‘Yarın, inşallah, Washington’a
geçeceğiz’
Zihnim
biraz durulanmış gibiydi, ancak içimdeki seslerden biri ‘burada ne işin var?’
demeye devam ediyordu. Beni buraya zorla sürükleyen Cevval’e, ‘Artık meydan
senin ve ekibinin, Allah muvaffak etsin!’ diye yazdım.
Karımdan
sakinleştirici bir mesaj geldi arkasından: ‘Tamam, Allah zor işlerini
kolaylaştırsın, seni ona emanet ediyorum, Selamlar.’
Allah’a
emanet edilmiş olan ben de, karımı, çocuklarımı, anne ve babamı, kardeşlerimi
ve ailelerini Allah’a emanet ederek buraya gelmiştim. Burası çok uzaktı; burada
iken gerçekten uzak uzak oluyordu. Şu anda Adana’da akşam sekiz civarıydı, gündüzün
harı geceye doğru sürünüyordu; Richmond’da ise öğle sıcağı güneşten harıl harıl
ateş körüklüyordu.
‘Allah’a
emanet olun hepiniz, selam ve sevgiyle’ diye yazdım karıma. Zihnimin
durulanmasına vesile olduğunu bilmiyordu, ama durum buydu. Öyle vakti
yaklaşıyordu ve içimde bir yerlerde tedirgin biri geziniyordu: ‘Namazı nerede
kılacağım?’
Burada
ezan da okunmazdı tabi. İçimdeki sıkıntının sebeplerinden biri de buydu. Böyle
ecnebi memleketlerde bir günden fazla kaldığım zamanlarda bunu hep yaşıyordum.
Bir gün sıkıştırılmış olarak hızla geçiyordu, ama bir günden sonrası ilk
gündeki sıkıntılı süreçlerin hepsinin yeniden yaşanması demekti. Yemek ayrı bir
dertti, herhangi bir yerde alkollü içki dışında bir şeyler içmek ayrı bir dert.
‘Namazı nerede kılacağım?’ sorusunu sormadığım bir an bile olmuyordu içimdeki tepelerde.
Bütün bunların dışına bilmediğim bir şeyler daha oluyordu içimde. Sanki canım
yanıyordu biraz, sanki içimi tutup bir yerlere sürükleyen bir şeyler vardı.
İçimde yabancı bir şeyler vardı.
Zuhruf
Suresi 36-37. ayetler doluştu ruhuma: ‘Kim, Rahmân’ın Zikri’ni görmezlikten
gelirse, biz onun başına bir şeytan sararız. Artık o, onun ayrılmaz dostudur. Şüphesiz
bu şeytanlar onları doğru yoldan saptırırlar. Onlar ise doğru yolda olduklarını
sanırlar.’
Başıma bir
şeytan mı sarmıştı Allah? Ama ben onun zikrinden, onun kitabından, onun
ayetlerinden başka şeylere zihnimde yer vermiyordum ki. Neden başıma şeytan
sarsın, beni yaratan Allah? İçimdeki yabancı şeyler Şeytan’dan mı geliyordu?
Şeytan ayrılmaz dostum mu olacaktı? Ne yapmıştım ki ben? İD? Onunla sohbet
etmiştim, onunla kahvaltı yapmıştım, onun bana karşı hissettiği duygulara saygı
duyarak. Bu muydu yanlış olan? Oradan mı sızmıştı İblis?
Mücâdele
Suresi 19. ayetle yeniden derlemeye çalıştım içimi: ‘Şeytan onları hâkimiyeti
altına alıp kendilerine Allah’ı anmayı unutturmuştur. İşte onlar şeytanın
tarafında olanlardır. İyi bilin ki, şeytanın tarafında olanlar ziyana
uğrayanların ta kendileridir.’
Hicr
Suresi 41-45. ayetler bütün seslerin içine, adeta içimde hiçbir boşluk bırakmazcasına
doluştular: ‘Allah, “İşte bu bana ulaştıran dosdoğru yoldur. Azgınlardan sana
uyanlar dışında, kullarım üzerinde senin hiçbir hâkimiyetin yoktur” dedi. Şüphesiz
cehennem, onların hepsinin buluşacağı yerdir. Onun yedi kapısı vardır ve her
kapıya onlardan bir grup ayrılmıştır. Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten
sakınanlar, cennetler içinde ve pınarlar başındadır.’
Şeytan’ın
benim üstümde hiçbir hâkimiyeti yoktu, çünkü Allah’a inanıyor ve ona
güveniyordum, onun emirlerine ve yasaklarına bütün hücrelerimle uymaya
çalışıyordum. O beni korumuştu bugüne dek, bugünden sonra da koruyacaktı; öyle
inanıyordum. Yedi kapısı olan cehenneme hiçbir kapıdan girmek istemiyordum.
Çünkü cehennem bilebildiğim hiçbir şeye benzemeyen, ama yeryüzünde yaptıkları
kötülükleri bildiğim insanların ve cinlerin girecekleri ve sonsuza dek
kalacakları bir yerdi. Tüylerim ürperiyordu. Onlarla aynı yerde olmak,
düşünülemez bir şeydi.
‘Eûzubillahîmineşşeytânirracîm’
dedim yeniden ve defalarca. ‘Kur’an okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan Allah’a
sığın!’ diye emrediyordu Allah Nahl Suresi 98-100. ayetlerde. ‘Gerçek şu ki;
şeytanın, inanan ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimseler üzerinde bir
hâkimiyeti yoktur. Şeytanın hâkimiyeti, sadece onu dost edinenler ve Allah’a
ortak koşanlar üzerindedir.’
‘Cehennem Yazarı’nın,
‘Satanist’ olarak tanımladığı insanların Şeytan’ın hâkimiyeti altında olduklarını,
ona dost olduklarını, onu ‘tanrı’ olarak tanıdıklarını biliyordum. Burada
onlarla mücadele etmek için değil onlarla iş birliği yapmaya devam edebilmek
için yapılacak bir anlaşmanın zeminini hazırlamak için bulunuyordum. ‘Burada ne
işin var?’ diye soran sesin öfkesini daha yeni yeni anlıyordum.
Cevval’in ABD’li
şirketlerle yaptığı anlaşmalarla ayakta kalan şirketini kurtarmak için
çabaladığının farkındaydım, ancak Cevval’in şirketi Türkiye’de üretim yapıyordu
ve Türkiye’nin Savunma Sanayii’ni geliştirecek projelerin de içindeydi. Bir tür
teknoloji ve tecrübe transferi yapıyordu Cevval ve Türkiye hem yetişmiş insan
unsuruna sahip oluyordu hem de kendi kendine yetebilecek, NATO bağımlılığından
kurtulabilecek bir sürece girmişti. Erdoğan’ın liderlik ettiği bu yolda, hiçbir
şeyi olmayan bir ülke olarak şimdilik iş birliğine mecburduk ve bu iş birliğinin
getireceği bütün kazanımların geleceğin Türkiye’si için şart olduğunun
farkındaydım. Zaten beni de buraya getiren, ‘Kıskaç Teorisi’ni ürettiren ve
toplantıda söylediklerimi tasarlattıran da bu nedenlerdi.
Ben
bunları düşünürken, içimdeki bir ses Fussilet Suresinin 25. ayetini okuyordu: ‘Biz
onların başına birtakım arkadaşlar sardık da bu arkadaşlar onlara geçmişlerini
ve geleceklerini süslü gösterdiler. Böylece kendilerinden önce gelip geçmiş
olan cin ve insan toplulukları ile ilgili o söz (azap), onlar için de
gerçekleşti. Çünkü onlar ziyana uğrayanlardı.’
Gerekçelerimin
sonraki zamanın güçlü, Mümin, Müslüman Türkiye’si için bir anlamı vardı, biz
Amerikalılarla dost değildik, onlar da bizle dost değillerdi, ancak şimdi güç
onlardaydı ve tarih boyunca gücü bizden yavaş yavaş alarak yine bize karşı
kullandılar, bizi kullandılar, bizi parçaladılar, dinimizi bizden çekip
aldılar; biz de aynı teknikleri kullanarak aynı sonuca ulaşabilirdik. Onlar
azapla karşı karşıya kalırken onlara yakın olduğumuz için biz de onlarla
beraber yanabilirdik, fakat niyetimiz hâlisti.
İçimi
durduramıyordum, nerede olduğumu unutmuştum, Nisâ Suresinin 118-121. ayetleri hâfızamdan
gürül gürül o âna akıyor, beni sorguya çekip uyarıyorlardı: ‘Allah, o şeytana
lânet etti ve o da, “Andolsun ki senin kullarından elbette belirli bir pay
alacağım” dedi. Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları kuruntulara
sokacağım ve onlara emredeceğim de (putlara adak için) hayvanların kulaklarını
yaracaklar. Yine onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler.”
Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost edinirse, şüphesiz o apaçık bir hüsrana
düşmüştür. Şeytan onlara vaadde bulunur ve onları kuruntulara sürükler. Oysa
şeytan, ancak aldatmak için onlara vaadde bulunuyor. İşte onların barınağı
cehennemdir. Ondan bir kaçış yolu bulamazlar.’
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.