22 Kasım 2019 Cuma

SA8151/SD1544: İsrail Korkuyor: 'Yaklaşan Orta Doğu Yangını'

Sonsuz Ark'ın Notu:
Aşağıda çevirisini yayınladığımız analiz, İsrail’in 2009’dan 2013’e kadar ABD Büyükelçisi olan ve 2015’ten 2019’a kadar İsrail parlamentosu-Knesset üyeliği ve Başbakanlık Ofisi'nde bakan yardımcılığı yapan Michael Oren'e aittir ve yenilenen seçimler sonrası henüz bir hükümet kurulamayan İsrail'de Başbakan Netanyahu Hükümeti'nin İran'la açık savaş olasılığını tartıştığını ifade ederek muhtemel bir savaşın sonuçlarına odaklanmaktadır. Başlığı İsrail Korkuyor: 'Yaklaşan Orta Doğu Yangını' şeklinde değiştirmemizin nedeni analizin içeriğinde net bir şekilde görülecektir. İsrail'in gerçek bir fotoğrafını içeriden çeken bu analiz, Türkiye için de ne tür politik ve stratejik fırsatlar barındırdığını görmemizi sağlamaktadır. (1967 ve 1973 İsrail-Arap savaşları için geniş bir özete Seçkin Deniz'in Notu'nda bakabilirsiniz.)
Seçkin Deniz, 22.11.2019

The Coming Middle East Conflagration
"Tahran provokasyonlarını arttırırken İsrail, İran proxileriyle (vekil savaşçılar) savaşa hazırlanıyor. Fakat çatışma çıkarsa ABD ne yapacak?"

İsrail hükümetinin üst düzey bakanları, İran'la açık savaş olasılığını tartışmak için geçen hafta iki kez bir araya geldi. Son dakikada İsrail’in hava saldırısı ile engellenen İran’ın Ağustos’ta Suriye’den yapılacak bir insansız hava aracı saldırı planına ve 
İran’ın dikkatini dağıtması gereken Hizbullah’ın Lübnan’daki egemenliğine karşı yapılan protesto gösterilere dikkat çektiler. Bakanlar ayrıca son olarak İran dronlarının saldırılarını ve iki Suudi petrol tesisine atılan seyir füzelerini inceleyerek, İsrail’e karşı Irak’tan benzer bir saldırı yapılabileceği sonucuna vardı.


Bu arada İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF), İsrail'in füze savunma kapasitesini, gömülü düşman hedefleri hakkında istihbarat toplama kabiliyetini ve askerlerinin kentsel savaşa hazırlıklarını önemli ölçüde genişletmek için Momentum adlı bir acil durum planı kabul edildiğini duyurdu. Özellikle kuzeydeki İsrail birlikleri savaşa son derece yakın. İsrail en kötüsüne doğru ilerliyor ve savaşın her an patlayabileceği varsayımına göre hareket ediyor.


Ve savaşın nasıl gelebileceğini hayal etmek zor değil. Ortadoğu’daki birçok kişinin bildiği gibi, bu çatışma tek bir kıvılcım ile ateşlenebilir. İsrail savaş uçakları, Lübnan, Suriye ve Irak'taki İran hedeflerine yüzlerce bombalı saldırı düzenleyebilir. Tahran'ı şaşırtmak yerine caydırmayı tercih eden İsrail bu tür eylemler hakkında nadiren yorum yapıyor. Fakat belki de İsrail, belki de politikacılar beğeni almaya (itibar elde etmeye) karşı koyamayacaklar 
özellikle hassas bir hedefi vurarak yanlış hesap yapacaklardır. Bunun sonucunda  İran, İsrail’in hava savunma sistemlerine nüfuz eden ve Tel Aviv’in Pentagon’u Kiryah gibi hedeflere saldıran seyir füzeleri ile karşı saldırıda bulunabilir. İsrail, Hizbullah’ın Beyrut’taki karargahına ve Lübnan sınırındaki düzinelerce yerleşim yerine karşı misilleme yapacaktır. Ve sonra, büyük çaplı karşılıklı saldırılardan bir gün sonra, gerçek savaş başlayacaktır.


Tonlarca TNT taşıyan roket İsrail’e yağacak; yüklerle donanmış insansız uçaklar, askeri ve sivil tesisleri hedef alacaktır. 2006 yılındaki İkinci Lübnan Savaşı sırasında, bu saldırılar günde 200 ila 300 mermi arasında bir miktara ulaştı. Bugün, 4000 gibi yüksek bir miktar olabilir. Hizbullah'ın cephaneliğindeki silahların çoğu, İsrail'in Demir Kubbe sistemi tarafından izlenebilecek ve yakalanabilecek sabit yörüngelere sahip soğuk füzelerdir. Ancak Demir Kubbe ortalama yüzde 90 oranında etkilidir, yani bu her 100 roketin 10'unun Demir Kubbe'yi geçeceği ve operasyonel yedi pilin tüm ülkeyi kapsayamayacağı anlamına gelir. Kuzeydeki Metulla'dan güney liman kenti olan Eilat'a kadar bütün İsrail düşman ateşi altında olacaktır.


Ancak 
İran cephaneliğinde çok fazla sayıda bulunan hassas güdümlü füzeler çok daha ölümcül bir tehdit oluşturuyor. Joystick (oyun kumandası) tarafından yönlendirilen birçoğunun uçuş ortasında hedefleri değiştirebilir. Amerika Birleşik Devletleri ile birlikte geliştirilen David's Sling (Davut Sapanı) sistemi, onları teoride durdurabilir, ancak hiçbir zaman savaşta test edilmedi. Ve karşılayıcı füzelerin her birinin maliyeti 1 milyon dolar. Fiziksel olarak harap olmamış olsa bile, İsrail'in ekonomik kanını emebilir.


İlk saldırı başarılı olsa her şey felç olur. Eğer roketler Ben-Gurion Havalimanı'na düşerse, İsrail’in Gazze’de Hamas’la yaptığı 2014 savaşında olduğu gibi uluslararası trafiğe de yakın olacak. İsrail'in yiyeceklerinin ve gerekli malzemelerinin büyük bir bölümünün ithal edildiği limanları da kapanabilir ve elektrik şebekeleri kesilebilir. İran, son yıllarda hackleme araçlarını koruyor ve siber güvenlik açısından bir dünya lideri olmasına rağmen İsrail, hayati olanaklarını tamamen koruyamıyor. Milyonlarca İsrailli bomba sığınaklarına sıkışacaktır. Yüz binlerce insan, teröristlerin sızmaya çalıştığı sınır bölgelerinden tahliye edilecektir. Restoranlar ve oteller, yeni açılan ulusun ileri teknoloji şirket ofisleri ile birlikte boşalacaktır. Birçoğu yeraltı tesislerine sığınan hastaneler, gökyüzü yanan kimyasal fabrikaların ve petrol rafinerilerinin zehirli dumanlarıyla kararmadan önce bile hızla boğulacaktır.


İsrail elbette cevap verecektir. Uçakları ve topçuları ateş açacak ve IDF seferber olacak. Fransız ve İngiliz ordusunun büyüklüğünün iki katından daha fazlası bir araya gelecek şekilde- en azından kağıt üzerinde - IDF 24 saatten az bir süre içinde onbinlerce tecrübeli rezerv askeri çağırabilir, donatabilir ve konuşlandırabilir. Ama onları nereye gönderecektir?  


Roketlerin çoğu, rampaların yaklaşık 200 köyde gömülü olduğu güney Lübnan'dan fırlatılacak. Diğerleri, her ikisi de İran tarafından desteklenen Hamas ve İslami Cihad'ın en az 10.000 rokete sahip olduğu Gazze'den atılacaklar. Ancak ölümcül Şahab-3 de dahil olmak üzere daha uzun menzilli füzeler İsrail’e Suriye, Irak, Yemen ve İran’dan ulaşacaktır. Bu, İran'a ulaşabilecek stratejik bombardıman uçaklarına sahip olmayan ve Suriye'de bulunan gelişmiş Rus uçaksavar silahlarıyla boğuşmak zorunda olan İsrail Hava Kuvvetleri için yıldırıcı bir meydan okuma anlamına geliyor. İsrail kara birlikleri, Lübnan ve Gazze'de evden eve taşınmaya zorlanırken, özel kuvvetler Suriye ve Irak'ın derinliklerine gönderilecek. İsrail'in kendi geleneksel füzeleri, İran hedeflerini tahrip edebilecek.


Ancak bu karşı önlemler, füze saldırılarının çoğunu azaltmakta başarılı olsalar bile, binlerce sivil zayiata neden olacaklardır. İran'ın istediği tam da budur, vekilleri, İsrail'i savaş suçları işlemekle suçlamak için sakinlerin savaş alanlarından uzaklaşmasını önlüyor. Bu arada Batı Şeria'da ve Gazze'de Filistinliler, Güvenlik Konseyi'nin İsrail'i sivil-asker ayrımı gözetmemek ve orantısız güç kullanmak ve
 Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi'ne bağlı Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin kanıt toplayarak mahkum etmesi için bir aşama oluşturulması amacıyla sert bir şekilde bastıracağı şiddetli protestolar gerçekleştireceklerdir. İran ve müttefikleri savaş alanında başarılı olamazlarsa, İsrail’i tecrit edip boğarak boykotlarla başarılı olabilirler.


Bütün bunlar biraz uzak mı görünüyor? Tam da bu tür senaryoları düşünen üst düzey İsrail hükümeti bakanlarına göre değil. Ve hepsinden öte acil bir soru var: ABD nasıl tepki verecek?


Soru, Amerika'nın çatışma potansiyelini azaltmadaki rolüyle başlayarak, birçok nedenden ötürü çok önemlidir. İster istemez, esas Sünni düşmanlarını - Saddam Hüseyin'in Irak'ı, Taliban'ı ve IŞİD'i - eksilterek veya kasıtlı olarak nükleer anlaşmayı imzalayarak ABD, İran'ı güçlendirdi. 
Başkan Barack Obama, (her ikisi de Sünni olan) Hüsnü Mübarek ve Muammer Kaddafi'yi devirmek için hızlı davranırken, İran'ın Suriye müttefiki Beşar Esad'a müdahale etmeyi reddetti. Başkan Donald Trump, İran’ın Suudi Arabistan’a ve Körfez’deki uluslararası ulaşıma yönelik saldırılarına ve hatta geçen Haziran’da ABD Donanması dronunun düşürülüşüne karşı sert bir şekilde yanıt veremedi. Uzun süredir devam eden politikanın terk edilerek, Amerikan birliklerinin Suriye'den aceleyle çekilmesi, Orta Doğu'daki birçok kişiye Tahran'ı güçlendirecek bir Amerikan hareketi olarak görünüyor. Amerikan Başkanı İran'a yaptırımları hafifletir ve İranlı mevkidaşıyla müzakerelerde bulunursa, bölgede az sayıda kişi şaşıracaktır.  


Ancak İran'ın saldırganlığını görmezden gelmenin yanı sıra, ABD de bu saldırganlığı kışkırttı. İran, Orta Doğu’nun büyük bölgelerine hükmetmek ve İsrail’i füzelerle çevrelemek için nükleer anlaşmanın kazançlarından ve meşruiyetinden istifade etti. Anlaşmanın çöken maddeleri sonrası İran, İsrail'in önce elde etme hakkını engellerken, yüzlerce nükleer silah yapabilir.


Ancak İran'ın umutları, Başkan Trump'ın anlaşmadan çekilme ve yaptırımları kaldırmayı reddetme kararı ile bir gecede yok edildi. Yıkılan bir ekonomiyle karşı karşıya olan rejimin iki acı seçeneği vardı: Ya İranlıların küçük düşürücü bulduğu koşullar altında Trump ile görüşmelere gireceklerdi ya da önce Suudi Arabistan ve Körfez'de ve  eğer başarısız olurlarsa İsrail'e düşmanlık başlatacaklardı. Harekete geçildiğinde, rejimin, Birleşik Devletlere yaptırım yardımı ve yenilenen nükleer bir anlaşma olmadan, İran'ın tüm bölgeyi kaosa sürükleyebileceğini kanıtlaması gerekiyor.


Bu tehlikelerin farkında olmalarına rağmen İsrail liderleri, yine de İran’ın hegemonyaya ve nükleer bir cephanelik elde etmeye giden yolu açtığına inandıkları bir anlaşmanın iptal edilmesini desteklediler. Yaptırımları, savaşı tetikleme riskini taşısalar bile tam olarak desteklediler. Şimdi, İran Ortadoğu’daki fetihlerini tamamladıktan, İsrail’i çevreledikten ve nükleer bombalar elde ettikten beş yıldan daha uzun bir süre sonra bu riskle yüzleşmek onlar için daha iyi. İsrail’in savaş sırasında geleneksel olarak aldığı üç Amerikan yardımını sağlamak için geçerli sayılabilecek mevcut yönetim sürecinde çatışma yaşanması daha iyi.


İlk destek mühimmattır. 1973 Yom Kippur Savaşı'ndan başlayıp iki Lübnan savaşı ve Gazze ile birlikte üç büyük çatışmadan sonrası İsrail, çok önemli mühimmat eksikliği ile karşı karşıya kaldı. Her sıkıştığında, ABD, hava yolu ile veya İsrail içindeki önceden konumlandırılmış cephaneliklerinden 
IDF'ye mühimmat vermeyi kabul etti. Obama yönetimi, 2014 Koruyucu Sınır operasyonu sırasında, artan Filistinli zayiat konusundaki hoşnutsuzluğunu ifade ederek yalnızca bir kez silah - Hellfire füzeleri- sevkiyatını geciktirdi.


İkinci tür destek yasaldır. BM, İsrail'i kınamak için kesin bir şekilde oy kullandığından, ABD, devletlerin tek taraflı kararlara karşı çıkmalarını ve en azından alınan kararı yumuşatmalarını istedi ve Güvenlik Konseyi'nde veto hakkını kullandı. Birleşik Devletler ayrıca İsrail’i her zaman kınayan BM “gerçeği bulma” misyonlarından ve uluslararası mahkemelerin dayattığı yaptırımlardan İsrail'i korumak için de harekete geçti. Gazze'deki 2009 Dökme Kurşun operasyonundan sonra hazırlanan ve
 İsrail'i insanlığa karşı işlenen suçlarla suçlayan Goldstone Raporu'na karşı, hem Beyaz Saray'da Obama hem de Kongrede Demokrat çoğunluk İsrail’i savundu.


Son olarak ABD, İsrail’i savaşın sonrası ateşkes müzakerelerinde, asker çekilmelerinde ve mahkum değişimlerinde ve barış için çerçeveler oluştururken desteklemesidir. Bu gelenek, 1967 Altı Gün Savaşından sonra ABD’de Güvenlik Konseyi'nin 242 No'lu Kararı ile başladı ve  
Dışişleri Bakanları 1973-74’te Henry Kissinger ve 2006’da Condoleezza Rice’ın mekik diplomasiyle devam etti. İsrail, sadece, 2014’teki savaştan sonra, Dışişleri bakanı John Kerry’e olan güvensizliği nedeniyle Amerika’nın arabuluculuk teklifini reddetti.


Böyle bir güvensizlik, İsrail’in Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ile ilişkilerinde mevcut değil ve bu yönetimin üç geleneksel yardım türünü sağlama konusundaki istekliliği hakkında çok fazla şüphe yok. Fakat ya İsrail'in bundan daha fazlasına ihtiyacı varsa? Ya Yahudi devletinin hayatta kalmasının tehdit altında olduğu bir durum varsa? Birleşik Devletler müdahale eder mi?


Cevap evet; bir dereceye kadar. Her iki yılda bir ABD ve İsrail kuvvetleri, İsrail'in hava savunmasını güçlendirmek için Juniper Cobra adlı ortak tatbikatlar yapıyor. İlk Juniper Cobra'da, IDF rezervine katıldıktan sonra, 
1990’da Körfez Savaşı sırasında İsrail’deki Patriot füze pillerini yerleştirmek için Amerikalı meslektaşlarımla çalıştım. O zamandan beri, İsrail’de Amerikalı insanlı bir X-band Radar sisteminin yerleştirilmesi ve Amerika’nın en gelişmiş antibalistik teknolojisinin kullanıldığı geçici THAAD sisteminin konuşlandırılması dahil olmak üzere işbirliği önemli ölçüde genişledi. Her ne kadar detaylar gizli kalsa da, Birleşik Devletler İsrail’in göklerini korumaya yardım etmekte kararlı. Amerikan birliklerinin, İsrail üslerine saldırıp, İran üslerine saldırıp saldırmayacağı, belirsizliğini koruyor.


Bu belirsizlik, görevdekilerin ve muhaliflerinin eski Ortadoğu savaşlarını sona erdirmek için kampanya yürüttüğü bir seçim yılı içerisinde sadece derinleşiyor, yenileriyle boğuşmuyor. Başkan'ın Suriye'den çekilme kararının ardından yapılan anketler, bölgedeki küçük çaplı bir Amerikan askeri müdahalesine bile iki taraftan destek olmadığını gösterdi. Ancak yönetim yetkilileri, İsrail’in Suriye ya da Suudi Arabistan olmadığını ve gerektiğinde İsrail’in büyük ABD desteğine güvenebileceğini defalarca söylediler. 


Bunun doğru olduğuna inanmaya devam ediyorum. İsrail Büyükelçisi olarak görevimin son gününde, altı yıl önce bu hafta, Başkan Obama'nın Oval Ofis'te Başbakan Benjamin Netanyahu'ya yaptığı yorumu hatırladım. “ABD  her zaman savaşta İsrail'in yardımına gelecek” dedi. “Amerikan halkının beklediği şey bu.” 


Fakat aynı zamanda şunu da hatırlıyorum; 1973’te, Mısır ve Suriye, Başkan'ın bir görevden alma prosedürüyle meşgul olduğunu gördü ve İsrail’in savunmasız olduğu sonucuna vardı. (Seçkin Deniz'in Notu: İsrail'de, 1973 Yom Kippur Savaşı sonrası Nisan 1974'te yürütülen soruşturma sonucu Genelkurmay Başkanı'nın da aralarında bulunduğu üç üst düzey komutan savaşta ihmalleri olduğu gerekçesiyle görevden alındı. Dönemin İsrail Başbakanı Golde Mir, soruşturmada aklansa da kamuoyu baskısı sebebiyle 11 Nisan 1974'te istifa etti.) Sonraki savaşta, İsrail zafer elde etti; ama çok pahalı bir fiyata. Bir sonraki savaş daha pahalı bile olabilir.



Michael Oren, İsrail'in eski ABD Büyükelçisi, 4 Kasım 2019, The Atlantic


(MİCHAEL OREN , İsrail’in 2009’dan 2013’e kadar ABD Büyükelçisi ve 2015’ten 2019’a kadar Başbakanlık’ta Knesset ve bakan yardımcısı üyesiydi.)



Seçkin Deniz, 22
.11.2019, Sonsuz Ark, Çeviri, Çeviri ve Yansımalar
Takip et: @Seckin_Deniz


Not: Çeviri programları kullanılarak İngilizce'den çevrilmiştir.




Seçkin Deniz'in Notu:


1- 1967 Arap-İsrail Savaşı: Orta Doğu'yu sarsan 6 gün, Jeremy BowenBBC Orta Doğu Editörü, 5 Haziran 2019


52 yıl önce İsrail ile komşuları arasında savaş çıktı. Bu savaş sadece 6 gün sürdü ama etkileri bugüne kadar devam etti.


1948 yılının sonunda Arap komşuları yeni kurulan İsrail devletini yok etmek için bir harekat başlattılar ve yenildiler. Mısır ordusu yenildi fakat "Felluce Cebi" diye anılan bölgede kuşatılan Mısır birlikleri teslim olmayı reddetti.


Bir grup genç Mısırlı ve İsrailli subay bu kilitlenmeye son vermek için görüşmeler yaptılar. Bunlar arasında daha 26 yaşında İsrail'in güney cephesi harekatının başına getirilmiş olan İzak Rabin ve 30 yaşında bir Mısırlı binbaşı, Cemal Abdül Nasır da vardı.


Nazilerin Avrupa'da 6 milyon Yahudiyi katletmesinden sadece bir kaç yıl sonra, Yahudilerin "kutsal topraklarda" bir devlet kurma rüyası gerçek olmuştu.


Filistinliler ise 1948'i "El Nakba" yani "Felaket" diye anar. Çünkü İsrail'in kuruluşu ile 750 bin Filistinli, topraklarından, evlerinden kaçmak zorunda bırakıldı ya da sürüldü ve bir daha geri gelmelerine asla izin verilmedi.


Araplar için ise daha yeni kurulmuş İsrail devleti karşısında alınan yenilgi yıllarca çalkantıları sürecek siyasi bir deprem yarattı.


Nasır Süveyş krizi sırasında Arap dünyasının ulusal kahramanı oldu


Siyasetçilere güvenini kaybeden ihanete uğramış hisseden subaylar iktidara gözünü dikti. Suriye'de sürekli darbe oluyordu. Savaştan dört yıl sonra Cemal Abdül Nasır'ın başında olduğu bir grup genç subay da Mısır'da Kral Faruk'u devirerek yönetime el koydu.


1956'da Nasır, Mısır Cumhurbaşkanı oldu. Aynı yıl Süveyş krizinde İngiltere Fransa ve İsrail'e meydan okuyarak Arap dünyasının ulusal kahramanı haline geldi.


İsrail'de ise İzak Rabin orduda kaldı ve 1967 yılında genel kurmay başkanı oldu.


Araplar yenilginin acısını atlatamıyordu, İsrail ise komşularının onu yok etmek için birleştiğini hiç unutmadı. İki taraf da yeni bir savaşın er ya da geç kaçınılmaz olduğunu biliyordu.


Kötü komşular


İsrail ve Arap komşularının birbirinden nefret etmek ve karşılıklı kuşkulanmak için bol bol sebepleri vardı. Fakat 1950'ler ve 60'ların Soğuk Savaş ortamı bu nefret ve kuşkuları iyice besledi.


Sovyetler Birliği Mısır'ı modern bir hava gücüyle donattı. İsrail ABD ile yakınlaşmış fakat henüz ABD'den en büyük askeri yardımı alan ülke olmamıştı. 1960'larda İsrail Fransa'dan savaş uçağı ve İngiltere'den tank da aldı.


1948'den sonra İsrail, "kendisini istemeyen komşular" arasında yaşamanın dezavantajına karşı savunmasını güçlendirmek için müthiş bir çaba gösterdi. Ayrıca dışardan 1 milyonu aşkın Yahudi göçmen çekti ve askerlik hizmeti yapacak vatandaşlarının sayısını iyice artırdı.


İsrail büyük bir hızla esnek ve ölümcül bir askeri güç inşa etmiş ve 1967'de kendi nükleer silahını üretmeye de epey yaklaşmıştı.


İzak Rabin 1967'de İsrail Genel Kurmay Başkanlığı'na getirildi


İbranice lakapları Sabra yani "Kaynana Dili" olan doğma büyüme Orta Doğu'lu İsrailliler, diyaspora Yahudilerinin yaptığını düşündükleri hataları tekrarlamamaya yeminliydiler. Bu da her zaman kendini savunmaya hazır olmak ve bazen de ilk vuruşu yapmak demekti.


Rabin İsrail'in silahlı kuvvetlerinin gücüne güveniyordu.


İsrail'in tek bir yenilgiyi bile kaldıramıyacağı inancı temelinde, ordunun misyonu, girdiği her savaşı kazanmaktı.


Mısır ve müttefiki Suriye'nin silahlı kuvvetleri ise hem daha az eğitimli hem fazlaca şişirilmiş hem de 1956 Süveyş krizinde elde edilen politik zaferden önce İsrail karşısında alınan ağır askeri yenilgiyi çoktan unutmuştu.


Nasır Arap dünyasını birleştirecek bir ulusal hareket oluşturmaya ve bu sayede İsrail'den öç almaya odaklanmıştı. Mısır genel kurmay başkanlığına yakın müttefiki Mareşal Abdül Hekim Emir'i getirdi.


Mısır ordusunun komutanlığına Abdül Hekim Emir getirilmişti


Mısır, İsrail gibi varlığının temelinde güvensizlik bulunmayan köklü bir devletti.


Genel Kurmay Başkanı Emir'in en önemli görevi, subayları kontrol altında tutmak ve darbe girişimlerini engellemek yoluyla ordunun Nasır yönetimine sadakatini sağlamaktı. Bunu da iyi yapıyordu. Mısır ordusunun savaştaki gücü öncelik sıralamasında en önde değildi.


1967'ye gelindiğinde Mısır, bir anlamda kendi Vietnam'ı haline gelen Yemen'deki savaşın içine batmıştı ve iyi savaşmıyordu. Fakat Nasır iç politik kaygılar yüzünden genel kurmay başkanlığına Emir'den daha iyi bir subayı da getiremiyordu.


Suriye ordusu da aynı derecede iç politikaya odaklanmıştı ve Mısır gibi silah ve eğitim konusunda Sovyetler Birliği'ne bağımlıydı. Darbeler birbirini izledikçe ordu komutası da değişiyordu.


Araplar bol bol birlik, sosyalizm ve ulusal değerlerden söz ediyorlardı ama gerçek hayatta paramparçaydılar.


Suriye ve Mısır liderlikleri anbean Ürdün ve Suudi Arabistan kraliyet aileleri tarafından planlandığı iddia edilen darbe girişimlerinin kaygısıyla yaşıyorlardı. Krallıklar ise Suriye ve Mısır'daki popüler askeri yönetimlerin ülkelerinde de rejimi devirecek devrimlere ilham vermesinden kaygılıydı.


Ürdün Kralı Hüseyin, İngiltere ve ABD'nin yakın müttefikiydi. Ürdün 1948'deki savaştan bir şekilde kazanmış olarak çıkan tek Arap ülkesiydi aynı zamanda.


Ürdün Kralı Hüseyin


Kral Hüseyin'in dedesi Kral abdullah'ın, Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngiliz mandası altındaki Filistin'deki Yahudi oluşumu ile gizli teması vardı. İngilizlerin planlandığı şekilde 1948'de bölgeden çekilmesi ardından Filistin topraklarını nasıl paylaşacaklarını konuşmuşlardı.


1951'de bir Filistinli, Ürdün Kralı Abdullahı Kudüs'teki Mescid-i Aksa'da öldürdü. Gözlerinin önünde dedesi öldürülen 15 yaşındaki Prens Hüseyin ertesi gün silah taşımaya başladı. Bir yıl sonra da Ürdün Kralı olacaktı.


1948 savaşından sonra Ürdün ve İsrail yakınlaştı yakınlaşmasına, ama barış yapacak kadar değil.


Hüseyin'in krallığı döneminde de Ürdün ile İsrail arasındaki gizli görüşmeler devam etti. Kral Hüseyin topraklarının çoğu çöl olan ve yerinden yurdundan olmuş büyük bir Filistin nüfusunu barındıran Ürdün'ün durumunun ne kadar hassas olduğunun farkındaydı.


Suriye sendromu


1967 savaşı Araplarla İsrail arasında yıllarca tırmanan gerginlikler ve sınır çatışmaları ardından patlak verdi.


Mısır ve İsrail arasındaki sınır görece daha sakindi. En büyük gerginlik İsrail'in kuzeyde Suriye ile sınırındaydı. Bu sınırda sürekli toprak anlaşmazlığı ve Suriye'nin Şeria (Ürdün) nehrinin yatağını değiştirerek İsrail'in su şebekesine girmesini engelleme çabalarından dolayı sık sık çatışma yaşanıyordu.


Suriye ayrıca İsrail'e akınlar düzenleyen Filistinli gerillaları barındırıyordu.


İsrail ordusu hazırdı


Batılı güçler 1967'deki savaştan önce bu çatışmanın hangi tarafının daha güçlü olduğu konusunda hiç bir tereddüt taşımıyordu. ABD Genel Kurmay Başkanı o sıralarda "Önümüzdeki beş yıl içinde hiçbir Arap ittifakı askeri olarak İsrail ile başedemez" demişti.


1967 yılında İsrail ordusu hakkında hazırladığı raporda İngiltere'nin Tel Aviv'deki savunma ateşesi, "komuta, eğitim, techizat ve güç bakımından İsrail ordusu savaşa her zamankinden daha hazır. İyi eğitilmiş, dayanıklı ve kendine güvenli İsrail askeri güçlü bir savaş azmine sahip ve ülkesini savunmak için seve seve savaşa gider" diyordu.


Sınırdaki çatışmalar gerginliği iyice kızıştırdı. Filistinli gerillalar sınırı aşınca İsrail onları "terörist" ilan etti ve en sert şekilde misilleme yapılması kararını aldı.


1966 yılının Kasım ayında, İsrail bir mayın saldırısına misilleme olarak Ürdün işgali altında olan Filistin toprağı Batı Şeria'ya yönelik bir harekat başlattı ve Samua adlı köyü hedef aldı.


İsrail harekatı Batı Şeria'daki Filistinliler arasında büyük tepki yarattı.


Kral Hüseyin dehşet içinde kalmıştı. Amerikan haberalma örgütü CIA'ye İsrail ile üç yıldır gizli görüşmeler yürüttüğünü, İsrail'de temasta olduğu yetkililerin kendisine daha o sabah herhangi bir misilleme olmayacağına dair güvence verdiklerini anlattı.


Amerikalılar ona hak verdiklerini söylediler ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde Samua baskınını kınayan karar tasarısını desteklediler.


Kral Hüseyin bu baskın sonrası Batı Şeria'da sıkıyönetim ilan etti. Tahtının tehlikede olduğuna ve öfkeli Filistinlilerin kendisini devirebileceğine iyice ikna olmuştu. Ordu içindeki Nasır sempatizanı subayların darbe girişiminde bulunmasından ve İsrail'in de bunu bahane ederek Batı Şeria ve Doğu Kudüs'ü ilhak etmesinden korkuyordu.


Kral Hüseyin, Orta Doğu'nun Haşimi soyundan krallarından, kuzeni ve dostu Irak Kralı Faysal'ın akıbetine uğramak istemiyordu. Faysal, 1958 yılında düzenlenen askeri darbe sırasında sarayının bahçesinde vurularak öldürülmüştü.


İsrail ile komşu Arap ülkeleri arasında süren 6 günlük savaş sınırları değiştirdi.


Savaşa doğru adım adım


Savaşa giden tırmanış İsrail-Suriye sınırındaki sorunların alevlenmesiyle devam etti. Amerikalılar Ürdün'ün Filistin akınlarını durdurmak için elinden geleni yaptığına inanıyordu ama Suriyeliler konusunda aynı düşünmüyorlardı. Suriye, Filistinli gerillaları destekliyordu ve İsrail de tartışmalı sınırdaki toprak taleplerinde sert bir şekilde ısrar ediyor ve askersizleştirilmiş toprakları, zırhlı traktörler kullanarak tarıma açıyordu.


Gerginlik 7 Nisan 1967'de doruk noktasına ulaştı ve İsrail ile Suriye arasında tam bir hava ve topçu savaşı yaşandı. İsrail Suriyelileri püskürttü.


Ertesi sabah İngiliz diplomatların tanıklıklarına göre Kudüs'deki genç Filistinliler İsrail'in başarısı ve Arapların çaresizliğinin şaşkınlığı içindeydiler ve "Mısır nerede?" diye soruyorlardı. Nasır üzerinde sözlerine uygun eyleme geçme baskısı giderek artıyordu.


İsrail ise ulusal bir kutlama havasına girmişti. Fakat bazı tecrübeli devlet adamı ve askerler kaygılıydı. İsrail Parlamentosu Knesset'in koridorlarından birinde eski Genelkurmay Başkanı Moşe Dayan, eski Hava Kuvvetleri Komutanı ve o sırada Rabin'in baş yardımcısı konumundaki General Ezer Weizmann ile karşılaştığında ona "Delirdiniz mi siz? Ülkeyi savaşa götürüyorsunuz" dedi.


Moşe Dayan süratli bir saldırıdan yanaydı


Suriye ve desteklediği Filistinli gerillalar saldırılarını iyice artırırken, İsrail de her olaya aşırı tepki vererek durumu tırmandırdı.


Sadece Suriye ve Mısır değil, İngiltere ve ABD'de İsrail'in daha büyük bir planın peşinde olduğu kanısındaydı.


Abartılarak yazılmış bir ajans haberinde "üst düzey bir İsrailli yetkili"ye atıfla "Suriyeli teröristler İsrail içlerine yönelik sabotaj akınlarını sürdürürlerse, İsrail de Şam rejimini devirmek için sınırlı askeri harekata başvurur" dediği belirtiliyordu.


Bahsedilen üst düzey yetkili İsrail askeri istihbaratının başı Tuğgeneral Aharon Yariv idi. Ama Yariv Şam rejiminin devrilmesinden sadece bir dizi uç ihtimalden biri olarak söz etmişti. Fakat ajansın haberi gerek Suriye gerek İsrail basınında gayet ciddiye alındı.


Derken, Sovyetler Birliği'nin bir müdahalesi herşeyi değiştirdi. 13 Mayıs 1967'de Moskova, İsrail'in Suriye sınırına askeri yığınak yaptığı ve bir hafta içinde saldıracağı konusunda bir uyarı yolladı.


Sovyetler Birliği'nin patlamaya hazır durumun fitilini neden ateşlediği o zamandan bu yana tartışılagelir. İki İsrailli tarihçi İsabella Ginor ve Gideon Remez, Sovyetler Birliği'nin o dönemde krizi kasten kıskırttığını savunuyor. İki tarihçi, Sovyetlerin bunu o sırada sonuca çok yaklaşan İsrail nükleer silah projesini durdurmak için yaptığı ve gerekirse savaşa bizzat kendi güçlerini de göndermeye hazır olduğu görüşündeler.


O sıralarda "orta düzeyde" bir Sovyet yetkilisi Amerikan istihbarat örgütü CIA'ye Sovyetler Birliği'nin, ABD'nin başını ağrıtmak için Arapları kışkırttığını söylemişti. O sırada Vietnam'da büyük sorunlar yaşayan ABD için Orta Doğu'da bir başka savaşla uğraşmak çok zor olacaktı.


Sonuçta 1967 ortamında ne İsrail ne de Arap komşuları savaşmak için fazla bahane aradı. Yıllardır beklemekte oldukları krize dalmakta tereddüt etmediler.


Nasır'ın kumarı


Sovyetler Birliği'nin yolladığı uyarıdan 24 saat sonra Mısır orduları başkomutanı Mareşal Emir, güçlerini alarma geçirdi.


Harekatlar Komutanı Korgeneral Enver el Kadi, Genelkurmay Başkanı Emir'e, ordunun aralarında en seçkin birliklerin de bulunduğu yarıdan fazla gücünün Yemen'de olduğunu hatırlattı. İsrail'le savaşacak güç yoktu.


Emir ise ona gerçek bir savaş olmayacağını, sadece İsrail'in Suriye'ye yönelik tehditlerine karşı bir güç gösterisi yapılacağını söyleyerek güvence vermeye çalıştı.


İki gün sonra Mısır krize iyice batmıştı. Gazze-Mısır sınırında 1956'dan bu yana devriye gezen Birleşmiş Milletler barış gücü askerlerini sınır dışı edip, birliklerini Sina çölüne sürdü.


Sina yarımadasında Mısır-Gazze sınırını bekleyen BM barış gücü askerleri sınır dışı edildi


Suriye'ye odaklanmış olan İsrail ordusu başlangıçta Mısır konusunda çok daha sabırlı davrandı.


İsrail askeri haberalma örgütünün baş analisti Şlomo Gazit, Amerikalı diplomatlara, İsrail'in Mısır'ın düşmanca tutumu karşısında şaşırdığını söyledi. Fakat bu düşmanlık bir gösteriydi ve ancak Mısır, Tiran boğazını bloke ederek Kızıldeniz'deki Eylat limanını ablukaya alırsa ciddi sonuç yaratabilirdi.


Nasır'ın radyo istasyonu olan "Arapların Sesi" anlamındaki Sawt el Arab'ın yayınları Orta Doğu'daki savaş havasını daha da tırmandırıyordu.


Kahire'den bütün Orta Doğu'ya yayın yapan bu radyo Nasır'ın dış politikasının önemli bir aracıydı.


İsrail, Nasır'ın BM barış gücünü sınır dışı edip sınıra asker yığmasına tepki vermeyince Nasır el yükseltti.


22 Mayıs'da Kızıldeniz'in girişindeki Tiran boğazından İsrail gemilerinin geçişini yasaklayarak fiilen İsrail'in Eylat limanına 1956 yılından itibaren kaldırmış olduğu ablukayı yeniden uygulamaya başladı.


Sina çölündeki bir hava üssünde konuşan Nasır "Eğer İsrail bizi savaşla tehdit ediyorsa, ona 'hodri meydan' diyoruz" dedi. Fotoğraflarında çevresini saran genç ve hevesli pilotlarla Nasır gayet neşeli görünüyordu.


Nasır'ın yaymayı hedeflediği imaj hızla dünyaya yayıldı. Çevresi modern bir savaş gücünün sembolü jet pilotlarıyla çevrilmiş olan Arapların lideri Nasır, Yahudilerin devletine meydan okuyordu. Nasır aştığı dev eşiğin etkisiyle olsa gerek neredeyse bir çocuk gibi heyecanlı görünüyordu.


Nasır Sina çölündeki hava üssü Gifgafa'da jet pilotlarıyla ünlü buluşmasında İsrail'e meydan okudu

Amerikalılar Kahire'den duyurulan bu açıklamaya tam 42 dakika sonra tepki verdi. Krizden kaçınılırsa ABD Başkan Yardımcısı Hubert Humphrey'in Kahire'yi ziyaret edebileceğini açıkladılar. Başkan Lyndon Johnson çok öfkeliydi.

BM Genel Sekreteri U Thant, Nasır'ın son açıklaması sırasında barış görüşmeleri için Kahire'ye uçuyordu.


Nasır daha önce ABD ve Sovyetler Birliği'ne verdiği sözü tekrarladı: İlk kurşunu Mısır sıkmayacaktı.


Fakat U Thant karamsardı. Eylat'a yönelik abluka kalkmazsa savaşın kaçınılmaz göründüğünü söyledi.


Vurma baskısı


Nasır'ın Kızıldeniz girişini ablukaya almasından bir gün sonra İsrail Başbakanı Levi Eşkol ve kabinesi silahlı kuvvetlerin teyakkuza geçirilmesi emrini verdi. 48 saat içinde 250 bin asker hazır olacaktı. Zorunlu askerliğin yanısıra bütün İsrailli erkekler yedek kuvvet olarak silah altına alınabiliyordu.


İki gün içinde 50 yaşın altındaki İsrail erkek nüfusunun büyük çoğunluğu bir tür askeri üniforma giyinmişti.


Genelkurmay Başkanı İzak Rabin baskı altındaydı. Bütün askeri değerlendirmeler aksini göstermesine karşın, İsrail'i bir felakete götürdüğü duygusu içindeydi. Paketlerce sigara tüketiyordu ve bir bunalım geçirerek hastalandı. Yaklaşık 24 saat uyuduktan sonra işinin başına döndü.


Uluslararası diplomasi krizi kapsamlı bir savaşa dönüşmeden çözmeyi denedi. İsrail Dışişleri Bakanı Abba Eban, Başkan Johnson ile acil bir görüşme yapmak üzere Washington'a gitti.


1956'da İsrail, İngiltere ve Fransa ile yaptığı gizli anlaşma gereğince Mısır'a saldırmıştı. Amerikalılar bu olayda İsrail'i "saldırgan" olarak damgalayarak işgal ettiği topraklardan çekilmeye zorlamıştı. Bu kez Eban, Başkan Johnson'dan İsrail'in savaşa girmesine onay almak amacındaydı.


ABD Başkanı İsrail'i ilk ateşi açan ülke olmamak konusunda uyardı. Johnson, Eban'a Mısır konusunda kaygılanmamasını söyledi. Mısır'ın öyle hemen saldırma niyeti yoktu ve saldırsalar bile "İsrail onları çevire çevire dövebilir"di.


ABD Başkanı Lyndon Johnson İsrail'i ilk ateşi açan ülke olmaması konusunda uyardı


Johnson ayrıca Tiran boğazı ablukasını kaldırtmak için uğraşacağının işaretlerini verdi. Belki çok uluslu bir deniz gücü oluşturmak gerekecekti ama biraz zamana ihtiyacı vardı.


Abba Eban, İsrail'in Amerikalıların ritmine ayak uydurması gerektiğini düşünüyordu fakat ordu teyakkuzdaydı ve generaller sıkıntılıydı.


Askerler Eban'dan hoşlanmıyordu. Tarzını seçkinci ve abartılı buluyorlardı.


İsrail kabinesi 28 Mayıs günü, herhangi bir şey yapmadan önce iki hafta bekleme kararı aldığında generaller müthiş öfkelendi. Onlar açısından olay Tiran boğazı meselesi değildi. Büyük resim önemliydi.


Nasır bütün Arap dünyasını onlara karşı birleştiriyordu. Sina çölüne birlikler sevketmişti ve açıkça İsrail'in sınırlarını tehdit ediyordu.


Ürdün'ün açmazı


Nasır 1956'dan bu yana Arap dünyasının tartışmasız lideriydi. Şimdi, nefret edilen İsrail'e "hodri meydan" diyordu. Bu onun Arap siyasetindeki lider pozisiyonunu daha da güçlendirdi.


28 Mayıs'da Kahire'de yabancı gazetecilerin katıldığı bir basın toplantısı yaptı ve Sina ile Tiran boğazındaki krizi, İsrail'in Filistinlilere yönelik "saldırganlığı"na bağladı.


İsrail'in 1948'de Filistinlileri topraklarından sürdüğünü bu yüzden İsrail ile bir arada yaşamanın mümkün olamayacağını söyledi. İsrail ayrıca "Şam'a yürüme, Suriye'yi işgal etme ve bir Arap rejimini devirme" tehditleriyle de, başına gelecekleri çoktan hakediyordu ona göre.


Nasır'ın kendine güvenli tutumu Ürdün Kralı Hüseyin'i köşeye sıkıştırdı. Hüseyin Nasır'a güvenmiyordu. Yakın dostluk geliştirdiği Amman'daki CIA büro şefi Jack O'Connel'a, İsrail'in stratejik hedefinin Batı Şeria'yı ele geçirmek olduğunu söyledi. Ama Kral Hüseyin'in çevresindeki subaylar Nasır ile daha yakın işbirliği için baskı yapıyorlardı.


30 Mayıs 1967: Kral Hüseyin ve Nasır, Kahire'de Ürdün-Mısır savunma anlaşmasını imzaladıktan sonra


Kral Hüseyin, ayakta kalabilmenin önemine inandığından sonunda Nasır'la bir uzlaşmaya gitmeye karar verdi. Eğer savaşın dışında kalırsa, ülkesinde yaşayan Filistinlilerin ayaklanabileceğini ve rejimi çökertebileceklerini düşündü. Diğer yandan savaşa girerse, Mısır'ın sağlayacağı hava desteği İsrail'in Batı Şeria'ya doğru ilerleyişini geciktirebilir ve o arada Birleşmiş Milletler bir ateşkes için araya girebilirdi.


30 Mayıs tarihinde Kral Hüseyin Kahire'ye uçtu ve Nasır'la savunma anlaşmasını imzaladı. Amman'a döndüğünde kendisini karşılayan çoşkulu dev kalabalık Mercedes arabasını omuzlara alarak saraya kadar taşımak istediler.


Ama bu sevgi gösterisi Kral Hüseyin'in başını döndürmedi çünkü kalabalıkların sevgisini Nasır'ın onayına borçlu olduğunun farkındaydı.


Hüseyin daha sonra tarihçi Avi Shlaim'e şöyle demişti: "Savaşın kaçınılmaz olduğunu biliyordum. Kaybedeceğimizi biliyordum. Ürdün olarak tehdit altında olduğumuzu biliyordum. İki tehdit altındaydık. Ya o gün yaptığımız gibi savaşa girecektik ya da girmeyecektik, ama o zaman da ülke kendi kendisini parçalayacaktı."


Korku ve tehditler


Eğer kendi seçtikleri koşullarda savaşabilirlerse İsrailli generaller tam bir zafer kazanabileceklerinden kuşku duymuyorlardı. Fakat sıkı askeri sansür bu görüşlerin duyulmaması anlamına geliyordu.


Buna karşılık Arap radyolarının seslendirdiği tehditler her gün İsrail basınındaydı. Soykırımın son buluşundan sadece 22 yıl sonra yaşanan bu ortamda Arap propagandası İsrail kamuoyu üzerinde derin etki bıraktı.


Ülkeyi büyük bir karamsarlık sarmıştı. İnsanlar kendilerini kara mizaha vurmuştu: "Savaştan sonra görüşürüz. Nerede? Telefonda" gibi şakalar savaştan pek kurtulan olmayacağı ruh halini yansıtıyordu.


1967'de Tel Aviv'de sivil savunma hazırlıkları


Hükümet tabut stoku yaptırıyor, hahamlar parkları olağanüstü hal mezarlık alanı olarak ilan ediyor, onbinlerce litre kan bağışı yapılıyordu.


28 Mayıs günü Başbakan Levi Eşkol'un radyoda yaptığı konuşma da endişeleri derinleştirdi. Başbakan kekeliyor, laflarını birbirine karıştırıyordu.


Konuşma sonrasında yapılan toplantıda generaller Başbakan'ı sert şekilde eleştirdiler.


Komutanlarla hükümet arasında ciddi bir gerilim doğmuştu. Askerler hükümeti Nazilere karşı mücadele etmeyen "pasif Avrupa Yahudilerine" benzeten yorumlar yaptılar.


Filistin'de doğup büyümemiş Başbakan Eşkol bu yorumların odağındaki diyaspora Yahudisi tiplemesini sembolize ediyor gibiydi.


Askerler Israil Başbakanı Levi Eşkol'a güvenmiyordu


Birçok İsrail Başbakanı gibi Eşkol aynı zamanda Savunma Bakanı idi. Bu görevi İsrail'in savaş kahramanlarından biri olan eski asker Moşe Dayan'a bırakmak zorunda kaldı.


Dayan 1956'da bir Kibbutz'da (Yahudilerin oluşturduğu kolektif çiftlikler) öldürülen bir Yahudi'nin cenazesinde hayat felsefesini şöyle özetlemişti: "Bizim kuşağımızın kaderi budur. Her zaman silahlı ve hazır, güçlü ve kararlı olmamız gerekiyor. Çünkü silahımız elimizden alınırsa hepimiz öleceğiz"


Savaştan hemen önce


Nasır riskli bir kumar oynuyordu. Mısır'ın modern bir hava gücü olsa da kara kuvvetleri zayıftı. Mısırlı generaller Nasır'ın kendilerini felaketle sonuçlanabilecek bir savaşın eşiğine getirdiğinin farkındaydılar.


Krizi yatıştırmak için uluslararası hamleler başarılı olamamıştı. ABD ve İngiltere'nin geliştirdiği tek fikir bir uluslararası deniz gücü oluşturup Mısır'ı Kızıldeniz'in girişindeki ablukayı kaldırmaya zorlamaktı.


Fakat ABD ve İngiltere donanma komutanları bu fikirden hiç hoşlanmamıştı. İşe yaramayacağını düşünüyorlardı. Sonuçta Nasır'a yeni bir zafer daha kazandırma ihtimali vardı.


2 Haziran Cuma günü İsrail'in generalleri, İsrail hükümetinin savunma komisyonunda savaşa girme konusundaki tezlerini net bir şekilde sundular. Politikacılara Mısır'ı püskürtebileceklerini ama beklerlerse bunun zorlaşacağını anlattılar.


Birkaç gün önce İsrail'in gizli istihbarat örgütü Mossad'ın başkanı Meir Amit sahte bir pasaportla ve kılık değiştirerek Washington'a gitmişti. Savaş konusunda daha fazla beklemek istemiyordu. Ekonominin tamamen felç olabileceğinden korkuyordu çünkü 50 yaşın altındaki bütün erkekler silah altına alınmıştı.


Amit, ABD Savunma Bakanı Robert McNamara ile görüştü ve O'na, hükümete savaşa girmeyi tavsiye edeceğini söyledi.


Şöyle devam etti: "McNamara sadece iki soru sordu. 'Ne kadar sürer?' Bir hafta süreceğini söyledim. 'Ne kadar can kaybı olur?' Bağımsızlık savaşından daha az olacağını söyledim. O zaman 6 bin kayıp vermiştik. McNamara 'Seni açık ve net bir şekilde anladım' dedi"


ABD yeşil ışık yakmıştı. Kendilerine İsrail'in savaşa gideceği söylenmişti ve onlar bunu durdurmak için bir girişimde bulunmamışlardı.


Amit, İsrail'e beraberinde Washington büyükelçisi Abe Harman ile beraber döndü. Uçak gaz maskeleriyle doluydu.


Tel Aviv'e 3 Haziran Cumartesi günü indiler. Bir otomobil onları Başbakan Eşkol'un konutuna götürdü. Burada savunmayla ilgili bakanlar ve Başbakan onu bekliyordu.


Amit hemen savaşa girmeyi önerdi. Harman bir hafta kadar daha beklemeyi önerdi. Savunma Bakanı Moşe Dayan karşı çıktı. "Yedi ila dokuz gün daha beklersek binlerce kişi ölecek. Beklemek mantıklı değil. Gelin ilk hamleyi yapalım, sonra siyasi yanına bakarız."


Toplantıda hazır bulunanlar karardan emindi artık. İsrail savaşa gidiyordu. Sabah karar kabine tarafından onaylandı.


Mısır'da Nasır, İsrail'in 4 ya da 5 Haziran'da vuracağını tahmin ediyordu.


Irak'da zırhlı bir tümenin Ürdün Vadisi ve İsrail yönüne doğru ilerlediğini biliyor bunun İsrail'i oyalayacağını düşünüyordu.


Sürpriz saldırı


5 Haziran sabah 07.40'da Ezer Weizman, Tel Aviv'deki Savunma Bakanlığı içindeki Hava Kuvvetleri Komuta Merkezi'nde gergin bir bekleyiş içindeydi.


İsrail'in savaş planı, sürpriz bir saldırıya dayalıydı. Odak Operasyonu adı verilen hava saldırısında Arap hava gücü havalanamadan, yerde imha edilecek ve saldırı Mısır'dan başlayacaktı.


Yıllarca buna hazırlanmışlardı ve işte ilk hava akını başlamak üzereydi.


Mısır ve diğer Arap ordularının aksine İsrail ordusu, ödevine iyi çalışmıştı. Yıllar içinde yüzlerce keşif uçuşu yaparak Mısır, Ürdün ve Suriye'deki her hava üssünü ve kapasitesini net şekilde tespit etmişlerdi. Pilotların elinde her birinin planını, parolalarını ve savunma potansiyelini içeren hedef kitapçıkları vardı. Radyo dinlemeleri sayesinde önde gelen Arap komutanların seslerini tanıyabilecekleri bir dosya bile hazırlamışlardı.


Saldırı çok başarılı oldu. Mareşal Emir ve Mısır ordusunun komuta kademesi Sina yarımadasındaki Bir Tamada hava üssünde toplantıdaydılar. İlk dalga İsrail savaş uçakları bombardımana başladığında toplantıya yeni başlıyorlardı. Generallerden biri o kadar şaşırmıştı ki aklına gelen ilk olasılık İsrail saldırısı değil ordu içinde bir darbe girişimi oldu.


Emir'in uçağı havalanmayı başardı ama bütün Mısır hava üsleri aynı anda saldırıya uğradığından bir süre inecek yer bulamadı.


Tel Aviv'de Hava Kuvvetleri Komutanı Ezer Weizman sevinç içindeydi. Saldırılar umduğundan daha iyi gitmişti. Düşmanı tamamen hazırlıksız yakalamışlardı. Telefonda karısına "Savaşı kazandık" dedi.


O gün İsrail, Ürdün ve Suriye hava kuvvetlerinin de büyük kısmını imha etti. Artık İsrail hava kontrolünü tamamen ele geçirmişti ve savaşın gidişi belli olmuştu.


İsrail sürpriz saldırıyla Mısır hava kuvvetlerini tamamen imha etti


İsrail Ürdün Kralı Hüseyin'i savaşa girmemesi konusunda uyarmıştı. Ama o kararını vermişti ve Ürdün'ün etkili ordusunu başarısız bir Mısırlı generalin komutasına vermişti.


Öğlen olmadan Kudüs'de çarpışmalar başladı. Ürdünlüler ateş açtılar. Kral Hüseyin, İsrail'in 1966'da söz vermesine rağmen Sauma köyüne yaptığı baskını unutmamıştı ve İsrail'in sözüne sadık kalmayacağını düşünüyordu. Savaşa girmezse tahtını kaybedeceğine inanmıştı.


Daha güneyde İsrail kara güçleri Sina çölüne girdiler ve üç koldan hızla ilerlemeye başladılar. Mısır ordusu bu ilerleyişe kahramanca bir direnişle karşılık verdi fakat esneklik ve sürat konusunda İsrail ordusu kadar eğitimli değillerdi.


Kahire'deki Genelkurmay karargahında komutanları giderek büyüyen bir panik sarıyordu. General Selahaddin Hadidi koltuğuna çökmüş savaşın yarı yarıya kaybedildiğini düşünüyordu.


Fakat sokaklarda bambaşka bir hava vardı. Kalabalıklar sokağa dökülmü kutlamalara girişmişlerdi. Arap radyolarını dinliyorlar ve savaşın kazanıldığını zannediyorlardı.


Akşam 20.17'de Arapların Sesi radyosu 86 İsrail uçağının imha edildiğini ve Mısır tanklarının İsrail topraklarına girdiğini duyuruyordu. Oysa Sina cephesindeki komuta merkezinde aynı radyoyu dinleyen General Abdül Gani Gamasi, haberlerle gerçek arasındaki fark karşısında dehşete kapılmıştı.


5 Haziran: Kalkamadan imha edilen Mısır savaş uçakları


Gerçek yenilgi haberlerini almış olan Nasır ve Emir villalarına çekildiler.


Daha sonra cumhurbaşkanı olduğunda İsrail ile barış anlaşması yapan ve bu yüzden kendi muhafızları tarafından öldürülen Enver Sedat, daha sonra, o akşam Kahire sokaklarında uzun uzun yürüdüğünü ve Nasırcıların hala sokaklarda hayali bir zaferin kutlamasını yaptıklarını izlediğini anlatmıştı.


Yeni bir durum


Mısır, Ürdün ve Suriye ordularını durdurmasını izleyen beş günde İsrail, Gazze Şeridi'ni, ve Sina yarımadasını Mısır'dan, Golan tepelerini de Suriye'den ve Batı Şeria ile Doğu Kudüs'ü de Ürdün'den almıştı. 1948 boyutlarında olmasa da çok sayıda Filistinli yine topraklarından sürüldü, kaçmak zorunda kaldı ya da öldürüldü.


7 Haziran: İsrail askerleri Doğu Kudüs'de Kubbetüs Sahra önlerinde


Nasır önce istifa etti ama milyonlarca insanın sokaklara çıkıp protesto gösterilerine girişmesi üzerine vazgeçti ve gizemli bir şekilde hayatını kaybettiği 1970 yılına kadar iktidarda kaldı. Ailesi Nasır'ın zehirlendiğinden emindi.


Ürdün Kralı Hüseyin Doğu Kudüs'ü kaybetti fakat tahtını korudu. İsrail ile gizli diyaloğunu devam ettirdi ve 1994 yılında İsrail ile barış anlaşması yaptı.


Suriye'yi yöneten askeri cuntanın mensubu Hava Kuvvetleri Komutanı Hafız Esad 1970 yılında iktidarı tek başına ele geçirdi. 2000 yılında öldüğünde oğlu Beşar onun yerini aldı.


İsrail'de Başbakan Eşkol 1969 yılında kalp krizi geçirerek öldü. Dul eşi Miriam savaştan hemen önce Savunma Bakanlığı görevinden ayrılmaya zorlanışının acısını ölene kadar unutmadığını söylemişti.


Eşkol'dan sonra başbakanlığa getirilen Golda Meir, 1973 yılında Mısır ve Suriye'nin sürpriz bir saldırıya hazırlandığı yolunda bir uyarı aldı. Fakat İsrail hala 1967'nin zafer sarhoşluğu içindeydi.


İzleyen savaşta İsrail'i kurtaran ABD'nin kurduğu dev hava ikmal köprüsü oldu. Mısırlı siyasetçiler bu saldırıyla ulusal onuru kurtardıklarını düşündüler. Yeni Cumhurbaşkanı Enver Sedat İsrail ile barış anlaşması yaptı.


1967'den sonra Amerikalılar, İsrail'e yeni bir gözle bakmaya başladılar ve üç Arap ordusunu yenen bu genç devlete "aşık oldular".


1967 savaşı İsrail ordusu konusundaki algıyı tümüyle değiştirdi


1967'nin etkilerini en çok İsrail ve Filistinliler hissetti. İsrail Filistin topraklarını işgalini başlattı ve yarım yüzyıl sonra da hala bu toprakları işgal ediyor. Ayrıca Doğu Kudüs ve Golan tepelerini ilhak etti. Bu hamleleri ise uluslararası kurumlar ve hukuk tarafından meşru sayılmıyor.


Batı Şeria son elli yıldır Ürdün değil İsrail işgali altında


Bugün haber izleyen herkese aşina gelen her şey; şiddet, işgal, yasa dışı yerleşimler ve Kudüs'ün ilhakı ve geleceği gibi bütün konular bu savaşlar tarafından şekillendi. İsrail işgalinin nasıl bir şekil alacağı hemen belli oldu, bunun yaratabileceği sorunlar konusundaki uyarılar kulak arkası edildi.


Savaşın sona ermesinden hemen sonra İsrail'in ilk başbakanı David Ben Gurion, zaferin baştan çıkarıcı etkilerine karşı uyarıda bulundu. İsrail solunun düşünce kuruluşu Beit Berl'de yaptığı konuşmada, işgal edilen Filistin topraklarında kalmanın Yahudi devletini bozacağını hatta yok oluşa götürebileceğini söyledi. İsrail'in Kudüs'ü elinde tutması gerektiğini, ama geri kalan Filistin topraklarının, bir barış anlaşması olsun ya da olmasın Araplara geri verilmesi gerektiğini savundu.


Dışişleri Bakanı Abba Eban da İsrail'in Golan tepelerinden Süveyş'e kadar uzanan yeni haritasını "barışın garantisi değil ama zamansız bir savaşın davetiyesi" olarak nitelemişti.


Golan tepesinde 1967'de İsrail tanklarının ilerleyişi


Fakat İsrail kamuoyundaki hava bütün temkinli olma tavsiyelerini ve uyarılarını hızla ve sert bir şekilde etkisiz kıldı. Bir hafta içinde İsrail halkı derin bir umutsuzluktan zafer sarhoşluğuna geçmişti.


Dindar Yahudiler zaferin onlara Tanrı tarafından bahşedilmiş bir mucize olduğuna inandılar. Laik İsrailliler de anın heyecanına kapılmıştı.


Bunu işgal edilen toprakların da Yahudi halkına Tanrının bir hediyesi olduğu ve bırakılamayacağı düşüncesi izledi.


Ama tabi bu topraklarda yaşayan ve bir kısmı da sürülen Filistinliler için bu kabul edilebilir bir mantık değil.


Ayrıca onlar da Doğu Kudüs'deki kutsal yerlerin korunmasının kendilerine düştüğüne inanıyor.


Bazı İsrailliler barış karşılığında işgal topraklarının bir kısmının geri verilebileceğini düşünse de genişletilerek ilhak edilen Doğu Kudüs'ün bırakılmasını kabul etmiyorlar.


O yıl Ağustos sonunda yapılan Hartum zirvesinde Arap liderlerin kendilerini küçük düşüren İsrail ile anlaşmaya hiç niyeti yoktu. "Müzakere yok, tanıma yok, barış yok" dediler.


İlginç olan 1967'nin Filistin ulusal hareketinin de doğuşunu tetiklemesidir. Daha önce Nasır'ın denetimindeki bir örgütlenme olan Filistin Kurtuluş Örgütü, 1967'den sonra Yaser Arafat ve onun oluşturduğu El Fetih grubunun yönetimine geçti.


1968 yılında El Fetih'in sadece üç ay içinde yaptığı onlarca sınır saldırısı ve vur kaç eyleminden sonra İsrail, Ürdün'deki Kerime mülteci kampındaki El Fetih karargahına bir misilleme saldırısı gerçekleştirdi.


El Fetih savaşçıları 1970 Ağustos ayında Ürdün'ün başkenti Amman'da


İsrail güçleri burada Filistinli gerillalar ve Ürdün topçusundan beklenmedik bir direniş gördü. Sonunda İsrail Kerime'yi yerle bir etti ama saatlerce savaştıktan ve en az 30 kayıp verdikten sonra.


Bu baskında 100'den fazla El Fetih savaşçısı öldü ve birer ulusal kahraman olarak Filistin tarihine geçtiler. Yaser Arafat Filistin Kurtuluş Örgütü'nün liderliğine geldi ve hem uluslararası bir şahsiyet hem de Filistin ulusal kurtuluş davasının sembolü haline geldi. İsrail ise onu "dünyanın en tehlikeli teröristi" olarak gördü.


Kalıcı miras


1967 savaşı İsrail'i işgalci bir ülke haline getirdi. Savaşın en önemli sonucu da bu oldu. Bu deneyim hem İsrailliler hem de Filistinliler üzerinde yıkıcı bir etki yarattı.


İsrail uluslararası hukuku hiçe sayarak işgal ettiği topraklara yeni Yahudi yerleşimleri inşa etmeyi sürdürüyor. Oysa uluslararası hukuk işgalci ülkelerin ellerinde tuttukları topraklara kendi halkını yerleştirmesini açık bir şekilde yasaklamakta.


1967 savaşının Dışişleri Bakanı Abba Eban, Filistinlilerin, "bayrakları, onurları, gururları ve bağımsızlıklarından" vazgeçmeyeceklerini tahmin etmişti.


Askeri işgal tanımı gereği baskıcı bir şeydir. İşgal, hem işgal edenler hem de işgale direnenler açısından insan hayatının değerini azaltan ve ve insana zulmeden bir kültür yarattı.


Savaşın etkileri 50 yıl sonra hala hissediliyor


1990'ların başlarında 1967 savaşının sonuçlarını geriye çevirmeye yönelik barış görüşmeleri başladı. 1993 yılında ABD Başkanı Bill Clinton'un arabuluculuğunda yapılan görüşmelerde artık başbakan olmuş olan İzak Rabin eski düşmanı Yaser Arafat ile Beyaz Saray'in çimenlerinde el sıkıştı.


Barış süreci daha baştan her iki taraf için de birçok açmaz içeriyordu. Fakat ellerindeki en iyi seçenek buydu.


Aşırı sağcı İsrailliler ise barış sürecinden çok tedirgin oldular. Tanrı'nın Yahudi halkına bahşettiği toprakların sahibi olma rüyasının son bulacağını düşünüyorlardı. Rabin 1995'te Tel Aviv'de aşırı görüşlü bir Yahudi tarafından öldürüldü. Rabin, İsraillilerin güvenlikleri konusunda tamamen güvenebilecekleri bir isimdi. Barış sürecini anlatabilmesi mümkündü. Bu sebeple de öldürüldü.


Barış süreci bir daha aynı şansı yakalayamadı. 1967'den 50 yıl sonra ABD Başkanı Trump kendisinden önceki birçok başkan gibi İsrail ve Filistinlileri barış masasına oturtmayı umuyor.


1967'de yaşanan o 6 günlük savaş, bölgedeki halkların 50 yıldır hala barış içinde yaşayamaması sonucunu yarattı.



Eğer kapsamlı görüşmeler gerçekleşebilirse, o masada, 1967 savaşında işgal ve kısmen de ilhak edilen toprakların kaderi de olmak zorunda.


2- 1973-Arap ülkeleriyle İsrail'in son savaşı: Yom Kippur, Mustafa Deveci, 06.10.2018, Anadolu Ajansı 


Mısır ve Suriye'nin 6 Ekim 1973'te İsrail'e karşı başlattığı Yom Kippur Savaşı, İsrail ile Arap ülkelerinin bugüne kadar karşı karşıya geldiği son muharebe oldu.


Yahudilerin en kutsal günü Yom Kippur’da (Kefaret günü) başlaması sebebiyle savaşa bu isim verildi.


Savaşın amacı İsrail'den 1967'de işgal ettiği Golan Tepeleri ve Sina Yarımadası'nı geri almaktı. Ancak İsrail'in Suriye'ye oranla daha gelişmiş tanklara sahip olması ve Mısır'ın savaşın ikinci haftasındaki yanlış hamleleri sebebiyle Kahire ile Şam amaçladıkları sonuçlara büyük ölçüde ulaşamadı.


Savaşa giden süreç


İsrail'in tarihi Filistin toprakları üzerinde 14 Mayıs 1948'de bağımsızlığını ilan etmesi bölgedeki istikrarsızlığın da fitilini ateşledi.


Mısır, Suriye, Lübnan ve Ürdün'ün de aralarında olduğu bölge ülkeleri, 15 Mayıs 1948'de bağımsızlığını ilan eden İsrail'e savaş açtı.


Savaşı kazanan İsrail, Batı Kudüs'ü işgal ederken, 700 binden fazla Filistinli topraklarından sürüldü.


Bölgedeki varlığını pekiştiren İsrail, 5 Haziran 1967’de Mısır ve Suriye'ye savaş açtı.


Tarihe "Altı Gün Savaşı" olarak geçen muharebeye hazırlıksız yakalanan Mısır ve Suriye ordusu ağır bir yenilgi aldı.


İsrail, 1967'deki savaşta Mısır ve Suriye ordusunun hava kuvvetlerinin neredeyse tamamını yok etti.


Bölgedeki Arap ülkelerine karşı bir kez daha galip gelen İsrail, bu savaşta da Doğu Kudüs ve Batı Şeria'nın yanı sıra stratejik öneme sahip Suriye'nin Golan Tepeleri ile Mısır’a ait Sina Yarımadası'nı işgal etti.


Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat, 1971'de Sina Yarımadası'ndan çekilmesi halinde İsrail'le barış imzalamaya hazır olduğunu açıklasa da Tel Aviv yönetimi bunu reddetti.


Tüm bu gelişmeler bölgede yaşanacak yeni bir Arap-İsrail savaşının habercisi gibiydi.


Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad ve Mısır Cumhurbaşkanı Sedat, hem kaybedilen toprakları geri almak hem de 1967'deki yenilgiyi unutturmak için İsrail'le savaşmaya karar verdi. 


Operasyona Bedir adı verildi


İki lider İsrail'e karşı savaş için Yahudilerin en kutsal günü Yom Kippur'a denk gelen 6 Ekim tarihini seçti. Böylece Yom Kippur günü dolayısıyla askerlerinin çoğu izinde olan İsrail ordusunun iki cephede birden açılacak savaşa hazırlıksız yakalanması amaçlandı.


Aynı zamanda ramazan ayının 10. gününe denk gelen operasyona, Hazreti Muhammed komutasında Müslümanların Mekkeli müşriklere karşı verdiği ilk harp olan Bedir ismi verildi.


Mısır Hava Kuvvetleri'ne ait 220 savaş uçağı 6 Ekim 1973'te Sina’da bulunan İsrail'e ait askeri hedefleri vurmaya başladı.


Savaşa hazırlıksız yakalanan ve birçok hedefi hava bombardımanında vurulan İsrail güçleri Mısır uçaklarından sadece 8'ini düşürebildi.


İsrail'in vurduğu uçaklardan birinin pilotu Cumhurbaşkanı Sedat'ın kardeşi Atıf Sedat idi. Atıf Sedat, hava bombardımanı sırasında uçağının isabet alarak düşmesi sonucu hayatını kaybetti.


Süveyş Kanalı'nı geçerek Sina'ya ulaşan Mısır askerleri, Sovyetler Birliği'nden alınan anti tank roketleri sayesinde İsrail'in bölgedeki tanklarını büyük ölçüde yok etti.


Savaşın başlamasının üzerinde 24 saat geçtikten sonra 100 binden fazla Mısır askerinin yanı sıra binden fazla tank Süveyş Kanalı'nın doğusuna yani Sina Yarımadası'na geçmişti. Mısır için savaş planlandığı gibi gitmiş ve büyük başarı kazanılmış gibi gözüküyordu.


İsrail ordusu 8 Ekim'de Sina Yarımadası'nda karşı saldırıya geçse de Mısır ordusunun hazırlıklı olması sebebiyle başarı elde edemedi.


Mısır, Sovyetler Birliği'nden aldığı hava savunma sistemlerini Süveyş Kanalı'nın doğusuna yerleştirmişti. İsrail, hava saldırılarıyla Mısır ordusunun gücünü kırmaya çalışsa da karada olduğu gibi havada da ağır kayıp verdi.


Savaşın ilk dört gününde Mısır'a ait hava savunma sistemleri 50'ye yakın İsrail uçağını düşürdü.


Mısır ordusu savaşın ilk haftasında Sina Yarımadası'nın 10 kilometre içine kadar ilerledi.


İsrail, savaşın ilk haftasının sonunda Mısır'a mevcut pozisyonda ateşkese hazır oldukları mesajını gönderdi. Ancak Enver Sedat, İsrail'in Sina'dan tamamen çekilmemesi hâlinde ateşkesi kabul etmeyeceklerini belirterek öneriyi reddetti.


Savaşın diğer cephesi kuzeydeydi. Suriye'ye ait 150 savaş uçağı Mısır ile eş zamanlı olarak 6 Ekim'de Golan Tepeleri'ndeki İsrail hedeflerini vurmaya başladı.


Bombardımanın ardından 40 bin Suriye askeri ile 600 tankı İsrail'in işgalindeki Golan Tepeleri'ne girdi.


Suriye ordusunun savaşın ilk saatlerinde Golan Tepeleri'nde büyük başarı elde etmesiyle Suriye cephesinde de işler Şam ve Kahire'nin istediği gibi gidiyordu.


Ancak İsrail tanklarının Suriye'ye ait tanklara göre daha üstün olması ve İsrail'e ait takviye tanklarının Şam'ın tahmininden önce bölgeye ulaşması sebebiyle savaşın ikinci gününden itibaren Golan'da işler tersine döndü. İsrail güçleri tarafından durdurulan Suriye ordusunun ilerleme girişimleri başarısız oldu.


İsrail güçleri 9 Ekim'de karşı saldırıya geçerek Suriye ordusunu Golan'dan geri püskürttü.


Suriye'yi savaşın dışına itmek isteyen İsrail, önce hava saldırılarıyla Şam'daki askeri hedefleri vurdu. Hava saldırılarının ardından İsrail tankları 11 Ekim'de Golan'daki 1967 ateşkes hattını geçerek Suriye topraklarına girdi.


Golan'da aldığı ağır darbeyle zor durumda kalan Suriye ordusu, başkent Şam'a doğru ilerlemeye başlayan İsrail ordusuna karşı direniş gösteremedi.


Bunun üzerine Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin, Suriye güçlerinin İsrail ordusunun Şam'a ilerleyişini durdurmasına yardımcı olmak için 11 Ekim'de bölgeye asker gönderdi.


Artan baskılar sebebiyle Irak'ın ardından 17 Ekim'de Ürdün de Suriye'ye asker göndererek savaşa dahil oldu.


Suudi Arabistan ve Fas'ın da Suriye'ye yardım amacıyla bölgeye asker göndermesi, İsrail'in Şam'a ilerleyişini durdursa da savaş sırasında işgal edilen Suriye topraklarının geri alınmasına yetmedi.


Sina'da da işler tersine döndü


Savaşın ilk haftasında Mısır ordusu Suriye'nin aksine İsrail'e karşı büyük bir başarı kazansa da ikinci haftada Sina cephesinde de işler tersine dönmeye başladı.


İşlerin Mısır'ın istediği gibi gitmemesinde Enver Sedat ve bazı üst düzey komutanlarının aldığı yanlış kararlar etkili oldu.


İlk olarak Mısır ordusu, Suriye'nin üzerindeki baskıyı azaltmak için 14 Ekim'de karşı saldırıya geçti. Sina'nın içlerine doğru ilerleyen Mısır tankları, İsrail ordusu tarafından durduruldu.


Mısır, savunma pozisyonundan karşı saldırıya geçmesinin bedelini 250 tankını kaybederek ödedi.


İsrail güçleri, Mısır ordusunun Sina'da oluşturduğu hattı yararak 16 Ekim'de Süveyş Kanalı'nın batısına geçti. Savaşın kaderini etkileyen bu gelişme İsrail'in elini güçlendirdi.


Süveyş'in karşı tarafına geçen İsrail askerleri, kanalın doğusunda kalan Mısır güçlerini arkadan kuşattı.


Enver Sedat, Mısır ordusunu arkadan kuşatan İsrail güçlerine karşı koymak için Süveyş'in batısında konuşlanan askerlerinin tekrar kanalın doğusuna hareket ettirilmesi önerisine, bunun geri çekilme olarak algılanacağı ve askerlerde moral bozukluğuna sebep olabileceği gerekçesiyle karşı çıktı.


Mısır'a pahalıya mal olan bu karar, savaşın İsrail lehine dönmesine neden oldu.


Mısır ordusunun büyük bir kısmının Sina'da olması sebebiyle Süveyş Kanalı'nın batısında kalan hava savunma sistemlerini koruyacak yeterli güç bulunmuyordu.


İsrail'in 18 Ekim'de kanalın batı tarafına gönderdiği takviye güçler, Mısır'a ait hava savunma sistemlerinin büyük bölümünü imha etti. Bu da İsrail uçaklarının yeniden Sina Yarımadası'nda saldırılarına başlamasına olanak sağladı.


Savaşın gidişatının değiştiğini anlayan Mısır Cumhurbaşkanı Sedat, 21 Ekim'de Sovyetler Birliği'nin Kahire büyükelçisine İsrail ile ateşkese hazır oldukları mesajını verdi.


Süveyş Kanalı'nın batısına geçerek savaşı lehine çeviren İsrail, Sedat'ın ateşkes önerisini kabul etmedi.


Ateşkes süreci


Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) 22 Ekim'de taraflara ateşkes çağrısında bulundu.


Mısır ateşkesi kabul etse de İsrail BMGK'nin çağrısına uymayarak saldırılarına devam etti. Mısır'ın çekilmesiyle yalnız kalan Hafız Esad da 23 Ekim'de ateşkesi kabul ettiğini duyurdu.


İsrail ise BMGK'nin 23 Ekim'de yaptığı ikinci çağrıya da olumlu karşılık vermedi.


Bölgedeki çatışmanın sona ermesini isteyen BMGK, 25 Ekim'de üçüncü defa ateşkes çağrısında bulundu. Mısır ile İsrail arasındaki ateşkes Birleşmiş Milletler'in 26 Ekim'de Süveyş Kanalı'na barış gücü göndermesiyle büyük ölçüde sağlanmış oldu.


ABD'nin ara buluculuğunda Mısır ile İsrail arasında 18 Ocak 1974'te İsrail'in Süveyş Kanalı'nın batısındaki askerlerinin yanı sıra Sina’dan da belli bir ölçüde geri çekilmesini sağlayan bir anlaşma imzalandı.


Tel Aviv ile Şam arasında da 5 Haziran 1974'te Kuvvetlerin Çekilme Anlaşması imzalandı. İsrail bu anlaşmayla savaş sırasında işgal ettiği Suriye topraklarından çekilmeyi kabul ederken, 1967'de işgal ettiği Golan Tepeleri'nde kalmaya devam etti.


Savaşın bedeli tüm taraflar için ağır oldu


Yaklaşık 3 hafta süren savaşta İsrail'in yanı sıra Mısır ve Suriye ağır kayıplar verdi.


Savaşta 2 bin 500'den fazla askerini kaybeden İsrail'in 102 savaş uçağı ve 400'den fazla tankı imha edildi.


İsrail'de Nisan 1974'te yürütülen soruşturma sonucu Genelkurmay Başkanı'nın da aralarında bulunduğu üç üst düzey komutan savaşta ihmalleri olduğu gerekçesiyle görevden alındı.


Dönemin İsrail Başbakanı Golde Mir, soruşturmada aklansa da kamuoyu baskısı sebebiyle 11 Nisan 1974'te istifa etti.


Mısır ve Suriye savaşta verdikleri can kaybına ilişkin kesin bir rakam paylaşmadı, ancak savaşta yaklaşık 5 bin Mısır ve 3 bin Suriye askerinin hayatını kaybettiği ifade ediliyor.


Savaşta ayrıca Mısır ve Suriye'ye ait 2 bin 200'e yakın tankın ve 350'den fazla savaş uçağının imha edildiği tahmin ediliyor.




Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı