19 Eylül 2018 Çarşamba

SA6844/KY71-ATANTİK36: Doğa ve İnsan…

"Modern insan hem insana hem de doğaya tahakküm kurarak varlığın ifsadına neden olmaktadır. Bugün yaşanan sorunların ana kaynağında da bu yatmaktadır."


İnsanlık tarihi boyunca doğa ve insan ilişkisi gündemi belirleyen bir özelliğe sahip olmuştur. Doğa insanı da içinde tutan bir varlık katmanıdır. İnsan bir boyutu ile bu doğanın bir parçasıdır. Ama aynı zamanda insan, bu doğanın dışında olabilecek bir özelliği de taşımaktadır. Tarih boyunca insan, doğa karşısında hep bir arayış içinde olmuştur. Kimi zaman korkmuş, ona sığınmış, onu tanrısal bir konuma yükseltmiştir. İnsan, güçlü olduğunda ve tekniği kullanmaya başladığında ise doğayı biçimlendirmeye ve onunla savaşmaya başlamıştır. 

Kadim kültürler ve dinler, doğayı canlı ve ilahi bir boyut olarak tasavvur etmişler, çoğu zaman farklı kültürler ve etkileşimler üzerinden tapınmaya kadar iş varmıştır. Yani doğanın farklı boyutlarını ilahi bir boyut üzerinden tanımlayarak onu kutsamış ve ona kurbanlar sunulmuştur. Bu kurbanlar bazen doğadan oluşmuştur bazen de bir insan; bu bazen küçük bir çocuk bazen güzel bir kadın bazen de güçlü bir erkek genç adam…

İnsanlık tarihi boyunca bu çerçeve içinden meseleye bakıldığında doğa ile insan arasında çok ciddi bir çatışma alanı oluşmuştur. Ta ki modern döneme gelene kadar… Modern dönem aslında köklerini atom fikrinde bulmuştur. Atomculuk her şeyi bir ve benzer kılarak eşitleyici bir tutumu öne çıkarmıştır ve kadim kültür ve dinlerin kutsallığını da devre dışı bırakmıştır. Bu aynı zamanda doğa ile daha mühendislik faaliyeti üzerinden ilişki kurmayı da beraberinde taşımıştır. 

Modern dönemi, kadim yunan dönemini dikkate almadan ve o dönemin mitolojik unsurlarını bilmeden değerlendirmek bizi yanlışa sevk eder. Eski yunanda mitoloji tanrısal bir boyut taşıyan bir doğa tasarımına sahiptir. Her doğa olayında bir Tanrı’nın eylemi, kızgınlığı, nefreti, kıskançlığı veya sevgisi neden olmaktadır. İnsan ise bu tanrıların küçük gördüğü ve her türlü hakareti ve aşağılanmayı yaptığı bir varlık türüdür. Tanrılar kendi aralarında savaştığında da zararı gören insan olmaktadır. Bu yüzden hep tanrılar ile insanlar arasında bir çatışma kaçınılmaz görülmektedir. İnsan, ateşi; yani bilgiyi çalarak tanrıların iktidarını ellerinden almaya çalışmıştır. İnsan, tanrıları devre dışı bırakarak doğa ile karşı karşıya kalmayı istemektedir. Çünkü doğa hala tanrıların denetiminde iş görmektedir. Ve insana hayatı zorlaştırmaktadır. 

Bu çatışma, modern dönemde kilise hegemonyasına karşı aynı şekilde yeniden hem duygusal zeminde hem de düşünce zemininde yeniden harekete geçmiştir. Tanrılar, modern dönemde yok sayılmış, yenilgiye uğratılmış ve dolayısıyla ‘ölümü’ ilan edilmiştir. Bu noktada yasa kavramını dikkate almakta yarar var. Mitolojinin en önemli göstergelerinden biri de tanrıların tanrısı olan Zeus dahi yasaya boyun eğmektedir. Çünkü Zeus’u da aşan bir yasa vardır. Ve onu çaresiz bırakmaktadır. 

İşte bu çerçeve içinde fizik yasalarını keşfetmek, aynı zamanda bu yasaları kullanarak doğayı baskı altına almayı ve aynı zamanda onu düzenlemeyi de içermektedir. Meselenin künhü yasada saklıdır. 
İnsan, potansiyel olarak çok güçlü yaratılmış ve varlık hiyerarşisinde en tepede konumlanmıştır. Bu yüzden kendi kapasitesini çok fazla aşabilecek bir bilgi ve teknik düzeye sahiptir. Tarih boyunca bunu göstermiştir. En zayıf olduğu dönemlerde bile tanrılara kafa tutan ve doğanın her türlü tuzağına ve saldırısına karşı kendi korunağını oluşturacak bir istidada sahip olmuştur. Bunu da zihni bir meleke olan ve bilginin en önemli aktörü olan aklı sayesinde gerçekleştirmektedir. 

İnsan, kendi sınırlarını aklı sayesinde aşarak yeni sınırları sürekli zorlayacak bir potansiyeli sürekli harekete geçirmekten kaçınmamıştır. Bugün de öyle…  Sürekli yeni sınırları aşmayı denemeye devam etmektedir. Teknolojinin bu kadar güçlü bir şekilde hızla ilerlemesini sağlaması da insan aklının nasıl bir sınırsızlığı kovaladığını göstermektedir. Aynı zamanda da bilgi ile tanrının konumunu istemekte ve o konuma yükselmenin bütün şartlarını yerine getirmenin yolu olarak bilginin tekelini kurmaktan kaçınmamaktadır. 

Bu tanrısal bakış, modern kültürün doğaüstünde iktidar kurmasını meşrulaştırıyor. İşte bu meşruiyet üzerinden önce doğa üzerinde mühendislik faaliyeti sağlıyor, sonra bunu bir adım öteye taşıyarak  insan ve toplum üzerinde de mühendislik faaliyeti yapmaya başlıyor. Bu durumun da mitoloji de bir karşılığı vardır: tanrılar sürekli kendi aralarında bir savaş halindedirler. Bilgi iktidar olmanın en temel enstrümanıdır. Bunu keşfeden insan, yeni tanrı olmanın hülyasını kurmaktadır. Bu yüzden bir hak olarak doğaya ve insana tahakküm etmeye çalışmaktadır. 

Peki, doğa ile nasıl bir ilişki kurulmalıdır?

Bu soruya hem insanın neliğini hem de doğanın neliğini konuşmadan cevap vermek mümkün görünmemektedir. Doğa, son din İslam’ın bildirdiğine göre, insana musahhar kılınmıştır. Yani insanın yeryüzünde varlığını idame ettirecek şartların olgunlaştırılmasına zemin oluşturuyor. İnsan, bu biyolojik koşulları içinde ancak bu dünyada yaşayabilmektedir. Bu sıradan tesadüf değil bilakis, bilinçli bir tercih olmaktadır. İşte bu tercihe göre doğa; Allah’ın emirlerini yerine getiren ve itaat eden bir kuldur. Varlıktır, canlıdır ve akıllıdır. Ama canlılığı ile akıllılığı doğal olarak insan ile farklı olmaktadır. Kendisine has bir özellik taşımaktadır. Doğa bu çerçevede ilahi emir gereği varlığını idame etmektedir. İnsana göre biçimlenmektedir ve insanın imtihanının bir parçası olarak tasarlanmıştır. Bu tasarımı görmeden gerçeğin neye tekabül edeceğini öngörmek zor olacaktır. 

İnsan varlık hiyerarşisinin tepesine yakıştırılmıştır. Potansiyel olarak çok güçlü, mevcut hali ise zayıf bir varlıktır. Yaratılmışlığı üzerinden değerlendirmeye tabi tuttuğumuzda insan, yeryüzüne gönderilmiş ve burada bir imtihana tabi kılınacağı kendisine tebliğ edilmiştir. Her ne kadar potansiyel olarak çok güçlü olsa da varlığını idame ederken ciddi zaaflara sahip olduğu bilinmektedir. Hem iyiliği hem kötülüğü potansiyel olarak yüklenmiştir.  

Yani insan, sınırlılık içinde sınırsızlığı yaşayabilecek bir potansiyele sahip olmuştur. Ama insanın kendi sınırını bilmesi ve buna uygun davranması için kendisine verilen bu lütfe şükür ederek ve Yaratıcının büyüklüğü karşısında ise tevazû bir temel insan davranışı olarak görmesini esas kabul etmesi beklenmektedir. İnsan, şükür ettikçe potansiyeli harekete geçecek ve tevazû sahibi oldukça ise bilgisi artacak ve sorumluluğunu yerine getirecektir. İşte insan, şükür ve tevazu sahibi olmakla yükümlü tutulmuştur. Bu doğal olarak onun davranışlarının yönünü belirlemektedir. Belirleyip belirlemediği konusunda tabii ki ciddi eleştiriler yapılabilir. Ancak eleştiri, hakikatin bu olduğu gerçeğini değiştirmez…

Şimdi bir metafizik ilke olarak şunu tespit edelim: doğa ile insan yaratılmışlıkta eşittirler. Bu eşitlik onları varlıkta eş değer kılmaktadır. Yani doğa ve insan Allah katında eşit düzeyde bir varlığa sahiptirler. Bu yüzden doğaya yönelik her zarar verici durum günah olarak tanımlanır. Yani insan, doğayı korumakla yükümlü aynı zamanda… Çünkü teklife muhatap olan insan, aynı zamanda emanet olarak doğayı kabullenmiş sayılmaktadır. Bu yüzden haksız bir şekilde doğaya ve doğadaki canlılara muamelelerde bulunamaz. Doğadan istifade ederken de bizzat ihtiyacı dikkate alır. 

Demek ki doğa ve insan eşitliği yaşarken bir farkla doğa insana emanet edilmiştir. Ve insan bu doğayı ve içindekileri de muhafaza etmekle yükümlü tutulmuştur. Bu insanın imtihanının bir parçası olarak kabul edilmelidir. O yüzden peygamber, bir ırmak kenarında abdest alınırken üç kere uzuvlarını yıkamakla sorumlu tutulmuştur ve su bol diye suyu fazladan harcamayın, demiştir... Bu ilke, insanın doğadan istifade ederken nasıl bir prensiple hareket etmesini belirlemektedir. 

Kızılderili hayatında da buna uygun davranışlar bulunmaktadır. Kızılderililer, ateş yakacakları zaman ağaçları kafalarına göre değil, kendiliğinden kırılmış, düşmüş ve kurumuş olanları öncelikli olarak toplayıp kullanmayı sonra yeterli gelmezse yine sadece yetecek kadarını almakla kendilerini yükümlü tutmuşlardır. Hatta av zamanı topluluğun yaşamını idame edecek kadarını doyuracak kadar hayvan avlanır ve daha fazlası avlanması yasak kabul edilirdi. İşte maya kültüründe de bunu görebilirsiniz… 

Aslında birçok kültürde doğa ile insan arasında doğru ve ahenkli bir ilişki kurulabilmiştir. Ama modern dönemde bu uyum ortadan kaldırılmıştır. 

Modern dönem, aklı önceleyen bilgiyi eksene alan ve bunlar üzerinden iktidar oluşturan, bu iktidar üzerinden tanrısallığa soyunan ve böylece doğayı sömüren, biçimlendiren, her türlü saldırıyı meşru gören bir tutumu içselleştirmiştir. Modern insan hem insana hem de doğaya tahakküm kurarak varlığın ifsadına neden olmaktadır. Bugün yaşanan sorunların ana kaynağında da bu yatmaktadır. 

Sözün en doğrusunu Allah bilir…


Abdülaziz Tantik, 19.09.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Düşlemek


Sonsuz Ark'ın Notu: Abdülaziz Tantik  Beyefendi'ye, bütün samimiyetiyle yazdığı yazıları bizimle paylaştığı için teşekkür ederiz... Seçkin Deniz, 31.03.2018







Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı