27 Kasım 2017 Pazartesi

SA5231/KY57-AHCZD60: Sûre Sûre Kur'an'da Mü'minlerin Vasıfları 23: Nisâ (71-79)

"Müminler,  Allah’ın kurtuluş reçetemiz olarak gönderdiği Kur’an’a sımsıkı sarılırlar ve içindekileri düşünürler, anlamaya ve hayatlarına taşımaya çalışırlar. Allah’ın kitabından uzak ve gaflet içinde bulunamazlar. 


بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Bizi yaratan ve bize doğru yolu gösteren, kendine imân etme şerefini nasip eden, yediren ve içiren, hastalandığımızda da bize şifa veren, bizim canımızı alacak ve sonra diriltecek olan, hesap gününde, hatalarımızı bağışlayacağını umduğumuz (Şuara, 26/78-82) Âlemlerin Rabbi olan Allah’a sonsuz hamd’ü senâlar olsun. “Üsve-i hasene” olan Resûlü Muhammed Mustafa (sav)’e  salât u selâm olsun.


NİSÂ SURESİNDE MÜ’MİNLERİN VASIFLARI (71-79. Ayetler)[1]

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا خُذُوا حِذْرَكُمْ فَانْفِرُوا ثُبَاتٍ اَوِ انْفِرُوا جَم۪يعاً

“Ey iman edenler! Tedbirinizi alın da savaşa ya ayrı bölükler halinde çıkın veya hep birlikte çıkın.” (Nisâ Suresi,4/71.)

1- Kur’ân mü’minleri daima hazır olmaya ve tetikte bulunmaya teşvik eder. Müslüman, her an kıtâle girebilecek halde olmak zorundadır. Müslümanların “savaş stratejisi” belirlenmiştir. 

Allah’ın kitabı müslümanlara, uygulayacakları ve o zamanki konumları gereği dışarıdan bir çok düşman, içerden de münafıklar ve müttefikler yahudiler arasındaki varlıklarına uygun düşen savaş taktiklerinde bir yönünü çizmektedir. Nisâ 71 ve Enfâl 60. ayetler bize bugün aynı zamanda "Şu kadar asker sayımız var bak biz güçlüyüz" yerine "Şu kadar çok teknolojimiz var bunu dünyada yapan ilk biziz" demeyi de hatırlatmaktadır. Çünkü günümüzün savaşları insan gücünden daha çok teknoloji ile yapılmaktadır. Allah’ın düşmanları ve kendi düşmanlarımızı korkutabilmek ve caydırıcı olabilmek için bu gereklidir.

وَأَعِدُّواْ لَهُم مَّا اسْتَطَعْتُم مِّن قُوَّةٍ وَمِن رِّبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِهِ عَدْوَّ اللّهِ وَعَدُوَّكُمْ وَآخَرِينَ مِن دُونِهِمْ لاَ تَعْلَمُونَهُمُ اللّهُ يَعْلَمُهُمْ وَمَا تُنفِقُواْ مِن شَيْءٍ فِي سَبِيلِ اللّهِ يُوَفَّ إِلَيْكُمْ وَأَنتُمْ لاَ تُظْلَمُونَ

“Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihâd için bağlayıp beslenen atlar hazırlayın, onunla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah’ın bildiği düşman kimseleri korkutursunuz.” (Enfâl,8/60.) 

Hz. Peygamber (s.a.v.), bu hususla ilgili; “Düşmanlarınız için elinizden geldiği, gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayınız.” buyurmuştur.( Müslim, İmâre 167; Ebû Dâvûd, Cihâd 23.)

“Kur’an, bütün insanlar için bir öğüttür; evrensel bir mesajdır.” (Yûsuf, 12/104) Kur’an’ın beyanları ve bizzât kendi ifâdelerinden âlem-şümûl bir tebliğ ve evrensel bir mesajla geldiği açıkça anlaşılan Allah Rasûlünün ümmetinin de  âlem-şümûl görevleri vardır. Sırtında bir büyük emânet vardır. Allah yolunda savaşa katılıp da can verenler,  Kur'an diliyle, "ölümsüz" ilân edilmişlerdir. Bu şehîdlere "ölü" demek hem yanlış hem de yasaktır (Bakara,2/154; Âli İmrân, 3/169).        

İman, bir anlamda Allah uğrunda hayır ve güzellikler için sürekli savaş halinde olmaktır (Tevbe,9/111). Çünkü hayat, Allah yolunda savaşanlarla, bâtıl/karanlık kuvvet olan şeytanî güçler (tâğut) uğruna savaşanların bir çarpışma alanıdır (Nisâ,4/76). Şeytanî güçler/zâlim ve fesatçılar sürekli tetikte ve hazır beklerken, Allah yolunda savaşması gerekenlerin pasifliği seçmesi ihânet olur. Emâneti omuzlayan ve yeryüzünün halîfesi unvanını almış bulunan (Bakara,2/30; Ahzâb,33/72) bir varlığın böyle bir yola gitmesi beklenemez. O, emâneti taşıma uğruna savaşmak zorundadır. Bu yüzden, Kur'an'ın insanına kıtâl/savaş, nefsi onu sevmese de bir güzel kader olarak yazılmıştır (Bakara,2/216). 

Ve Peygamberin görevlerinden biri de büyük emanetin sahibi olan iman adamını kıtâli göğüsleyecek bir coşku içine çekmek ve onu kıtâl ruhuyla diri tutmaktır (Enfâl,8/65).

Allah yolunda savaşı sevmeyen ve onu çirkin görenler bilmelidirler ki zulme karşı mücâdele ve gerektiğinde savaştan kaçış, fitneyi kökleştirir, yani insanlığın dirlik ve düzenini bozar. İşte bu, kıtâlden çok daha beter bir sonuçtur. Yani, fitne, kıtâlden daha kötü ve yıkıcıdır (Bakara,2/119, 217)
Kur'an'ın hedefi sulh ve barıştır. 

 وَالصُّلْحُ خَيْرٌ

"...Sulh daha hayırlıdır." (Nisâ,4/128). 

Düşmanlık ve kötülük, aslında ve temel olarak Allah'ın istemediği, şeytanın arzu ve isteklerinden ibarettir. Dolayısıyla insanlar arasında fesadın, fitnenin, kötülüğün olması, insanların Allah'ın emirlerinin dışına çıkmalarından kaynaklanır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ ادْخُلُواْ فِي السِّلْمِ كَآفَّةً وَلاَ تَتَّبِعُواْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ

"Ey iman edenler! Hep birden silm'e/barışa girin. Şeytana ayak uydurmayın. O sizin apaçık düşmanınızdır." (Bakara,2/208). 

Âyette geçen "silm" kelimesi, hem İslâm, hem de barış anlamına gelmektedir. Ama sulh ve simli koruyabilmek için de Müslüman, her an kıtâle girebilecek halde olmak zorundadır. “Hazır ol cenge eğer ister isen sulh-ü salâh."

Cihâd, Harp ve Kıtal

Arapçada cihâd, harp ve kıtal sözcükleri, savaş anlamında kullanılan kelimelerdendir. “Katele” kökünden türetilen kıtâl, Kur’an-ı Kerim’de doğrudan doğruya silahlı savaş anlamında kullanılmaktadır. (Bakara,2/190.) Cihâd, bir mü’minin, zulmü durdurmak, yeryüzünde Allah sözünü yüceltmek ve Allah inancını yaymak için olanca gücünü sarfetmesidir.

Cihad, Allah’ın insanlığın maslahatını en iyi şekilde karşılayacak ve onların mutlak yararına olacak en son ve en mükemmel iradesi olan İslam’ın insanlara ulaşmasını engelleyen güçlerle Allah yolunda bütün vasıtalarla mücadele etmek ve bu uğurda bütün gayretini sarfetmektir. Savaş bu amaçla bir haklılık ve meşruluk kazanabilir. Bunun dışındakiler ise, insanların birbirini haksız yere katletmesi, boş yere ölmesi, cana ve mala kıyılması, eşyaya zulmetmesi olarak kabul edilir.[2]
İslâm’da savaş ancak şu üç şey için meşru görülmüştür[3].

1-  Nefsi müdafaa:

وَقَاتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ الَّذِينَ يُقَاتِلُونَكُمْ وَلاَ تَعْتَدُواْ إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبِّ الْمُعْتَدِينَ

“Sizinle savaşanlarla siz de savaşın. Aşırı gitmeyin. Doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez.” (Bakara,2/190.) 

Savaştan maksat hâsıl olunca derhal savaşa son verilir, haddi aşmak, haksızlığa sebep olmak câiz değildir. Müslümanlar intikam ve yağma için savaşmazlar. Ama  Müslümanların ‘’Kim size saldırırsa, misilleme olacak kadar siz de ona saldırın.”(Bakara,2/194.) ayeti gereğince, karşı saldırıya geçmişleri ve misilleme hakları mahfuzdur.

Sadece son 20 yıl için de milyonlarca Müslüman her türlü savaş araç gereci hatta açlık silahı ile katledilirken, milyonlarcası mülteci konumuna düşmüşken, milyonlarca Müslümana işkence yapılmışken Müslümanlar neden kendilerini müdafa edememişlerdir?

2- Zulme uğrayanları savunmak ve zâlimlerle mücadele:

وَمَا لَكُمْ لاَ تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاء وَالْوِلْدَانِ الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْ هَذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ أَهْلُهَا وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ وَلِيًّا وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ نَصِيرًا

 “Size ne oluyor da Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden (Mekke’den) çıkar. Katından bize sahip çıkan gönder, katından bize bir yardımcı lütfet diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğruna Allah yolunda savaşmıyorsunuz?”. (Nisâ,4/75.) 

Bu amaçla yapılan savaş, İslâmî olduğu kadar aynı zamanda insânî bir görevdir. Zira bu savaş, zulme uğrayanları zalimlerin pençesinden kurtarılmak ve halk üzerinde Allah Teâla’nın âdil hükümlerini ve rahmetini tatbik etmek için olmaktadır.

Afrika’dan Arakan’a, Suriye, Irak, Yemen, Libya’dan Filistin’e, Afganistan’dan Keşmir ve Türkistan’a, milyonlarca zavallı çocuk, erkek ve kadın uğruna Allah yolunda Müslümanlar niçin savaşmamışlardır?

3- Din hürriyetini savunmak:

وَقَاتِلُوهُمْ حَتَّى لاَ تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدِّينُ كُلُّهُ لِلّه فَإِنِ انتَهَوْاْ فَإِنَّ اللّهَ بِمَا يَعْمَلُونَ بَصِيرٌ

“Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse siz de vazgeçin. Zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.” (Enfâl, 8/39.)

Başta Amerika ve Avrupa olmak üzere, Arakan, Afrika ve Çin’deki Müslümanlara sırf Müslüman oldukları için maddi-manevi eziyet görüp, işkence ve barbarlıkla baskı yapılırken, camilerimiz yakılırken, tesettürlü Müslüman kadınlar saldırılara uğrarken Müslümanlar başta kendi din hürriyetlerini niçin savunamamışlardır?

İslâm dini Müslümanlara, hiçbir kimseye karsı haksızlık yapmamalarını ve başkalarının haksız uygulamaları karsısında da duyarsız kalmamalarını öğütler.  İslâm, haksızlığa, haddi aşmaya, zulme asla izin vermez. (Nahl sûresi,16/90.)  

Savaşta bile muharip olmayan kadınların, çocukların, yaslıların, din adamlarının öldürülmesine cevaz vermez. (Serahsî, el-Mebsût, X, 4-6; İbn Kudâme, el-Mugnî, XIII, 66.)

Müslümanlar açısından, savaş açma yöntemi usûle bağlanmış ve savaş hukuku (yaslıların, kadınların öldürülmemesi, fidye uygulamaları, anlaşmalara sadakat, elçilerin dokunulmazlıkları) belirlenmiştir. (Serahsî, Şerhu’s-Siyeri’l-kebîr, IV, 1415; Sahnûn, Müdevvenetü’l-kübrâ, II, 6 vd.)

İslam, ancak haklı bir savaşı meşru görmüştür. Savaş, toplum varlığını korumayı amaçlayan savunma (Bakara, 2/190), anlaşmanın bozulması (Tevbe,9/13), Müslümanların siyasal varlığı demek olan devletin egemenliğini koruma ve insanın varlığına ve inançlarına baskı ve işkenceyi ortadan kaldırma (Bakara,2/193; Nisâ,4/75-76) nedenleri dışında meşru görülmemiştir. Diğer bir ifadeyle savaş “Allah’ın dinini aziz tutmak ve insanlardan fesadı savmak için farz kılınmıştır.( el-Lubâb fî şerhi’l-kitâb, IV/114.) Kâsânî’nin ifade ettiği gibi savaş, (cihad) bizzat amaç olarak (ayın) değil İslam’a davet için farz kılınmıştır. (Bedâiu’s-senâi’, VII/100.) Yani savaş (cihad) emri araçsal (vesâil) bir farzdır. Bu araçsal farz ancak meşru amaç ve uygun yöntemlerle gerçekleştirilebilir.[4]

"Rasûlullah'a: "Hangi iş daha hayırlıdır?" diye soruldu. " Allah'a ve Peygamberine îmân etmektir. " dedi. "Sonra hangisi faziletlidir, denildi: Allah yolunda cihâddır" cevabım verdi sonra "hangisidir?" sorusuna karşı da:"Makbûl olan hac'dır, " buyurdu" (Buhâri, İman, 18,H.No:1428.)[5]

Savaş halinde sorgulanması gereken öldürme fiilinin kendisi değil; haklılık ve kullanılan yöntemin sivilleri (masum) kapsayıp kapsamadığıdır. Yanı savaşın haklılığı ve yöntemin meşruiyeti üzerinde durulmalıdır. İslâm, sadece şan, şöhret ve servet elde etmek için yapılacak saldırıları da reddeder. Kur’an-ı Kerim’de cihâd, kıtâl (savaş) lafızlarının geçtiği yerlerde, devamlı “fi sebilillâh” (Allah yolunda) kaydının bulunması, son derece dikkat çekicidir.

إِنَّ اللّهَ اشْتَرَى مِنَ الْمُؤْمِنِينَ أَنفُسَهُمْ وَأَمْوَالَهُم بِأَنَّ لَهُمُ الجَنَّةَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ وَعْداً عَلَيْهِ حَقّاً فِي التَّوْرَاةِ وَالإِنجِيلِ وَالْقُرْآنِ وَمَنْ أَوْفَى بِعَهْدِهِ مِنَ اللّهِ فَاسْتَبْشِرُواْ بِبَيْعِكُمُ الَّذِي بَايَعْتُم بِهِ وَذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ

"Allah Teâlâ, Cennet'e karşılık müminlerin canlarını ve mallarını satın aldı. Onlar Allah yolunda savaşırlar. Savaş meydanında şehît ve gazi olurlar. Allah'ın bu öyle bir vâdidir ki, Tevrat'ta da, İncil'de de, Kur'an'da da sabittir. Kim Allah'tan daha çok vadini yerine getirir? Yaptığınız bu hayırlı alış verişten dolayı sevinin. İşte büyük kurtuluş budur." (Tevbe, 9/111)

Hz. Peygamber’e farklı zamanlarda cesaretini göstermek, kavmine destek vermek, insanlara gösteriş yapmak, namını duyurmak, ganimet elde etmek veya bir kavime karşı öfke taşıdığı için savaşmak isteyen kişilerin durumu sorulduğunda Hz. Peygamberin ortak cevabı, “Kim Allah’ın sözü en yüce olsun diye savaşırsa, o Allah’ın yolundadır” (Buhârî, İlm, 45, Tevhîd, 28, Cihâd, 25) şeklinde olmuştur. Yine Hz. Peygamber, kabile asabiyeti ile yapılan savaşları “cahiliye savaşı” (Müslim, İmâra, 13.) olarak nitelemiştir. Bu şekilde maddî veya manevî sömürü ve hâkimiyet veya kişisel itibar beklentisi için yapılan savaşın meşru olmadığını ifade etmiştir.” (Mehmet Birsin, a.g.m., , s.164-165.)
---
وَاِنَّ مِنْكُمْ لَمَنْ لَيُبَطِّئَنَّۚ فَاِنْ اَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةٌ قَالَ قَدْ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيَّ اِذْ لَمْ اَكُنْ مَعَهُمْ شَه۪يداً
وَلَئِنْ اَصَابَكُمْ فَضْلٌ مِنَ اللّٰهِ لَيَقُولَنَّ كَاَنْ لَمْ تَكُنْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُ مَوَدَّةٌ يَا لَيْتَن۪ي كُنْتُ مَعَهُمْ فَاَفُوزَ فَوْزاً عَظ۪يماً

﴾72﴿  “İçinizden bazıları vardır ki, pek ağırdan alır. Eğer başınıza bir felâket gelirse, "Allah yüzüme baktı da onlarla beraber bulunmadım" der.” (Nisâ Suresi,4/72.)

﴾73﴿ “Eğer Allah’tan size bir lutuf erişirse, sanki sizinle onun arasında bir yakınlık olmamış gibi, "Keşke onlarla beraber olup ben de büyük bir kazanç elde etseydim" der.” (Nisâ Suresi,4/73.)

Müminler savaşa çağrıldığında ölüm korkusu ile ağırdan alanların, mağlûbiyet olursa “Allah yüzüme baktı da onlarla beraber bulunmadım” diye içten içe sevinenlerin, zafer ve ganimet elde edilirse “Keşke onlarla beraber olsaydım...” diye dövünen ve renkten renge giren münafıklar  noktasında Müslümanlar tekrar bilgilendirilmektedir. Meşhur deyimiyle “değneği ortasından tutmak” için niyetlerini de açıklamazlar. Onlarca yıllık izzetsiz ve şerefsiz bir yaşamı izzetle dolu bir şehâdete tercih ederler.  Ayet bize münafıkların en iyi tanınabilecekleri özelliklerini haber vermektedir.
Cihaddan kaçışlarını ve imtihandan kurtuluşlarını bir nimet sayarlar. Bu ağır davrananlar sadece tehlike karşısında kendi cesaretini yitirmekle kalmaz, diğerlerini de cihaddan döndürmek ve vazgeçirmek için korkuturlar. Münafık tehlikeli bir türdür. Müslüman toplumun bunlara karşı çok daha dikkatli ve uyanık olması gerekmektedir.
---
فَلْيُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ يَشْرُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا بِالْاٰخِرَةِۜ وَمَنْ يُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَيُقْتَلْ اَوْ يَغْلِبْ فَسَوْفَ نُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً

“O halde, dünya hayatını âhiret karşılığında satanlar Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.” (Nisâ Suresi,4/74.)

الَّذِينَ آمَنُواْ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالَّذِينَ كَفَرُواْ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ الطَّاغُوتِ فَقَاتِلُواْ أَوْلِيَاء الشَّيْطَانِ إِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَعِيفًا

“İman edenler, Allah yolunda savaşırlar. İnkâr edenler de tâğût yolunda savaşırlar. O hâlde, siz şeytanın dostlarına karşı savaşın. Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır.” (Nisâ Suresi,4/76.)

1- Sadece, Allah'ı razı etmekten başka düşünceleri olmayan, Allah'a ve ahiret gününe tam anlamıyla iman eden ve bu nedenle bu dünyanın bütün zevk ve çıkarlarını Rablerini razı etmek için feda edebilecek olan Mü’minler Allah yolunda savaşırlar. Münafıklar ve İnkâr edenler de tâğût yolunda savaşırlar. Mü’minler dünya hayatını âhiret karşılığında satan kimselerdir. (Nisâ,4/74.) Münafıklar ve İnkâr edenler ise ahireti bırakıp dünya hayatını satın almış kimselerdir. (Bakara,2/86) Mü’min dünyevi menfaat için ne kendini ne de mukaddeslerini satar. Zira insanın ve mukaddeslerin hiç bir dünyevi karşılığı yoktur. İnsanın müşterisi sadece Allah, bedeli ise cennettir.

Ölçüsünde, tercihinde, değerlendirmesinde Allah rızâsı ve âhiret menfaati ağır basan, âhiretini dünyasına değil, dünyasını –gerektiğinde– âhiretine feda eden ve sadece Allah yolunda savaşan müminler için şöyle buyrulmuştur:

إِنَّ اللّهَ اشْتَرَى مِنَ الْمُؤْمِنِينَ أَنفُسَهُمْ وَأَمْوَالَهُم بِأَنَّ لَهُمُ الجَنَّةَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ

 “Allah mü’minlerin canlarını ve mallarını kendilerine cennet verilmesi karşılığında satın almıştır.” (Tevbe, 9/111)  

Müminler, bu dünyada "başarılı" olmasalar da, amellerinin ahiret'de boşa çıkmayacağından emindirler. O halde sadece bu dünyada kazanacakları fayda ve çıkarlara önem verenler Allah yolunda yürüyemezler.

Dünyalık elde etmek ya da izzetsiz bir şekilde yaşayabilmek için ahireti satmak da böyledir. Bugünkü üç kuruş için yarınki milyonlardan, ebedî hayattan vazgeçmek tam bir ahmaklıktır.

إِنَّ هَؤُلَاء يُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ وَيَذَرُونَ وَرَاءهُمْ يَوْمًا ثَقِيلًا

“Doğrusu şu kâfirler, geçici dünya hayatını seviyorlar da geleceği kesin olan çetin günü göz ardı ediyorlar.” (İnsan,76/27)

أُولَئِكَ الَّذِينَ اشْتَرَوُاْ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا بِالآَخِرَةِ فَلاَ يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلاَ هُمْ يُنصَرُونَ

 “İşte onlar öyle kimselerdir ki, ahireti bırakıp dünya hayatını satın almışlardır. Bu yüzden azapları hafifletilmez ve onlara hiç yardım edilmez.” (Bakara,2/86) “Böylece Allah onların amellerini bir pişmanlık kaynağı olarak gösterecektir.” (Bakara,2/167) Halbuki,

كَاَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَهَا لَمْ يَلْبَثُوا اِلَّا عَشِيَّةً اَوْ ضُحٰیهَا

“Kıyâmet gününü gördüklerinde, (dünyada) sadece bir akşam vakti ya da kuşluk zamanı kadar kaldıklarını sanırlar.” (Nâziât, 79/46)

Hayatını inkâr ve nifâkla geçirenler ölüm ânında fayda vermeyen bir pişmanlığa dûçâr olacaktır. Cenâb-ı Hak buyurur:

وَجَاءتْ سَكْرَةُ الْمَوْتِ بِالْحَقِّ ذَلِكَ مَا كُنتَ مِنْهُ تَحِيدُ وَنُفِخَ فِي الصُّورِ ذَلِكَ يَوْمُ الْوَعِيدِ

“Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de; «İşte (ey insan!) Bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir!» denir. Sûr’a üfürülür; işte bu, geleceği vâdedilen gündür.” (Kāf,50/19-20.)
---
وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ اَهْلُهَاۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِياًّۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَص۪يراًۜ

“Size ne oldu da Allah yolunda ve "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!" diyen çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?” (Nisâ Suresi,4/75.)

Savaşla ilgili âyetlere bakıldığında İslâm’ın, ancak zulmü, din yüzünden baskıyı ve haksız saldırıyı ortadan kaldırmak için buna izin verdiği görülmektedir. Bu âyetlerden burada gördüğümüz ikisi, savaşın iki önemli amacını ortaya koymaktadır: a) Allah rızâsını elde etmek, b) Zulmü engelleyip adaleti sağlamak. “Allah rızâsı” da fayda bakımından kullara dönmektedir. Allah Teâlâ’nın hiçbir şeye ihtiyacı bulunmadığından, O’nun rızâsı için savaşmak, kullarının yararı, din ve vicdan hürriyetinin temini için savaşmaktır. Allah mutlak âdil olduğu ve zerre kadar zulme razı olmadığından “Allah rızâsı için savaşmak” adalet, hukuk ve hakkaniyet uğrunda savaşmaktır. Allah’a ve hak dine inanmayanların da bir tanrıları, baş eğdikleri, itaat ettikleri –maddî, mânevî– bir önderleri olacaktır. Bu önderler Kur’an’a göre tâguttur, şeytanlardır. Bunlara tâbi olanların savaş amaçları ise hukuk ve adaletin gerçekleşmesi değil, egoizmin tatminidir, zulüm, baskı ve sömürüdür. (Kur'an Yolu Tefsiri, II/95-96.)

Bunun yanında bazı müslümanlarda sefere karşı bir isteksizlik ve durgunluk görüldüğünden Allah Teâlâ müminleri uyarmıştır:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ مَا لَكُمْ إِذَا قِيلَ لَكُمُ انفِرُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ اثَّاقَلْتُمْ إِلَى الأَرْضِ أَرَضِيتُم بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا مِنَ الآخِرَةِ فَمَا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فِي الآخِرَةِ إِلاَّ قَلِيلٌ

“Ey iman edenler! Size ne oldu ki, ‘Allah yolunda seferber olunuz’ denilince yerinize yığılıp kaldınız; yoksa âhiretten vazgeçip dünya hayatına mı razı oldunuz? Fakat dünya hayatının nimetleri âhiret saadetinin yanında pek az bir şeydir. Eğer seferber olmazsanız Allah sizi acıklı bir azapla cezalandırır ve yerinize başka bir kavim getirir de siz Peygamber’e hiçbir şekilde zarar veremezsiniz. Allah her şeye kādirdir. Eğer siz Peygamber’e yardım etmezseniz Allah ona yardım eder” (et-Tevbe 9/38-40).

Afrika’dan Arakan’a, Suriye, Irak, Yemen, Libya’dan Filistin’e, Afganistan’dan Keşmir ve Türkistan’a, milyonlarca zavallı çocuk, erkek ve kadın uğruna Allah yolunda Müslümanlar niçin savaşmamışlar, yere yığılıp dünyaya razı olmuşlardır? Oysa yüce Rabbimiz “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin.” demişti (Âli İmrân,3/103.)[6] Sonra da “Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun.” Diye uyarmıştı. (Enfâl,8/46.)[7]

Oysa başarının altın kuralları, bütün müminlere hitap eden Enfâl 46. ve Nisâ 60. âyette şöyle sıralanmıştı: Harekette sebât ve istikrâr, Allah’ı devamlı anmak ve asla unutmamak, Allah ve resulüne itaat, birlik ve beraberliği korumak, düşmana karşı caydırıcı güç edinmek, başarının gerektirdiği kadar hazırlıklı ve sabırlı olmak. 

Allah’a karşı gereği gibi saygılı olmak ve müslüman olarak ölebilmek için Allah’ın ipine toptan yapışarak tevhid inancında birleşmek, ayrılıktan uzak durmak ve hayatın sonuna kadar imanı korumak gerekir. Müslümanlar olarak, tevhîdi ve Allah’ın bir nimeti olan vahdetini -Müslümanların birliğini- (Âli İmrân,3/103.) koruyamayıp parçalanıp bölününce, gevşeyip gücümüz, izzetimiz ve devletlerimiz gitti. Birliğin rahmet, ayrılığın azap olduğunu unuttular.  

Oysa, bu ümmete doğru yolu tüm genişliği, kucaklayıcılığı, düzlüğü ve rahatlığıyla getirip tanıtmış olan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: “Birlik ve dirlik içinde yaşıyorlarken Müslümanların işlerini ve gidişlerini bölmek, parçalamak isteyenlerin, kim olurlarsa olsunlar, boyunlarını vurun!” (Müslim, İmare 59, 69; Ebû Dâvud, Sünnet, 27. (hds no: 4762); Nesai, Tahrim 6; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Iv, 261, 341; V, 23) buyurmuştur. Böylece Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, temel konularda bir ve beraberken, detayda, teferruatta biraz farklılık yüzünden Müslümanları esasta da ayrılığa sevk etmek isteyeceklerin ne büyük bir cinâyet işlemiş olacaklarını tüm açıklığıyla duyurmuştur.

Müslümanların birliğini koruyamayıp parçalanıp bölününce, gevşeyip gücümüz gidince, milyonlarca zavallı çocuk, erkek ve kadın uğruna Allah yolunda savaşmaya ne azmimiz ne de gücümüz kaldı. “Müslüman maktülleri sayma enstitüsü” olan Birleşmiş Milletler ile birlikte hunharca katledilen Müslümanların sayısını birlikte saymaya başladılar. Hatta daha ileri giderek İslam’a ve Müslümanlara aleni düşmanlık yapan ve milyonlarca Müslümanın katili olanlardan yardım ummaya ve medet beklemeye başladılar.

Hâlbuki yapılacak iş, dinlerini parça parça edenler gibi, ümmet bünyesinde tefrikayı (Hakkı tekeline almak, kendinden olmayanı bâtıl görmek, grupçuluk, parselcilik ve kendini beğenmişlik) çoğaltıp ayrılık unsuru olmak değil, sırât-ı müstakîm üzere olmak, ifrat ve tefritten uzak kalmayı başarmak, Allah’ın ipi olan Kur’an’a sımsıkı sarılmak, Allah’ın elçisi Muhammed Mustafa (sav) ‘i en güzel örnek kabul etmek, âdil olmak, merhameti kaybetmemek, vahdeti arayıp birliği gerçekleştirmek ve böylece tevhit inancını birlik/vahdet toplumu olarak görünür ve yaşanır kılmaya çalışmaktan ibarettir. Ancak bundan sonra düşman için gerekli maddi ve manevi hazırlık yapıldıktan sonra milyonlarca Müslümana karşı olan sorumluklarını yerine getirebilirler.
---
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ ق۪يلَ لَهُمْ كُفُّٓوا اَيْدِيَكُمْ وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَۚ فَلَمَّا كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْهُمْ يَخْشَوْنَ النَّاسَ كَخَشْيَةِ اللّٰهِ اَوْ اَشَدَّ خَشْيَةًۚ وَقَالُوا رَبَّنَا لِمَ كَتَبْتَ عَلَيْنَا الْقِتَالَۚ لَوْلَٓا اَخَّرْتَنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۜ قُلْ مَتَاعُ الدُّنْيَا قَل۪يلٌۚ وَالْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِمَنِ اتَّقٰى وَلَا تُظْلَمُونَ فَت۪يلاً

 “Kendilerine, "Elinizi savaştan çekin, namazı kılın ve zekâtı verin" denilen kimseleri görmedin mi? Sonra onlara savaş farz kılınınca bir de gördün ki, içlerinden bir grup Allah’tan korkar gibi, hatta daha fazla bir korkuyla insanlardan korkuyorlar da, "Rabbimiz! Savaşı bize niçin yazdın, bizi yakın bir süreye kadar geri bıraksan olmaz mıydı?" diyorlar. Onlara de ki: "Dünya menfaati önemsizdir, Allah’tan korkanlar için âhiret daha hayırlıdır ve size zerre kadar haksızlık edilmez.” (Nisâ Suresi,4/77.)

2- Savaştan ve ölümden korkmanın, doğru düşünen ve iman şuuru içinde yaşayan bir müminin işi olmadığı hatırlatılmaktadır. Mü’minler iman ederler ki, “dünya menfaati önemsizdir, Allah’tan korkanlar için âhiret daha hayırlıdır.” Allah’ın elçisi Muhammed Mustafa (sav) “korkaklıktan” Allah’a sığınmıştır. (Buhârî, Cihâd 25, Daavât 37, 41, 44) Mü’minler sadece Allah’tan korkarlar ve O’nun dışında hiçbir şeyden korkmazlar. Tıpkı sadece Allah’a kul olup başka hiç bir şeye kul olamayacakları gibi.  Âyete göre  kimseye haksızlık edilmeyecek, herkes ettiğinin karşılığını görecektir.

Kur’ân-ı Kerîmde Allah korkusunun îmanın gereği olduğu da bildirilmiştir:

إِنَّمَا ذَلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءهُ فَلاَ تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ

“Eğer îman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın benden korkun.” (Âl-i İmrân, 3/175.)

أَلَيْسَ اللَّهُ بِكَافٍ عَبْدَهُ وَيُخَوِّفُونَكَ بِالَّذِينَ مِن دُونِهِ وَمَن يُضْلِلِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ

“Allah kuluna kafi değil midir? Seni O’ndan başkalarıyla korkutuyorlar. Allah kimi yoldan saptırırsa artık onu doğru yola getiren olmaz”(Zümer,39/36)

الَّذِينَ يُبَلِّغُونَ رِسَالَاتِ اللَّهِ وَيَخْشَوْنَهُ وَلَا يَخْشَوْنَ أَحَدًا إِلَّا اللَّهَ وَكَفَى بِاللَّهِ حَسِيبًا

“O Peygamberler ki! Allah’ın gönderdiği emirleri duyururlar, Allah’tan korkarlar ve O’ndan başka kimseden korkmazlar” (Ahzâb,33/39.)

Allah’tan korkmak, hem Hz. Muhammed’in ümmetine hem de diğer ilâhî din mensuplarına emredilmiştir:

وَلَقَدْ وَصَّيْنَا الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ مِن قَبْلِكُمْ وَإِيَّاكُمْ أَنِ اتَّقُواْ اللّهَ

 “Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Sizden önce kendilerine kitap verilenlere ve size, Allah’tan korkun diye emrettik.” (Nisâ, 4/131)

Allah, kendisinin dışında hiçbir şeyden korkulmamasını, başka şeylere karşı korkusuz olmayı istemektedir.

وَلَهُ مَا فِي الْسَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَلَهُ الدِّينُ وَاصِبًا أَفَغَيْرَ اللّهِ تَتَّقُونَ

“Göklerde ve yerde ne varsa, O’nundur, din de yalnız O’nundur. O halde Allah’tan başkasından mı korkuyorsunuz? Nimet olarak size ulaşan ne varsa Allah’tandır. Sonra size zarar dokunduğu zaman da yalnız O’na yalvarırsınız.”( Nahl, 16/52-53.)

Mü’minler, Allah’ı tanıdığı için sayar ve O’ndan korkarlar. O’nun dışındaki şeyler konusunda ise korkusuz olurlar.

أَلا إِنَّ أَوْلِيَاء اللّهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ الَّذِينَ آمَنُواْ وَكَانُواْ يَتَّقُونَ

“Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyecekler de, dünya hayatında da âhirette de onlara müjde vardır.”( Yunus, 10/62-64) 

Allah’ı tanımayıp Şeytanın peşinden gidenler ise Allah’ın değil Şeytanın etki alanına girmişlerdir:

إِنَّمَا ذَلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءهُ فَلاَ تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ

“İşte o Şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur.”( Âl-i İmrân, 3/175.)

Yâ Rabbi! Bizleri, küfür, şirk, nifâk ve fâsıklıktan,  Kur’an’dan uzak kalmaktan, Allah’ın elçisi Muhammed Mustafa (sav)i tanıyamamak ve anlayamamaktan, kula kul olmaktan, merde ve nâmerde muhtaç olmaktan, izzetsizlikten, düşmanın karşısında rezil olmaktan, korkaklıktan, âcizlikten, tembellikten ve parçalanıp bölünmekten Sen muhâfaza eyle!
---
اَيْنَ مَا تَكُونُوا يُدْرِكْكُمُ الْمَوْتُ وَلَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُرُوجٍ مُشَيَّدَةٍۜ وَاِنْ تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۚ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِكَۜ قُلْ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ فَمَا لِ‌هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الْقَوْمِ لَا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ حَد۪يثاً
مَٓا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِۘ وَمَٓا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَۜ وَاَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولاًۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً

“Nerede olursanız olun ölüm sizi yakalar; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile! Kendilerine bir iyilik dokunsa "Bu Allah’tan" derler, başlarına bir kötülük gelince de "Bu senden" derler. "Hepsi Allah’tandır" de. Ne oldu bu adamlara ki bir türlü sözü anlayamıyorlar!” (Nisâ Suresi,4/78.)

“Sana gelen iyilik Allah’tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir. Seni insanlara elçi gönderdik; şahit olarak da Allah yeter.” (Nisâ Suresi,4/79.)

Mü’minlere  “İyiliğin Allah’tan, kötülüğün insandan olduğu” (Nisâ,4/78.) haber verilmiştir. Evrende meydana gelen herşeyin, insanların başına gelen tüm olayların ve insanlardan kaynaklanan tüm hareketlerin ilk ve tek yaratıcısı yüce Allah’tır.

“Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez ama insanlar kendilerine zulmederler”(Yunus,10/44.) [8] ve karada-denizde insanlar kendi elleri ile yaptıklarının acı sonuçlarıyla yüz yüze gelir. (Rûm,30/41.) [9]

Allah, üzerlerine savaş farz kılınınca, onların; Allah’tan korkar gibi ya da bundan bile daha fazla insanlardan korkan bir grubu `Ey rabbimiz niye üzerimize savaşmayı farz kıldın bize biraz daha mühlet tanısaydın olmaz mıydı?’ diyenleri bildirdikten sonra cihâd kaçkınlarına ise “Nerede olursanız olun, surlarla tahkim edilmiş kalelerin içinde bile olsanız, ölüm sizi bulur…” demektedir.

  -وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً- “Şâhit olarak Allah yeter.” (Fetih,48/28; İsrâ,17/96; Nisâ,4/79,166; Ra’d,13/43.)

   - وَكَفَى بِاللَّهِ حَسِيبًا-“Hesap görücü olarak ta Allah yeter.” (Ahzâb,33/39.)

Daha ziyade yahudiler işleri iyi gittiğinde, sağlık, kazanç ve ürünleri iyi olduğunda –kendilerini Allah’ın seçkin kulları olarak gördükleri için– “bu Allah’tan” diyorlar, işler ters giderse bunu da –hâşâ– Hz. Peygamber’in uğursuzluğuna bağlıyor, onun yüzünden böyle olduğunu ileri sürüyorlardı. Ayette insanlar (münafıklar ve zayıf imanlı veya henüz imani düşünceleri olgunlaşmamış ve inancın işaretleri kalplerinde ve akıllarında iyice açığa kavuşmamış), Hz. Peygamber'e (s.a) karşı takındıkları tavır hakkında uyarılıyorlar. Ne zaman başarı ve zafer elde etseler, bunu hemen Allah'a bağlıyor ve Allah'ın onlara Hz. Peygamber'i (s.a) aracılığı ile lütfettiğini unutuyorlardı. Fakat ne zaman kendi hata ve zayıflıkları nedeniyle bir yenilgi ve başarısızlıkla karşılaşsalar Hz. Peygamber'i (s.a) suçluyor ve sorumluluğu kendi üstlerinden atıyorlardı.

Bugün de insanın en kolay yaptığı şeylerden birisi budur. İyi ya da başarıyı sahiplenmek hatta üzerine çökmek; kötü ve yanlışın suçunu ise ilk etapta hemen başkalarının üzerine atmak ve rahatlamak…



<<Önceki                     Sonraki>>


Ahmet Hocazâde, 27.11.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Muhâfız ya da Muârız'a dair

Ahmet Hocazâde Yazıları



[1] Bu çalışmada Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Meal ve Tefsir çalışması kaynak olarak alınmış olup, zaman zaman açıklamalarla zenginleştirme yoluna gidilmiştir.
[2] Muhammed Hamidullah, İslâm’da Devlet İdaresi, Terc. Kemal Kuşçu, İstanbul 1963, s. 260; Ahmet Yaman, İslâm Hukukunda Savaş, s. 49.
[3] Ahmet Akıncı, İslâm Hukukuna Göre Savaşta Uyulacak Kurallar, Danışman: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Bursa 2007, Yüksek Lisans Tezi, s.18.
[4] Mehmet BİRSİN, İslam Devletler Hukukunda Savaş Esirlerine Uygulanan Yaptırımların Analizi, s.164-165.
[5] عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ ، قَالَ : " سُئِلَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، أَيُّ الْأَعْمَالِ أَفْضَلُ ؟ قَالَ : إِيمَانٌ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ ، قِيلَ : ثُمَّ مَاذَا ؟ ، قَالَ : جِهَادٌ فِي سَبِيلِ اللَّهِ ، قِيلَ : ثُمَّ مَاذَا ؟ ، قَالَ : حَجٌّ مَبْرُورٌ.البخاري،.

[6] وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ 
[7] وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَنَازَعُواْ فَتَفْشَلُواْ وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ وَاصْبِرُواْ إِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ
[8] إِنَّ اللّهَ لاَ يَظْلِمُ النَّاسَ شَيْئًا وَلَكِنَّ النَّاسَ أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
[9] ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ أَيْدِي النَّاسِ لِيُذِيقَهُم بَعْضَ الَّذِي عَمِلُوا لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ



Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz

Seçkin Deniz Twitter Akışı