24 Kasım 2017 Cuma

SA5215/KY57-AHCZD59: Sûre Sûre Kur'an'da Mü'minlerin Vasıfları 22: Nisâ (51-70)

"Müminler,  Allah’ın kurtuluş reçetemiz olarak gönderdiği Kur’an’a sımsıkı sarılırlar ve içindekileri düşünürler, anlamaya ve hayatlarına taşımaya çalışırlar. Allah’ın kitabından uzak ve gaflet içinde bulunamazlar. 


بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Bizi yaratan ve bize doğru yolu gösteren, kendine imân etme şerefini nasip eden, yediren ve içiren, hastalandığımızda da bize şifa veren, bizim canımızı alacak ve sonra diriltecek olan, hesap gününde, hatalarımızı bağışlayacağını umduğumuz (Şuara, 26/78-82) Âlemlerin Rabbi olan Allah’a sonsuz hamd’ü senâlar olsun. “Üsve-i hasene” olan Resûlü Muhammed Mustafa (sav)’e  salât u selâm olsun.


NİSÂ SURESİNDE MÜ’MİNLERİN VASIFLARI (51-70. Ayetler)[1]

 اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يباً مِنَ الْكِتَابِ يُؤْمِنُونَ بِالْجِبْتِ وَالطَّاغُوتِ وَيَقُولُونَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَهْدٰى مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا سَب۪يلاً

“Kendilerine kitaptan nasip verilenleri görmedin mi? Cipte (putlara) ve tâğuta (bâtıla) iman ediyorlar, sonra da kâfirler için "Bunlar Allah’a iman edenlerden daha doğru yoldadır" diyorlar.” (Nisâ Suresi, 4/51.)

“(Yahudiler) Allah’ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (hıristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh’i (İsa’yı) rabler edindiler. Halbuki onlara ancak tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu. O’ndan başka tanrı yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır.” (Tevbe,9/ 31)

“Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğût’a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğût’un önünde muhâkemeleşmek istiyorlar. Hâlbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.” (Nisa, 4/60)

1- Nisa 51. ayetin bize haber verdiği şey, vahyin indiği dönemde Yahudilerin İslâm aleyhine, şirk lehine hüküm verip değerlendirme yaptıkları, şirkin İslâm’dan daha hayırlı olduğunu söylediklari, hatta müşriklerin isteği üzerine putlara (cibt) secde ettikleridir. Bugün de Siyonizm İslam düşmanı ne kadar kafir, müşrik, fasık, bâtıl var ise onlarla anlaşma yapmak sureti ile bu din ile ve bu dinin sahibi olan Allah ile savaşmaktadır. 

Benzer bir ilişki ağını Körfez Arap ülkelerinde Başta BAE, Suud’da görmekteyiz. Onlarda Siyonist, kominist, ateist, Şii’lerden daha tehlikeli ve terörist olarak yaftaladıkları Müslümanları başta Gazze, Mısır, Türkiye olmak üzere her türlü yapı ile (kafir, müşrik, fasık,Siyonist,  bâtıl) ortaklık hatta dostluk ilişkisi kurarak savaşma yoluna girmişlerdir. Aynı ayette olduğu gibi BAE ve Suud’dan bir çok kişi bugün Gazze, Mısır ve Türkiye’deki Müslümanlar için “kafirler bunlardan doğru yoldadır”  şeklinde düşünmektedir.

Kendi kendilerini aklayan ve yüce Allah’ın sevdikleri olmakla övünen yahudiler, kendilerine yakıştırdıkları bu asılsız konuma ters düşecek şekilde batıla ve putperestliğe uyuyorlar. Yani hem tahrif ettikleri dinleri ile Allah’a ihanet ediyorlar hem de kafir ve müşrikleri, iman eden Müslümanlara tercih etmek ve karalamak sureti ile ikinci büyük bir cürüm işliyorlar.

Kur’ân-ı Kerîm’de tuğyan kavramı otuz dokuz yerde geçer; tâgūt ismi sekiz âyette yer alır. (Bkz. Zümer Sûresi, 39/17; Nahl Sûresi, 16/36; Bakara Sûresi, 2/256, 257; Nisa Sûresi, 4/51, 60, 76;Maide Sûresi, 5/60)

Kur’an bize, tâğûta kul olanın Allah’a tam anlamı ile kul olamayacağını (Zümer Sûresi, 39/17),  tâğûta kulluktan kaçınıp, Allah’a kul olanlara çok büyük mükâfatlar verileceği (Zümer,39/17),  peygamberlerin ortak vazifesinin insanları tâğûta kulluktan sakındırıp, Allah’a kul olmaya davet etmeleri olduğundan (Nahl, 16/36), tâğûtu inkar etmenin sağlam imana insanı taşıdığından (Bakara, 2/256),  tâğûtların ortak paydasının “insanları haktan saptırmak” olduğundan (Nisa, 4/51), iman edenlerin Allah yolunda, inkâr edenlerin tâğût yolunda savaşacaklarından (Nisa, 4/76), tâğûta inanmanın insanı nasıl aşağıların aşağısı kıldığı gerçeğinden (Maide, 5/60) bahseder.

Tâğut[2]; Vahye dayanmayan, İslam'la ilgisi olmayan, ona zıt olan her türlü düşünce, fikir, adet ve meşru olmayan alışkanlıkları gösterir. Bir diğer ifade ile; insanın, Allah'ın koymuş olduğu sı­nırlan aşarak tabi olduğu, boyun eğdiği veya ibadet ettiği her varlığa tâğut denir. Kısaca tâğut, hakkı tanımayıp azan, sapan ve saptıran her kişi, sistem ve güç odağı demektir. “Tuğyan" ise, "isyan ve günahta sınır tanımamak, azmak, saldırmak demektir. Diğer bir ifade ile, "Allah'ın koyduğu sınırlara önem vermemek ve onları çiğnemektir.”  

وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِي كُلِّ أُمَّةٍ رَّسُولاً أَنِ اعْبُدُواْ اللّهَ وَاجْتَنِبُواْ الطَّاغُوتَ فَمِنْهُم مَّنْ هَدَى اللّهُ وَمِنْهُم مَّنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلالَةُ فَسِيرُواْ فِي الأَرْضِ فَانظُرُواْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ

Ayette de şöyle buyrulmaktadır: “Andolsun ki biz, ‘Al­lah’a kulluk edin ve Tâğut’tan sakının.’ diye emretmeleri için her ümmete bir peygam­ber gönderdik.” (Nahl, 16/ 36)

Aziz Kitabımız Kur’an bize Peygamberlerin iki temel gö­revinden bahseder: 1. Tevhid çağrısı  2. Tâğuttan sakınma dâvetidir. Bu görev aynı zamanda bütün Müslümanların temel görevidir.
Tevhidi ve ilahi vahyi koruyamayan diğer dinlerin hali ortada. Eğer Müslümanlarda tevhidi ve ilahi vahyi koruyamaz –ki koruduğumuz da söylenemez-, tâğutu inkar edemezse, vahdeti de kaybedip çok daha büyük kaosların içine girecektir.

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَعَنَهُمُ اللّٰهُۜ وَمَنْ يَلْعَنِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ نَص۪يراًۜ

“Bunlar Allah’ın lânetlediği kimselerdir. Allah’ın rahmetinden uzaklaştırdığı kimseye yardımcı bulamazsın.” (Nisâ Suresi,4/52.)

2- Yahudi bilginleri İslâm'a karşı çıkmakta o kadar ileri gitmişlerdi ki, Hz. Peygamber'e (s.a) inananları müşrik Araplardan bile daha sapık olarak kabul ediyorlardı. İşte bu sapmış, gazaba uğramış, İslam’a ve Müslümanlara düşmanlık yapanlar,  Allah’ın lanetlediği kimselerdir.

اَمْ لَهُمْ نَص۪يبٌ مِنَ الْمُلْكِ فَاِذاً لَا يُؤْتُونَ النَّاسَ نَق۪يراًۙ

“Yoksa onların mülkten bir nasipleri mi var? Öyle olsaydı insanlara zerre miktarı bir şey vermezlerdi.” (Nisâ Suresi,4/53.)

3- Yani, "Onlara ilâhî otoriteden bir pay mı verilmiş, ki onlar, kim doğru yolda kim sapık yolda diye karar vermeye kalkışıyorlar? Kendileri sapmış, lanetlenmiş olanlar nasıl kimin doğru yolda kimin sapmış olacağına karar verir?

Bugün de böyle değil midir? Milyonlarca insanın katili, insanlığın baş düşmanları  olan Amerika, Rusya, İsrail, Avrupa bugün Birleşmiş Milletlerde neyin iyi neyin kötü olduğuna; neyin suç olup olmadığına, kime ceza verilip verilmeyeceğine bunlar karar veriyorlar.

Ya da bugün Hakkı tekeline alıp, kendilerini hakkın yegane temsilcisi olarak sunduktan sonra, kendilerinden olmayanı bâtıl, sapıklık ve İslam dışı gören/gösteren  fırkalar da benzer bir  suçu işlemektedirler.

اَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلٰى مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۚ فَقَدْ اٰتَيْنَٓا اٰلَ اِبْرٰه۪يمَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَاٰتَيْنَاهُمْ مُلْكاً عَظ۪يماً

“Yoksa onlar, Allah’ın lutfundan verdiği şeylerden dolayı insanlara haset mi ediyorlar? Oysa İbrâhim soyuna da kitabı ve hikmeti verdik ve onlara büyük bir hükümranlık bahşettik.” (Nisâ Suresi,4/54.)

4- Yahudiler de Allah’ın son elçisi Muhammed Mustafa (sav) gibi Hz. İbrâhim soyundan gelmektedirler. Allah Teâlâ bu büyük Peygamber’in soyuna peygamberlik, saltanat (yönetim yetkisi) ve hikmet (gerçeğin ve adaletin bilgisi) vermeyi vaad etmiş, bu vaadini de yerine getirmiştir. 

Yahudiler (İsrâiloğulları) bu nimetlerin kadrini bilememiş, nankörlük, bencillik ve cimrilik etmiş, bu davranışların cezasını da zillet içinde sürünerek ve oradan oraya sürgün edilerek görmüşlerdir. Allah Teâlâ’nın vaadi olan nimetler yine İbrâhim aleyhisselâm soyundan gelen son peygambere ulaşınca yahudiler bunu kıskanmışlar, bu yüzden apaçık gerçekleri inkâra yönelmişlerdir. (Kur'an Yolu Tefsiri, II/80.)

Bu gerçeği bilen bir Müslüman için ırk üzerinden yürüyen tartışmalarla meşgul olması sefihçe ve ahmakça bir davranıştır. Mesele ırk değildir, mesele sorumluluğun gereklerini yapıp yapmama, Allah’ın gözünden düşüp düşmemedir, vahye ve tevhide ihanet edip etmememe meselesidir; mesele, Allah’a ya da tâğuta kulluktur, Allah’a sadâkat ya da isyandır. Mesele “tek başına ümmet” olan ve putları kıran ve tevhidi haykıran İbrahim (as) ı kimin örnek aldığıdır.

Allah’ın kendilerine verdiği nimetlere ihanet ettiğinden gazaba uğramış ve lanetlenmiş Yahudiler burada Hz. Peygamber (s.a) ve taraftarlarına karşı kıskançlık duydukları için azarlanıyorlar. Zaten onların müşriklerle beraber olup müminlere karşı çıkmalarının sebebi sadece kıskançlıklarıydı. Bugün de Siyonist olarak aynı kıskançlığı devam ettirmektedirler.

فَمِنْهُمْ مَنْ اٰمَنَ بِه۪ وَمِنْهُمْ مَنْ صَدَّ عَنْهُۜ وَكَفٰى بِجَهَنَّمَ سَع۪يراً

“Onlardan bir kısmı İbrâhim’e inandı, kimi de ondan yüz çevirdi; kavurucu bir ateş olarak cehennem yeter.” (Nisâ Suresi,4/55.)

5- Allah İbrahim'e (a.s) dünyanın liderlik ve rehberliğini, onun soyundan gelen ve gönderdiğimiz Kitap ve Hikmet'e tâbi olan kimselere vereceğini vaadetmiştir. İlk olarak kitab'ı ve hikmet'i onun soyundan gelen Yahudilere vermiş, fakat Yahudiler onu tam olarak uygulamayıp, yüz çevirip ona ihanet edince daha sonra Allah da onu, yine İbrahim'in soyundan gelen İsmailoğuları'na yani Muhammed Mustafa (sav)’e vermiştir. Müslümanlar ise Yahudilerin aksine Allah’ın lutfunu kabul ettiler, ona inandılar ve uyguladılar.

Bütün mesele, Müslümanların Yahudilerin bu sapma ve gözden düşme hikayelerinden ibret alıp aynı hataları tekrar etmemeleridir.

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِنَا سَوْفَ نُصْل۪يهِمْ نَاراًۜ كُلَّمَا نَضِجَتْ جُلُودُهُمْ بَدَّلْنَاهُمْ جُلُوداً غَيْرَهَا لِيَذُوقُوا الْعَذَابَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَز۪يزاً حَك۪يماً

“Şüphe yok ki, âyetlerimizi inkâr edenleri gün gelecek bir ateşe sokacağız; onların derileri pişip acı duymaz hale geldikçe, derilerini başka yenisiyle değiştiririz ki acıyı duysunlar. Allah daima üstündür ve hikmet sahibidir.” (Nisâ Suresi,4/56.)

6- Seçilmiş ama ihanet edip seçkin ve sapkın bir millet haline gelenleri ve diğer inkar edenleri bekleyen ürpertici ve korkunç  son haber   verilmektedir. Bu kafirlerin cezasıdır. Bu aynı zaman da “seçilmiş millet” ten “lanetlenmiş” ve kıyamete kadar gelecek olanlar en kötü örnek olma serüvenini gösterir.

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ لَهُمْ ف۪يهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌۘ وَنُدْخِلُهُمْ ظِلاًّ ظَل۪يلاً

“İman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanları da, içinde ebediyen kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetlere sokacağız. Orada onlar için tertemiz eşler vardır ve onları koyu bir gölgeliğe alacağız.” (Nisâ Suresi,4/57.)

7- Kafirlere müjdelenen bu ürpertici ve korkuç azap tablosundan sonra iman eden ve imanlarının gereğini hayatlarında yerine getiren ve sâlih amel işlemek sureti ile imanlarını ispat edenlere vaat edilen müjde bildiriliyor.

Kuran’da insan sorumluluğunu “iman etmek” ve “sâlih amel işlemek” olarak iki başlıkta özetlemek mümkündür. İman, sâlih amellerle (Allah’ın sevdiği, râzı olduğu her türlü niyet, söz, fiil)  korunmak ister. İmandan geri dönüş ve ruhsal iflas olan irtidat (Maide,5/54) ve imandan sonra küfre düşmek (Nisa,4/137) insan için hayatın değişen şartlarında her zaman mümkündür.

Kur’ân‘da temel inanç olarak üç husus üzerinde durulur: “Tevhîd, Âhirete inanmak ve sâlih amel işlemek."

Sâlih amel[3], Allah’a itaat etmek, nehyettiklerinden kaçınmak; Allah’ın varlığına ve birliğine inanıp O’nun hükümlerine göre yaşamak; mümkün olduğunca çok sayıda insana, diğer canlılara ve doğaya yararlı olabilecek şeyler yapmak; yapıldığında üzerine sevap terettüp eden tüm doğru ameller; kendisiyle Allah’ın rızası istenen her şey; akıl, kitap ve sünnetteki emirler doğrultusunda yapılan her doğru iş; Kıyamet gününde utanç, hasret ve pişmanlık duyulmayan amellerdir. Güzel bir niyetle yapılan, içerisinde isyan olmayan, haram karışmayan, kötü ve zarar niteliği taşımayan her bir hareket sâlih ameldir.

وَبَشِّرِ الَّذِين آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ

“İnanan ve sâlih amemelleri işleyenleri, altlarından nehirler akan cennetlerle müjdele...” (Bakara, 2/25) buyurarak müjde yalnızca imana değil aynı zamanda sâlih amele de bağlanmıştır.

الْمَالُ وَالْبَنُونَ زِينَةُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِندَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ أَمَلًا

“Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. Bakî kalacak olan iyi ameller ise, Rabbinin katında, sevabca da hayırlıdır, ümid yönünden de daha hayırlıdır.” (Kehf,18/46)

مَن كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُ وَمَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِأَنفُسِهِمْ يَمْهَدُونَ

“Her kim inkar ederse, inkarı kendi aleyhinedir. Ve kim de sâlih amel işlerse, kendileri için rahat bir yer hazırlamış olurlar” (Rum, 30/44).

فَمَنْ كَانَ يَرْجُوا لِقَاءَ رَبِّه فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّه اَحَدًا

“… Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, sâlih amel yapsın ve Rabbine (şirk) ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın.” (Kehf,18/ 110)

Sâlih amel gerekçesini ve teorik temellerini imanda bulur. İman, hayat ve ölümün varlık nedeninde sâlih amel ile birleşir. (Mülk,67/2) İnsan varlığını iman ve sâlih amel ile gerçekleştirebilir.
Bugün kesif fitne ortamında elimden bir hayır gelmiyor diyen insana verilecek cevaplardan biri de: “İnsanlara zarar vermezsin. Zira bu da kendi kendine iyilik etmen demektir.”  (Buhârî, Itk 2; Müslim, Îmân 136)

Kuran öncelikle insana sahîh bir Allah inancı kazandırmayı amaçlar. Bizlere sâhih bir iman (küfür, şirk, fısk ve nifak bulaşmamış) ve sâlih (riya bulaşmamış) amel gerekmektedir. Yani “Ahsen-i takvim” olarak yaratılanın “ahsenü’l amel”i gerekmektedir.

اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُكُمْ اَنْ تُؤَدُّوا الْاَمَانَاتِ اِلٰٓى اَهْلِهَاۙ وَاِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ اَنْ تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِۜ اِنَّ اللّٰهَ نِعِمَّا يَعِظُكُمْ بِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ سَم۪يعاً بَص۪يراً

“Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğütler veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi işitmekte, her şeyi görmektedir.” (Nisâ Suresi,4/58.)

8- Ayette tevhid ehli Mü’minlerin en belirgin özelliklerinden ikisi haber verilmektedir. Emaneti ehline vermek ve adalet. Tarih boyunca insanların huzur ve mutlulukları iki sebeple kazanılmış veya kaybedilmiştir: Emanet ve adalet. Emanet, korunması istenen maddî ve mânevî değerdir. Bugün Müslüman olarak bizlerin emanet ve adalet ile ilgili iyi bir muhasebe yapmamız gerekmektedir.
Adalet[4] ise, ifrât ve tefrit arasında orta yolu tutmak, dînen haram kılınan şeylerden sakınıp hak yol üzere dosdoğru olmak, büyük günâhları işlemekten ve küçük günâhlarda ısrar etmekten kaçınmak, hak sahibine hakkını tam vermek, hakkını tam almak, cezâ ve ödülde eşit davranmak, zulmü terk etmek, verilen ile hak edilen arasındaki dengeyi sağlamak anlamındadır. Adâletin en genel tanımı ise, haklıya hakkını, suçluya cezasını vermektir. Adâlet ifrat ve tefrit arasındaki orta yoldur.

İslam’ın temel kaynağı olan Kur’an’a baktığımızda ise pek çok yerde adalet kavramı üzerinde durulduğunu görülmektedir. Kuran’da adalet kavramı, Allah’ın hükümleri ve emirleri (En’âm, 6/115; Yunus, 12/4–54; Nahl, 16/90; Ahzâb,33/5.), insanlar arasındaki ilişkilerde şahitlik (Âl-i İmrân Suresi 3/18; Nisâ Suresi 4/135; Mâide Suresi, 5/ 8–106; En’âm Suresi 6/152; Talâk Suresi 65/ 2.), insanların birbirleri hakkındaki hükümleri[5] ve yetimler (Nisâ,4/3–127; En’âm,6/152.) gibi konularda pek çok defa kullanılmıştır.

الْقُرْبَى وَ يَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْي يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ اِنَّ اللهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْإِحْسَانِ وَ إِيتَائِ ذِي   

“Muhakkak ki Allah, adâleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl,16/90) 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْكُمْۚ فَاِنْ تَنَازَعْتُمْ ف۪ي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ اِلَى اللّٰهِ وَالرَّسُولِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ ذٰلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَأْو۪يلاً۟

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin, sizden olan ülü’l-emre de. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah’a ve âhirete gerçekten inanıyorsanız- onu, Allah’a ve peygambere götürün. Bu, elde edilecek sonuç bakımından hem hayırlıdır hem de en güzelidir.” (Nisâ Suresi,4/59.)

9- Mü’minler, Allah’a, peygambere, kendilerinden olan ulü’l-emre itaat ederler. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerlerse -Allah’a ve âhirete gerçekten inandıklarından- onu, Allah’a ve peygambere götürürler.

Allah’a itaat, “O’nun Kur’ân-ı Kerîm’de ve elçisinin tebliğ mahiyetindeki söz ve davranışlarında ortaya çıkan emir ve iradesine uymak” demektir. Resûlullah’a itaat[6], öncelikle tebliğ ettiği Kur’an’a ve sünnete uymaktır. Ancak burada “ve” bağlacı ile yetinilmeyip “İtaat ediniz” emrinin “Resûlullah” için de tekrar edilmesi ona itaatin, “Kur’an’dan ibaret olan vahyin tebliğine uyma”yı aştığını, kaide olarak bütün davranışlarının örnek edinilmesini, bütün buyruklarının yerine getirilmesini içine aldığını göstermektedir. Sahâbe, Resûlullah’ın “dinî veya bağlayıcı olmadığını bildirdiği, ya da karîneler yoluyla böyle olduğunu anladıkları emirleri” dışındaki bütün emir ve isteklerini, “Ona itaat dinî bir görevdir” şuuru içinde yerine getirmişlerdir; bunu yaparken de itaat hakkındaki âyet ve hadislerle Allah elçisinin gönderiliş amacına, kendisine verilen vazifelere ve O’nun örnekliğini bildiren naslara dayanmışlardır. (Kur'an Yolu Tefsiri, II/86-89.)

Hz. Peygamber’in nübüvvetinin tanımı kendisine vahyedilene uymak[7], vahyi tebliğ edip[8] insanları uyarmak ve tebşir etmek[9] ve örnek bir ahlak ile rehberlik yapmaktır.[10] Onun toplum içerisinde yüklendiği misyon, dini tebliğle halkı irşad etmek, iftâ (fetva vermek), kazâ (yargıçlık), siyasi liderlik, sulh (arabuluculuk), rehberlik, öğüt verme ve eğitim, dini açıklama ve yorumlama gibi unsurlardır.

“En güzel örnek”, “şâhid”, “müjdeci”, “korkutucu” olan Muhammed Mustafa (sav)’in  hayatı Kur'ân olunca, yaşayışını onun yaşayışına uydurmaya çalışmak da Kur'ân'ı yaşamaya çalışmak demek olacaktır.

Kur’ân-ı Kerîm’de Yüce Allah Hz. Muhammed ( s. a. v. )’in inananlar için güzel bir örnek olduğunu “Andolsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır. [11]”( Ahzâb 33/21.) âyeti kerîmesiyle getirmektedir. Yine Kalem Sûresi’nde (Kalem,68/6.) de Yüce Allah Hz. Muhammed ( s. a. v. )’in aklı başında bir insan olduğunu ısrarla vurguladıktan sonra onun “yüce bir ahlâka sahip” [12] olduğunu belirtir.

Kur’ân-ı Kerîm’de Yüce Allah Hz. Muhammed ( s. a. v. )’e uyulması gerektiğini açıkça ifade etmektedir. Yüce Allah Âli İmrân Sûresi’nde bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: “ De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir[13].’ (Âl-i İmrân,3/31.)  gibi onların insanlığa örnek olduklarını gösteren ifadelere rastlamak mümkündür. Bu durum peygamberlerin birer model olduklarının Kur’ân tarafından teyit edilmesinden başka bir şey değildir. Haşr Sûresi’nde de “… Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah’ın azabı çetindir[14].”(Haşr,59/7.) şeklinde buyurmaktadır. Nisâ Sûresi’nde “Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik[15].”( Nisâ, 4/80.) 

 “Eğer bir hususta (âyetteki kelimeyle “şeyde”) anlaşmazlığa düşerseniz...” şeklindeki cümle yapısı umum (genellik) ifade eder. Buna göre müminlerin hayatında ihtilâf konusu olan her şey çözümü Kur’an’dan ve Sünnet’ten alacak, başka bir deyişle çözüm, bu iki kaynağa başvurularak aranacaktır. Hem hâkim (hüküm koyan) hem de mâbud (kendisine ibadet edilen) yalnızca Allah’tır. (Diyanet, Kur'an Yolu Tefsiri, II/86-89.)

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يَزْعُمُونَ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُر۪يدُونَ اَنْ يَتَحَاكَمُٓوا اِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ اُمِرُٓوا اَنْ يَكْفُرُوا بِه۪ۜ وَيُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالاً بَع۪يداً

 “Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Onu tanımamaları kendilerine emredildiği halde tâgūtun önünde mahkemeleşmek istiyorlar. Şeytan da onları büsbütün saptırmanın yollarını arıyor.” (Nisâ Suresi,4/60.)

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا اِلٰى مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَاِلَى الرَّسُولِ رَاَيْتَ الْمُنَافِق۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْكَ صُدُوداًۚ

“Onlara, "Allah’ın indirdiğine ve peygambere gelin" denildiği zaman münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün.” (Nisâ Suresi,4/61.)

10-  Münafıkların temel özelliklerinden olan Allah’ın hükmünü kabul etmeme, Allah’ın hükmü varken Allah dışındakilerin (tâğut) hükmünü kabul etme; kendilerine "Allah’ın indirdiğine ve peygambere gelin" denildiği zaman da Peygamberden hepten uzaklaştıkları bize haber verilmektedir. Münafıklar bu işi bilmeyerek, yanılgıya düşerek yapmıyorlar; tersine yargısına başvurdukları bu tağutun hakemliğine başvurulmasının yasak olduğunu kesin olarak biliyorlar.

Bu ayet göstermektedir ki bir kimsenin, prensip itibariyle tağutî olan bir mercîye kendi ile ilgili kararlar vermesi için başvurması, o kişinin imanına ters bir davranıştır. Allah'a ve Kitab'ına iman, bir kimsenin böyle bir mercii kabul etmemesini gerektirir. Kur'an'a göre Allah'a iman, tâğutu inkâr etmeyi gerektirir. O ikisini birden aynı anda kabul etmek münafıklığın ta kendisidir.

Önceki âyette “Allah’a ve âhirete gerçekten iman edenlerin, anlaşmazlıkları Allah’a ve resulüne götürecekleri” ifade buyurulmuştu. Bu âyette ise “inandım” dedikleri halde gerçekten inanmayanların (münafıklar) anlaşmazlık çıktığında nasıl hareket ettikleri anlatılıyor ve onların şahsında âdeta bir iman testi yapılıyor. Hz. Peygamber’in Medine hayatı başladığında bazı yahudiler menfaatleri icabı İslâm’ı kabul etmiş gibi göründüler. İlk münafıklar arasında bunlar da bulunduğu için “... senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenler” ifadesi kullanılmıştır.  Müslüman gibi görünme politikası güden bu iki yüzlü kimseler İslâm inancının gereği olan bütün peygamberlere inanma şartını sözde yerine getiriyorlardı! Yüce Allah “Tanımamakla emredildikleri Tağut’un hakemliğine başvurmak isteyenler”in mümin olmadıklarına, imanları olmadığına bizzat tanıklık ediyor. Yine bizzat yüce Allah aralarındaki meselelerin çözümünde Peygamberimizin hakemliğine başvurup O’nun vereceği kararı -zorlama ve yetersizlik sonucu olarak değil gönüllü, istekli ve arzulu olarak kabul etmeyenlerin iman çerçevesi içine giremeyeceklerine, mümin sayılamayacaklarına yemin ediyor. (Nisa,4/65.)

Âyet için birkaç nüzûl sebebi rivayet edilmiştir. Bunların tamamında ortak olan unsur, mümin olduğu veya mümin göründüğü halde anlaşmazlığı Allah’a ve resulüne götürerek çözmeye razı olmamak, bir başkasını (tâgutu, meselâ Kâ‘b b. el-Eşref’i veya kâhin Ebû Bürde el-Eslemî’yi) onların yerine koymak ve onun çözümüne rızâ göstermektir (nüzûl sebepleri için bk. Buhârî, “Şirb”, 6-9; Müslim, “Fezâil”, 129; Bkz. Kur'an Yolu Tefsiri, II/86-89.)

فَكَيْفَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ ثُمَّ جَٓاؤُ۫كَ يَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ اِنْ اَرَدْنَٓا اِلَّٓا اِحْسَاناً وَتَوْف۪يقاً
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ يَعْلَمُ اللّٰهُ مَا ف۪ي قُلُوبِهِمْ فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ وَعِظْهُمْ وَقُلْ لَهُمْ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ قَوْلاً بَل۪يغاً

﴾62﴿ “Öyleyse nasıl olur da önceden yapıp ettikleri yüzünden başlarına bir felâket gelince hemen "Biz yalnızca iyilik etmek ve arayı bulmak istedik" diye yemin ederek sana gelirler!” (Nisâ Suresi,4/62.)

﴾63﴿ “Onlar, kalplerindekini Allah’ın bildiği kimselerdir. Onlara aldırma, kendilerine öğüt ver ve onlara durumları hakkında tesirli söz söyle.” (Nisâ Suresi,4/63.)

 “Münafıklar iki tarafı idare etmeye çalışırken çoğu defa açık verirler, sahtekârlıkları ortaya çıkar, bu defa cezadan ve tecrit edilmekten kurtulmak üzere te’villere kalkışır, yaranmak istedikleri tarafı iyi niyet ve samimiyetlerine ikna etmeye çalışırlar. Bütün bunlara rağmen zâhirde inanır görünmeleri, açıkça inkâra sapmamış olmaları sebebiyle onlara karşı müslüman imişler gibi davranılması, gerçek imana kavuşmaları için kendilerine öğüt verilmesi; ârıza kalplerinde, içlerinde olduğu için oraya nüfuz edecek, orayı etkileyecek sözler söylenmesi emredilmiştir. (Kur'an Yolu Tefsiri, II/89.)

Önceki ayette “Tanımamakla emredildikleri Tağut’un hakemliğine başvurmak isteyenler”in -bu olayda belki de geleneksel cahiliye yasalarının- hakemliğine başvurmak istemelerinin tek amacı iyilik yapmak ve uzlaşma sağlamak olduğu yalanları bildirilmektedir. Bu sözler, mümin olmadıkları halde mümin olduklarını söyleyen kaypak münafıkların ileri sürecekleri asılsız bir bahanedir. Bunlar gerçek niyetlerini ve duygularını saklayarak bu bahaneleri ileri süren, bu mazeretlerini uyduran kimselerdir. Nisa 63. Ayetle onların içlerinde gizli tuttukları niyetleri Allah’ın bildiğini haber veriyor ve onları, sapık yol ve düşüncelerinden dönmeye çağırıyor.

وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ لاَ تُفْسِدُواْ فِي الأَرْضِ قَالُواْ إِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ

“Bunlara, “Yeryüzünde fesat çıkarmayın” denildiğinde, “Biz ancak ıslah edicileriz!” derler.” (Bakara,2/11)

Müminler ise, kafir ve münafıkların zıddına yeryüzünde fesat ve kaos çıkarmazlar, zulüm etmezler, zulme meyletmezler (Hûd,11/113) ancak ıslah edici, onarıcı insânî bir tavır sergilerler.

وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا لِيُطَاعَ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ اِذْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ جَٓاؤُ۫كَ فَاسْتَغْفَرُوا اللّٰهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللّٰهَ تَـوَّاباً رَح۪يماً

“Biz her bir peygamberi, Allah’ın izniyle, ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine kötülük ettiklerinde sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileselerdi, peygamber de onlar için mağfiret dileseydi, elbette Allah’ı ziyadesiyle affedici ve esirgeyici bulurlardı.” (Nisâ Suresi,4/64.)

Allah Teâlâ peygamberlerini, kendilerine itaat edilsin diye göndermiştir; çünkü onlar Allah’ın elçileridir, peygamberlere itaat, Allah’a itaat demektir.

Ayet, bu adamları, küfür ve nifak yüklü sapık yollarından dönmeye, tevbe ederek doğru yola koyulmaya, yüce Allah’ın ve Peygamberin himayesine sığınarak güvene kavuşmaya özendiriyor. Tağut’un hakemliğine başvurma eğilimi göstermiş olmalarına, Allah’ın ve Peygamberimizin hakemliğini benimsemeye çağrıldıklarında Peygamberimizden köşe-bucak kaçmış olmalarına ve yakalandıklarından, içlerindeki asıl niyeti gizleyerek yalan söylemelerine rağmen eğer kirli geçmişlerinden kopmaya karar verirlerse kendilerine kucak açılacağı mesajı veriliyor. Çünkü tevbe kapısı açıktır. Yüce Allah’a dönme fırsatı henüz kaçmış değildir. Küfürde yarışanlar olsun, münafıklar, günahkâr, âsi (itaat etmeyen) müminler olsun bu davranışlarıyla Allah Teâlâ’ya zarar veremezler. (Âli İmrân,3/176.) Bu mânada “kendilerine zulmeden/kötülük eden” herkes  için de tövbe kapısı açıktır. 

فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتّٰى يُحَكِّمُوكَ ف۪يمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْۙ ثُمَّ لَا يَجِدُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَرَجاً مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْل۪يماً

“ Hayır, rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın onu kabullenmedikçe ve boyun eğip teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisâ Suresi,4/65.)

Bu ayette Allah’ın kendilerine bir lütuf olarak gönderdiği (Âli İmrân,3/164.) Hz. Peygamber'in (s.a) getirdiği hayat tarzına ihlasla bağlanmaları ve Hz. Peygamber'in (s.a) kararları önünde kendi arzu ve çıkarlarını feda etmeleri gerektiği söylenmiştir. Bu ayet, Hz. Peygamber’in, Allah’tan aldığı vahiy ile Kur’an mesajını yaşanılır kılmak ve müminlerin onu pratik durumlara uygulayabilmelerini sağlamak amacıyla verdiği emirlere her Müslümanın teslim olması yükümlülüğünü tereddütsüz bir şekilde ortaya koymaktadır. 

Ayetin sebebi nüzûlü ile ilgili olarak şu hadise haber verilmiştir: Zübeyr b. Avvâm ile bahçe komşusu arasında su yüzünden bir anlaşmazlık çıkmıştı. Hz. Peygamber’e başvurdular; o da “Zübeyr! Bahçeni suladıktan sonra suyu sal ki komşun da sulasın” buyurdu. Komşu (bu hükmün din kuralı koyma değil, sulhetme mahiyetinde olduğunu düşünmüş olmalı ki) Hz. Peygamber’e, Zübeyr’in tarafını tuttuğunu ima etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber şikâyetçinin tutumundan hoşnut olmadı ve bu defa Zübeyr’e normal hakkını kullanmasını söyledi. Medineli komşunun bu davranışı sebebiyle 65. âyet nâzil oldu (Müslim, “Fezâ’il”, 129). Buna göre gerçek iman sahiplerinin iki temel vasfı olmalıdır: a) Aralarında bir anlaşmazlık çıktığında Resûlullah’ı hakem kılmak, onun hükmüne başvurmak. b) Hz. Peygamber bir hüküm verince bunu benimsemek, onun âdil olduğuna inanmak, itiraza kalkışmamak. Allah’ın dininin hükmü demek olan Resûlullah’ın hükmüne başvurmak ve bunu gönülden benimsemek iman alâmetidir.  (Kur'an Yolu Tefsiri, II/90-91.)

Bu âyetlerin (Nisâ,59, 65, 69, 70) asıl konusu itaattir. “Söz tutmak, boyun eğmek, emri yerine getirmek” mânasına gelen itaat, sosyal, siyasî, hukukî, ahlâkî boyutlarıyla İslâmî hayat düzenini kuran temel kavram ve kurumlardan biridir.  Allah’a itaat, “O’nun Kur’ân-ı Kerîm’de ve elçisinin tebliğ mahiyetindeki söz ve davranışlarında ortaya çıkan emir ve iradesine uymak” demektir.
Resûlullah’a itaat, öncelikle tebliğ ettiği Kur’an’a ve sahîh sünnetine uymaktır. Zaten sünnetin Kur’an’a aykırı olması mümkün değildir. Kur’ana aykırı olan ise zaten Allah’ın rasûlü Muhammed Mustafa’nın (sav) sünneti  değildir. Allah’ın elçisinin, Allah’ın kendisi ile gönderdiği kitâba/Kur’an’a aykırı hareket etmesi mümkün değildir. Burada mühim olan mesele ise, sünnet bağlamında Allah’ın elçisinin tüm uyarılarına rağmen kendisine iftira ile izafe edilen haberlerdir. “Bana yalan isnat etmek, başkasına yalan isnat etmeye benzemez; kim bana yalan isnat ederse cehennemde yerini hazırlasın.” (Buhârî, “Cenâiz”, 34; Müslim, “Mukaddime”, 4.) 

Bu sonradan uydurularak  “Hadis” adı altında Peygambere izafe edilen, dinden olmayan ve reddedilmesi gereken şeylerin ilim ehli tarafından ayıklanması gerekmektedir. Bu konudaki şu ana kadar yapılan çalışmalar yeterli düzeyde değildir.

Bugün kesif bir fitne olarak yaşadığımız süreçte bazıları Allah’ın elçisi Muhammed Mustafa’yı (sav) tamamen devre dışı bırakıp bir postacı konumunda değerlendirmekte- Peygamberden boşalttığı yeri de keyifle kendisi doldurmakta-; bazıları da Peygamberin her söylediği ve yaptığının vahiy olduğunu söylemek sureti ile ihtilafın diğer boyutunu oluşturmaktadır. Eldeki hadis külliyatı ve içerisinde bulunan ve Allah’ın elçisinin söylemesi ya da yapması mümkün olmayan Kur’an’a aykırı şeylerin iftira ile Rasulullah’a isnad edilmesi ve bu iftira-uydurmaların sıhhatli/yeterli bir şekilde değerlendirme ve ayıklanmasının yapılamamış olması muazzam bir kargaşa oluşturmaktadır. 

İlk bölüm Hadis/Sünneti tamamen reddederken diğer kısım ise Allah’ın Elçisine ait olması mümkün olmayanlarda dahil Hadis/Sünnet müdâfâsı adına hadis kültüründeki her şeyi savunma ve legalleştirme konumuna geçmektedir. Ne Kur’an’ı ne de Allah’ın Resulünü doğru düzgün okumayan, tanımayan ve anlayamayan yığınlar da bu kesif fitnenin içinde kaybolup gitmektedir.

Ayeti Kerîmeye dönersek, kelime ve terim anlamı “emredileni yapmak, nehyedilenden kaçınmak” anlamına gelen “itaat”, Kur’an’da türevleri ile beraber yetmiş dört yerde geçmekte olup bunlardan otuz yedi tanesi peygambere itaat ile alakalıdır. (Abdulbaki, el-Mu’cemu’l-Müfehres, t-v-a md. s. 429-430.) İtaatle ilgili ayetlerin bir kısmında peygambere itaat emredilmiştir.( Muhammed, 47/33-34. Diğer ayetler için bkz. Ali İmran 3/133; Nisa, 4/59; Maide, 5/92; Enfal, 8/1, 20, 46; Taha, 20/90.)
Diğer bir kısmında ise Allah’tan korkulması ve resulüne itaat edilmesi emredilmiştir.(Ali İmran 3/50. Bkz. Şuara, 36/108, 110, 126, 131, 144, 150, 163, 179; Zuhruf, 43/63; Nuh, 71/3.) Başka bir kısım ayetlerde de resule itaat edenlerin çeşitli şekillerde ödüllendirileceği beyan edilmiştir.( Nisa, 4/13. Bkz. Nisa,4/69, 80; Nur, 24/52; Ahzab, 33/71; Fetih, 48/17.) Başka bir ayette de resule itaat Allah’a itaat olarak ifade edilmiştir. 

“Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!”( Nisa, 4/80.) Çünkü peygamber sadece Allah’ın kendisine yapılmasını ve kaçınılmasını emrettiği şeyden başka bir şeyi ne emreder, ne de yasaklar. Bundan dolayı resulün emirlerine ve yasaklarına itaat Allah’a itaat olmaktadır.” (Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, I, s. 238.)

Peygamberler, beşerî hayata yönelik ilâhî irade ve müdâhalenin görevlileri ve temsilcileridir. Üstelik bu temsilcilik fevkalâde dinamik/amelî/pratik, bütünüyle hayatın içinde bir temsilciliktir. Asla pasif ve teorik bir temsilcilik değildir. Allah’ın elçisi Muhammed Mustafa (sav),  söz konusu ilâhî irade ve müdâhaleyi son kez ve evrensel çapta temsil etmiş, şekillendirmiştir.

Kur'an, hakem olan Hz. Peygamber'i bize; âlemlere rahmet olarak (Enbiya,21/107.) ve bütün insanlığa gönderilmiş (Sebe,34/28.) en üstün ahlaka sahip (Kalem,68/4.), müminlere öz canlarından daha yakın (Ahzab,33/6.), ümmetine son derece düşkün (Tevbe,9/128; Kehf,18/6; Şuara,26/3.), müjdeci, korkutucu, etrafını aydınlatan nur (Ahzab,33/45-46.), keyfine göre konuşmayan (Necm,53/3-4) bir beşer (lsrâ,17/93, Kehf,18/110, Fussılet,41/6.) , görev ve yetkileri sınırlı (En'am,6/50,107; Yunus,10/49.), diğer insanlar gibi Allah'ın emir ve nehiylerine karşı itaatle mükellef (A’raf,7/6.), görevini adaletle tam ve eksiksiz bir şekilde (Enbiyâ,21/109.) hiçbir karşılık almadan yerine getirmiş (Yusuf,12/ 104; Furkân,25/57; Sebe,34/47; Şûrâ,42/23.) Allah'ın bir elçisi (Al-i İmrân,3/144.) olarak tanıtmakta; ayrıca ona salat ü selam getirip (Ahzab,33/56.) emir ve hükümlerine itaat edilmesi gerektiğini (Haşr,59/7.) ve ona itaatın Allah'a itaat sayıldığını (Nisa,4/80.) da belirtmektedir. Bununla beraber peygamberin gaybı bilmediğini ve Allah'ın hazinesine sahip olmadığını da bildirmektedir (Hûd,11/31). Hz. Peygamber’i  beşer (Fussilet,41/6; Kehf,18/110.) vasfından çıkarıp ilahi vasfa büründürmek doğru olmayıp, tevhide aykırıdır. Daha önce Hıristiyanları saptırıp küfre düşüren (Mâide,5/72-73.) korkunç tuzağa bu ümmetin düşmemesi gerekir.
Rahmân ve Rahîm olan Mevlâmızın, bütün âlemlere rahmetinin (Enbiyâ,21/107.) bir eseri olarak gönderdiği Peygamberimizi hakem tutma zorunluluğu, sadece sağlığında O’nun kendisini hakem tutma zorunluluğudur diye bir kuruntuya kapılma ya da bu kuruntuyu başkalarının zihinlerine aşılamak tamamen yersiz ve gerekçesizdir. 

Söz konusu olan Peygamberimizin şeriatını ve sistemini hakem tutma zorunluluğudur. Yoksa öyle olsaydı Peygamberimizin ölümünden sonra Allah’ın şeriatine ve Resulullah’ın sünnetine hiç yer kalmazdı. Bu görüşü Hz. Ebu Bekir döneminde en sapık dönekler (mürtedler) ileri sürünce Hz. Ebu Bekir bu gerekçe ile onlara karşı savaş açmıştır.

Müslüman kimlik ve kişiliğine sahip "Müslümanım" diyen herkesin Hz. Ömer gibi, "Biz Rabb olarak Allah'tan, din olarak İslam'dan, Peygamber olarak da Muhammed'den razıyız" [Buhari, ilim 29, İ'tisam 3; Müslim İman 56, fedail 134, 136.] ikrarı ve uygulaması içinde olması gerekmektedir. Müslümanların kulluk görevlerini en mükemmel, yani emredilen şekilde yapmaları hem en önemli vazifeleri hem de en tabiî haklarıdır. Müslümanlar bu hak ve görevlerini Hz. Peygamber’i izlemekle kullanabilirler. Hz. Peygamber’i izleme zorunluluğu,  Resûlullah’ın hükmüne başvurmak ve bunu gönülden benimsemek ümmet olmanın ilk ve temel gereğidir.

Sa’d b. Hişâm b. Âmir diyor ki, ben Hz. Aişe’ye gidip, -“Ey mü’minlerin annesi!. Bana Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ahlâkını/yaşayışını anlat, dedim. O da; -“Onun ahlâkı/yaşayışı Kur’ân’dan ibâretti. Sen Kur’ân’daki “gerçekten sen büyük bir ahlâk üzeresin” âyetini okumuyor musun? dedi.” (Ahmed . b. Hanbel, Müsned, 41, 148.)

Bu rivayeti Tahâvî şöyle değerlendirmiştir:  “Âîşe radıyallahu anhâ’nın “Onun ahlâkî Kur’ân’dı” sözünün anlamı; onun ahlâkı, Kur’ân ona neyi emretmişse ona uymak; neden de nehiy etmişse onu terk etmek demektir.” (Şerhu Müşkili’l-âsâr, XI, 265)

Özellikle Kur’an’ın ilk talebeleri, inşâ ettiği ilk nesil ve  kendilerinden razı olduğunu bildirdiği (Tevbe,9/100.) Ashab-ı Kiram’ın,  Hz. Peygamber’i  rehber ve hakem kabul ettikleri ve Muhammed Mustafa (sav)’e ittibâ ve bağlılıklarını temsil edecek birçok misal mevcuttur.  Bu günümüz Müslümanları içinde çok önemli bir delildir.

وَالسَّابِقُونَ الأَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِرِينَ وَالأَنصَارِ وَالَّذِينَ اتَّبَعُوهُم بِإِحْسَانٍ رَّضِيَ اللّهُ عَنْهُمْ وَرَضُواْ عَنْهُ وَأَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي تَحْتَهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ

“İslâm’ı ilk önce kabul eden muhâcirler ve ensar ile, iyilikle onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razı olmuş; onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Allah, onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük başarıdır.” (Tevbe Suresi,9/100.)

Peygambere itaat konusunda örnek alınabilecek kimseler sahabedir. Çünkü onlar vahye tanıklık etmişlerdir. Sahâbe, Resûlullah’ın “dinî veya bağlayıcı olmadığını bildirdiği, ya da karîneler yoluyla böyle olduğunu anladıkları emirleri” dışındaki bütün emir ve isteklerini, “Ona itaat dinî bir görevdir” şuuru içinde yerine getirmişlerdir; bunu yaparken de itaat hakkındaki âyet ve hadislerle Allah elçisinin gönderiliş amacına, kendisine verilen vazifelere ve O’nun örnekliğini bildiren naslara dayanmışlardır. Hz. Ebubekir: “Rasulüllah’ın hiçbir sünnetini terk etmeyerek hepsiyle amel ettim. Çünkü O’nun yolunu terk edip dalâlete düşmekten korkarım” (Buhari, Humus, 1; Müslim, Cihad, 52; Ebu Davud, Harac, 18; Müsned, I, 10) diyerek bu bağlılığı en güzel bir surette tasvir etmektedir. Ayet-i kerime’de Allah Teala şöyle buyurmuştur “Rasul size neyi getirip verdi ise onu alınız, neyi yasak ettiyse onu da terk ediniz.” (Haşr, 59/ 7)

وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

Kur’ân-ı Kerim’de  “O elçiye tâbî olun/uyun ki, doğru yolu bulasınız” (A’raf,7/158.) buyrulmuştur.

وَلَوْ اَنَّا كَتَبْنَا عَلَيْهِمْ اَنِ اقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْ اَوِ اخْرُجُوا مِنْ دِيَارِكُمْ مَا فَعَلُوهُ اِلَّا قَل۪يلٌ مِنْهُمْۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ فَعَلُوا مَا يُوعَظُونَ بِه۪ لَكَانَ خَيْراً لَهُمْ وَاَشَدَّ تَثْب۪يتاًۙ

“Eğer onlara kendinizi öldürün yahut yurtlarınızdan çıkın diye emretmiş olsaydık, pek azı müstesna bunu yapmazlardı. Eğer kendilerine verilen öğüdü yerine getirselerdi, bu onlar için hem daha hayırlı hem de (imanları için) daha sağlamlaştırıcı olurdu.” (Nisâ Suresi,4/66.)

وَاِذاً لَاٰتَيْنَاهُمْ مِنْ لَدُنَّٓا اَجْراً عَظ۪يـماًۙ

“O zaman elbette kendilerine nezdimizden büyük mükâfat verirdik.” (Nisâ Suresi,4/67.)

وَلَهَدَيْنَاهُمْ صِرَاطاً مُسْتَق۪يماً

“Ve onları dosdoğru bir yola iletirdik.” (Nisâ Suresi,4/68.)

65. Ayette Hz. Peygamber'in (s.a) getirdiği hayat tarzına şükür ve ihlasla bağlanmaları ve Hz. Peygamber'in (s.a) kararları önünde kendi arzu ve çıkarlarını feda etmeleri gerektiği söylenmişti. Bu ayette ise, İslâm hükümleri gereğince ufacık bir fedakârlık bile yapamazlarsa, büyük fedakârlıkları hiçbir zaman yapamayacakları konusunda uyarılıyorlar. Aksi halde eğer onlardan hayatlarını feda etmeleri, Allah yolunda yurtlarından ayrılmaları istense, o zaman tamamen Hak yoldan ayrılır küfür ve isyana saparlardı. (Tefhîm’den nakille.)

Okuduğumuz ayetlerin ilkinde sözü edilen “cana kıyma” ve “yurttan çıkma” eylemleri iki ağır yükümlülük örneğidir. Eğer yüce Allah insanlara bu yükümlülükleri emretseydi, pek az kimse dışında onları yapabilen bulunmazdı. Bunlar emredilmedi. Çünkü yükümlülüklerin amacı insanların ezici çoğunluğunun gücünü aşmak, ezici çoğunluğu cendereye sokmak değildir. Tersine ilâhi sistemin amacı yükümlülüklerini herkesin yerine getirmesi, herkesin onların gereğini yapabilmesi normal ve ruhen sağlıklı herkesin iman kervanına katılmasıdır.

Bununla beraber İslâm’dan önceki dinlerde Allah Teâlâ’nın, kullarını ya itaatsizlikleri yüzünden veya imtihan için nefse ağır gelen, uyulması güç olan ödevlerle yükümlü kıldığı olmuştur (Bakara 2/54, 286; A‘raf 7/157). Hâtemü’l enbiyâ olan Hz. Muhammed’e gönderilen dinde aslolan, emirlerin ve yükümlülüklerin fıtrata uygun ve kolay olmasıdır. İnsan tabiatına uymayan, insana ağır gelen, normal ve katlanılabilir külfet ve zahmet sınırını aşan teklif ve yükler İslâm’da yoktur. 

Bu âyeti şöyle anlayan tefsirciler de olmuştur: “Kendilerini öldürmek”ten maksat meşrû savaşta (cihad) düşman saflarında yer alan yakınlarını öldürmektir, “yurtlarını terketmek”ten maksat da hicrettir. Allah Teâlâ bu gibi emirlere pek az kimsenin itaat edebileceğini, ancak bu itaatın da ecrinin çok büyük olduğunu bildirerek müslümanları –aşağıdaki âyetlerde emredeceği– cihada hazırlamaktadır.  (Kur'an Yolu Tefsiri, II/91.)

وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقاًۜ
ذٰلِكَ الْفَضْلُ مِنَ اللّٰهِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ عَل۪يماً۟

“Kim Allah’a ve peygambere itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lutuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdirler; bunlar ne güzel arkadaşlardır!” (Nisâ Suresi,4/69.)

“Bu lütuf Allah’tandır; bilen olarak Allah yeter.” (Nisâ Suresi,4/70.)

Ayetin sebebi nüzûlüne dair şu rivayet nakledilmiştir: “Şevkânî’nin Taberânî, Ziyâ el-Makdisî gibi hadisçilerden naklettiğine göre bir sahâbî Allah resulüne gelmiş ve dünyayı kendisine dar eden şu endişesini dile getirmiştir: “Ey Allah’ın elçisi! Ben seni kendimden ve çocuklarımdan daha çok seviyorum. Evimde iken seni hatırlıyor, hasretine dayanamadığım için hemen gelip görüyor, yüzüne bakıyorum. Senin ve benim ölümümü düşündüm. Anladım ki, sen öldüğünde ve cennete girdiğinde peygamberlere mahsus yüce makamlarda bulunacaksın. Ben ise cennete girdiğimde seni göremeyeceğimden korkuyorum!” Hz. Peygamber bu sözlere cevap vermeden Cebrâil gelmiş, Allah’a ve resulüne itaat edenlerin cennette kimlerle beraber olacaklarını bildiren âyeti getirmiştir.” (Kur'an Yolu Tefsiri, II/91-92.)

Mü’minlere, Fatiha Suresinde Hidayet üzere olmanın niyet, azim ve çalışmasını ortaya koyduktan sonra  hidayeti sadece Allah’tan istemeleri emredilmişti. “Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.”  (Fâtiha,1/6-7.)
Kendisine nimet verilen (Fâtiha,1/6-7.) ve lutuflarda bulunulan kimseler (Nisâ,4/69.), Allah’a iman eden, O’nun rızâsını kazanan ve O’nun istediği gibi yaşam sürenlerdir. Allah’ın gönderdiği mesajlara olumlu cevap veren, yok saymayan, gerektiğinde bunun bedelini ödeyebilen insanlardır.

 Allah'ın istediği inanç ve davranışa sahip olan insanların başında da akredite edilmiş/örnek “peygamberler, sıddîk, şehit ve sâlihler” akla gelir. Mü’minlere düşen de Allah’ın kendilerine nimet verdiği, sırât-ı müstakîm üzere olan sıddîk, şehit ve sâlihler zümresinden olabilmek için mücâhede göstermektir.




<<Önceki                     Sonraki>>


Ahmet Hocazâde, 24.11.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Muhâfız ya da Muârız'a dair

Ahmet Hocazâde Yazıları



[1] Bu çalışmada Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Meal ve Tefsir çalışması kaynak olarak alınmış olup, zaman zaman açıklamalarla zenginleştirme yoluna gidilmiştir.
[2] Geniş bilgi için bkz. SA4297/KY57-AHCZD2: İslâm'ın Kavramları: Tâğut
http://www.sonsuzark.com/2017/05/sa4297ky57-ahczd2-islamn-kavramlar-tagut.html
[3] Geniş bilgi için bkz. SA4812/KY57-AHCZD37: İslam'ın Kavramları; Sâlih Amel
http://www.sonsuzark.com/2017/09/sa4812ky57-ahczd37-islamn-kavramlar.html
[4] Geniş bilgi için bkz. SA4695/KY57-AHCZD33: Kur'an'da Adâlet Kavramı
http://www.sonsuzark.com/2017/08/sa4695ky57-ahczd33-kuranda-adalet-kavram.html
[5] Âl-i İmrân Suresi 3/21; Nisâ Suresi 4/58, Mâide Suresi 5/42–95; A’râf Suresi 7/29-159-181, Enfâl Suresi 8/58; Yunus Suresi 10/47; Nahl Suresi 16/76; Hac Suresi 22/25; Şûrâ Suresi 42/15; Hucurât Suresi 49/9; Rahmân Suresi 55/9; Hadîd Suresi 57/25; Mümtehine Suresi 60/8.
[6] Geniş bilgi için bkz. SA4561/KY57-AHCZD24: Kur'an'a Göre Hz.Peygamber
http://www.sonsuzark.com/2017/07/sa4561ky57-ahczd24-kurana-gore.html
 [7] En’âm, 6/106; Yûnus, 10/109; Zümer, 39/11-2; Cin, 72/20-2.
[8] Mâide, 5/67, 99; Hicr, 15/94; Nahl, 16/82; Cin, 72/23
[9] Furkan, 25/56; Fâtır, 35/23-4.
[10] Ahzâb, 33/21.
[11] لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا 
[12] وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ 
[13] قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
[14] وَمَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانتَهُوا وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
[15] مَّنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللّهَ وَمَن تَوَلَّى فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا



Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz

Seçkin Deniz Twitter Akışı