23 Kasım 2015 Pazartesi

SA2079/KY33-YO49: Havalar Daha da Soğumadan Bir Balkona Çıkmaya Ne Dersiniz?

"Hatta o epey eski bir hikaye. İttihatçılardan Kemalistlere damarlarda hep aktı self-oryantalist mavi kan."


“Haydi yurttaşlar, sıklaştırın safları
silahları kapın
yürüyün ki
şu alçakların kanlarıyla
toprağımız sulansın”

Bu dizeler, 1790’larda kabul edilmiş sadece Fransa’nın değil 19. Yüzyıl dünyasının bütün direniş hareketlerinin, muhaliflerinin de marşı olmuş, epey ağır milliyetçi, hamasi, savaşkan La Marseillaise’den…

Paris saldırıları sonrası Fransa’nın Taksim’deki başkonsolosluk binası önünde yapılan anmada dayanışma için ellerine verilen kağıtlardan bu marşı söylemeye çalışan CHP’li vekiller muhtemelen bu dizelere kadar gelemediler…

Onları Meclis’te yemin töreni başlamadan hemen önce ayağa kalkıp Paris için saygı duruşu isteyen CHP’li Sezgin Tanrıkulu izledi. Bu talebi geri çeviren CHP’nin eski Genel başkanı değil de bir AK Partili olsaydı herhalde ertesi gün New York Times’dan Cumhuriyet’e AKP’nin IŞİD’le gönül bağları üzerine epey zırvalama okuyacaktık. Herhalde hepsinde de kahraman, çağdaş, laik Sezgin Tanrıkulu’ndan bol bol alıntılarla…

O boşluğu ise Türkiye-Yunanistan maçı öncesi Paris katliamı için yapılan saygı duruşu sırasında “Tekbir” getiren pro-IŞİD İslamcı Başakşehirliler hikayesi doldurdu.

Türkiye statlarında saygı duruşu sessizliklerinin neredeyse tamamının bir grup tarafından muhakkak “Ya Allah bismillah Allahü Ekber” nidalarıyla bozulduğu malum.

Şehitler için yapılan saygı duruşları bu seslerle bozulduğunda buna saygısızlık dendiği duyulmadı. IŞİD'çilerin katliamların sonrası mağdurlar için saygı duruşu sırasında yapıldığında ise nedense tekbirler bu kez IŞİD desteği olarak okunuyor.

IŞİD'çilerin böyle “tekbir” getirmeyi bidat sayacağına da şüphe yokken üstelik.

Konya’da ardından Başakşehir’de yaşanan bu nahoşluk acaba Batı’ya karşı standart milliyetçi bir öfkeyle mi (ki Yunanistan milli marşını da ıslıklayanlar oldu), yoksa “onlar bizim terör eylemlerine karşı çıkıyorlar mı” gibi bir tepkiyle mi yaşandı? Belki de bu gürültüler, saygı duruşu sessizliğine kültürel olarak yabancı bir topluluğun kendini ifade etme şeklidir? Belki de sesini duyurmak isteyen bir tribün grubunun holiganizminden ibarettir olup biten?

Ama bu sorular, nidaların manasını anında “katliama duyarsızlık” “ölenlere saygısızlık” ya da “IŞİD’e destek” olarak çözüp sadece statta bağıran gruba değil, Başakşehir’de yaşayan 350 bin insana saydırmak için vesile sayanlar için üzerinde düşünmeye gereksiz sorular.

Herhalde onlara göre statta aynı anda başlayan “Şehitler ölmez vatan bölünmez” sloganında şehitlerden kasıt eylemi yapan IŞİD'çiler, vatandan kasıt ise sözde “İslam Devleti” olmalı.

Paris saldırganlarının tamamı AB vatandaşı çıkmasına rağmen, ikisinin üzerinden çıktığı iddia edilen sahte Türk pasaportundan “katliamda Türk izi” manşeti çıkaran Kemalist gazete, AB vatandaşlarının nasıl olup da rahatça Suriye’ye gidip ülkelerine geri döndükleri kısmını atlayıp transit olarak -siyasi değil coğrafi zorunluluklarla- Türkiye’den geçmelerinden bile Paris barbarlığından “Türkiye-Suriye bağlantısı büyüyor” başlığı çıkaran Kemalist sol gazetenin çaresizliğine mantıksız gelmeyecektir bunlar.

Akademik kariyerini “Davutoğlu’nun eski öğrencisi” olarak eski hocasına çakarak yapan solcu bir akademisyenin “Rakka tamam da Başakşehir’i ne yapacağız” yazma konforu, bir başkasının neo-con Rupert Murdoch’ın bile daha kibarını söyleyebildiği bir tonda IŞİD’e karşı yürüyüş yapmadıkları için Müslümanların IŞİD’e destek verdiklerini iddia edebilme rahatlığı bu nefret dilinin o çevrelerde epey itibar sebebi olduğunu da gösteriyor.

Paris saldırısından sonra sadece Cumhuriyet gazetesinde çıkan bazı cümleleri  mesela sahiden Le Pen bile söylemeye utanabilir, Pegidalılar bile “Bu kadarı da ırkçılığa girer” diye benzer şeyleri söyleyenleri uyarabilirdi.

Yani Avrupa’da yükselen İslamofobi analizleri için uzaklara gitmeye gerek yok, Fransa’daki aşırı sağcılar bile soğukkanlılıklarını korumaya çalışırken esas İslamofobi Türkiye’de yükseliyor.

Müslümanlara Parisliler'den daha çok kızıyor bizdeki laikler.

En tuhafı da olayın IŞİD’le falan da bir ilgisi yok.

Sadece içlerine attıkları İslamofobilerini ifade edecek bir vesile, meşru zemin oluyor bu terör saldırıları.

Ama esas olarak bu saldırılardan sonra dünyada ortaya çıkacak siyah-beyaz kutuplaşmasında kendilerine yer tutmaya çalışan bir kurnazlıkla yapıyorlar bunu. Türkiye’de sayıca bileğini bükemedikleri muhafazakârları topyekûn şer cephesine itekleyip, AKP’yi IŞİD’le yan yana gösterip, Batılı büyük abilerine dövdürmek istiyorlar.

Böylece buradaki iç siyasette boylarının uzayacağını düşünüyor, bir azınlık psikolojisiyle kendilerine dışarıdan bir hami arıyorlar. 19 dünya lideri yetmemiş gibi, son olarak gönüllerinin Başbakan’ı Çipras’ı Erdoğan’la samimi pozlar verdiren uluslararası denklem, güç ilişkileri ortadayken üstelik.

Türkiye’deki laiklerin bir kısmının AKP karşısındaki yenilgi ve çaresizlikten savruldukları tek yer İslamofobi de değil. Hatta o epey eski bir hikaye. İttihatçılardan Kemalistlere damarlarda hep aktı self-oryantalist mavi kan.

Esas yeni ve daha tehlikeli olanı bu yenilgi psikolojisinin onları yeniden siyaset karşıtlığına, cici demokrasi ezberlerine geri döndürmesi. Bir grup zaten oradan bir adım dahi ileri atmamıştı. Ama, askerî vesayete karşı çıkmış, siyasi meşruiyeti savunmuş bir kısım laik demokrat da uzun bir süredir seçimden sonra zembereği boşalmış bir şekilde neredeyse sarhoş lakırtısı düzeyinde “halkımızdan adam olmaz” türküsünü söyleyip duruyor.

“Hitler’e oy veren Almanlar” gibi kötü analojiler, mazoşist halk esprileri havada uçuşuyor. Utanmasalar “meğer sahiden eğitim şartmış” diyerek Anıtkabir’e yürüyerek Atatürk’ten özür dileyecekler.

Tahtını kaybetmiş devrik kraliyet ailesi psikolojisiyle geri dönmek için her yolu denedikleri bu siyasi çaresizlik onları bazen gayrimeşru yollarla iktidarı ele geçirmeye çalışan bir dinî cemaatin saflarına, bazen çocukları silahlandırıp, şehirleri savaş alanına çeviren bir silahlı örgütün hendeğine düşürüyor.

Halbuki onların derdinin çaresi ne eskiden orduydu ne de şimdi paralel devlet, PKK ya da kapısında manda dilendikleri Batılı başkentler.

Son 60 yılın çok partili siyasi hayatından çıkaramadılarsa bile bu son 49.5 onlara bağırarak anlatıyor hakikati; Bu halinizle bu ülkede bir daha iktidar olamayacaksınız.

Halkının çoğunluğunu aşağıladıkları bir ülkeyi yönetmeyi düşünmek en baştan ham bir hayaldi zaten.

Demografi nedeniyle bunu demokratik seçimlerle yapmak mümkün de değildi. Son beş yılda askerlerle, sokaklarda devirmecilik oynayarak, gayrimeşru ya da silahlı yapılarla iş birliği yaparak ya da uluslararası güçlere oynayarak da yapamayacaklarını anlamış olmalılar.

Artık kolayca yırtmak yok.

Eğer muhafazakârların yönettiği ülkenin tadını çıkarmaktan fazlasına taliplerse  siyaset yapmak, iktidara ortak olmak istiyorlarsa büyük kitleyle sahici ilişki kurmaya, kendini değiştirmeye, baraj kapaklarını indirmeye, kırmızı çizgilerini pembeleştirmeye, üzerlerindeki eskimiş gömlekleri çıkarmaya hazır olmalılar.

Epey ter, gözyaşı ve acı verici bir süreç olacak bu. Ama sürekli öfkeyle söylenmek, yaşadığı toplumla duygusal kopuş yaşamak, aidiyet hislerinin azalması, güçsüz ve yenik hissetmekten daha kolay ve daha az acı verici olacağı kesin.

İşe; yüzde 50.5 hesabıyla kendilerini kandırmaktan vazgeçip, hiçbir temsiliyeti olmayan itirafçı muhafazakârlarla ilişki, ittifak kurmayı gerçek diyalog zannetmekten vazgeçerek başlayabilirler.

Aksi takdirde bir Müslüman ülkesinde Batı’dan himaye bekleyen bir azınlık olmaktan fazlası beklemiyor onları…

Balkon sizi bekliyor. En azından temiz hava almak için.

Havalar daha da soğumadan…


Yıldıray Oğur, 23.11.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Yıldıray Oğur Belgeselleri
Yıldıray Oğur Yazıları









Sonsuz Ark'ın Notu: Yıldıray Oğur Beyefendi'den yazılarının yayını için onay alınmıştır. Seçkin Deniz, 05.07.2015


Yazının ilk yayınladığı yer: Türkiye Gazetesi

http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/yildiray-ogur/588893.aspx

Seçkin Deniz Twitter Akışı