7 Ağustos 2015 Cuma

SA1623/TG141: Breaking the Silence - Sessizliği Kırmak: İsrailli Askerlerin İtirafları/ El-Halil 2005-2007/ 10. Bölüm

      “Bizimle gönül birliği bulunan, Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’te Eylül 2000 tarihinden itibaren görev yapmış askerlerin itiraflarını topluyor ve yayınlıyoruz.” 
Taciz, Yağma, Aşağılama, Dayak, İşkence, Öldürme, Yaralama, Sûikastler, Özel Mülklere Verilen Zararlar…

“Bu, ayrıca var olan gerçekliği bildiği halde inkar eden inatçı çoğunluğa karşı da bir dik duruş. Bu, İsrail toplumuna ve liderlerine, çalışmalarımızın sonuçlarını değerlendirmek için acil bir çağrı.”

Askerler görev başında başlarından geçenleri anlatıyor:

İtiraf-27

Bir ara bölük komutanı, karakolda yer alan nöbet kulübesini kaldırmayı ve insanların oradan değil de Beit Romano yerleşiminden geçmesine izin vermeyi düşünmüştü, bu duyduğum en saçma teşebbüstü [Mülakat yapılan kişi, el-Halil’in “yerleşkeler” diye adlandırılan ve birkaç Yahudi ailenin oturduğu bir bölgede yer alan bölük karakolunda görev yapmıştır]: 

Böylece insanların bu kapıdan geçişine izin vermemeyi düşünmüştü. Evet, “düşünmüştü” kelimesini vurguluyorum, çünkü bunun işe yarayacağını zannediyordu. Oradaki yerleşimcilerin isimlerini hatırlayamıyorum. (Bu düzenlemenin ardından) oradan geçen insanlarla (yerleşimciler) askerler arasında “annelerinin nerede doğduğu, nereye gitme izinlerinin olduğu” noktasında diyaloglar gerçekleşmeye başladı. 

Ne demek istiyorsunuz?

Gerçekten hatırladığım şeyler bunlar: kişinin annesinin, büyükannelerinin vs. nerede olduğu, nereye gitme izinlerinin olduğu yönünde konuşmalar. En sonunda Yahudi yerleşimciler ile anlaşmaya varılarak oradan geçme iznine kimlerin sahip olduğuna dair bir liste hazırlandı.

Bunun kararını neden bölük komutanı veriyordu?

Çünkü nöbet noktasının tamamen askerlere ait olduğunu ve oradan sivillerin geçmemesi gerektiğini, bunun yerine siviller için geçiş yeri olan Beit Romano’yu kullanmaları gerektiğini düşünüyordu.  
  
Peki, siviller neden özellikle buradan geçmek istiyorlardı?

Burası onlar için daha uygun bir noktaydı. Doğrudan geçmek varken niye etrafından dolaşmak istesinler ki?

Fakat geçebilecekleri başka bir yer vardı?

Tabi ki.

Fakat onlar oradan…?

Nöbet noktasından geçiyordu.

O zaman genelde karakol etrafında bulunuyorlardı, öyle mi?

Oradan geçiyorlardı. Bu açıdan bakıldığında karakol son derece acayipti. Ama bakın, farz edin ki yanınıza o evlerden birinde yaşayan sevimli bir çocuk geliyor. Hoplaya zıplaya gelip, askerlerle oyun oynuyor. Bu ordu açısından son derece alışılmamış bir durum.   

Size ne denmişti peki, insanların bu durumu hakkında?

Bu durum hiç tartışılmamıştı. Onlar oradaydı. Süreç bunu gerektirdiği için. 

Bölgede altı aile mi vardı?

Evet. Hoş insanlardı, bir adam hariç. Bu adam birkaç durumda olay çıkarmıştı. Olaylardan biri, marketten ona erzak getiren çocukların geçmelerine izin verilmediği için çıkmıştı.

Çocuklar nereden geliyordu?

Kiryat Arba’daki marketten, nöbet noktasından geçmek istiyorlardı. İzin verilmeyince bu adam bağırmaya başladı: “Nasıl bana yiyecek getirmelerine izin vermezsiniz? O yiyecekler bana geliyor…” Biz de ona “nöbetteki askerlere değil bize, komutanlara bağır” diye seslendik. Bunun üzerine askerlere küfretmeye başladı.

Onlara küfür mü ediyordu?

Evet, utanmaz bir şekilde. Gerçekten eğer bölük komutanına veya bana ya da komutadaki birine küfür etse sorun olmazdı. Ama nöbetteki askerlere küfredemez! Onlar sadece verilen emirleri yerine getiriyor. Olaydan sonra yine oradan geçmeye devam ettiler. Daha önce yapılan ve oradan kimin geçip geçemeyeceğini belirten listenin kullanılmasına devam edildi.  

Marketten gelenler?

Onların geçişine izin verildi. Bölük komutanı geçişi tamamen kapatacağını düşünmüştü ama sonuçta duruma göre açılıp kapanan bir geçit uygulamaya konulmuş oldu. 

***
İtiraf-28

Bakın, dayak her zaman vardır. Sabit bir şekilde… Geriye dönüp baktığımda gerçekten kötü bir durum. Yaptığım şeyler veya yapmam gerekirken yapmadıklarım. Bunlarla mücadele etmem, onlarla birlikte yaşamam gerekiyor. Olanlardan dolayı gurur duymuyorum. Hatta utanıyorum. Gerçeği söylemek gerekirse çok utanıyorum. Olan bitenlerde hiçbir olumlu şey göremiyorum.

…Bir keresinde devriyeden dönerken taksinin içinde birisini gördük. Yani camdan onu görüyorduk, bir şey saklıyor, üzerini örtmeye çalışıyordu. Taksiyi durdurduk. İçeride üç kişi vardı, şoför ve arka tarafta iki genç. Ataların Mağarası (eski tarihi bölge) tarafında askerin biri bıçaklanmış veya o türden bir olay olmuştu. Kısacası onları indirip üzerlerini ve taksiyi aradık ve bir bıçak bulduk. Bu bir mutfak bıçağı değil, bıçaklama amacıyla kullanılabilecek türden bir şeydi. İkisini birbirinden ayırarak sorgulamaya başladık:

“Bu kimin bıçağı” diye sorunca bilmediklerini söylediler. Onları yeniden bir araya getirerek “Bakın sizi rahat bırakıyoruz, iki dakikanız var. Ya bu bıçağın kime ait olduğunu söylersiniz ya da ikinizi de tutuklarız” dedik. Böyle diyerek yanlarından ayrıldık.

Onları öteden gözetlediniz mi?

Evet. On metre kadar öteye gittik ki kendi aralarında rahatça konuşabilsinler. Yine yanlarına giderek bıçağın kime ait olduğunu sorduk. Bize yakın olan genç bilmediğini söylerken arkasında duran arkadaşı parmağıyla onu işaret ediyordu. İkisi de çok korkmuştu. Biz de bir asker bıçaklandığı ve ardından da bir bıçak bulduğumuz için oldukça heyecanlıydık.   
   
Bıçak üzerinde herhangi bir kan veya başka bir iz var mıydı?

Hayır. Kullanılmamıştı. Arkadaşını işaret edeni bırakıp diğerine: “Üzerinde neden bıçak var? Senin olduğunu biliyoruz. Bizi aldatmaya mı çalışıyorsun? Bu bıçağın salata doğramak için olduğunu mu söylemeye çalışıyorsun? Nesin sen, aptal mı?” dediğimizde “Hayır, hayır bu annem için” diye cevap verdi.

Gerçekten sinirlerimizi bozmuştu. Ona birkaç yumruk attık ama yüzüne değil kaburgalarına doğru. Birden devriyedeki diğer arkadaşlar da geldi ve biz “bıçak ne için” diye sorarken, diğer askerlerde ona kurşungeçirmez yeleklerle ve sopalarla vurmaya başladılar. Dizlerine vurunca yere düştü bu sefer yerde tekmelemeye başladılar. Onu parçalara ayırmak istercesine tekmeliyor ve aynı zamanda kafasına ve sırtına sopalarla vuruyorlardı. Pestilini çıkarttılar. Aynı filmlerde birkaç kişinin bir adamı benzetmesi gibi. 

Derken askerlerden biri gencin boğazını iki eliyle sıkmaya başladı. Çocuk, bu 17-18 yaşlarında bir gençti, bu sırada “Anne, Baba!” diye bağırıyor, asker ise boğazını gittikçe daha fazla sıkıyordu. Morarmaya ve şuurunu kaybetmeye başlamıştı. Durumu fark eden arkadaşlar, askeri gencin üzerinden çekip almaya çalıştılar. Fakat o sıktığı boğazı bırakmıyor “Bizi öldürmeye çalışıyorsun öyle mi? Beni bıçaklamaya mı geldin seni gidi…., Beni bıçaklayacaksın öyle mi? Seni öldüreceğim!” diye bağırıyordu. Sanki çıldırmış gibiydi. 

Normalde şiddet yanlısı bir insan değildi, gerçekten. Tanıdığım en iyi çocuklardan biriydi ve genellikle Araplara şiddet uygulayan bir kişi değildi. Bu olay çok istisnai bir durumdu. Sanki içine şeytan girmiş, çıldırmış gibiydi. Gencin boğazını sıkmaya devam ederken ağlıyor ve “Seni öldüreceğim! Seni öldüreceğim!” diye bağırıyordu. Bizse onun ayaklarından ve belinden çekerek gençten ayırmaya çalışıyorduk. 

Sahneyi hayal edin; asker havaya doğru kalkmış ama elleri hala Arap gencin boğazında kenetlenmiş durumda ve biz çekmeye devam ediyoruz. Onu bütün gücümüzle havaya doğru kaldırıyor çekip götürmeye çalışıyoruz. Ama o, gencin boğazını bırakmadığı için bu sırada o da askerle birlikte havaya doğru kalkıyor. Aynı sırada askerlerden ikisi hala genci tekmelemeye devam ediyor. Birimiz: “Yeter, bırakın. Onu öldüreceksiniz” diye bağırıyor. Tekmeleyen askerler ise: “Kapa çeneni! …” diyerek genci dövmeye devam ediyor. 

En sonunda bir şekilde başardık. Gencin boğazını sıkan askerin kollarına ve bileklerine sopayla vurarak onu bırakmasını sağladık. Sanki bir pitbull gibi çocuğun boğazına kenetlenmişti. Boğazını bir an bırakmasıyla genci çekip aldık. Diğer arkadaşları da sakinleştirdikten sonra oradan ayrıldık. Genç hala yerde yatıyordu şuuru yerinde miydi değil miydi bilmiyorum. İşte böyle. İğrenç bir sahneydi. Sonradan düşündüğümde oradaki herkesin zihninin bulanıklaşmış olduğunu fark ettim.             

Diğerleri de böyle çıldırmış mıydı?

Herkes. Herkes kafayı yemişti. Orada tüm gerçeklik algınız bozuluyor. Size birçok insan üzerinde tam hâkimiyet sağlama yetkisi verildiğinde onlara istediğiniz her şeyi yapabilirsiniz: Onların eşyalarını çalabilir, evlerine girip yatabilir, her şey yapabilirsiniz. Arabalarını alabilirsiniz. Gerçekten ne isterseniz, her ne isterseniz…  


<<Önceki                 Sonraki>>

Tamer Güner, 07.08.2015, Sonsuz Ark, Çevirmen Yazar, Çeviri 


Orijinal Metin:
http://www.breakingthesilence.org.il/wp-content/uploads/2011/02/Soldiers_Testimonies_from_Hebron_2005_2007_Eng.pdf




Seçkin Deniz Twitter Akışı