8 Ağustos 2015 Cumartesi

SA1624/KY26-CA15: Aile Ocağını Tüttüren Mimar Kız

"Her insana ait biricik hayat giderek kendi şahsında dahi erişilmez hale geldiğine göre, biz o hayatın günlüklerin, arşivlerin, eş ve dostun tanıklığının unuttuğu veya dinlemediği önemli bilgilerine nasıl ulaşacağız?"


Birçok alanda mihenk taşımız, “yüzyıl.” Geriye doğru baktığımızda tarihi yüzyıllar halinde katman katman okuyoruz. Son yüzyıl bize yakın olduğundan, çok daha hareketli, yoğun ve zorlu yaşanmış olarak görünüyor. Belgeler, filmler, arşivler, albümler çoğaldıkça gerçek daha bir elle tutulur hale gelmiyor geçen bir asır için. Bir yüzyılın canlı şahidi nasıl da kıymetli bir varlık! 

Yüz yaşını aşmış bir insanla daha önce tanışmamıştım. Onun adına ise tesadüfen ulaştım. Kadın mimarlar üzerine bir sunum için hazırlanırken, Cumhuriyet gazetesinden Ali Deniz Uslu’nun yaptığı 21 Ağustos 2011 tarihli röportaj geldi önüme. “Camilere eli değen ilk kadın mimar” başlığını taşıyan röportajı okurken bilgisizliğimden utandım. Gerçi yaptığım araştırmalar sonucunda hakkındaki bilgisizliğin ne denli yaygın olduğunu da gördüm. Makbule Yalkılday camilere eli değen ilk kadın mimar, ancak “İslami duyarlığa sahip” siteler Cumhuriyet gazetesi röportajını iktibas ettikten sonra onu unutmuşlar.

Bu unutkanlığın farklı alanlarda da sürdüğünü fark ettim ardından. Camilere eli değen ilk kadın mimar yaptığı çalışmalardan bazılarına değiniyor röportajda, ancak ne Vakıflar Bölge Müdürlüğü arşivlerinde, ne de yaptığını veya restorasyonuna katıldığını söylediği camilerde adından bir iz, bir belge var. Tabii bu mimarlık alanında çok genel bir problem. 

Dahi mimarlar bir tarafa bırakılırsa, bir bina yaptıran şahsın ismiyle hatırlanıyor; restorasyonlarda da kurum adı öne çıkıyor genellikle. Dolayısıyla Yalkılday’ı, hakkında araştırma yaparken biriken sayısız soruya cevap bulmanın yanı sıra, yaptığı veya emek verdiği camilerin adlarını kendisinden öğrenmek için de aramaya başladım.

Yalkılday 1914 doğumlu. Osmanlı İmparatorluğu’nu çöküşe götüren bir dizi olay yaşanırken dünyaya gelmiş. Mütedeyyin, Fatih’te bir konakta yaşayan Kırım asıllı geniş ailenin Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş yıllarına özgü, Cihangir’de Makbule’nin yaptığı eve taşınmasının ardından gerçekleşen dağılma hikayesi sarsıcı dersler içeriyor. Babası ve ağabeylerinden gizli saklı akademide mimarlık öğrenimi gören genç kız aynı zamanda aileyi çekip çeviren, toparlayan mihveri role sahip çıkacaktır gelecek elli yıl boyunca.

Yüz yıllık hayat, geçen bir asra özgü unutuş ve unutuluş; sadece yalnızlığı düşündürmezmiş. Agamben’in cümlelerini hatırlıyordum aramayı sürdürürken: “Unutulan ne ister? Ne hafıza ne de farkındalık, sadece adalet.” 

Ömrünü mesleğine ve yeğenlerine vakfetmiş olan kadınla ilgili çok az bilgi var kaynaklarda. Cami mimarlığının bir hayli hor görüldüğü dönemlerde bütün enerjisini mevcut camilerin korunmasına ve yenilenmesine yönlendirmiş bir mimara ilişkin bilgisizliğimiz nasıl açıklanmalı? 

Ali Deniz Uslu’ya ulaştım. Yalkılday’ın bir huzurevinde olduğunu biliyor; ama huzurevinin ismini hatırlayamadı, irtibat bilgileri de geçen yıllar içinde arşivlerinden silinmiş. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın yardımıyla nihayet kaldığı huzurevini öğrendim. Huzurevi Müdürü Murat Soylu’dan randevu alarak Hacı Osman’a doğru yola düştüm.

Daha önce hiç yüz yaşını aşmış bir insanla karşılaşmadığım için de heyecanlıydım. Röportajının oluşturduğu izlenim yanıltıcı değilmiş. Dinamik, dikkatli, sevecen, sevimli bir hanım o, huzurevinde diye ununu eleyip eleğini astığı fikrine kapılmamış, hayatı yorumlamaya devam ediyor. Seke seke çıkıyor odasına götüren merdivenleri, bazı bilgiler için Murat Bey’in aracılığına başvurmama razı olmuyor, “Bana sor, benimle konuşmuyor musun?” diye itiraz ediyor. 

Bir yüzyılın tanığı olarak dönemleri çeşitli açılardan kıyaslamayı ihmal etmiyor hiç. Kendi mesleki mücadelesinin tecrübelerine dayanarak kadınların kamusal alanda saygın bir varlık edinmelerinin önündeki engellere değiniyor. Kişisel başarısının izlerinin silikliğini ise hiç önemsemiyor: "Ben üzerime düşeni yaptım, Allah biliyor", diyor sıklıkla. 



Bir hayli açık sözlü. Mesela roman okumayı sevmediğini söylüyor. Hep çalışma hayatı içinde bulunduğundan yemek yapmaya fırsat bulamadığını, bu alanda gelişemediğini, bir kez yumurta pişirmeyi denediğini, ama yaktığını tatlı tatlı anlatıyor. Ancak konuşmanın başka bir yerinde nadiren de olsa çiğ börek ve mantı gibi sevdiği yemekleri yapmaktan hoşlandığından da söz etti. Aslında meslek sahibi olma mücadelesi içinde kadınlık bilgilerini göz ardı etmiş değil. 

Beyoğlu’nda faaliyete başlayan Olgunlaşma Enstitüsü’nün ilk kız öğrencisi, şapka dersine giren ilk öğrenci ayrıca ve tarihimizin yüksek lisans eğitimi görmüş ilk kadın mimarı. Çeşitli fotoğraflarında taktığı görülen şapka ve bereleri kendi elleriyle yapmış, örmüş. Yeğeni Burcu Hanım’la twitter aracılığıyla konuşuyoruz. Daha geçen yıla kadar örgü örmeyi sürdürdüğünü belirtiyor. Hem örgü hem de kalıpla şapkalar yapmaya uzun yıllar devam etmiş. Başındaki beyaz bereyi geçen yıl örmüş. On beş- yirmi yıl öncesine kadar Beşiktaş pazarından aldığı ucuz kumaşlarla kendine giysiler dikmeyi sürdürmüş.

Ve namaz kılmayı hiç bırakmamış. Prof. Maruf Önal 6 Kasım Mart 2003 günü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Oditoryum’unda “Mimarlıkta Geçen 60 Yılın Ardından” başlığı altında yaptığı konuşmada, “Vestiyerin arkasında Orta Asya kökenli, dini bütün, sofu kız arkadaşımız Makbule Yalkılday’ın namaz seccadesi bulunurdu” diye atıfta bulunuyor. 

Mimarlık yıllarında, İstanbul Deftardarlığı’nda çalışırken inşaatlarda rüşvetten sayılabilir diye su ikramını bile kabul etmeyen bir takva ile sürdürmüş hayatını. Eksik malzeme kullanılmasın diye gecelere kadar beklermiş inşaatların başında. Bu titizliğin, duyarlığın hayatının her alanına yansıdığını fark etmek güç değil.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişin sarsıcı tecrübesini kendi hayatı ve aile çevresi açısından olumlu bir istikamete yöneltmek için sürekli çaba gösterdiği anlaşılıyor akrabalarının anlattıklarından. Herkes onu sevip sayıyor, genç kuşaktan akrabaları ona duydukları borçluluk hissinden söz ediyor. 

Savaşların yüzyılı, onun kişisel savaşının da zemini. Başucu kitabı Elmalılı Hamdi Yazır’ın tefsiri olmuş. Tefsiri bizzat Yazır’ın oğlu hediye etmiş. Sahi, İsmail Ağa Camii’nin Mahmut Efendi’den önceki imamı Şeyh Ali Haydar Efendi’nin kızı Saide ile sınıf arkadaşıymış; yakın bir dostluk varmış aralarında. Bu nedenle de İsmailağa Camii’nin restorasyonunu yapmak istemiş olmalı. Fatih Camii’nin restorasyonunu da üstlenmiş. Ancak temelden restore ettiği tek cami Üsküdar Sultantepe’de.

O caminin ismini bir türlü hatırlayamıyor, ancak tariflerine göre Halep Mollası ve Müderris Abdülbaki Camii (1644) olma ihtimali yüksek. 1960’ların başlarında temelden restore edilen tek cami, Müderris Abdülbaki Camii çünkü. 



Bu cami ve Sultantepe’de bulunan diğer camilerle ilgili çeşitli araştırmalar yaptım, ancak tarihi camilerin restorasyonunda mimar adı geçmiyor arşivlerde. Mezun olduktan kısa bir süre sonra cami restorasyonu alanında çalışmaya başlayan, böylelikle “camilere eli değen ilk kadın mimar” olan Yalkılday’ın adına kayıtlarda, arşivlerde herhalde nadiren rastlanılabilir. Yaptığı, emek verdiği eserlerin bir dökümü yok. Kendisi de mesela meslektaşı Cahide Tamer gibi kişisel bir arşiv tutmayı önemli bulmamış. 

Restorasyon üzerinde çalışan mimarlar özellikle bir kubbe üzerinde fotoğraf çektirmeyi ihmal etmemişlerdir. Onun böyle fotoğrafları yok. Yaptığım çalışma için iş başında gösteren fotoğraflar kullanmak istedim. "Biz dindar bir aileydik, pek fotoğraf çektirmezdik, elimde olanlar da oraya buraya dağıldı", dedi. Yeğeni Burcu Hanım aile albümlerinden derdiği birkaç fotoğraf gönderdi.



“Gün olur asra bedel” diyor Aytmatov’un romanı… Bir yüzyıl bir açıdan ne kadar uçsuz bucaksız, bir başka ölçüyle ise ancak bir gün kadar uzun. Onar yıllık dilimler halinde katlanıyor zaman ve yüzyılın defteri dürülüyor.

Yalkılday 20. Yüzyılın eşiğinde geçmişe bakarken mesleki hayatıyla ilgili en önemli bilgileri hatırlamakta zorlanıyor. Layıkıyla tutulmamış notlar ve silik hatıralar yüzünden biyografiler her zaman eksik, tarihi muhasebeler nadiren sağlam bir adil yargıya ulaşmış olabilir. 

Her insana ait biricik hayat giderek kendi şahsında dahi erişilmez hale geldiğine göre, biz o hayatın günlüklerin, arşivlerin, eş ve dostun tanıklığının unuttuğu veya dinlemediği önemli bilgilerine nasıl ulaşacağız?



Cihan Aktaş, 08.08.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Perspektif Yazıları, 



Sonsuz Ark'ın Notu: 
Kaynak belirtilmek kaydıyla Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır.  Seçkin Deniz, 09.05.2015


Yazının ilk yayınlandığı yer: Dünya Bülteni:

http://www.dunyabulteni.net/yazar/cihan-aktas/20300/aile-ocagini-tutturen-mimar-kiz

Seçkin Deniz Twitter Akışı