8 Ağustos 2014 Cuma

SA824/KY1-CÇ70: Gönül Metamorfozları

"Kays ve Ben ölüm masalları yontarız bir bir düşlerimizden
Lili’nin ayak izlerinde gezinirken gözlerimiz"

 -1-
biz devrimlerin yakamadığı çocuklarız
sen kaç devrim yaşadın Lili
kaç su yıkandın her yüz dönüşte
-2-
-göç-

siz kazanla su alıp
kalburla su satarsınız
biz develerin yakasından tuttuk
bir kaktüsün yakasından tuttuk
biz kenti terk edip çölü yurt tuttuk Kays’la
avcıya ağladık ağladık avladıklarına
biz Lili’ye yas tuttuk
hayran hayran bakarken Jüliet’in saçlarına
bir günde bin yıllık ağladık
Lili’inin kentte olmasına kentte kalmasına
Lili daha çocuk
Lili cıvıl cıvıl
Lili’nin yüreği koşmak için çırpınır
***
Lili çölde her akşam yıldızlarla oynaşır
çölde düşünce dizi acımaz canı yanmaz insanın
Lili daha çocuk
Lili cıvıl cıvıl
Lili’nin yüreği koşmak için çırpınır
***
ateşler yakılır akşamdan akşama
güneşin kızarttığı ufuklara dek
yorgunluk çıkarılır aydınlığında alevlerin
ayın gölgesi taşar ülkemizden
ölüm dileriz göklerden
Kays ve ben
ölüm masalları yontarız bir bir düşlerimizden
Lili’nin ayak izlerinde gezinirken gözlerimiz
gölgemiz kadar yakınımızdaysa Lili
ölüm bile güzeldir
Lili’siz güne varmak elde mi
soluk almak elde mi
Lili daha çocuk
Lili cıvıl cıvıl
Lili’nin yüreği koşmak için çırpınır
***
Lili’nin gözü uzaklarda
Lili bir tutsak çağdaş aynalarda
yalnızlık yanılsamalarında
yalnızlık ki gözyaşı kadar sıcak
gözyaşı kadar saf
gözyaşı kadar kutsal
Lili’nin gözü aynalarda
toprağı vuran gözyaşlarından uzak
Lili daha çocuk
Lili cıvıl cıvıl
Lili’nin yüreği koşmak için çırpınır
-3-
-sanrı-

bu sis kentten ülkemize kadar varan bu sis
bir ikindi üzeri vurdu bizi
iliğimize kadar kanımızı emdi bu sis
gözümüz nereye baksa
öksüren etimiz kemiğimizdi
üşüyen beynimiz kalbimizdi
senin ellerin üşürdü Lili
ne Kays ısıtabildi ellerini ne de ben
silik bir gölgeydi ellerini ısıtan
bu sis ısırdı
umutlarımızı kopardı taa kökünden
bir perdeyi kapayıp bir başka perde açtı
Kays ve ben haykırdık
haykırdık çölü saran bu sis içinden
olanca gücümüzle haykırdık
Lili daha çocuk
Lili cıvıl cıvıl
Lili’nin yüreği koşmak için çırpınır
***
Biz unuttuk düşler unuttu bu sisi
kuşlar unuttu
güneş kenti terk etmek üzereyken
morun tutsağı böcekler
sisin unutulacağını bilir gibiydiler
kuşlara savaş ilan ettiler
bir sis ilk kez unutuluyordu
denizin yer yer titrediği bir vakitte
denize küsen martılar eşliğinde
kentin çokça saldırılarından ilk unutulan
bu bilinen ilk sisti
Kays’ın ve benim unutmamamız
kuşların hiç unutmaması gerekendi
hep aklımızda tutmalıydık
Lili’yi çölde tutmalıydık
kent ötesi çölü duyurmalıydık
türevi alınan çay gibi saklamalıydık
artık sevinç gözyaşlarını unutup
mor giysili böceklere kanacaktır
serçeler için ağlamayacaktır
üveyikler için
çiçekler için
kaktüsler için bile ağlamayacak
bundan böyle oyun içinde olacak soluk alışları
göz kamaşması
kirpik kırılması
hep bir oyunun girizgahı olacak gülüşleri
gözyaşları
bir oyunun kastanyeti olacak inançları aşkları
ya gün gelecek ya zaman geçecek
Lili de oyuna katılıp oyuncu olacaktır
çölden insan avlayacaktır
çöl insanı avcıdır avcı olmasına
ama Lili için hep avdır
Lili’nin kentten olacağına inanmaz çöl insanı
Lili’yi yaşıyor belleyecektir
gördükçe soluk alışlarını
***
ben artıkçı değilim
kent artıkları tutamaz beni
dağlı bir bilgeden okudum yaşamı
dağların kutsanmış suları çağlar içimde
görkemli deli sevdalar besleyen
pişmanlık çığlıkları değil bu
özlem değil arzu değil bu
kemirilen umudun parmakları
sizi gün boyu sırtlayan
anne hep ağlıyor olacaktır dönekleştiyse düşler
ya da çağ aldatmasıysa düş
çığlıklara doğacaktır çocuklar
çocuklar yürek hafifliğinde kelebek avlayan
kuş böcek ve kelebek avlayan çiçekler
o kutlu çiçekler bir perdeye taşınıp
başka bir perdede solacaktır
bu bir sisten çok bir örümcek ağı
allı-morlu kanarya sarısı giysilerde örülen
bir ad sancıması mı bu
aşk bağıtlarından
sevda gömütlerine kadar
haykırılan sessizce haykırılan bir aşk şarkısı mı
kıyamet mi yaşanan
sur’un soluğumudur solunan
hayattan yoksun üretilmiş aşklarla at başı
daha çok bir sayıklama
ürkek bir korkunun saçlarına tutunan
bu sis kentten ülkemize kadar varan bu sis
bir ikindi üzeri vurdu bizi
Kays ve ben haykırdık can havliyle
Lili daha çocuktu
Lili cıvıl cıvıldı
Lili’nin yüreği koşmak için çırpınırdı
Lili yine çocuk
Lili yine cıvıl cıvıl
Lili’nin yüreği aldatmak için çırpınır
-4-
-yanılsama-

bir öğlen üzeri tam tepedeyken güneş
çölü tam kaplamışken
sarıp sarmalamışken
türküler söylendi şiirler okundu Lili’ye
Lili tam yolunu şaşırmışken sevildiğini öğrendi
Bir koşuş koştu ki kent için kentler için şölendi
Lili Lili kadar güzeldi
Afrodit kadar Belkıs kadar güzeldi
Meryem kadar saf
Züleyha kadar içliydi
Kays’taki Lili
Bendeki Lili
bir öğlen üzeri tam tepedeyken güneş
Lili sevildiğini öğrendi
yer yer sarsıldı kent ulumalarla
bir çiğnemlik tütünlerde
kederler acılar yenildi
bir kent için sevda anlaşılmaz bir şeydir
ve hatta bir tür bozgundur
çünkü kentlerde her şey sezonluktur
kentte yaşam mevsimlik insanlar içindir
***
bir öğlen üzeri tam tepedeyken güneş
sevgi yokladı bizi
bilindi sevginin ölümü öldürmek olduğu
zamanı aşmak olduğu bilindi
bu bir kent için değil olağan
olağanüstüden de öte bir şeydi
***
bir öğlen üzeri tam tepedeyken güneş
kentin büyücüleri toplanıp olanca güçleriyle
Lili’nin duyduğunu vurmayı kurdular
Her gün biraz daha soldu Lili
Ciğerlerinde kentin küflü soluğu
Lili küskün gözlerinden yüreğinden yana
Lili daha çocuktu
Lili cıvıl cıvıldı
Lili’nin yüreği aldatmak için çırpınırdı
***
Lili’nin gözü vitrin gezintilerinde
ilkel gezgin merakıyla
Lili daha çocuk
Lili yorgun mu yorgun
kentin kapkara sokak izleri
çölde iz bırakan o narin ayaklarında
firengili veremli sokak izleri
sesim uğuldar arada bir Lili’nin kulaklarında
“sen ağlama dayanamam!”
***
bir akşamüzeri tam batmışken güneş
Lili hıçkıra hıçkıra çölü terk eden ay ışığında
Gözyaşlarını saydı kentin ayazıyla çatlayan
İncecik parmaklarıyla
Lili yağmura kırgın
Lili daha çocuktu
Lili cıvıl cıvıldı
Lili’nin yüreği sevmek için çırpınırdı
-5-
-aksiyomlar-

kentin bir gündüz
bir de gece uyuyan yakası vardır
teoride iki kere iki dörttür ama adamına göredir
bu yüzden “göreli” bir kavramdan çok bir imkandır
Lili bu imkanla tek tek gezdi tüm vitrinleri
kentin tekerlekli sandalyelerini
yenildi rujun mor renklisine
pembedeki albeniye
renklerin her biri muştuladı büyücülerin her birini
renklerce ululandı büyücüler
keyfine diyecek yok büyücülerin
Lili’nin dudakları pembe
Lili dudakların neden pembe
seni vuran mor da neden pembe
Lili yanakların neden pembe
yüzünde renkler neyi kutluyor
bu renk cümbüşü renk kokteyli ne
ölgün yüzündeki renk rölyefi
öyle suskun durma Lili
başını eğip durma kent yücelir sen öyle durdukça
boynunu büküp kalma sakın
durma bu sokaklarda
çevir bakışlarını seni emziren çöle
sakın korkma Lili kent yutmaz seni
büyücüler vitrinler ve renkler tuttuklarını
tutacaklarını sansalar da kent tutamaz seni
aynaların büyüsünden sonra renklerin vitrinlerin
çikletlerin büyüsü mü
Lili daha çocuk
Lili cıvıl cıvıl
Lili’nin yüreği kurtulmak için çırpınır
-6-
-Kays’ın söylevi-

Lili çocuk ben çocuktum
henüz kent yoktu ortalıkta
toprak henüz topraktı sizin anlayacağınız
karganın ayak izleri silinmemişti henüz
kabil’in canavarlığından başka utancı yoktu toprağın
bu günü andıran bir gün gökler sarsıldı ay tutulmasıyla
çöl sakindi
bu günkünden daha sakin
aya bakıp dururdu insanlar
her biri düştükçe kör kuyulara
göğe ağdıklarını sandılar
iyice takmışlardı kafalarına
bu ay kurtarma operasyonunu
bayat bir sinek bile anlardı bu deliliği
gerçek bir delilik olsa
***
toprak henüz toprakken
Lili’yle ben yağmurları okşardık onca iş arasında
Lili benim kadar mecnun
benim kadar sarhoştu
sizin anlayacağınız vitrinler yoktu
beyazdan başka renk yoktu
bu yüzden beyazdı elleri Lili’nin
yüreği beyaz
alnı bu yüzden beyazdı
kabil terk edince göçünce çölden
bir sevinçle doldu ki yürekler
öylesine mutlu oldu ki anneler
öylesine coştu ki Lili öylesine coştu ki
şölen yaptık kırk gün kırk gece
günler bile yorgun çıkmıştı güne
Lili günün yorgunluğuyla
-solgunluğunu da alarak-
şeffaf bir perdeyi aralayıp hafifçe
uzatıp başını çölden uzağa baktı
kabil’in yaktığı boz bulanık ışığa takıldı bakışları
ve ben ayrılık kokusu aldım
“sancılı bir gün!” diye haykırdım
hınçtan bir duvar gördüm Lili’nin gözlerinde
kalbim sanıldı düğümlenen ayaklarım yerine
***
kentin o uzaklardan kokusunu aldığım kentin
ilk vuran kılgısıydı
Lili bir garipti
garip bir özlemdi yüreğinde yer edinen
yer edip devinen
kah sönük kah alev alevdi
kabil’in kurduğu kent Lili’nin yüreğinde özlemdi
yaratıcı olmak yerine bilmeden tutsaklığına koştu kentin
aydınlık yerine karanlığı
Lili’nin yüreğinde bir özlemdi kent
yakılması gereken bir özlemdi
Lili daha çocuktu
Lili cıvıl cıvıldı
Lili’nin yüreği koşmak için çırpınırdı
***
Lili çölde bile tutsaklığı arardı
masal inlerine koşardı cadı bayramlarında
kırk kulpu kırık kırk küp içinde saklambaç oynardı
saçlarını okşardı cücelerin
farelerin kedilere baktığı gibi bakardı kedilere
köpekler tutsaksa severdi
itimadı yoktu özgür nesnelere
kent bulmadı Lili’yi Lili’ydi kenti bulan
kırk kulpu kırık kırk küp içinde
kenti okşadı durdu gözleriyle
aynalara baksa bile anlamayacaktı
Lili daha çocuk
Lili cıvı cıvıl
Lili’nin yüreği yanmak için çırpınır
***
katırların izlerinden yürüdü Lili
boynu tasmalı köpeklerin ve otomobillerin
her gün bir şeylerini aldığı kedilerin gözetiminde
günlerce aylarca
çağlarca sürecek bir yürüyüştü
ölümü aratacak bir ölüştü
***
günlerce gezinip durdum
güneşi yoldaş kıldım en ıssız köşelerinde çölün
bir çare bulsam hemen taşıyacaktım kente
çare olsa tüm kandil gecelerinin kandillerini taşırdım kente
kuşlar diyemedi
örümcekler söylemedi
akrepler bilemedi
Lili bu arayış türküsünü dinlemedi
allı-morlu giysiler içinde
dinlemek istemedi bu şarkıyı
ben Mecnun oldum kaçırdım ağzımdan gerçeği
değil kent
çöl bile bu gerçeğe tahammül edemedi
mecnundan mecnun oldum
Lili’den de çocuk oldum
çöl kumlarından saraylar kurdum
ceylanlardan hızlı koşuyordum
güneşi vuruyordum içimdeki ateşle
Lili bir oyuncak şimdi
kadim  zamanlardan kalma
kırık bir oyuncak
içimin mahzenine atılan
***
kırk kulpu kırık kırk küp içinde
saklambaç oynardı Lili
ağlardı kağıt mendillere
dudaklarında rujun kirli izleri
Lili’yi çölden koparmadılar
benden çalmadılar Lili’yi
o bende yaratandı
o ölünce yaratanı buldum içimde
dışımda solup içimde doğmasaydı
tahammül ederdim Lili’ye
çöl bile tahammül edemedi bu gerçeğe
***
zaman artık hep gurub vaktidir
geçit yoktur ne doğuş ne batış için
ayrılık aykırılık serencamıdır zaman
ayrılıklar aykırılıklar koynuna almışken beni
Lili daha çocuktu
Lili hiç büyümeyecek mi diye düşünüp dururdum
düşünüp dururdu tüm çöl halkı
kurdu kuşuyla çöl tam bir filozoftu
gün geldi Volter bile bildi bunu
bilebildi bunu
***
çöl başka bir dünyadır
ötelere açılan tılsımlı bir kapıdır
çöl yaşar ve yaşatır
kent deyince ne anlıyorsanız
nereleri sancıyorsa beyninizin
nasıl sızlıyorsa burnunuz kükürt dumanlarıyla
egzoz gazlarıyla nasıl yanıyorsa gözleriniz
çöl tersini yaşatır bunların
bunun için sıcaktır çölde göz yaşları
çölde yalanlar bile gerçektir
gerçek gibi değil gerçektir.
Lili çocuktu
gerçeği yalandan ayıramayacak kadar çocuk
gün geçti çocukluk ruhunda kaldı Lili’nin
boy aynalarında vitrinlerin kucağında aradı kendini
ruhuyla orantısız olduğunu ayrımsayamadı
büyüyen yanlarının
serap sandı oysa kent baştan sona seraptı
moru tutan
moru bilen giysiler kadar serap
Lili daha çocuktu
Lili cıvıl cıvıldı
Lili’nin yüreği yanmak için çırpınırdı
Lili yine çocuk
Lili yine cıvıl cıvıl
ama Lili’nin yüreği aldatmak için çırpınır
-7-
-toprağın seyir defteri-
-gündem dışı bir konuşma-

ben toprak
ilk ölümün ve öldürüşün tanığı
belki bu yüzden insanlar beni asfalta boğdular
belki bu yüzden kopardılar yağmurdan
yağmurla arama
perde germeleri bu yüzden belki
kimilerince masal
kimilerince arkaik bir öykü
Habil Kabil türküsü
oysa ben tanığım
tek tanığı yaşattıklarının
bir de bir karga vardı
ak paktı gördükleriyle karardı
kabil’e ne yapmasını pençeleriyle anlatmıştı
öldürüşün şaşkınlığıyla dikilirken baş ucunda ölünün
sade bir törendi
kabil tırnaklarıyla kazdı beni
gizledi cesedini habil’in
siz bilemezsiniz ne hazineler
ne ölümler gizlidir derinliklerimde
karga bile sonunu getiremedi o sade törenin
kabil yaşattı ilk utancı bana
tufanları bir bardağa doldurup içmenin
utançlara iyi geleceğini söylemişlerdi
denemedim
yakama iliştirilen utançla yaşamayı öğrendim
dün yeniden zehirlendim
dölden döle zehirlemenin yolunu aktarmasını bildi kabil
***
ben toprak bitkin ve yorgunum
kaydı silinmiş zamanların avareliklerini dinliyorum
hasret ve hüzün
iki bilinmeyenli denklemden fazlaca bir şey
güçlülüğün ve direnişin üstüne çektiğim söylevden
pek bir şey anlamadı derinliklerimi yurt edinen böcekler
hala karnımda duruyor dudak büküşlerinin izleri
***
pek bir hevesle demiştim;
muştu ey kardeşim çöl
muştu evlatlarım muştu ağaçlar
derinliğimde gizlenen sular
üveyikler
kumral böcekler
o kutlu insana binek olacak hecin develer
otlar
düldülü damarlarında saklayan küheylanlar
muştu bize dirildi Habil
karıncalardan dirildiğini öğrendim Habil’in
çölde başlamış diriliş törenleri
çöle gönderdim bütün böcekleri
böylesi bir sevinç duymamıştım
yaşamamıştım uzun zamandan beri
kentte tutsak düştüğümden beri
buruk bir kuşku yokluyor yine de
ya öğrenirse kabil’in soyu dirildiğini Habil’in
dayanamam bunca zamandan sonra
dayanamam bir daha ölümüne habil’in
sıkı sıkıya tembih ettim karıncalara
çöl uyansın her türlü tedbiri alsın
savsaklamasın hiçbir ihtimali
gözü gibi baksınlar bu kere Habil’e
-(...)-
-seyir defterine ek; kayıtlardan çıkarılmış ek-

derinliklerimde biriktirdiğim artıkların
yağmurla arama gireceğini nasıl bilebilirdim
hüznüm ölüm kadar eski
hükmedemiyorum rüzgarlara
isyan içinde depremler
korkum kabil’den miras sabır Eyyub’dan
itimadım yok insanlara
nicedir hasret kulaklarım kuş sesine
gül öfkesine kar serzenişine
güneşin ılık nefesine
ayın sunduğu lezzete
“ ahh.. nerde o eski günler” diyebilirim
insan hayıflanması olmamış olsaydı eğer
güneşten çok ay’la mutluydum
ne tatlı bir lezzetti o
ne hoş ninniydi gecenin ayak sesleri
bütün bunlar birer hatıra bile değil şimdi
yağmurlar beni arıyor
rüzgarlar beni soruyor olmalı
yağmuru yine tutabilirim
asfaltla örtülü olmasa yüzüm
-8-
-son söz-

Kays dirilişe erdi Lili’nin çölü terk etmesiyle
Lili de bir hınç öylesine bir hınç doğdu ki
ürpertilere boğuldu tüm kent
Lili’nin yüzü ürperdi maskesinin ardında
Lili bir çöplükte uyandı
frengili veremli sokaklarda
Kays’ın sancısıyla uyandım ben
bir temmuz ayında mahlep ağaçlarının altında
türküler söyledim ağıtlar yaktım
şiirler yazdım Lili’ye oyunlar buldum
çöl büyüklüğünde bu çöplük içinde Lili vurduğunu sandı
Kays’tan olmasa da çölden alınan bir intikamdı aklınca
Lili çocuktu
Lili cıvıl cıvıldı
Lili’nin yüreği aldatmak için çırpınırdı
***
aynalara inanmaz oldu Lili
aynalar haykırsa da çirkinliğini
güzelliğini övecek bir meczup bulurdu
kaç aynanın kanına girdin günahını aldın
bu ana kadar kaç ayna kırdın Lili
şu kısacık ömründe kaç meczup saydın
o kaypak kentin çürük mezatlarında kaç mecnun sattın
Lili daha çocuk
Lili cıvıl cıvıl
Lili’nin yüreği sevilmek için çırpınır


Cemal Çalık, 08.08.2014,  Konuk Yazarlar,  Sonsuz Ark, Şiir



Seçkin Deniz Twitter Akışı