4 Haziran 2014 Çarşamba

SA710/AŞ47: Türkiye ‘Bir Şey’in Zirvesinde: “Demirtaş, Yüreğini Bana Satsın”

“Yeni Türkiye’deki ‘Bir Şey’ toplumun ruhunda dolaşıyor; herkes aynı anda farkına varıyor.”


Türkiye’nin 2002’de başlayan yolculuğu sürüyor. Eski kirli beyazların, ‘Her yıl en az şu kadar büyüme şart; yoksa Erdoğan’ın büyüme hedefleri hayalî” dedikleri günden bu yana çok yıllar geçti, çok badireler atlatıldı. Engelli koşu diyorum ben buna. Ama engelli koşuların bir ahlakı var; engeller belli ve antrenman yapabiliyorsunuz. Türkiye’nin koşusunda engeller belirsiz ve buna bağlı olarak birilerinin attığı zarlara göre bariyerler konuyor. Erdoğan liderliğindeki halk da her seferinde şaha kalkıyor ve engelleri bir bir aşıyor.

Oyun masasında zar atanlar ise hiç yılmadan ve yenilgilerini umursamadan yeni zarlar atmaktan bıkmıyorlar. Oluşan zafer boşluklarında da Türkiye büyük adımlar atmaktan vazgeçmiyor. Her gürültüde, her kaotik atmosferde eski kangrenli organlarını acımasızca kesip atıyor ve yerine yenilerini monte ediyor. Şu sıralar bu koşunun başkahramanı pozisyon değişikliği yapmakla meşgul olduğundan tarih zikzaklar çizmeye yanaşsa da ‘Bir Şey’ hemen  zikzak noktalarına müdahale ediyor ve Türkiye koşusuna devam ediyor.

Kürt Sorununu tarihe gömen ve aslında Kürt Sorunu ile hiç ilgisi olmayan Gladio’nun  kendi kontrolünde olmayan solcu örgütleri yok etmek için kurduğu terör örgütü PKK sorunu ise maalesef devam ediyor. Kürt Sorunu ile PKK sorununu içiçeleştiren de  yine Gladio direktörlüğünde gerçekleştirilen stratejik planlar ve onların sonuçları. Türkiye derinliklerinden Gladio’yu tamamen temizleme başarısını gösterebilmiş değil. 

Hemen her siyası ve dinî grubun, cemaatin dizaynını yapan Gladio, yani NATO yedekte tuttuğu nöbet devrine hazırladığı her yapıyı sırası gelsin ya da gelmesin sistemde aktif hale getiriyor. Bunu nasıl mı anlıyoruz? Toplum olarak hiç tahmin etmediğimiz organizasyonlar, yapılar birden bire anlaşılmaz şekilde davranmaya başladıklarında ipuçlarını seziyoruz ve hemen tavır alıyoruz. Yani Türkiye’nin aleyhine olan her bir söylem bir şimşek hızıyla fark ediliyor ve yeni Türkiye’deki ‘Bir Şey’ toplumun ruhunda dolaşıyor; herkes aynı anda farkına varıyor.

Son bir yıldır Fethullah Gülen ve cemaatinin söylem ve eylemlerinden bu halkın çıkardığı ders de bu minvalde. Yine ‘Çözüm Süreci’nin Öcalan etkisiyle aktif bir tarafı hâline gelen PKK’nın hiç arkası kesilmeyen, ancak şiddet dozu zaman zaman azalan ya da artan eylemlerinin sıklıkla gündeme gelmesi ve şiddet yoğunluğu olarak herkesin tahammül sınırlarını zorlaması, Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi  son kaotik değişkenlerden biri olarak algılandı. Bu halk bunu böyle algılıyor artık. ‘Bir Şey’ halka tüm gerçekleri anlatıyor.

Bingöl-Diyarbakır-Bitlis üçgeninde yol kesen, araç yakan, karakollara erzak ve inşaat malzemesi taşıyan araçlara saldıran, güvenlik güçlerine taciz ateşi açan, eski rakibi Hizbullah’ın yeni türevlerinden biri olan yapının ilçe sorumlularını ve diğer vatandaşları tehdit eden, kaçıran, uzun süredir gündeme gelmeye çalışan  PKK, Kürt çocuklarını ve gençlerini zorla ya da bir şekilde ikna ederek dağa kaçırmaya da başlayınca ‘Bir Şey’ bu sefer kürt annelere 40 yıllık suskunluklarını bozmayı öğretti ve anneler, babalar PKK’dan çocuklarını geri istediler. Bunu da PKK ile kan ve organ bağı bulunan BDP-HDP’nin en büyük belediyesi olan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin önünde oturma eylemi yaparak dile getirdiler.

PKK’nın özgürlük ve af diye bağırıp çağırdığı, cemaatin nefret söyleminden beslendiği, cemaatin ve kirli beyazların demokrasi sandıktan ibaret değildir dediği ve bu türden zihniyetin Gezi teröründe, 17-25 Aralık’ta ve 30 Mart’ta,1 Haziran’da açık ittifak yaptığı ve Çatı Aday arayışlarıyla Cumhurbaşkanının kim olacağını belirlemeye çalıştığı bugünlerde, BDP-HDP’li Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Gülten Kışanak zabıtalarına emir verdi ve çocuklarını isteyen anneleri saçlarından sürüklediler, onları polis, hain, ajan olarak suçladılar ve devlet tarafından satın alınmakla itham edildiler. Gültan Kışanak, anneler üzerinden siyaset yapıldığını öne sürdü. Oysa kendisi çocukları dağa kaçırarak pazarlık masasında birer piyon olarak kullananların tarafındaydı.

Oysa onlar doğurup büyüttükleri çocuklarının birilerinin keyfi için ölmesinden bıkmış annelerdi ve bunun tekrarlanmasını istemiyorlardı. Çocuklarını istiyorlardı sadece. Üzerlerinde hiçbir hakları olmayanların çocuklarının canlarını bahse konu ederek zar atmalarına izin vermeyeceklerini söylüyorlardı.

Detaylar şöyleydi:

PKK’nin kaçırdığını söylediği ortaokul 2’nci Sınıf öğrencisi 13 yaşındaki oğlu M. için eylem yaptıklarını söyleyen Bedriye ve İsmail Eşiyok konuştu. Anne Bedriye Eşiyok, "Belediye görevlileri sabah eylem yaptığımız alana gelerek bizi kovdu. Ben direnince saçımdan tutarak sürüklediler. Benim amacım sadece 13 yaşındaki çocuğuma kavuşmaktır. Biz barış istiyoruz. Evladıma kavuşuncaya kadar eylemimi devam edeceğim. Biz çocuklarımızı istiyoruz, barış istiyoruz" derken İsmail Eşiyok da, "Bize buranın yasak olduğunu söylediler. Biz biraz ileriye gittik. Oraya da geldiler ve bize hücum edercesine saldırdılar. Bizi dövmek istediler. ’Burada durmayın, cehennemin dibine gidin’ dediler. Ne yapacağımızı şaşırdık. Biz çocuğumuzu istiyoruz" diye konuştu.

Oturma eylemini sürdürenlerden Erhan Erem ise PKK’nın götürdüğü 19 yaşındaki kardeşi Fatih Eren’in bırakılması için eylem yaptığını söyledi ve ekledi: "Bu aileler aslında BDP’nin tabanından kişiler. Eylem yapan aile sayısı her geçen gün artıyor. Bu binleri, on binleri bulacaktır. Aileleri kontrol etmekte zorluk çekiyoruz. Belediye burada eylem yapmamıza izin vermiyor. Ancak biz barışı ve çocuklarımızı istemeye devam edeceğiz. Gerekirse burada açlık grevi, ölüm orucu yapacağız. Bu seçenekleri de değerlendiriyoruz" dedi.

Belediye yetkililerin kendilerine ’ajan’, ’hain’ ve ’AKP işbirlikçisi’ diye psikolojik baskı uyguladığını söyleyen Erhan Erem öfkelenmiş: "Hatta benim polis olduğumu söylemişler. Bu ailelerin hiç bir partinin üyesi, ajan, işbirlikçi, hain olmadığını söyledik. Annelere saldıracaksa, yaşam alanı sağlamayacaksa biz başka yerde de eylemimizi sürdüreceğiz. Yarın AKP önünde de oturabiliriz. Bizim hiç bir partiyle ilişkimiz yok. Biz açlık grevini başlatmayı, gerekirse ölüm orucu yapacağız. Burada bir baba kendini yakmak istedi. Ben engelledim" 

Başka ne diyebilirlerdi ki? Suçlular, çocuklarını kaçıranlardan çocuklarını isteyenlere başka nasıl davranabilirlerdi. Demokratik hak, insanî talep Gladio’nun ruhunda yoktu, ürettiği yapılarda olması mümkün müydü? Ama ‘Bir Şey’ çalışıyordu yine.

BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın, çocukları PKK tarafından kaçırıldığı için eylem yapan annelere yönelik "Bazıları para karşılığı bunu yapıyor" açıklaması karşılığını bir anneden alacaktı, hem de tarihe geçen bir cümleyle.

Demirtaş şöyle demişti: "Kimse kusura bakmasın; 30 yıldır onbinlerce kişiyi dağa kaçırarak götürmedi bu örgüt. Hiçbir çocuğa biz dağı tavsiye etmiyoruz. Siyasete davet ediyoruz. Dağın yolunu biz göstermiyoruz. Orada oturan bazı aileler, istihbarat tarafından kendilerine verilen bir ücret karşılığında bunu yapıyorlar. Çocuklarının da dağa gittiği falan yok. Bazılarının çocukları uyuşturucu şebekesi tarafından kaçırılmış, bazılarının dağla alakası yok. Bazı aileler para karşılığında o eylemleri yapıyor."

Çocuklarını isteyen aileleri, üstelik anneleri ‘ücret karşılığı eylem yapmakla’ suçlamak nasıl bir zihniyetin ürünü olabilir, bilmiyorum. Üstelik PKK gibi tehdit eden ve öldüren bir terör örgütü hazırda bir sürü eylem ve saldırı yapıyorken hangi fert bir ücret karşılığında canını tehlikeye atabilir? Çocuklarını geri karşılığı bedeli bu insanlık dışı suçlamalar olmamalıydı, hak aradığını söyleyen bir yapı için.

Diyarbakır Anneleri 3 kişiyle çıktıkları yolculukta 70 kişiye ulaştılar, ama ne bir kirli beyazın gözleri onları gördü ne de aydın, kanaat önderi diye parlatılan, eli kalem tutan ünlü isimler. Gezi terörüne sosyolojik anlam yükleyen ve kuşak üreten hakperestler nesnel kutucuklarından çıkıp nesnel bir yorum yapmaktan bile çekindiler.

Ama ‘Bir Şey’ bir anneye o tarihi cümleleri söyletti.

Eyleme Erzurum'dan katılan Lütfiye Bozoğlu, para için değil barış için geldiğini söyledi ve Demirtaş'a seslendi: "Oğlumu istiyorum. Buradaki bütün anneler çocuklarını istiyor. Para pul istemiyor. Demirtaş, yüreğini bana satsın. Parası neyse ben veririm. Çocuğumu almadan buradan gitmiyorum.” 

Çocuğu dağda olan anneyi öldürmeye PKK da cesaret edemezdi. Gladio kıskıvrak yakalanmıştı yine. Annelerin ruhundaki cesaret 40 yıllık ölüm kanyonunda sinmekten, erimekten bıkmıştı ve artık bağıra bağıra geliyordu.

Türkiye’yi değiştiren ‘Bir Şey’ vardı ve günlerdir dilime dolanan o şeyi The Daily Telegraph yazarı James Hurley de şöyle anlatmaya çalışıyordu:

“Türkiye‘Bir Şey’in zirvesinde. Yeni bir Türkiye imparatorluğu doğmak üzere olabilir. Sağını solunu istila ederek değil ticaret dünyasını sollayarak bunu yapabilir. Türkiye 10 yıl önce Avrupa'nın hasta adamı konumundan, istikrarlı ve tutarlı bir ülkeye dönüştü. Artık uluslararası sahnede yer alıyor.”

Çok fazla merak etmeye gerek yok. 200 yıldır dünyayı kan gölüne çeviren vahşetin elleri hem Türkiye’deki büyük çoğunluğu hem de Dünya’daki büyük çoğunluğu artık uykuda kalamayacak kadar rahatsız ediyor, insanlar farkına varıyor. 200 yıllık uykudan uyanıyor insanlar, cesaretleri inkişaf ediyor. İstikrarlı ve tutarlı insanlar, istikrarlı ve tutarlı bir ülke inşa ediyorlar.

Bana öyle geliyor ki bu engeller artık yavaş yavaş cesamet kaybedecek; zar ustaları zarlarını ceplerine sokup kös kös köşelerine çekilecekler

‘Bir şey’ artık onlara emretmeyi de öğrendi. Allah daima büyüktür çünkü.




Arif Şahin, 04.06.2014, Sonsuz Ark, Şaşkınların Tarihi 47




Seçkin Deniz Twitter Akışı