26 Mart 2014 Çarşamba

SA608/ KY5-PT15: Kiziroğlu Mustafa Bey/ Roman- 2/5: Zavallı Kiziroğlu

Kiziroğlu Mustafa Bey


-5-
Şehrinaz bir biçimde Doğan’a ulaşmış, cuma “Huzur”a çıkıldığında hanımı Aysema ile birlikte Kiziroğlu’na kaçmayı düşündüklerini, bu kaçışa Kiziroğlu’nun rızası olur mu olmaz mı? diye cumaya kadar haber beklediğini anlatmıştı. Doğan kendisine ulaştırılan bilgiyi Kiziroğluna iletmiş fakat olumlu-olumsuz bir cevap alamamıştı. Gerçi cumaya daha iki gün vardı var olmasına ama hanımların ona göre de hazırlığı olacaktı.

Kiziroğlu Aysema’nın teklifini alınca hem sevinmiş hem de şaşırmıştı. birdenbire hem de böyle bir zamanda. Başına gelenlerden habersiz olmasına imkân yoktu.

“Sen ne dersin Hüsam Dayı?” diye sordu Kiziroğlu. Hüsam Dayı başını iki yana sallayıp düşünceli düşünceli konuştu:

“Ne yalan söyleyeyim ben de şaşırdım.. hani tamam sen sözlün olduğunu ilan ettin. Kabul ederse dedin. O dediğin zaman böyle bir teklif gelseydi anlardım. Aradan aylar geçmiş birden bire.. hoş bir şekilde seni kabul ettiğini öğrendik senin ilanının ardından ama.. ne bileyim.. bunu hiç ama hiç beklemiyordum desem yalan olmaz.. hele Değirmenci Yusuf bir gelsin. Bir de onunla konuşalım.”

“Yakın zamanda gelir mi?”

“Haber verdim. Bir zahmet hemen gelsin, dedim. Neredeyse gelirler. Şehmuz’u gönderdim!” dedi.

Kiziroğlu:

“İyi akıl etmişsin Dayı. Şehmuz’u yollamakla iyi etmişsin. İhtiyar bu tepelere tırmanamaz.. bizimkinin epey bir yardımı olur! Gördün mü şu Aysema’nın yaptığını dayı.. iki ayağımızı bir pabuca soktu. Ben diyorum ki hani yaralandığımı öğrenmiş merak etmiştir.. ondan böyle bir şeye kalkışmıştır. Hazır bir fırsatta yakalamıştır bizim bilmediğimiz.. yani ben böyle düşünüyorum.. ama durum ortada he dayı?”

“Aynen öyle oğul.. aynen öyle! Dur bakalım.. aceleye gerek yok!” 

“Acele ettiğimiz yok be dayı..” deyip sustu Kiziroğlu.

Şehmuz’un, “Buradan Yusuf baba” sevecen sesi duyuldu. “Geldiler işte..” dedi Hüsam dayı ayağa kalktı. Peşinden Kiziroğlu da kalkıp Değirmenci Yusuf’u karşılamaya çıktılar. Değirmenci nefes nefese kalmıştı. Karşılamaya gelenlere bakıp eğildi. İki eliyle dizlerine yaslandı.

Başını kaldırmadan:

“Öldüm valla ağalar.. epey yaşlanmışız..” dedi.

Kiziroğlu hemen yanına vardı doğrulmasına yardım etti:

“Ya baba kusura bakma.. biz gidelim dedim de.. Hüsam Dayı ‘Yusuf biraz da hareket etsin.. dönmeyen taş gibi kilitlenip kalacak!’ diye mani oldu.” dedi ve Şehmuz’a göz kırptı. Gülüştüler.

Hüsam Dayı, “Zevzeklenmeyin de dama getirin soluklansın adam!” karşılığını verdi. Yusuf gülen gözlerle Kiziroğlu’na baktı.

“Hüsam Ağa haklı elbet. Hareket etmiş olsaydık aha böyle dizimiz dermansız olur muydu?”

Yavaşça doğruldu. Ellerini beline destek yaptı. Geri kaykıldı. “Valla her bir yanım tutuldu.” dedi. Dama doğru yürüdüler. Hüsam dayı kapıyı açıp içeri buyur etti. Şöminenin cılız ateşiyle aydınlıktı dam. Şöminenin hemen yanında büyükçe bir semaver kaynıyordu.

Değirmenci Yusuf’u baş köşeye oturttular. Hüsam Dayı hemen Yusuf’un yanına oturdu. Kiziroğlu ile Şehmuz da iki yaşlı adamın karşısına geçip diz çöktüler.

“Aç mısın?” diye sordu Hüsam dayı. “Bizim zevzekler konuk karşılamayı bilmezler.. konuk aç mıdır, susuz mudur, yorgun mudur.. akıllarının ucundan bile geçmez!”

Yusuf babacan bir sesle,

“Etme Hüsam Dayı.. sen de ben de biliriz ki her insanın her halinden anlayan terbiyeli edepli er kişidir hem Kiziroğlu hem yarenleri.. böyle çokça üzerlerine varırsan benim gibi ipullah keçeküllah bir başına kalır gözlerini ağartıp durursun karanlıkta!” karşılığını verdi.

“Aman Yusuf Baba o nasıl söz..” diye atıldı Kiziroğlu. “Biz kimin kimsen saymaz mısın? Senin birer evladın değil miyiz? Valla gücendim!” dedi.

Hüsam Dayı ve Şehmuz da sözlerini onayladılar Kiziroğlu’nun.

“Yanına gitmedik diye sitem ediyor aklınca.. görmez misin Kiziroğlu’nun omzundaki sargıyı.. uzun yolculuklar için henüz erken..” Değirmenci Yusuf “Yav.. ne sitemi kimseye kinayeli bir şey dediğimiz yok.. Damadım olacak hayırsız gelip değirmende durmuyor.. onu anlatmak istedim. Sanki sancak da iki hasır örmekle başı göğe erecek!”

Hüsam sağ elini kaldırıp yavaşça Yusuf’un sol dizine koydu.

“Şimdi olmadı Yusuf Ağa.. şimdi olmadı. Kızını düğünle alayla verdin Doğan yiğidine. Doğan köyden sancak’a göçmedi ki.. yedi ceddi sancaktaydı. O da sancakta doğup büyümüştü. Ne diye verdin o vakit kızı? Ha kaçıp giden oğluna yangınlığını diyorsan o başka!”

Yusuf kaşlarını çattı:

 “Şehmuz o semaver boşuna mı yanar.. siz içmeyecekseniz de hele bana bir bardak çay doldur içim yandı!” diyerek konuyu değiştirme yoluna gitti. Sitemli bakışlarla bir an gözlerinin içine baktı Hüsam dayının. “Ne diye yaramı deşersin be boşboğaz!” der gibiydi. Namert oğlu “Baba destur versen de Hicaz’a gitsem!” demiş evlad-ı iyalini de alıp kendi deyimiyle “dönmezin esfel-i safiline” gitmişti.

Doğruysa o insafsız Mısır’a gidip yerleşmişti. Dönmeyeceğini anlayan hanımı Asiye yataklara düşmüş inleye inleye can vermişti. “Bilesin ulan hayırsız ananın katili sensin!” diye kaç kez uyur uykusundan fırlamış düş gördüğünü anlayıp koca adam inleye inleye ağlamıştı.

Şehmuz demli bir bardak çayı değirmenciye uzattı. Yerine oturdu. Bir süre sustular. Yusuf sımsıcak çaydan bir iki yudum aldı. Bardağı yarılamıştı.

Hüsam Dayı üzüntülü bir sesle:

“Bağışla be Yusuf Ağam.. dediğin gibi boşboğazlık ettik.. hay dilimi eşek arıları soksa.. bazen dostlar arasında kendimi kaybediyorum..” dizini sıktı Yusuf’un. Yusuf şefkatle dayının eline vurdu. “Boş ver be Hüsam ağa.. yaşlandık.. alınır olduk her sözden.. biz asıl meseleye gelelim.. Aysema’yı epeydir tetkik ederim. Sorup soruştururum.” dedi

Bakışlarını Kiziroğlu’na dikti:

“Kızın gönlü ağamıza vardır. Bu kesin. Hatta ağamızın pusuya düştüğü düğünde o da vardı. Ve oğlumuza vermek üzere hazırladığı bir nameden de haberim oldu. Belki o gece kaçacaktı. Ama olmadı. Ancak Şehrinaz işi bozuyor. Turab Şehrinaz’a dikkat edin dedi. Döngel Murat’ın hanesine sığınmadan önce Şehrinaz’ı bey Döngel Murat ile görüşürken çağırmış.”

Üç adam pür dikkat kesilmiş Yusuf’un anlattıklarını dinliyorlardı. Adeta soluk bile almıyorlardı.

“Deme!” diye kuşkulu bir sesle çıkış yaptı Hüsam Dayı. “Ne konuşmuşlar Turab duymamış mı?” değirmenci başını salladı “Birkaç zamandır bey ve konukları oldukça sakınarak konuşur olmuşlar. Şehrinaz’ı hizmet için mi çağırmışlar, bir vazife mi vermişler belli değil. Turab öyle dedi. günahını almayayım ama dikkat etmek gerek. Döngel’in olduğu yerde insan iki kere değil bin iki kere dikkatli olmalı diye de ihtiyatın elzemliğini birkaç kez tekrar etti.”

Kiziroğlu sol elini çenesine götürdü. Avucunun içine aldı. Şehmuz hayretten iri iri açılmış gözlerle kendisine baktı.

Kiziroğlu:

“Bir kadına nasıl bir vazife verecekler ki? Ne yani kılıç kuşanıp otağımızı mı basacak? Uyur uykumuzda bir hançer çekip göğsümüzü mü yaracak?” dedi düşünceli bir sesle. Şehmuz başıyla onayladı bu sözleri. Hüsam Dayı hayır, anlamında sallıyordu başını.

“Değil.. namertliğin ölçüsü, aleti bir değildir ki.. ben Turab’ın sözlerine kulak verelim derim. Peki Yusuf ağa Turab Aysema kızımız için ne der?” diye sordu. “Aysema ağamıza tutkundur. Burası kesin. Eğer bir oyun var ise bu oyunda Aysema sadece araçtır. Kullanılacaktır. Ve fakat farkında olmayacak.. Döngel’in her zamanki taktiği.. o ne hinoğlu hindir!”

Hüsam Dayı, “Tüh..” dedi. Kiziroğlu’na dönüp “Sen de tam adamını buldun.. tam gönül kaptırılacak biri..”
Kiziroğlu daldığı düşüncelerden sıyrıldı:

“Etme be dayı.. sen demez misin, sen bize öğretmez misin babaların günahını evlatlar, evlatların günahını babalar çekemez.. diye.. şimdi böyle mi oldu?”

Yusuf başıyla evetledi Kiziroğlu’nu:

“Kiziroğlu doğru der.. evet döngeller geyiklerin geyiği şeytanların büyüğüdür ama rahmetli hanımı, Aysema’nın anası Gülbahar hanımın soyu sopu tertemizdir. Adil ve hakkaniyetli insanlardı Haşıloğulları. Hala da öyledirler. Döngellerin şerrinden kurtulmak için de buralardan uzaklara göçmüşlerdir. O günde anlamadım bugün de anlamam.. Haşıloğulları Gülbaharı bu iblise niye verdiler? Niye kurban ettiler? Ben rahmetli Gülbahar hanıma hep bir kurban gözüyle baktım.. Aysema da anasının kızıdır. Turab kefil olduğu gibi ben dahi kefil olurum. Aysema masumdur. Ve bir kumpas kurulmuşsa da ondan bihaberdir, derim.”

“La Şehmuz herkes tek tek mi çay isteyecek.. sakilik yapamayacaksan başkasını çağıram.. doldursan ya bardakları.. bak Yusuf ustanın bardağı da boşaldı. Maşallah adamın ağzında teneke var sanırsın!” dedi yapmacık bir kızgınlıkla.

Şehmuz başını sallayıp semavere yöneldi. Yusuf usta gülerek, “Hüsam dayı taktın bu akşam bana ya.. hayırlısı bakalım..”dedi

 Hüsam Dayı:

“Daraldım da ondan Yusuf Ustam.. daraldı içim.. evet ben de güvenirim Haşıloğulları.. insan silahını avradını başkasına emanet etmez amma ben her şeyi mi emanet ederim hem de gözümü kırpmadan.. ama gel gör ki işin içinde Döngeller var.. senin de dediğin gibi geyiklerin geyiği şeytanların büyüğüdür onlar. Valla günahları boyunlarına ama onların kendileri gölgelerinden gölgeleri kendilerinden sakınır.. böyledir. Eh Turab’ın çekincesi de ortada.. Tamam Aysema kızımızdan yana bir kaygımız yok. Ama Haşıloğullarının saflığı da dillere destandır. Etrafında ne olup bittiğini anlayıncaya kadar ay bacayı geçer.. bir de Şehrinaz var. Yusuf usta Rıfat iti Şehrinaz’ı niye vermiştir Döngellere?”

Yusuf Usta:

“Turab’ın dediğine bakılırsa Şeref’in dağa kaldırılması yüzünden olmuş.. epey kişinin canını yakmış bey. Şehrinaz’ı da oğluna yüz vermemekle suçlamış. Zindana atmaya kalkışmış. Döngel iti de kızının hizmeti için istemiş. Ederini de vermiş.”

“Bütün bunlar milletin gözünde olmuş elbet öyle mi?” diye kuşkuyla sordu Kiziroğlu. “Evet..” dedi Yusuf usta.
“Gizli kapaklı olması için bir sebep yok. Turab da epey azar işitip dayak yemiş. Yaşlı başlı adam. Az kalsın kalpten gidiyormuş. Bütün bildiklerim bu kadar. Karar sizin.. geç olmadan Aysema’ya bir haber vermeli derim ben!”

“Vermeli ya..” diye karşılık verdi Hüsam Dayı.

Söz Kiziroğlu’ndaydı artık:

“Tamam.. bu gece bir haber gönderelim.. Şehmuz Mehmet Ali burada mı?”

Şehmuz:

 “Beli ağam.. buradadır. Elif bacının yanındaydı.”

Elif adını duyan Yusuf Usta elinde olmadan “Elif kızımızda mı burada?” diye sordu şaşkınlıkla.

“Evet..” dedi Kiziroğlu “Anam rahmetli olunca yanıma aldım.. hoş buralar bir kıza göre değil ama birkaç gün yanımda kalsın istedim. Köye dönecek ama. Mehmet Ali’lerin yanında kalacak. Şehmuz sen hele çağır gelsin bakalım.”

Şehmuz hemen fırladı yerinden. Kapıyı açınca serin bir rüzgar damın içini yaladı. İçerdekileri hafif bir titreme tuttu. Yusuf, “Kiziroğlu’nu bir yoklasam mı?” diye düşünüyordu. Hoş elçilik yapacak durumda değildi. Hem Zülfikâr çok da açık etmemişti. “Elif desem be desem!” sözü her şeyi açıklıyor olsa da, herhangi bir inkâr durumunda aksini iddia etmek de kolay olmazdı.

“Elif kızımız artık erlik çağındadır.. böyle dağ başında..” diye düşüncesini belirtti Yusuf Usta.

Kiziroğlu yan bir bakış fırlattı Yusuf Usta’ya.

“Burada emniyettedir. Hiçbir yarenim kimsenin namusuna yan gözle bakmamıştır, bakmaz da.” karşılığını verdi. Hüsam Dayı da karıştı söze, “Şükür içimizde uçkur düşkünü bir Allahın kulu yoktur. Olmayacaktır da!”

Yusuf Usta hemen toparlandı:

 “Haşa ben o maksatla söylemedim. Her bir yarenine ben dahi kefilimdir bu hususta. Hani belki bir isteyeni falan vardır.. ne bileyim!” dedi.

Kiziroğlu:

“İsteyeni olup-olmadığını duymadık. Aklımızda olanı da kendisine sormadık henüz. Daha anamızın kırkı çıkmadı.” dedi kızgınlıkla.

“Tüh dilimi eşek arıları soksun!” diye geçirdi içinden değirmenci.

Kapı sertçe açıldı, Şehmuz ile Mehmet Ali içeri girdiler.

Kiziroğlu:

“Gel Mehmet Ali’m gel.. şimdi vakit kaybetmeden sancak’a gidiyorsun.. Yusuf Ustanın damadı Doğan’ı bulup ona Aysema’ya iletilmek üzere, “Kiziroğlu ‘yarasının henüz tam iyileşmediğinden bu Cuma değil de haftaya Cuma buyurup gelsinler, dedi’ diyorsun. Fırla aslanım.”

Mehmet Ali “Baş üstüne ağam!” deyip koşarak fırladı dışarı. Yusuf Usta kalkar gibi yapıp “Eh ağalar epey geç oldu. Ben dahi yola düşem..” dedi.

Hüsam Dayı eline sarılıp gerisin geri oturttu adamı:

“Ne dersin sen Yusuf Usta.. bu gece bizim konuğumuzsun. Merak etme döşeğimiz neyimiz vardır. Oturduğumuz yer gibi sert olmayacaktır yatacağın yer! Öyle değil mi Kiziroğlu?”

Kiziroğlu son konuşmalardan biraz canı sıkılmış gibiydi. Değirmencinin yaşı yaşına denk olsa başka türlü konuşurdu, ama işte büyüğüydü. Ata dostuydu. Gönlünü kırmak olmazdı. Lakin toy birinin sözlerinden farklı değildi değirmencinin. Daha kız kardeşinin gözündeki yaş kurumamıştı bile. Kaç gün oluyordu anası öleli. Yeri mi şimdi dünürcülüğün? Yok yaşı gelmişti de.. yok erlik olmuştu da.. gören duyan da kız kardeşinin yaşının çoktan geçtiğini sanırdı. Öfkesini içine bastırarak “Elbette Hüsam dayı.. ata yadigârlarımız için yumuşak döşeklerimiz vardır!”  bir cevap beklemeden kapıya yöneldi “Biraz hava alayım.. bunaldım!” dedi dışarı çıktı. Arkasından kapıyı usulca örttü. Yusuf’un Hüsam dayıya fısıltıyla “ İhtiyarlık insanı boşboğaz yapıyor değil mi Hüsam ağa?” dediğini duyar gibi oldu.

Kiziroğlu, tepkisinin her ne kadar annesinin birkaç gün önceki ölümünden ötürü olduğunu kendi kendine söylese de kız kardeşinin yuvadan uçacak kanatlara eriştiği gerçeğiyle yüzleşmişti değirmencinin sözleriyle. Kendisine acı veren işte bu gerçekti. Kız kardeşi bir gün yuvadan uçacaktı, o günün de eli kulağındaydı. Değirmenci bu gerçeği ifşa etmiş, yüzleşmesine vesile olmuştu o kadar. Daha ne kadar görmezlikten gelebilirdi ki? Kız kardeşi büyümüş, serpilip güzelleşmişti. O saf yürüyüşler yerini salınmalara çoktan bırakmıştı.

Kendisi yanaklarındaki alı fark etmemiş gibi yapsa da birileri çoktan farkına varmıştı elbet. Fark edilmeyecek biri değildi Elif. Endamı, bakışları kim bilir kaç kişinin yüreğini hoplatmıştı, hoplatıyordu. İşte o yüreği hoplayanlardan biri de bir şekilde değirmenciye faş etmişti halini.

Ama kıyamazdı işte Elif’ine. “Daha çocuk bile sayılır?” diye geçirdi içinden kendisini inandırmaya çalışarak. Bir hüzün çökmüştü omuzlarına. İçindeki sızıyı yarasına hamletse de bu sızının kaynağının yüzleştiği gerçek olduğunu da seziyordu. “Demek kuş uçmaya hazır!” diyebildi fısıltıyla. Etrafına bakındı. Halini bir gören olsun istemiyordu. Gözleri de mi dolmuştu? Kiziroğlu ağlar mıydı?

Anasının ölümüne bile göz yaşı dökmedi sanırdı gören. Oysa ne yaşlar akıtmıştı içinin en derinlerine. O gözyaşları dışa taşsa sel olur dağı taşı önüne katardı katmasına ama bu daha bir hüzünlendirmiş, daha bir yakmıştı canını.

“Elif’ime kıyamam!” dedi dudaklarını ısırarak.  Elif’i kötü sözü, kem bakışı kaldıramazdı. El oğlu onun o müşfik yüreğinden geçenleri anlayabilir miydi? “Mahcup yüzlüm!” deyip bağrına bastığı ata yadigârı ana emanetini kimselere yakıştıramıyordu. Yakıştıramadığını biliyordu. Ve fakat bunu kendine bile itiraf edemiyordu işte.

Kaçıp gitmek isteği belirdi içinden. Bu dağları, bu mekânı her şeyi yüzüstü bırakıp kaçmayı istedi bir an. Kendine öfkelendi, bu istekten ötürü utanca boğuldu.

“Hey gidi zavallı Kiziroğlu..” dedi içinden “Hey  gidi zavallı.. onca mazlum, onca dertli senden derman beklerken senin neyin derdindesin.. sevinmen gerekirken hem de.. bir yuva kuracak kardeşin var.. yüzüne bakılacak, yüzüne bakıldığında insanın içini açacak bir kız kardeşin var bu seni sevindireceği yerde üzüntüye boğuyor he öyle mi?” diye hayıflandı. Böylesi bir şey için allak-bullak olmanın alemi var mıydı? Hem yakışır mıydı? Hiç yakışık alır mıydı? Toyluğun şahıydı bu hal!

Az ilerdeki kayalıklara sallanarak yürüdü. Kol küreğinin az altına, kalbinin yakınına saplanan okun acısını şimdi şimdi duyuyor gibiydi. İri bir taşın üzerine oturdu. Başını gökyüzüne kaldırıp baktı. “Hayır!” sözcüğü içinde büyüdü büyüdü dışarı taşacak raddeye geldi. Derin bir nefes alıp “Of!” diye çıkardı ağzından. “Hayır!” sözcüğü “ Of!” nidasına dönüşmüştü.

“Elif ha!” dedi fısıltıyla. Gidip değirmencinin yakasına yapışsa ve sorsa “Sana Elif’ten kim söz etti?” diye. Büyüğüymüş, ata dostuymuş hiç birinin aklına getirmese.. sertçe ayaklarının altındaki taş parçalarına vurdu. Bir iki taş parçası gecenin sessizliğini yararak yardan aşağıya yuvarlandı. Kuşağından tabakasını çıkarıp bir cigara sardı. Kavla yakıp derin derin birkaç nefes çekti sigarasından.

“Destur var mı ağam!” sorusuyla yanında biten yarenin farkına varmıştı. Kafasına üşüşen karma karışık düşüncelerden sıyrılıp “Sen misin Gürer’im.. gel buyur!” dedi. Biraz yana çekilip oturduğu taşta Gürer’e yer açtı. Gürer edeplice sokulup kendisi için açılan yere ilişti. Bir süre konuşmadılar. Kiziroğlu Gürer’e tabakasını uzattı. Gürer de bir sigara sarıp Kiziroğlu’na katıldı.

“İnsanın içini bunaltıyor kocamışlar be Gürer’im. Biraz hava alayım dedim. Hava güzel.. gökyüzü berrak.” Sözlerine bir karşılık vermemiş başını sallamakla yetinmişti Gürer.

Kiziroğlu merakla “Sıkkın gibisin?” dedi. “Bir terslik mi var?” Öteki “Yok ağam..” diye cevapladı.

“Bir terslik yok da.. hem bizim köylüler, hem sizin Kizir’liler su işini sorup dururlar. Bu çayın yeri değişince çok müşkül duruma düştüler malum. Bir bardak su için neredeyse dünyanın yolunu tepiyorlar.. sen de biliyorsun.. ne zaman şu Sarı itin ümmüğünü sıkıp çayı eski yerine alacaksınız? Deyip dururlar.. bir şey diyemiyoruz.. Hüsam dayı gelenleri bir dövmediği kalıyor.. öyle azarlıyor ki.. bilirsin işte. Hani diyor arkadaşlar eğer ağamız izin verirse biz gidip halledelim.. o iyice bir iyileşene kadar biz hallederiz. İşte bu minval üzre konuşuyoruz aramızda.”

Kiziroğlu sol elini Gürer’in omuzuna atıp kendisine çekti. “Haklıdır köylüler.. siz de haklısınız. Haklı olmasına haklısınız da beni böyle yerimde oturtan kıytırık okun kıytırık yarası değildir be Gürer’im. İstiyorum ki yılanın başını ezelim. Kuyruklarla vakit kaybetmeyelim. Yılanın başını bir ezdik mi mecrasını kaybeden çaylar nehirler de yatağını bulur rençperler ırgatlar da rahat eder. İşte bunun peşindeyim be Gürer yiğidim. Korktuğumuz pustuğumuz sanılmasın!” dedi.

Gürer omuzlarını dikleştirip, “Haşa ağam.. korkunun sayende bizim otağımıza uğramadığını biliriz. Elbet büyüklerimiz neyin ne zaman yapılacağını daha iyi bilir! Köylüler ha bire sızlanınca bizim de tadımız tuzumuz kalmıyor ağam!” deyip sustu.

Bir şeyler söylemeliydi ama söyleyecek bir şey gelmiyordu aklına. Aklı Elif’teydi. Öfke ile derin derin çekti sigarasından. Havaya savurdu dumanı. Ay ışığında bir türlü hangi yöne gideceğine karar verememişçesine bir oraya bir buraya dağılan dumana benzetiyordu kendini şuan.

“Köylüleri oyalayacak bir şeyler söylesek!” dedi Gürer.

Kiziroğlu içini çekti, yumuşak babacan bir sesle:

 “Böyle bir şey yapsak bir farkımız kalır mı kınadığımız hasımlarımızdan? Yılan dediğimiz sırtlan dediğimiz Döngellerden Şehreminlerden Sarılardan Muhayyerlerden daha bilmem hangi itlerden farkımız kalır mı yiğidim? Biz bir söz verdik mi o söz mutlak yerine gelir! Biz hasımlarımıza bile oyalayacak söz söylemeyiz bizi biz yapan bu değil mi a yiğit Gürer’im? Yiğidi yaşatan namıdır namı yaşatan da söylenen sözlerin yerine getirilmesidir! Öyle değil mi?” dedi.

Gürer utanmıştı. Utancından kıpkırmızı kesilmişti bunu biliyordu. Gönlündeki Kiziroğlu’nu daha da devleştirmiş söyledikleri.

“Bir cahillik ettim ağam.. bağışla!” diyebildi güçlükle.

Kiziroğlu yeniden tek koluyla sardı arkadaşını:

 “Sıkma canını.. üzülecek bir şey yok! Sen bir şeyler yapmamız gerektiğinde haklısın.. bunu söylerken nasıl söyleyeceğini şaşırdın hepsi bu.. asıl üzülmesi gereken benim.. siz beni rehber bellediniz ama işte rehberiniz şaşkın. Köylüye rençpere söyleyecek bir çift kelam bulamıyorum. Nutkum kesildi. Biz yılanın başını ezmenin yollarını arıyoruz, desek köylü der ki iyi de ben susuzum bana şimdi su lazım! E haklı. Sabredin demek kolaycılık olur. Ha deyince de yapmayı düşündüğümüz şeyi yapamıyoruz.. gel de çık işin içinden!” 

Sigarasından bir nefes daha çekip ayağının altına attı böcek ezer gibi ezdi izmariti. Söndürdü.

“Yusuf Usta’yı yatırdım.” Sözüyle hemen yanı başlarına sokulan Hüsam dayıyı fark ettiler.

Kiziroğlu gülerek, “Bak gördün mü benim dalgınlığım sana da bulaştı bir ihtiyarın yanımıza kadar sokulduğunu işitmedik!” dedi. Hüsam Dayı ihtiyar sözüne kızardı ama bu kez kızmamış bütün sevecenliğiyle:

“Benim geldiğimi duyacak yiğitleri daha analar doğurmadı. Ben istemedikçe ne yiğitler ne itler çakallar duyar ayak sesimi?” dedi. “Son sözlerini duydum Kiziroğlu’nun.. düşünmeyi sevmediğiniz için çaresiz kalıyorsunuz.. ben derim ki Gürer’lerin köyünün su işini sarıya bulaşmadan halledebiliriz. Güneydeki yamacın orada gür gözeler var. O gözelerden iki bilemedin üç günde köye suyu getirmek çocuk oyuncağı. Dağda yarenler miskin miskin oturup duruyoruz. O yamaçtan köye kadar zati eski bir ark vardı. Otlardan kapanmıştır. Elli altmış adam bir de köylüler katıldık mı iş tamam.. kimse karışmaz, karışmaya da kalkışmaz. Bu arada Sancak’ın gözüne bile gireriz!” dedi gülerek.

“Hay aklınla bin yaşa!” diye sevinçle fırladı yerinden Kiziroğlu. “Bak işte bu pek yaman bir iyilik olur köylüye rençpere.. dediğin gibi kimse de karışmaz.. Sancak’ın gözüne gelince.. gözü çıksın o itin! Tamam Hüsam dayı.. yarın hiç vakit kaybetmeden iyi kazma kürek bel sallayacak yarenleri alıp doğru Ermiş’e gidiyoruz. Ne dersin Gürer? Köylüler yardım eder mi?”

“Niye etmeyeceklermiş.. sızlanmaya gelince varlar da çalışmaya gelince yoklar mı? Valla koşa koşa gelirler. Gelmezlik edeni de yatırırız falakaya!” diye cevapladı.

Kiziroğlu Gürer’e sarılıp “Gördün mü yiğidim.. işte köylüye söyleyecek sözün hasını bulduk..” dedi.

Hüsam Dayı “Hadi bu kadar sevinç gösterisi yeter.. madem kazma kürek işi vardır.. şimdi doğru yataklara..” diyerek çekiştirdi gençleri.

Kiziroğlu derin bir “Ohh!” çekti. Rahatlamıştı.


<<Önceki               Sonraki>>


Puran Tilmiz, 26.03.2014, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar




Seçkin Deniz Twitter Akışı