2 Aralık 2013 Pazartesi

SA492/KY7-NY7: "My Name İs Khan"- Benim Adım Khan/ İslamofobi Vahşeti

“Benim adım Khan ve ben terörist değilim!”


Film otizmin davranışsal türevi aspergel hastalığı olan bir adamın “New York’taki 11 Eylül 2001 tarihli uçak saldırıları sonrası başından geçen olayların” batıdaki “İSLAMOFOBİ“ teması üzerinden anlatıldığı bir film..…

Aspergel hastalığından muzdarip olan şahısların, sosyal iletişim becerileri otizm kadar kapalı olmasa da duygularını sözlü olarak ifade edemeyen, ilişkilerinde gözle temastan kaçınan ve davranışlarını aklından geçtiği her şekilde yönlendiren kişiler olduğunu öğreniyoruz.

Filmin temasının başlangıç, gelişme ve sonuç bölümlerinin iç içe işlenmesi, akışına seyri keyifli ve dinamik hale getiren bir anlatım ve görsellik katmış.

Filmin baş aktörü Shahrukh Khan duyguların  davranışları ve yüz mimikleri ile  ifade edemeyen  ( Ör: Ağlamak istiyor ağlayamıyor, gülmek istiyor gülemiyor) bir adamın her halini  usta oyunculuğu ile başarılı bir şekilde yansıtmış kameralara.

Filmin ilk sahnesinde, oyuncuyu, klavye üzerinde hızla gezinen parmaklar ve dönemin ABD başkanının yıl içinde yapacağı gezilerin yol güzergahı hakkında topladığı bilgiler doğrultusunca kendini havaalanında bulan bir adam olarak görüyoruz…

Uçağa binme işlemlerinin yapıldığı anlarda, kontrol sırasında, elinde sürekli  döndürüp durduğu taşlar ve kısık sesle okuduğu Kuran ayetlerinin önündeki yolcuyu tedirgin etmesi ve beraberinde  havaalanı polisi- FBI işbirliği ile başlayan sorgu süreci ve olaylar dizisi..

Yapılan sıkı sorgulama sonrasında, çantasında bulunan defter, takke v.s gibi şeylerle terörist olma potansiyeli taşımadığı anlaşılsa bile, uçağa alınmayan bir adam filmdeki ismi ile Rizvan Khan...

Batı’daki “İslamofobi” temasının işlendiği filmin en başında, olayların ve kahramanların tamamen kurgusal olduğu ve gerçekle alakası olmadığı belirtilmiş..

Oysa yaşanmış olaylarla çok iyi bildiğimiz gibi, Batı’da, geçmişte ve şimdilerde böylesi olayların beraberinde o ülkede yaşayan masum sivil Müslüman halka karşı her daim benzer uygulamalar yaşanmaya devam ediyor…

Zira çok değil filmin çekildiği tarihten 3 yıl geriye gidildiği günlerde, gazetede okuduğum bir haberin filmle birebir benzerlik içermesi de şaşırtıcı olmasa gerek…

Zira haber tam olarak şöyle bir manşetten verilmişti; “Malaga’dan Manchester’a gidecek uçakta iki Müslüman yolcu hiç bir gerekçe gösterilmeden uçaktan indirildi. ( The Guardian, 20 Ağustos 2006 )

Manchester Üniversitesi’nden iki Asyalı öğrencinin anlattıklarına göre, yaşlıca bir kadın, arkasında 8 kişiyle kaptan pilota gelmiş, “o iki Müslüman uçaktan indirilmezse biz bu uçaktan ineriz” demişler, Pilot hava alanı polisini çağırmış, o iki yolcuya kendilerini polisin istediğini söylemiş, onlar inince de, kapıyı kapatıp, hareket etmiş. İspanyol polisler ise kendilerinin gençlerle işi olmadığını, pilot tarafından niçin çağrıldıklarını da bilmediklerini belirtmişler. ( The Guardian, 24 Ağustos 2006) Öğrenciler sonraki bir uçakla Manchester’a gelmişler.

Burada net olarak görülen, batılı insanının küstahlığı ve gerektiğinde pilotun bile yalan söyleyebilmesi, kendi kanunsuz kuralsız davranışına yabancı ülke polisini alet edebilmesi, şirket görevlisi, pilotu ve yolcusuyla hepsinin insan haklarına nasıl baktığı. Unutulmayacak bir batı medeniyeti dersidir bu.

İki öğrenci diğer yolcuların geçtiği bütün güvenlik denetlemelerinden geçmişlerdir geçmesine, ama Manchester’lı ya da bilmem nereli yolcular arasında paranoyaklar var diye seyahatlerinden  alıkonulmuşlardır ne yazık ki..

 Bir haberi yaşandığı döneminde bırakalım...ve filmimizi anlatmaya devam edelim..

Kahramanımız  Rizvan’ın, otistik asperdal hastası olduğu tespit edilen bir ABD vatandaşı olduğu FBI tarafından doğrulanmış, üstelik üzerinde ve geçmiş suç dosyasında havaalanı polisinin de suç isnad edecek hiçbir yeterli veriye rastlanmadığı tespit edilmiş olsa da kendisine polis tarafından uygulanan aşağılayıcı muamele tıpkı yukarıdaki satırlarda verdiğimiz gerçek kesitten yaşanmışlıkla birebir aynı paranoyayı haiz..

Filmdeki tüm sahnelerde elbette sadece” İslamofobi” işlenmemiş..

Zira filmin git gel konu işleyişi dinamikleri arasında bir annenin "sevgi ve gayretini" de görüyoruz… böylesi ağır ve ciddi davranışsal sorunları olan bir evladın annesinin evladını, sadece anneliğe özgün içgüdüsel bir özveriyle hayata hazırlık süreci de gözlerden kaçmıyor değil elbette..

Anne ve çocuk; birbiri ile bütünleşen iki güzel kavram..

“Her anne kendi çocuğuna özeldir ve eğitimi de birlikteliklerinin doğal seyrinde gelişir” sözünün pratikteki gerçekliği, Rizvan’ın  annesi ile diyaloglarında net bir şekilde karşımıza çıkıyor..

Bu noktada filmi tekrar başa saralım ve onun  çocukluğuna geri gidelim.. ülkelerindeki Hindu ve Müslümanlar arasında yaşanan gerilimli olaylar anlatılırken annesi ile aralarında geçen şu sözler özellikle dikkat çekici…

Annesinin; yeryüzündeki tüm kötülüklerin tarifini yaparken “Oğlum; insanlar ikiye ayrılır, iyi insan ve kötü insan”… netliğinde konuyu özetlemesi bilgece bir tarifin de yolunu çiziyor bizlere…

Rizvan’ın hayatının sonraki süreçlerinde bu tanıma göre insanları değerlendirmesinde geçerli olan bu kural, dünyanın hiçbir eğitim sisteminde verilemeyen bir ilke ne yazık ki..

Diğer sahnelerde erkek kardeşin tam burslu okumak için America’ya gidişi, annenin ölümü ve sonrasında Rizvan’ın kardeşinin yanına gitmesi ile gelişen olaylar..

Hayatta hiçbir şeyin tesadüf değil; tevafuk zinciri halkalarında yaşadığımızı doğrulayan olaylar sarmalında, son anda kurtulduğu kaza ve duyduğu ses…

Pazarlamacılığını yaptığı ürünü tanıtmak için girdiği güzellik salonunda karşılaştığı yine aynı ses ve etkileşim…
Normal dediğimiz insanlarda olmayan çocuksu bir sadelik ve dürüstlükle tanıtımını yaptığı ürün vesilesi ile eşi Mandira ile tanışması v.s, v.s…

Gelişen olaylarda hastalığının kendine kazandırdığı insanlar arası iletişimdeki doğallığı ve düşündüğünü hiçbir sansüre uğratmadan dile getirmesi Rizvan’ın ilişkilerine ayrı bir eğlence katıyor film boyunca..

Sıradan ve sağlıklı diyebileceğimiz insanların hayatlarında olmayan bir doğallıkla yaşamanın getirdiği bir espri bu..

Sevginin gücü ve kalpten gelen inançla her şeyin üstesinden gelebileceğimiz umudu ile hayata tutunma dinamiği..

Filmin ortalarına geldiğimizde ise 11 Eylül saldırıları ile ABD’ de hızla her kesimde yayılan ve ülkede yaşayan Müslümanlara hayatı yaşanmaz kılan “İslamofobi” ve Mandira’nın oğlu Sam’in okuldaki diğer öğrencilerce hunharca dövülmesi sonucu ölümü ile başlayan ayrılık sürecini izliyoruz..

Rizvan’ın ülkede yaşananları anlayamaması ile beraber, kendince bu duruma çözümler getirmeye çalışma sürecinde ilginç sahneler ve diyaloglarla karşılaşıyoruz. Mandiraya olan duygularını yazdığı günlükten bir satırda, “beni hiçbir şey korkutmuyor seni kaybetmek kadar”… kelimelerinde sevginin güçlü bağlayıcılığını da görüyoruz… ve kendisinin bizzat “İslamofobi” ile tanıştığı otel sahnesi.... batılıların sürekli vurguladığı “müslümanların cihad adı altında masum insanları öldürdüğü” v.b sözler.. Sonrasında Khan’ın; “benim adım khan ve ben terörist değilim” tekrarları ile otelden kalmadan ayrılması..

Filmin ilerleyen  sahnelerinde Mandira ile evliliğe giden süreçteki diyaloglarla karşılaşıyoruz. Rizvan’ın abisinin bu evliliğe aralarındaki önemli fark yani Mandira’nın Hindu, kendisinin de Müslüman olmasından dolayı karşı çıkması ve Khan’ın şu cevabı yine hafızalarda yerini alıyor…


“Hayır abi, aramızda hiçbir fark yok., iyi insan ve kötü insan ayrımından başka!”

Ve iki güzel insanın evliliği, gelişen olaylar…Hayatlarında her şey yolunda gidiyor gibi görünürken ülkede yaşanan ve “11 Eylül” olayları olarak tarihe geçecek saldırının, bir insanın hayatında miad denilebilecek değişime sebep olmasını izliyoruz.

Film sadece ABD’ de yaşananları kurgu diliyle anlatsa da, biz yeryüzü tarihi boyunca insanın özünden gelen tüm değerleri katlettiğinde her türlü siyasi, ekonomik ve egemen güç olma adına yapılan saldırıların ve çıkarılan savaşların faturasının yine masum insanlara kesildiğini şüphe götürmez bir şekilde biliyoruz..

Sona yaklaştığımız sahnelerde 11 Eylül saldırısında ölenler için yapılan bir anma etkinliği ile karşılaşıyoruz. Rizvan’ın İslam inancı gereği zekat olarak ayırdığı payın tamamını etkinlikte anılan saldırı mağdurlarına bağışlaması ve ardından kendi inanışına göre dualar etmesi, dinlerin ayrımcı değil birleştirici gücünü de gösteriyor bizlere..

Oysa aynı sahnede yaşanan diyaloglarda America toplumunun hiçte önyargısız olmayan diğer yüzünü görüyoruz... zira Rızvan’ın şu sözleri konuyu açıklaması bakımından bir hayli düşündürücü..

 “Batı dünyası tarihi milattan önce ve sonra diye ayırıyordu.. şimdi ikinci bir ayrım oldu, 11 eylül öncesi ve sonrası..”

Medya da sürekli “İslam’ın, her yerde cihad ve tanrı adına insan öldürmeye teşvik ettiği” propagandası sonucu ülkede yaşayan müslüman halka yapılan saldırılar… Mandira’nın oğlu Sam'ın soyadının müslüman olmasından dolayı okulunda yaşadığı ayrımcılıklar.. Yengesi Hasena’nın çalıştığı kurumda maruz kaldığı olaylar ve dini simge olarak görülen örtüsünü açması.. Mandira’nın, eşi  Rizvan’ın dini inancından dolayı iş bulamaması ve bulmuş olsa bile  kısa sürede işten çıkarılması.. Oğulları  Sam’e, hem en yakın komşuları ve hem  samimi arkadaşı Ritz’in  tavır alması…  Sam’in tüm bu olanlara anlam verememesi ve yaşadığı ayrımcılıktan üvey babasını sorumlu tutması. Sonunda Sam’in arkadaşlarınca okulda uğradığı saldırı sonucu hayatını kaybetmesi ve hikayenin trajik sonu…

Doğrusu  filmde çocuğun ölümüne neden olan bu sahneleri izlerken şu soruyu sormadan geçemedim: “Acaba Sam'in okulundaki diğer çocukları böylesi vahşi duygularla öldürme eylemi için tahrik eden güdü/neden ne idi?”


Öyle ya;  gerek filmde gerekse gerçekte yaşanan tüm olaylarda yansıtılan sadece müslümanların dini duygularla öldürüyor olması değil mi idi?

Peki ya sonrasında Ortadoğu’da yaşananlara ne denmeli?.. Olayla hiçbir alakaları olmayan yüz binlerce masum sivilin üzerine atılan bombalar ne ile anlatılabilir veya nasıl pas geçilebilirdi ki?

Velev ki;  bazı insanların yaptıkları eylemleri veya yanlışları aynı dine mensup diğer masum kişilere ve o dine damga vurma gerekçesi ile onları top yekun suçlamak ve kendi oynadıkları oyunların sonucunda suçladıkları ülkelerini işgal etmek  nasıl bir paranoya ile açıklanabilirdi ki?

Keza filmin gözyaşlarınıza engel olamadığınız dram yüklü sahnelerinde, Mandira’nın oğlu Sam’i ölüme götüren süreçte küçük çocuklarda ekilen nefret tohumlarının hangi dürtüsel ve vahşi duyguları (din,ırk, millet farkı v.s v.s..) uyandırdığını sorguluyordunuz. Bu öldürmeyi haklı kılan ne olabilirdi ki?

Devamında gelecek soruları filmin tümünü izleyecek seyirciye bırakalım ve keyifli seyirler dileyelim..



Neşe Yıldız, 02.12.2013, Konuk Yazarlar, Sonsuz Ark




Benim Adım Khan filmi ile ilgili diğer bilgiler için tıklayınız





Seçkin Deniz Twitter Akışı