2 Aralık 2013 Pazartesi

SA491/AŞ29: Fethullah Gülen'in Psikolojisi: Gayretullah’tan Tedricen Ma’şerî Vicdan’a

“İnsanların katına inmeniz inşallah hayırlara vesile olur; sizi aramızda görmemiz de mümkün olur.”


Birkaç kez yazmaya yeltendim, sonra vazgeçtim. Elim bir türlü yazmak için tuşlara gitmiyordu. Kaçıncı cemaat yazısı, kaçıncı dost uyarısı? Kimin umurunda ki? Cemaat her şeyi biliyor, tüm stratejik hesaplar kader levhasından semboller hâlinde Gülen’e görünüyor. O da tedrici olarak şakirdlerine duyuruyor. Beni kim umursayacak? Ben, sen, o ve diğer Müslümanlar ne bilebilir ki?

Bakıyorum, benim gibi davranan binlerce insan var, hadi binlerce demeyeyim milyonlarca olsun.  Hepimiz birdenbire tuttuğumuz nefesleri saldık, Gülen’in, cemaatin birbirini tutmayan sözlerini, davranışlarını onlar tescilli İslam karşıtlarıyla kol kola girerken tahlil etmeye başladık. Sözlerini esirgemiyorlar, en küçük bir eleştiriye hakaretlerle cevap veriyorlardı. Partili değildik, hakkın yanındaydık, falan; cemaat takar mı? Onların istediği gibi düşünmüyorsan, davranmıyorsan işin bitmiş, kardeşliğin falan hikâye.

CHP’den, MHP’ye, BBP’ye kadar destek arayışlarına girdiler, Avrupa dershanecilerinden, sesi soluğu çıkmayan diğer %75’lik pay sahibi yerli dershanecilere kadar herkesten destek aldılar ve aylardır Erdoğan aleyhine kara propaganda yapıyorlar.  Ergenekon tacirleri bile destek verdiler. Onlarsa bu desteği çığ gibi tüm medya organlarında yayınladılar ve nasıl bir çerçevede göründüklerini bir türlü düşünmediler.

Daha düne kadar cemaati boğazlamaya, boğmaya kalkanların hepsi şimdi cemaate destek veriyordu ve cemaat bu desteği gururla pazarlıyordu. Hiç mi sorgulamazlar, diye düşünüp durduk; fakat ne fayda, onların gösterdiği bu performans bilinçsizce bir performans değildi. Nihayet, yok diye diye, olamaz diye diye, kabullendik; evet birlikte çalışıyorlardı. Yakıcı gerçek buydu.

Gülen’in Gezi Parkı Terörü’nde, gezi eylemlerine destek verirken Başbakan Erdoğan’a tırnak ucuyla dokunduğunu açıklamıştı 1 Haziran 2013’te, “Gayretullah’a Dokunacak Yumruğu Kulak Çekerek Savmak da Şefkattir”  başlıklı 319. Nağme ile: “Zulme zulümle karşılık vermemek önemli bir kaide olduğu gibi, mesleğimizin bir esası da şefkattir. Bununla beraber, haksız yere yumruk vuran mü’minin hiç olmazsa kulağını çekmek de şefkatin ayrı bir derinliğidir. Zira, mü’min zâlime tırnak ucuyla olsun dokunulmazsa, onun başına mutlaka “gayretullah”ın tokadı iner; bunu da şefkatliler hiç istemezler.” 

Gayretullah literatüre bu yüzden yeniden giriş yapmıştı. Gayretullah katibi gibiydi Gülen, o kadar yüksekten ahkam kesiyordu. Mübalağadır, alışkınız deyip geçtik, fakat o aynı nağmede başka şeyler de söylüyordu:

“İnsanların kendi kazdıkları kuyuya düşmemeleri ve onların işlerinin de bütün bütün gayretullaha kalmaması için, yaptıkları zulümlere karşılık sadece parmak ucuyla dokunmak suretiyle bir mukabelede bulunarak, “Evet, biz de bu kadar mukabelede bulunuyoruz!” diyerek.. bazı dediklerinin aksine bir kısım şeyler ortaya koymak suretiyle.. Hizmet’in umumuna zarar vermeden, fakat şefkatin bir gereği olarak.. böyle bir izafi şefkate ihtiyaç var. Öyle mesâvîler irtikap ediliyor ki bilemezsiniz. Ehl-i iman bile olsa.. ehl-i imana karşı Firavunların, Nemrutların yaptıkları şeyler yapılıyor ve bunları da bazıları din hesabına yapıyor. İşte bunlara zarar gelmemesi için azıcık bir şey diyeceksiniz.. “Sen de mi?” deyip belki kulaklarını çekeceksiniz. Azıcık gözlerine karşı parmak sallayacaksınız.. belki “Yazık size!..” diyeceksiniz. Bu kadarcık mukabelede bulunacaksınız, Kâf Dağı cesametinde bir belanın gelip başlarına çökmemesi için…”

Uyarır, hakkıdır; insandır, düşünürdür, kanaat önderidir şakirdleri için, buna itirazımız olmaz, ama ya burası, “Ehl-i iman bile olsa.. ehl-i imana karşı Firavunların, Nemrutların yaptıkları şeyler yapılıyor ve bunları da bazıları din hesabına yapıyor.” Burası nedir bu işin?

Günlerce, Erdoğan’a “Firavun, Nemrud dedi demedi” muhabbetine baktık. Düpedüz Erdoğan’a diyordu, açıktı; fakat inanmak istemedik. Şakirdler de inkâr ediyordu zaten. Ama Zaman ve Today’s Zaman gazeteleri ‘diktatör’ kavramının yayılması için epeyce çalıştılar. Anladık ki Gülen, Erdoğan’a Firavun da demiş Nemrud da. Hiçbir darbeciye ‘Diktatör’ demeyen, ‘Firavun, Nemrud’ demeyen Gülen ve cemaat hiç rahatsız olmadan, kul hakkından dem vurmadan, bu çirkin tutumlarının, Gayretullah’a dokunup dokunmadığını düşünmeden, hırsla Erdoğan’a saldırıp duruyorlardı.

Gele gele 30 Kasım’a kadar geldik. Taraf Gazetesi 28 Kasım’da eski-bayat bir haberi manşetine taşıdı. Taraf, Erdoğan’ın ve MGK’da ismi bulunan hükümet üyelerinin  imzaladığı 2004 yılı MGK kararlarında Gülen’i Bitirme Planı olduğunu iddia ediyordu. Yani dershanelerle ilgili düzenlemenin kökleri 2010 Oslo Sürecinden 2004’e kayıyordu. Dershanelerin PKK ile Oslo’da yapıldığı iddia edilen anlaşma yüzünden kapatıldığını iddia ediyorlardı ya, bu değişti. Meğer onlara göre hükümet 2004’ten beri MGK kararlarını uyguluyormuş. Gülen en son yayınlanan videosunda bunu kuşkusuz bir şekilde vurguluyordu: 

"2004 MGK kararı hakkında hüsn-ü zan kolum kanadım kırıldı. Hüsn-ü zannımın gereği şuydu: "Bu mesele konjonktüreldi. O günün şartlarını bilmiyoruz, hadisenin içinde değildik ki biz o hadiseyi arka planıyla görelim, felsefesiyle değerlendirelim." derdim.  Devamı, temadisi olmasaydı, meseleye öyle bakardım. Ama o mevzuyu te'yid eder mahiyette beyanların verilmesiyle, öyle bir mesele karşısında, maşerî vicdan karşısında da bana diyecek bir şey kalmıyor.”

O vakit kesin olarak anladım ki bugüne dek olan biten her şey, Gülen’in tâlimatları ile yapılıyor; kuşkularım vardı, ama maalesef bu kuşkuları Gülen izale edememişti. Gülen sinirli, bacaklarını birbirine doğru sallıyor, yüzü gözü şişkin, sesi boğuk; belli ki kendisini zor tutuyordu ve şöyle diyordu yüksek tansiyonundan şikayetle başladığı son videosunda:

“Sineye çektiğimiz, ama zatında hazmedilemeyen şeyler var. Sabrın gereği, onları sineye çekiyorsunuz, yutkunuyorsunuz; çok rahat olan insanlar gibi hemen boşalmayı düşünmüyorsunuz. Çünkü boşaldığınız zaman, çoklarını kırıp geçirmeniz, rencide etmeniz söz konusu. Başkalarını kırmayayım diye, hazmedilmeyecek şeyleri atıyorsunuz içinize; bu defa siz kırılıp dökülüyorsunuz. İşin aslı bu.Bir yönüyle hep hüsn-ü zannımızın kurbanı olduk. "Bu mevzuda defaatle boğazlandık." diyebiliriz. Ama hüsn-ü zan mümkün oldukça, hüsn-ü zan etmek ve hüsn-ü zanna kilitlenmek lazım.”

Boğazlanmak, nasıl bir mübalağa ise, aynı mübalağa ile baktım ben meseleye. Mit  Müsteşarına reva görülen muamelede boğazlamak demek yok, Erdoğan’a Firavun, Nemrud, Diktatör diyerek nasıl indirileceğinin hesabının yapılmasına boğazlamak demek yok, dershaneler meselesinde ipe un sermek için elinden geleni yaparak Erdoğan’ın burnunu sürtmeye çalışmakta, tırnak ucuyla vurarak terbiye etmekte boğazlamak demek yok, ama tek çirkin söz sarf etmeyen Erdoğan şimdi Gülen’i boğazlıyor oluyor, iyi mi?

Hilm’den falan bahsediyor Gülen, sonra birdenbire değişiyor: “2004'te de bir dayatma olmuş. Eğer daha sonra birileri tarafından "Ben kaç defa bu mevzuda bakanları değiştirdim, bu işi yapın filan diye…" Sürç-ü lisan kabilinden mi, sağlam mülahazaya alamama kabilinden mi, bu  mesele böyle tekerrür edip durmasaydı.. o gün alınan kararların bir sonucu olarak, bugün bu meselenin üzerine gelme duygusu olmasaydı.. maşerî vicdanda  böyle algılanma olmasaydı.. Bütün maşerî vicdan meseleyi şimdi öyle algılıyor; "Demek ki o zaman öyle karar verilmiş, sonra ardarda bunlar sürekli, o mevzudaki vazifelileri değiştirerek hep bu işin üzerine gitmişler" şeklinde.. Ama bunlar denmeseydi, hüsn-ü zannımın gereği şuydu: "Bu Mesele konjonktüreldi. O günün şartlarını bilmiyoruz, hadisenin içinde değildik ki biz o hadiseyi arka planıyla görelim, felsefesiyle değerlendirelim." derdim.  Devamı, temadisi olmasaydı, meseleye öyle bakardım. Ama o mevzuyu te'yid eder mahiyette beyanların verilmesiyle, öyle bir mesele karşısında, maşerî vicdan karşısında da bana diyecek bir şey kalmıyor.”

Gayretullah tedricen ‘Maşerî Vicdan’a dönüşüyor.  Yani ‘Kamuoyu’na. Hangi Kamuoyu? Tanrı katından inip insan katından konuşmak iyi de, hangi insan katı bu? Cemaatin tüm topluma teşmil etmeye çalıştığı kanaat mi, cemaatin yanında saf tutan CHP'li, MHP’li genel başkanların, Ergenekoncu isimlerin söyledikleri mi kamuoyu kanaati? Nasıl bir ölçek, nasıl bir ayar bu? Daha düne kadar seni, cemaatini bir kaşık suda boğmak isteyenlerin dershanelere destek vermesi mi ‘Maşerî Vicdan’ın işareti?

Heyhat, buysa yazık olan bitene. Gayretullah daha iyiydi, oradan verip veriştirmek, öyle olmasa bile daha masumdu: Nihayetinde Gülen, kendi kesbine alarak da söylese, Allah’ın hatrını gündemde tutuyordu Gayretullah.

Bir gün önce de Zaman gazetesi genel yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı epeyce cümlede kullanmıştı ‘Maşerî Vicdan’ı.  Allah bir yerde kaldı, şimdi sana ezelden muhalif olan insanların desteği öne çıktı öyle mi?

Dahası vardı Gülen’in sayıp döktüklerinin arasında: “Ben yoksa o meseleye nasıl bakardım biliyor musunuz? Hudeybiye Sulhu gibi bakardım. Derdim ki: "O mevzuda problem çıkarmamak için, bütün bütün o mevzuyu negatif hale getirmemek için, fonksiyonu yitirmemek ve bertaraf edilmemek için muvakkaten bir tavizden ibaretti bu. Fakat sonra meselenin üzerine gidilmemek suretiyle, mesele pozitif olarak değerlendirildi." Bu nazarla bakar, işi hüsn-ü zanla yumuşatır ve maşerî vicdana da meseleyi öyle duyurmaya çalışırdım. Şimdi denen, edilen şeylerle şahsen benim kolum, kanadım kırıldığı gibi, dilime de bir kilit vuruldu. O gün öyle dendi, arkadan da ısrarla işin üstünde duruldu; "Atılan o imzaların hakkını yerine getirin!." falan.. gibi, sürç-ü lisan değilse, bir zuhul değilse, bu mevzuda birilerinin dürtüleriyle söylenmiş sözler değilse şayet.. bu şunu-bunu değil, benim kolumu-kanadımı kırdı.. buradaki hüsn-ü zan sistemimi kullanmama mani oluyor. Her şeye rağmen ben düşünüyorum; "Acaba bunu bile nasıl bir hüsn-ü zan yorumuna bağlayabilirim?" Bir şey bulamadım şu ana kadar…”

Hani şimdi doğsak da ne olup bittiğini hatırlamasak Gülen bizi de ikna edecek su-i zannına. 2004’ten beri bir plan yürüseydi, ne seni çağırırdı Erdoğan, “Dön, gel” diye ne de senin Koç Holding’ten sponsorluk desteği alarak yaptığın Türkçe Olimpiyatlarına gelir konuşma yapardı. (O Koç Holding ki Gezi Parkı Terörü’nde ana sorumlu olarak itham edilmişti). Kazakistan’da kapatılacak olan 25 okulun için devreye girmezdi. Bu nankörlük değilse nedir? 2008’de partisine kapatılma davası açan Ergenekoncuların kapatma sebepleri arasında sana ve cemaatine verdiği destek de vardı.

Hüsn-ü zanna bağlayacak bir şey bulamadın öyle mi? Senin gazetende yazan Mümtazer Türköne sana, su-i zannına zarar verir mi bilmem, ama şöyle dese faydası olur muydu?

“Ya koca Türkiye aptal yerine konuluyor, ya da öfkenin aklımızı ve basiretimizi bağlaması bekleniyor… 2004 yılının siyasî gelişmelerini Ankara'da birincil kaynaklardan çok yakından takip etmiştim. Gazi Üniversitesi'nin stratejik araştırma merkezinin başında, Kıbrıs'taki gelişmelere müdahil olmuş ve hem askerî kanatla hem de siyasetçilerle temaslarda bulunmuştum. Aracısız ve birinci ağızdan gözlemlere ve bilgilere sahibim. Askerlerin derdi Kıbrıs değil, hükümet idi; hükümetin açığını arıyorlardı. Kimin neyin peşinde olduğunu çok iyi hatırlıyorum. AK Parti hükümetinin ve Türkiye'nin geçirdiği en kritik evre idi. Allah var, dirayetle yönettiler.”

“2004 yılında, askerler hükümete karşı incelikten yoksun bir taktik geliştirmişti. Askerî anlayışta "düşman kuvvetleri bölerek zayıflatmak" olarak özetlenecek taktik, hükümete karşı uygulandı. Bahane, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün elçiliklere gönderdiği ve Millî Görüş ve Hizmet okullarına yardım edilmesi talimatını içeren genelge idi. Askerler açıkça şunu söylüyordu: "Bizim AK Parti ile bir alıp veremediğimiz yok; bizim derdimiz Gülen hareketi ile. Şayet hükümet bu cemaat ile bağlarını kopartır ve onları etkisiz hale getirirse mesele hallolur." Bu sözün değişik versiyonlarını o günün siyasetçilerinden ve askerlerden defalarca duydum.  Bu taktik her şeyden önce hükümetin ferasetini küçümseyen bir önyargıya dayanıyordu. Elbette işe yaramadı. O tarihte MGK toplantıları ile ilgili ilk defa duyduğumuz "dik durmak ama diklenmemek" sözü, hem gerginliği hem de hükümet kanadının suhuletini hatırlamamız için yeterli. Erdoğan "Sadece siyasiler yolsuzluk yapmadı." diyerek doğrudan 28 Şubatçı generalleri suçlamış ve arkasından da "Gerilimin tarafı olmayız." diye eklemişti. Bırakın MGK kararlarının uygulanmasını, o kararların arkasındaki güce karşı o tarihte çok sıkı bir mücadele verildi. Hafızamız, birilerinin zannettiği gibi balık hafızası değil. Güç sahiplerinden hakkımızı söke söke alırız; ama fesada da itibar etmeyiz.” 

Aynı Mümtazer Türköne twitter sayfasından şöyle dese mesela? “MGK kararları için hükümeti suçlamanın doğru olmadığını düşünüyorum. 2004’te MGK kararları ne işe yaramıştı?  Sapla saman birbirine karışıyor. Dershane gündemi ile MGK kararları arasında bir ilişki varsa, o kararların arasında dershaneler neden yok?” 1 Aralık 2013

Hüsn-ü zanna bağlamaya yeter mi senin yazarının fikirleri? Yetmezse şu cümlen senin  kendini boğazlamana yetmez mi? “Kuvvet hakta olmalı, hak kuvvette değil. Kuvvet hakka tâbi olmalı. Kuvvetin en önemli derinliği, hakkı temsil etmesine bağlıdır. "Kuvvet bende!.." diye, "Ben her şeyi yaparım" mülahazası çok defa insanı nâhak şeylere sevk edebilir.”

“Kuvvet bende” diyorsun Gülen ve bu mülahaza seni nâhak şeylere sevk ediyor. Amerika’daki çiftliğinde ikindi namazından sonra bunları bir daha düşün.

Cemaatine mensup bazı kimseler Twitter’da bazı kasetlerden falan bahsediyorlar hükümetle ilgili.. Şöyle demişsin, niye demişsin, böyle bir ihtimal mi vardı da cemaati uyarıyorsun, yapmayın diye; onu da anlamaya çalıştım: “CD'ler oluşturmak, chiplere değişik şeyler yüklemek, bazı kimselerin haysiyet, şeref, namus ve iffetiyle alakalı bazı şeyleri teşhir etmek suretiyle onları yıkmak ve devirmek, bir mü'minin yapmaması gerekli olan şeyler; caiz olmayan şeylerdir bir mü'min için.”

Bizler, Müslümanların arasına nifak sokanlara sabırla göğüs geren bizler, nifakçılarla beraber hırslarından gözlerinin önünü göremeyenlerin stratejilerinden bıktık. Artık  ne Gülen’e ne cemaatine itimadımız kalmadı diye hüzünlenmekteyiz. Bilmem onlar da üzülüyorlar mı?

Tamamen karşı taraflar mı olduk?

Eğer öyleyse, geçmişten bugüne bütün günahların şeceresini biz mi çıkaralım, Allah’a mı havale edelim?

Ama insanların katına inmeniz inşallah hayırlara vesile olur; sizi aramızda görmemiz de mümkün olur.

Hepimiz bir gayr-i müslimden  çok daha yakınız size… ama uzaklaşıyoruz.  Unutmayın; birileri Ergenekon kararları gözden geçirilsin demeye başladı. Onlara göre onlar 2004 MGK kararlarına uymuşlar ne dersiniz? 

Kim kime tırnağının ucuyla dokunacaktı, kim boğazlandık, kolum kanadım kırıldı diye ağlıyor?




Arif Şahin, 01.12.2013, Sonsuz Ark, Şaşkınların Tarihi 29





Seçkin Deniz Twitter Akışı