8 Aralık 2013 Pazar

SA493/ME26: Psikolojik Tâciz

“Hayat alıştırıldığı gibi devam edecekti.”


Gözlerindeki yılgınlık, kurak, ıssız çöllerde yaşadığı tedirginlikleri birer birer def etmiş bir adamın öfkesini taşıyordu. Yumuşak deri koltuğa yayılmıştı, kolları bedeninin iki yanından sarkıyordu ve bacakları, belini geriye itmiş iskeletinin kontrolünden çıkmış gibiydi.

Psikoterapist doktor, uzun süre onun konuşmasını bekledi, biraz öne eğilerek oturduğu arkalıksız sandalyede. Hastasının tam karşısına oturmuş, sağ bacağını sol bacağının üstüne atmış, sağ dirseğini sağ dizine ve avuç içini çenesini ve sağ yanağını kavrayacak şekilde yüzüne dayamıştı. Arkalıksız sandalyede oturmak, hastasının karşısında savunmasız, desteksiz görünmek için yaptığı görsel algı yönetimi tekniğinden fırlamış bir tercihti. Amacı da buydu; hastasını savunmasız görünerek saldırganlaştıracaktı.

Seans odası ya da görüşme odası ya da günah çıkarma odası, adı her neyse, yaşadığı sürtünmelerin tümünden elde ettiği negatif enerjiyi alacak ya da eksiltecek olan oda parlak bir ışıkla aydınlatılmıştı. Duvarlar estetik inceliği net, geometrik desenlerden yapılan kabartma eskizlerle donanmıştı; renkler tamamen mattı, ancak ton farklarıyla zenginleştirilen bir kahverengi gösterisi gibi duvarlarda ve tavanda çoğalmışlardı. Siyah, beyaz, kırmızı ve yeşil doğru parçalarıyla çizilmiş sınırlar kahverenginin aktığı, akacağı alanları birer hükümdar gibi dayatıyordu. Işık bu kabartmaların arasından geçip giderken gölgeler oluşturmuştu. Yani sığınaklar.

“Bacaklarınız çok güzel doktor!” dedi adam, yılgın gözleriyle mini eteğin geriye doğru sıyrılarak iyice açığa çıkardığı bacaklara bakarak. “Ama inanın sizi arzulamama yardım etmiyor!”

Kadın psikoterapist gülümsedi ve oturuşunu bozmadı.

“Göğüslerinizi de göstermeniz, beni tahrik etmeye yetmeyecek, doktor; lütfen rahat oturun!”

Doktor bir kez daha gülümsedi, sağ avuç içine doğru genişleyen yanağına engel olmadan. Uzun kollu gömleğinin derinlere kadar açık düğmeleri hiç rahatsız olmadılar.

“Ne yapmak istediğinizi biliyorum, doktor!” dedi yılgın adam. “Sizi seçerken de çok araştırma yaptım. Çok güzelsiniz ve ben bunun için buradayım.”

Kadın tekrar gülümsedi, yüzü aydınlandı ve sevimli gölgeler peydahlandı renkli gözlerinde.

“Hiç hastalarınızla özel anlar yaşadınız mı, doktor?” diye sordu yılgın adam, gözlerini iyice kısarak.

Kadının gözleri yeniden hareketlendi ve usul usul davetkâr kuşlar saldı adamın gözlerine… ama adamın sorusunu cevaplamadı.

“Ben burada kadın istemiyorum!” diye bağırdı adam. “ Ben burada bir doktor istiyorum, doktor!”

Psikoterapist ayağa kalktı. Yüzünden ve gözlerinden tebessümünü sildi. Gömleğinin düğmelerini ilikledi ve mini eteğinin iç kısmından çıkardığı ustalıkla katlanmış siyah tülü ayaklarına kadar uzattı. Şimdi büsbütün başka bir kıyafetle duruyordu yılgın adamın karşısında. Cinsel tâciz sona ermişti.

Psikoterapist tekrar arkalıksız sandalyesine oturdu ve eski pozisyonunu aldı. Her şey adamın gözlerinin önünde olmuştu.

“Duvarlara baktınız mı, kabartmalara ve renklere ve bol beyaz ışığa?” diye sordu psikoterapist doktor. “Görüşme odamız hakkında hiçbir tepki vermediniz… Oysa hepsi sizi rahatsız etmek için tasarlanmıştı. Dayatmalarla dolu bir oda burası ve ben de bu dayatmaların bir parçası olarak görünmek istedim size!”

Yılgın adam gözlerini kırpıştırdı ve ayrık bacaklarını gövde iskeletine doğru çekti. Psikoterapist tekrar konuştu, gözleri sakindi, dudakları ve kelimeleri yumuşak:

“Ortam iç dünyanızı ilgilendirmiyordu, bulunduğunuz ortamların çoğulcu, çoğunlukçu tasarımlarından bıkmıştınız ve hepsinin size dayatmalarda bulunduğunu düşünüyordunuz. Ama sizi rahatsız eden bu değildi; ortam etkisini aşabilecek bir geçmiş zamana sahiptiniz. Sorununuz cinsellik de değildi. Yaşadığınız cinsel tâcizler reflekslerinizi yitirmenize neden olmuştu ve siz gittikçe her şeyden nefret eder hale gelmiştiniz. Ancak teorimin anlamlı olabilmesi için içinizdeki kötümserlik dozu yüksek yılgınlığı rahatsız etmem gerekiyordu. Bunun için de sıradan cinsel objeler üzerinde çalıştım. Ortama karşı duyarsızlığınızı cinsel tâcize karşı koruyamadınız; öfkelendiniz. Bunun kendi iç karmaşanızı aşmak için kullandığınız bir asansör olduğunu anlamış olduk. Zaten güzellik ön şartlı araştırmalarınızın temelinde de bu vardı. Psikoterapist kadınların masum olup olmadığı sizi ilgilendirmiyordu aslında, sizi ilgilendiren tüm çözüm perspektiflerini katletmek ve kendi çöllerinizde dilediğiniz gibi umutsuzlukla yok olup gitmek için atılmamış adım bırakmamaktı. Bu sebeple buradaydınız; psikolojik intiharınıza herkesi ikna etmek istiyordunuz, aslında herkesin suçlu olduğunu görece kanıtlayarak!”

Doktor son sözcüğünü yüksek sesle, sert bir vurguyla çıkarmıştı yumuşak dudaklarının arasından… “Kanıtlayarak!” Kadının dudaklarındaki uçuk mor ruj, sertçe kanat çırpan sözcüğün içine kan doğruyor gibi oldu bir an. Bir kadın oluyordu karşısındaki ve hemen ardından bir doktor. Adam oturduğu koltuktan, dağılmış bütün parçalarını kendine doğru çekerek doğruldu. Ayağa kalktı ve bir an arkalıksız sandalyede oturan kadına baktı.

Ona doğru yürüdü ve tam karşısında durdu. Yukarıdan bakıyordu kadına. Kadın da başını kaldırmıştı, renkli gözlerini ona dikmişti ve tereddüt etmeden bakmaya devam ediyordu. Dudaklarındaki mor ruj uçukluğunu yitirmişti ve dudaklarının dikey çizgilerinin arasından çok koyu görünüyordu.

Adam kadından uzaklaştı ve kabartmalarla dolu duvarlara bakarak dolaştı odanın içinde. Kırmızı, beyaz, siyah ve yeşil doğru parçalarına, oluşan gölgelerle beraber bütün etrafını kuşatan kahverengi tonlara hiç üşenmeden tek tek baktı.

“Ne yapacağım?“ diye sordu adam, sesindeki yılgınlığı yapay bir şekilde arttırarak. İçindeki direnç noktalarının sarsıntıları duyuluyordu. Ben de kabartmaların arasındaki gölgelerden çıkmıştım; havaya karıştığım için ikisi de beni görmüyordu. Odanın ortasında arkalıksız sandalyede oturan kadına yaklaştım ve dudaklarındaki çizgilerin arasına, tehlikeli bir gölgeye yerleştim.

Psikoterapist doktor ayağa kalktı, güçlü beyaz ışığın düğmesinin bulunduğu yere doğru yürüdü, elini düğmeye uzattı ve ışığı yavaş yavaş kıstı. Halojen lamba hiç itiraz etmeden gücünü içine çekti ve duvarlardaki kabartmalar ve renkler görünmeyene dek çekilmeye devam etti. Odada çevre koşulları baskı kurma özelliğini yitirmişti artık. Odaya hâkim olan tek şey doğal akşamüstü atmosferiydi.

Adam ışık baskısı ortadan kalkınca kendiliğinden az önce doktorun oturduğu arkalıksız iskemleye oturdu ve konuşmaya başladı. Doktor, ona rahatsız olmadan içini dökebileceği bir stratejik atmosfer tasarlamıştı ve bunda da başarılı olmuştu.

“Telefonlar, internet, teknoloji, bankalar, trafik, faturalar ve bütün bunlarla birlikte doğan ek sorunlar ve özellikle de kadınlar iş ve özel hayatımı çekilmez hâle getirdi. Bütün bunlar işimin ve özel hayatımın her yerinde sürekli var olan şeylerdi ve yıllarca her birinin getirdiği kısa yararları herkes gibi ben de istedim, aldım; soyut ve somut karşılığını ödeyerek. Ancak karşılığını ödediğim halde insanlar hep daha fazlasını istediler, üzerimde baskı kurduklarını hissediyordum, umursamıyordum. Onlara ihtiyacım vardı. Onlar da bunu biliyorlardı. Bunların içinde cep telefonu şiddetli bir taciz kanalı. Kadınların cinsel tâcizinden, organlarından daha yıldırıcı bir kanal bu. Bir günde defalarca arayan banka görevlilerinin sayısından bıkmışken, ansızın telefonuma gelen fatura mesajlarına, siyasi partilerin benden izinsiz bir yerlerden aldıkları telefon numarama gönderdikleri bitmek bilmeyen seçim propagandalarına, dolandırıcıların ardı ardına gönderdiği puan oltalarına, firmaların indirim tanıtım paketlerine ve dahası yurtdışından gelen cevapsız aramalara maruz kalmak, öfkemin ve daha sonra yılgınlığımın somut sebebi oldu. Kadınlardan bıktım, işyerimdeki kameralardan ve o kameraları gözetleyenlerden, işyeri sorumlularının dengesiz davranışlarından yoruldum. Yanlış anlamayın , bütün bunların hiçbiri düzenli ödemelerimle ve işyerimdeki titiz çalışmalarımla ilgisi yok. İşimi iyi yaparım ve ödemelerim asla aksamaz. Belki de böyle biri olduğum için bütün bunlar oluyordu. Taviz vermediğim için, yapılan taciz beni çok fazla rahatsız etmiyordu. Ödemelerini aksatan, işinde sorumsuz olan birinin vereceği tavizlerle birlikte karşılaşacağı tâciz sayısı da doğal olarak azalacaktı. Tavizlerin bir insanı ne hâle soktuğunu tartışmak bile anlamsız, ancak benim sorunum taviz vermemenin tacizi tetiklediği gerçeği idi. Paradoks burada başlıyordu. Oysa ödemelerle ve işle ilgili sorunu olmayanların hiçbir şekilde tâciz edilmeleri gerekmiyordu. Gözlemlerim ve ortada apaçık duran gerçek, bir süre sonra benim verdiğim tepkilere baka baka yandaş topladı; çevremdeki herkes bu tâcizi normal bir şeymiş gibi algıladılar; birbirleriyle uzlaştılar. Kadınların karşılıklı talepleri doğuran tâcizi bir davet olarak algılandı ve erkekler daha çok tâcizle daveti birbirine karıştırmaktan hoşlandılar. İnsan zaafı tam olarak buydu. Karşılıklılık olduğu sürece tâciz ya da ardından gelen tecavüz sıradan bir şeydi, bir ilişki biçimiydi. Banka bilgilendirme adı altında tâciz ediyordu, siyasetçi onu düşündüğü yalanına inanmamız için. Belki bütün bunların içinde en masum olanı bir kadının cinselliğini teşhir ederek beni tâciz etmesiydi. Kadın, diğer tâcizcilere enstrüman olsa da, kendisi ek enstrümanlar kullanmıyordu. Ben de bu masum(!) tâciz biçiminin sizde nasıl taşındığını merak ettim.  İnsanların psikolojik ve fiziksel tâcizden aldıkları yaraları onardığınızı iddia ediyordunuz. Bu yaralara ne kadar sebep olduğunuzu kendi gözlerimle görmek istedim.”

Psikoterapist, odadaki tek koltuğun arkasında, gölgelerin içinde duruyordu; bir eliyle koltuğun deri yüzüne dokunuyordu. Yüzü görünmüyordu. Ama sesi duyuldu, yumuşak, öz güven dolu bir sesti bu:

“Biliyorum!”

Adam arkalıksız iskemlede iki dirseği iki dizinde, yüzünü iki avucunun arasına sıkıştırmış bir şekilde oturuyordu. Kadına baktı.

“Bildiğinizi biliyorum!” dedi gülümseyen bir sesle ve bir soruyla devam etti: “Hazırladığınız bu ortam randevu talep ederken yaptığımız kısa görüşmeye mi borçlu kendisini?”

“Hayır!” dedi doktor. “Bu oda sizin gibi hastalarımız için tasarlandı ve her hasta için küçük özel değişiklikler yapıyorum; bu amaçla yapılmış birkaç odam daha var!”

“Hasta!” diye mırıldandı adam. “Evet, hasta olduğumu söylemekten çekinmiyorsunuz; oysa diğerleri, psikologlar, psikiyatrlar, psikoterapistler bana hastaymışım gibi değil, arkadaşlarıymışım gibi davranmaya çalışarak yalan söylediler; oysa ben hasta olduğum için onlara gitmiştim.”

“Hayır!” dedi doktor. “Siz onlara günah çıkarmak için gitmişsiniz ve onların da tedavi tâcizi ile karşılaşmışsınız, çıkardığınız günahın sadece size ait olmadığını, onların da bu günahlarla boğuştuğunu gördüğünüz için güveniniz sarsılmış ve son bir kez bana gelmeye karar vermişsiniz.”

Adam ifadesiz yüzüyle ayağa kalktı, doktora doğru yürüdü.

“Işığı kısmak, bana öğrettiğiniz bu. Artık biliyorum ki; ben hasta değilim, bol ışıklı bir dünyada görmem için her yeri aydınlatanların görmelerini istediği şeyi görmeyerek bu tâcizden kurtulabilirim.”

“Evet, ancak…” dedi doktor duraklayarak. “Benim bacaklarımın ve diğer organlarımın da sizi etkilememesi gerek. Benim hazırladığım baskı ortamı da olmamalı. Tek sorumlu siz değilsiniz; bunu fark etmiş olmanız gerekir. Bunca yıl dayandığınıza göre sanırım bunu biliyorsunuz. Yönetemediğiniz durumlardan sıyrılmayı daha sık denemelisiniz. Saldırılardan kurtulamayacağınızı çok iyi biliyorsunuz. Ancak çözüm şekliniz ne kadar çok analitik olursa olsun zaaflarınızın baskısı sürecek, bunu aşmayı yılgınlığa değil, iradenize yüklemelisiniz!”

Adam, geldiğinden beri ilk kez gülümsedi ve doktora doğru yürüdü. Karşısındaki doktor muydu, kadın mıydı, hâlâ emin değildi.

Kadın hiç kıpırdamadı adam ona doğru yürürken. Loş oda şimdi çok sessizdi. Adam karşısına gelip elini koltuğun yüzünde gezinen kadının eline dokundurdu ve yüzüne doğru eğildi. Mor rujların gölgesine saklanan ben bağırıyordum: “Bunu yapma! Yenileceksin ve öleceksin; yapma!”

Kadın hiç kıpırdamadı, dudakları da hareketlenmedi. Adam kadının yüzüne iyice yaklaştırdı yüzünü ve ikisinin dudakları arasındaki mesafe bir parmak derinliğinde azalana dek durmadı. Öylece bakıyordu adam kadının gözlerine… hiç bir şey söylemeden… nefesini hissediyordum adamın, bulunduğum yerden; yerimde duramıyordum, ama elimden gelen bir şey yoktu.

Adam sonsuz kadar uzun bir zamandan sonra, vücudunu geriye çekti. Doktordan uzaklaştı, halojen lambanın düğmesini buldu, çevirdi ve oda bol beyaz ışığa kavuşunca da konuştu:

“Teşekkür ederim doktor!” dedi. “Sorumun cevabını almak için kendimi ve sizi test etmem gerekiyordu. Size ve mesleğinize, uzmanlığınıza saygı duyuyorum!”

Rahatlamıştım. Kadının kalbi küt küt atıyordu. Korkmuştu. Kendisinin zekâsına hayran olduğu adamın testini başarılı bir şekilde atlatamayacağından korkmuştu. İlk defa hata yapmaktan korkmuştu; aldığı risk çok büyüktü çünkü.  Bir odada ikisi yapayalnızdı ve bu kadar tâcize karşı adamın ürettiği dirence yenilebilirdi.

“Yalnız!” dedi adam. “Diğer hastalarınıza karşı nasıl davrandığınızı bilmemekle beraber, bugün çok risk aldığınızı ve bu riskin de sizin kendinize ve mesleğinize yönelttiğiniz bir tâciz olduğunu hatırlatmama izin verin! Herkes bu riske değmeyebilir.”

“Siz bu riske değdiğinizi düşünüyor musunuz?” diye sordu doktor.

“Sanırım, diğer hastalarınız da bu riske değdiklerini düşünüyorlardır, ama burada ikimizin yalnız olmadığını bilen kaç hastanız olabilir ki?”

Adam çıkıp gittikten sonra psikoterapist doktor, odasına çekildi. Orada çokça düşündü. Kadın mıydı, doktor muydu? Doktor olarak kadınlığına, kadın olarak doktorluğuna karşı tâciz konulu bir seans yapmalıydı kendisine. Hiçbir tasarım eksiksiz olamazdı ve belki de kendisinin de eksiği buydu. Adamın anlattığı bütün her şeyi daha da fazlasıyla kendisi de yaşıyordu. Ancak adam kadar cesur değildi, kimseyle paylaşamıyordu.

Kadını odasında kara kara düşünürken bıraktım. Samimiyetine üzülmüştüm, hastasını iyileştirmesine sevinmiştim. Karmakarışık duygular içindeydim; kadın iyi mi yapmıştı, kötü mü?

Allah’tan başka kimse bunu bilmiyordu. Hayat alıştırıldığı gibi devam edecekti.




Mustafa Ege – Pazar, 08/12/2013 –21:12/ İz Etki Ekinoksları 26



Seçkin Deniz Twitter Akışı