12 Şubat 2018 Pazartesi

SA5634/KY57-AHCZD82: Sûre Sûre Kur'an'da Mü'minlerin Vasıfları 45: En'âm (56-65)

  "Müminler,  Allah’ın kurtuluş reçetemiz olarak gönderdiği Kur’an’a sımsıkı sarılırlar ve içindekileri düşünürler, anlamaya ve hayatlarına taşımaya çalışırlar. Allah’ın kitabından uzak ve gaflet içinde bulunamazlar. ”


بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Bizi yaratan ve bize doğru yolu gösteren, kendine imân etme şerefini nasip eden, yediren ve içiren, hastalandığımızda da bize şifa veren, bizim canımızı alacak ve sonra diriltecek olan, hesap gününde, hatalarımızı bağışlayacağını umduğumuz (Şuara, 26/78-82) Âlemlerin Rabbi olan Allah’a sonsuz hamd’ü senâlar olsun. “Üsve-i hasene” olan Resûlü Muhammed Mustafa (sav)’e  salât u selâm olsun.



EN’ÂM SURESİNDE MÜ’MİNLERİN VASIFLARI (56-65. Ayetler)[1]
  
قُلْ اِنّ۪ي نُه۪يتُ اَنْ اَعْبُدَ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قُلْ لَٓا اَتَّبِـعُ اَهْوَٓاءَكُمْۙ قَدْ ضَلَلْتُ اِذاً وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُهْتَد۪ينَ

De ki: "Allah’ın dışında taptığınız şeylere tapmak bana yasak edildi." De ki: "Ben sizin arzularınıza uymam; aksi halde yolumu şaşırırım, hidayete erenlerden olamam." (En’âm Suresi,6/56.)

Müminler Allah’a iman ederler ve sadece O’na kulluk ederler. İmanlarına şirk, küfür, fısk ve nifak karıştırmazlar. Allah’tan başka varlıkların yönlendirme ve arzularına, Allah’ın emirlerini bırakıp uymazlar. Çünkü bu şekilde Allah’a rağmen başka varlıkları Rab kabul etmiş olurlar. 

“(Yahudiler) Allah’ı bırakıp, hahamlarını; (hıristiyanlar ise) rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rab edindiler. Oysa, bunlar da ancak, bir olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları her şeyden uzaktır.” (Tevbe,9/31.)[2]

Kur’an’da Allah’ın varlığı ve birliği inancının bir çok âyette açıkça ifade edilmenin yanı sıra herhangi bir varlığın O’nun ulûhiyyetine ortak koşulmaması, sadece O’na kulluk edilmesi, ancak O’ndan yardım istenmesi ve O’na sığınılması (Ra‘d,13/36; Kehf,18/110; el-Cin,72/20), şefaatin ancak Allah’tan beklenmesi ve O’nun izniyle gerçekleşeceğine inanılması (Bakara,2/255; Yûnus,10/3; Zümer,39/44) emredilmektedir. Allah’a şirk/ortak koşmak; ya bizatihi yaratmada, kâinatı idare etmede O’na denk bir güç, eş, ortak kabul etmek ya da Allah’tan başkasının helâl ve haram koyma yetkisine sahip olduğuna inanmak şeklinde olur.

 “Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberlere, “Şüphesiz, benden başka hiçbir ilâh yoktur. Öyleyse bana ibadet edin” diye vahyetmişizdir.” (Enbiya, 21/25).[3]

“Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka ilâhınız/tanrınız yoktur." (Araf, 7/59,65,73.).[4]

“Allah'a ibadet edin, ona hiçbir şeyi eş koşmayın.” (Nisâ,4/36)[5]

“..Allah ile birlikte hiç kimseye kulluk etmeyin.” (Cinn,72/18.)[6]

“Hani onlara peygamberler önlerinden ve arkalarından gelmiş, “Allah’tan başkasına ibadet etmeyin” demişlerdi” (Fussilet,41/14.)[7]

“Hiç şüphesiz siz ve Allah’tan başka kulluk ettikleriniz cehennem odunusunuz. Siz oraya varacaksınız.” (Enbiyâ,21/98.)[8]

 “Andolsun, sana ve senden önceki peygamberlere şöyle vahyedildi: “Eğer Allah’a ortak koşarsan elbette amelin boşa çıkar ve elbette ziyana uğrayanlardan olursun.” (Zümer,39/65)[9]

قُلْ اِنّ۪ي عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَكَذَّبْتُمْ بِه۪ۜ مَا عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ يَقُصُّ الْحَقَّ وَهُوَ خَيْرُ الْفَاصِل۪ينَ

“De ki: "Şüphesiz ben, rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum. Siz ise onu yalanladınız. Çabucak gelmesini istediğiniz (azap) benim yanımda değildir. Hüküm ancak Allah’ındır ve Allah hakkı anlatır; O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır." (En’âm Suresi,6/57.)

“Siz Allah’ı bırakıp; sadece sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlere (düzmece ilâhlara) tapıyorsunuz. Allah, onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’a aittir. O, kendisinden başka hiçbir şeye tapmamanızı emretmiştir. İşte en doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf,12/40.)[10]

Kur’ân’ın belirttiği gerçek şudur: Göklerde ve yerde bütün egemenlik, otorite ve yetkilere mâlik olan ancak Allâh’tır. Yakarma O’na mahsustur. Emretmek sadece O’na aittir. O’ndan başka otorite yoktur. Göklerde ve yerde O’ndan başkasının hükmü geçmez. Hükmünün selahiyetleri hususunda kimse O’na ortak olamaz. İşte bunun için gerçekte O’ndan başka ilâh yoktur. Kur’ân-ı Kerim’de konuyla ilgili şöyle buyrulmaktadır. 

“O hüküm ve hikmet sahibidir. Her şeyi hakkıyla bilendir.” (Nûr,24/18; Zâriyât, 51/30; İnsan,76/30)

Kur'an'ın hakimiyetin Allah'a ait olduğunu bildirdiği "Hüküm ancak Allah'a aittir" (lni'l-Hukm'u Illa Lillah) ifadelerinde yer alan 'hüküm', Allah'ın mutlak egemenliği ile ilgilidir. Bu ifadelerin kullanıldığı bağlamlar dikkate alındığında, azabın bir an önce kendilerine gelmesini isteyenler, ibadet edilen ve tapılan putların kendilerinin ve kendilerinden öncekilerin isimlendirmeleri olduğu, Yakub'un çocuklarına tavsiyeleri sırasında Allah'ın hüküm vermesini (Yusuf,12/67.) ifade ettiği görülmektedir. Dolayısıyla bu anlatımlar, Allah'ın mutlak hüküm verici olarak onun hakimiyet alanına giren olaylar ile ilgilidir. Akaid, olguda işlevi olamayan teoriler olarak algılandığı sürece, akaidin sloganiaşmasının her kitlede var olması mümkündür. "Hüküm ancak Allah'a aittir" bile sloganlaşmıştır, bunun Müslümanın hayatına yansıması problemi vardır.

قُلْ لَوْ اَنَّ عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ لَقُضِيَ الْاَمْرُ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِالظَّالِم۪ينَ

De ki: "Acele istediğiniz şey (azap) benim elimde olsaydı, elbette benimle sizin aranızda iş bitirilmişti. Allah zalimleri daha iyi bilir." (En’âm Suresi,6/58.)

وَعِنْدَهُ مَفَاتِـحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ اِلَّا يَعْلَمُهَا وَلَا حَبَّةٍ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْاَرْضِ وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ

“Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O’nun bilgisi dışında bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıklarındaki tek bir taneyi bile bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.” (En’âm Suresi,6/59.)

De ki: “Göktekiler ve yerdekiler gaybı bilemezler, ancak Allah bilir. Onlar öldükten sonra ne zaman diriltileceklerinin de farkında değildirler.” (Neml,27/65.)[11]

Gaybe iman, dindarla dinsizi ve münafıkla mümini birbirinden ayıran en önemli özelliktir. Bütün ilahî dinler, en temel inanç prensibini gaybe iman odaında ele almaktadırlar. Çünkü gaybe inanmayan bir kimsenin Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere ve ahiret gününe inanması beklenemez. Gaybe inanmayan insanların iddialarından biri Kur’ân’da şöyle beyan edilmektedir: 

“Bizim ancak dünya hayatımızdır; ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman aşındırıp yok eder. Onların bu hususta bir bilgisi yoktur; onlar sadece öyle sanırlar.”(Câsiye, 45/24.)

Zaten “Allah bilir, siz bilmezsiniz” buyurulmuştur. (Bakara,2/216.)[12]

57-59. âyetlerde, müşriklerin, güya Hz. Peygamber’i zor durumda bırakmak ve âciz olduğunu göstermek için “Eğer iddialarında doğruysan, hadi şu bizi tehdit ettiğin azap ve musibetleri başımıza getir de görelim!” gibi sözler sarfetmelerine karşılık, Resûlullah’ta tanrısal bir güç bulunmadığı, onun böyle bir iddia da taşımadığı, azap ve musibet gibi hususlardaki hükmün yalnız Allah’a ait olduğu bildirilmiştir. Hz. Peygamber’in, Kur’an’daki bu açıklamaları, yani Allah’ın kendisine tanıdığı yetki ve görevin ötesinde ilâhî güçler taşımadığını, gaybı da bilmediğini –kendilerini olduğundan daha kudretli göstermeye çalışan sahte önderlerin aksine– hiçbir komplekse kapılmadan tam bir dürüstlük ve içtenlikle insanlara bildirmesi, onun nübüvvetinin en belirgin delillerinden biridir. (Diyanet, Kur’an Yolu, II/414-415.)

وَهُوَ الَّذ۪ي يَتَوَفّٰيكُمْ بِالَّيْلِ وَيَعْلَمُ مَا جَرَحْتُمْ بِالنَّهَارِ ثُمَّ يَبْعَثُكُمْ ف۪يهِ لِيُقْضٰٓى اَجَلٌ مُسَمًّىۚ ثُمَّ اِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ ثُمَّ يُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ۟

“Geceleyin sizi öldüren, gündüzün de neler yaptığınızı bilen; sonra belirlenmiş eceliniz tamamlansın diye (her) sabah sizi dirilten O’dur. Sonra dönüşünüz yine O’nadır. Sonunda O, yaptıklarınızı size haber verecektir.” (En’âm Suresi,6/60.)

“Allah, varlığı zorunlu olan ve her şeye gücü yeten (Âli İmrân,3/189), bütün güç-kuvvet (Zâriyât,51/58) ve izzetin (Fatır, 35/10) sahibi, her türlü noksanlıktan münezzeh (İsrâ,17/1), bütün övgülere lâyık (Hacc,22/64;Lokmân,31/26) bulunan, boyun eğip kulluk edilmeye lâyık yegâne yüce varlığın adıdır”.

 “Allah’ın kadrini gereği gibi bilemediler. (O'nu gereği gibi bilemediler/tanıyamadılar.) Şüphesiz Allah kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.” (Hac,22/74.; En’âm,6/91.)[13]

“Resûlüm! Kullarıma şunu haber ver: Elbette ben, evet ben çok bağışlayıcıyım ve çok merhamet edenim. Ama azabım da acı mı acı, can yakıcı bir azaptır!” (Hicr 15/49-50)[14]

 “Elbette son varış yeri Rabbinin huzuru olacaktır! Doğrusu güldüren de O’dur, ağlatan da! Öldüren de O’dur, yaşatan da! O’dur, iki cinsi, erkek ve dişiyi yaratan; Bir damlacık sudan, ana rahmine atıldığı an! Şüphesiz ölü bedenleri kıyâmette yeniden diriltmek O’na aittir. Zengin eden de O’dur, fakir kılan da!” (Necm 53/42-49)[15]

 “O, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir. O, bana yediren ve içirendir. Hastalandığımda da O bana şifa verir. O, benim canımı alacak ve sonra diriltecek olandır. O, hesap gününde, hatalarımı bağışlayacağını umduğumdur.” (Şuara, 26/78-82)[16]

 “Dikkat edin, yaratmak da, emretmek (idare ve hüküm)  de yalnız O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın şanı yücedir.” (A’raf,7/54.)[17]

 “Allah’ın dilemesi olmadıkça siz dileyemezsiniz. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (İnsan,76/30)[18]

"Allah, varlık ve güç düzeninin hem başı hem de sonudur; ondan başka her şey fânidir.( “O’nun zatından başka her şey yok olacaktır. Hüküm yalnızca O’nundur ve kesinlikle O’na döndürüleceksiniz.” (Kasas, 28/88.)[19]

“De ki: O, Allah birdir/tektir. Allah sameddir. O, doğurmamış ve doğmamıştır. Onun hiçbir dengi yoktur.” (İhlâs, 112/1-4.)[20]

"Göklerin ve yerin mülkü/egemenliği Allah'a aittir soy sop edinmemiştir, egemenliğinde herhangi bir ortağı yoktur; çünkü her şeyi yaratan ve her şeyi belli bir yasalar örgüsüne göre düzene koyan O'dur."(Furkan, 25/2.)[21]

“Hamd, çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan, zillet ve âcizliğin gerektirdiği bir yardımcıya/dosta ihtiyacı bulunmayan Allah’a mahsustur” de ve O’nu tekbir ile şânını yücelt." (İsrâ, 111)[22]

وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ وَيُرْسِلُ عَلَيْكُمْ حَفَظَةًۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا وَهُمْ لَا يُفَرِّطُونَ

“O, kullarının üstünde yegâne kudret ve tasarruf sahibidir. Size koruyucular gönderir. Nihayet birinize ölüm geldi mi elçilerimiz (görevli melekler) onun canını alırlar. Onlar vazifede kusur etmezler.” (En’âm Suresi,6/61.)

İnsanın tek tek düşündüğü ve yaptığı herşeyi iyi gözetsin ve herşeyin tam olarak kaydını tutsunlar diye Allah bu melekleri tayin etmiştir. 

"İki melek (insanın) sağında ve solunda oturarak yaptıklarınızı yazmaktadırlar. İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın" (Kaf 50/17-18),

 "Şunu iyi bilin ki üzerinizde bekçiler, değerli yazıcılar vardır. Onlar yapmakta olduklarınızı bilirler" (el-İnfitâr 82/10-12; ayrıca bk. ez-Zuhruf 43/80).

ثُمَّ رُدُّٓوا اِلَى اللّٰهِ مَوْلٰيهُمُ الْحَقِّۜ اَلَا لَهُ الْحُكْمُ وَهُوَ اَسْرَعُ الْحَاسِب۪ينَ

“Sonra insanlar gerçek sahipleri olan Allah’a döndürülürler. Bilesiniz ki hüküm yalnız O’nundur ve O, hesap görenlerin en çabuğudur.” (En’âm Suresi,6/62.)

Allah, kahhâr ve kâhir’dir yani üstün otorite sahibidir. Yarattığı kulları da âlemlerin Rabbi olan Allah’ın otoritesi ve hakimiyeti altındadırlar. Onlar, bu otoritenin kontrolünde yaşayan âciz kimselerdir. Ne bir güçleri ne de yardımcıları söz konusudur. Kuldur onlar, üzerlerinde üstün bir otorite vardır. Bu üstün otoriteye boyun eğmek zorundadırlar. Hükmeden sadece O'dur. O'dur tek başına hesaba çeken. Hükmederken ağır davranmaz, cezayı da ihmal etmez.

'Kahr' mastarından türemiş Kâhir sıfatı da Allah hakkında iki yerde zikredilmektedir: 

"Allah sana bir sıkıntı verirse, O'ndan başkası onu gideremez. Sana bir iyilik verirse, başkası onu engelleyemez. O her şeye kâdirdir. O, kullarının üstünde tek Kâhir'dir" (En'am, 6/17) [23]. 

"Geceleyin sizi ölü gibi uyutan, gündüzün yaptıklarınızı bilen, ecelinize kadar gündüzleri sizi tekrar dirilten O'dur. Sonra dönüşünüz O'nadır, işlediklerinizi size bildirecektir. O, kullarının üstünde tek Kâhir'dir." (En'âm, 6/61-62).

“İyi bilin ki, Allah, her şeyi kuşatandır.” (Fussilet,41/54.)[24]

“Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf 50/16.)[25]

Allah'ın yardımından başka hiçbir kuvvet yoktur! “Mâşaallah! Kuvvet yalnız Allah’ındır.” (Kehf,18/39.)[26]

 “Nerede olursanız Allah sizinle beraberdir” (Hadîd,57/74.)

“Nereye yönelirseniz Allah oradadır” (Bakara, 2/115.)

 “Kuşkusuz Rabbin her an gözetlemektedir.” (Fecr, 89/14.)

 “Bilmez misin ki, göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Sizin için Allah’tan başka ne bir velî/dost, ne de bir yardımcı vardır.” (Bakara,2/107.)[27]

“(Rasûlüm!) De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allâh’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kâdirsin.” (Âl-i İmrân, 3/26.)

Kulları üzerinde yegâne tasarruf sahibi olan Yüce Mevla, sana bir zarar vermeyi dilerse o zararı, O’ndan başka giderecek yoktur. Yine senin hakkında murat ettiği hayrı da O’ndan başka verecek yoktur.   İstediğimiz hesabı yapalım, istediğimiz düşünceye sahip olalım gerçekleştirmeye bir adım bile yaklaşsak o an ilahi takdir ne ise o olur. Allah’ın dediği ne ise, hükmü ne ise, kararı ne ise o olur. “Allâh’ın dilediği olur, dilemediği olmaz!” 

Kısacası, her şey yaratan, yaşatan, rızık veren, öldürüp hesaba çekecek olan Allah’ın iradesinde ve kontrolünde gerçekleşir. Bilesiniz ki hüküm yalnız O’nundur ve O, hesap görenlerin en çabuğudur. Kul, Rabbinin herşeye gâlip ve hâkim olduğunu, âhirette sadece O'na hesap vereceğini, yaratıklardan hiçbirinin, O'nun hükmünün dışına çıkamayacağını bilmeli, O'na ortak koşmaktan sakınmalıdır.

فَفِرُّوا إِلَى اللَّهِ

“O hâlde Allah’a koşun. (Yalnız Allah’a dayanıp, güvenerek O’nun himayesine koşun!)” (Zâriyât,51/50.)

Ve imanla bir daha haykıralım ki: “Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.” (Fatiha, 1/5.)

قُلْ مَنْ يُنَجّ۪يكُمْ مِنْ ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ تَدْعُونَهُ تَضَرُّعاً وَخُفْيَةًۚ لَئِنْ اَنْجٰينَا مِنْ هٰذِه۪ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ

“De ki: "Karanın ve denizin karanlıklarından sizi kim kurtarır?" O’na açık gizli yalvararak, "Eğer bizi bundan kurtarırsa andolsun şükredenlerden olacağız" diye dua edersiniz.” (En’âm Suresi,6/63.)

قُلِ اللّٰهُ يُنَجّ۪يكُمْ مِنْهَا وَمِنْ كُلِّ كَرْبٍ ثُمَّ اَنْتُمْ تُشْرِكُونَ

De ki: "Ondan ve bütün sıkıntılardan sizi Allah kurtarır." Sonra siz yine O’na ortak koşarsınız.” (En’âm Suresi,6/64.)

“Bu iki âyet insanoğlunun önemli bir zaafına işaret etmektedir: İnsanlar çoğunlukla sağlık, güvenlik, bolluk ve rahatlık gibi imkânlar içinde yaşarken; özellikle ihtiraslarının, hevâ ve heveslerinin peşinde koşarken mânevî hayatlarını, hâlika ve mahlûka karşı ödevlerini ihmal eder, bunları düşünmek istemezler. Açıktan veya dolaylı bir şekilde Allah’ın varlığını ve birliğini inkâr veya göz ardı ederek başka nesnelere ya da insanlara tapar yahut taparcasına bağlanır, boyun eğerler; yalnız Allah’tan beklemeleri gereken şeyleri fânilerden bekler; onları önder, rehber, hatta rab edinirler. Buna karşılık, genellikle Allah’tan başkasının gideremeyeceği türlü felâketlerin insanlar üzerinde bir uyarıcılık ve onları kendine getirme, sağlıklı düşünmelerini, değerlendirme yapmalarını ve sonuçta Allah’ı hatırlayıp O’na yönelmelerini sağlama gibi olumlu tesirleri sayesinde insanlar Allah’a yönelip kurtuluş için O’na yalvarır, hatta bundan böyle iyi birer kul olarak ödevlerini yerine getireceklerine söz verirler. Geçmişte ve günümüzde felâket anlarında Allah’ı anıp O’na sığınmayan pek az insan vardır. Ancak, birçok insan, sıkıntıdan kurtulup da her şey tekrar yoluna girince yeniden eski yanlış ve isyankâr tutumlarına döner. Söz konusu âyetler insanları bu zaafları hususunda uyarmakta, kendilerini dert ve kederlerden kurtaranın Allah olduğunu, dolayısıyla zor zamanlarda olduğu gibi rahata kavuştuklarında da O’nu tanımaları, O’ndan yüz çevirmemeleri gerektiğini hatırlatmaktadır.” (Diyanet, Kur’an Yolu, II/419-420.)

Müslüman kendisini her türlü zarardan yegane kurtarabilecek olan ve kulları üzerinde yegâne tasarruf sahibi olan Mevlâsından başkasına yalvaramaz. İnsanların “karanın ve denizin karanlıklarında” karşılaştıkları tehlikeler, acılar, felâketlerde  kendilerini ancak Allah’ın kurtarabileceği hatırlatılmaktadır. Allah’tan başkasından korkmaz ve imanına şirk, küfür, nifâk ve fısk karıştırmaz. Sadece Allah’a kulluk eder, ancak Allah’tan yardım diler.

قُلْ هُوَ الْقَادِرُ عَلٰٓى اَنْ يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَاباً مِنْ فَوْقِكُمْ اَوْ مِنْ تَحْتِ اَرْجُلِكُمْ اَوْ يَلْبِسَكُمْ شِيَعاً وَيُذ۪يقَ بَعْضَكُمْ بَأْسَ بَعْضٍۜ اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَفْقَهُونَ

De ki: "Allah size üstünüzden veya ayaklarınızın altından bir azap göndermeye ya da sizi muhalif gruplara ayırıp birbirinize güçlerinizin acısını tattırmaya kādirdir." Bak, anlasınlar diye âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz!” (En’âm Suresi,6/65.)

“İşte biz, onların her birini kendi günahları yüzünden yakalayıverdik. Böylece onlardan kiminin üstüne taş fırtınası gönderdik, kimini şiddetli bir çığlık sarıverdi, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk.” (Ankebût, 29/40).[28]

Yüce Allah'ın dilediği zaman kullarını yakalayıp azaba uğratabildiği gücünün dahilindeki azap türlerine daha yavaş ve sürekli bir yenisi eklenmektedir. Size üstünüzden ya da ayaklarınızın altından azap göndermeye veya düşman gruplara ayırarak size birbirinizin hıncını, birbirinizin terörünü, acısını tattırmaya kadirdir.

“Görünürde Allah'tan bir azap olmadığı için Hakka düşmanlıkta küstahlaşanlara bir uyarıdır bu. Allah'ın azabının gelmesi uzun zaman almaz diye uyarılmaktadırlar. Ani bir fırtına hepsini birden helâk edebilir. Oluverecek bir deprem tüm konutlarını yere geçirebilir. Bir kıvılcım silah depolarını ateşe verebilir ve kabileleri, halkları ve ülkeleri sonu gelmez bir kanın içine çekebilir. Bu yüzden, "eğer şimdi bir azap gelmiyorsa, bu çiğnediğiniz yolda onun doğru mu yanlış mı olduğuna bakmadan körükörüne yürüyüp gidecek kadar küstah ve gafil olmanızı gerektirmez. Böyle yapacağınıza, size tanınan süreyi ve önünüze serilen ayetleri iyi değerlendirmeli ve gerçeği tanıyarak, Doğru Yol'u izlemelisiniz." (Tefhîm,I/558.)

 “Ayette görüldüğü gibi semavî, arzî ve toplumsal olmak üzere, isyankâr kimselere yönelik Allah’ın değişik helâk uygulamaları söz konusu olabilmektedir. Bunun yanısıra, değişik hayvan suretlerine dönüştürülerek isyankârların ibretlik bir hâle getirilmesi; zengin ve müreffeh bir yaşamdan kopartılıp, değişik bölgelere dağıtılarak ve zaman içerisinde asimile edilerek yok edilme ve benzeri helâk uygulamaları da mümkün olabilmektedir. Müfessirlerin çoğunluğu, ayetin üçüncü kısmında yer alan toplumsal helâk adını verdiğimiz şeklin, Ümmet-i Muhammed için geçerli olduğunu söylemişlerdir. (Konuyla ilgili yorumlar için bkz. İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l’Azîm, II, 140 vd.)

Müslim’de rivayet edilen hadis-i şerife göre Allah Resûlü (s.a.), bir namazın arkasından yaptığı duasını sahabeye haber vermiş ve şöyle buyurmuştur: “Rabbimden üç şey istedim. Bunların ikisini bana verdi, birini vermedi. Rabbimden ümmetimi umumi kuraklık ve kıtlıkla helâk etmemesini istedim, bunu bana verdi. Ümmetimi boğulma ile helâk etmemesini istedim, bunu da bana verdi. Ümmetimi birbirine katıp, birbirlerine hınçlarını tattırmayı ümmetimden kaldırmasını istedim, bunu bana vermedi.[29]” (Müslim, Fiten, 20, H.No:2890.)[30] İbn Kesir (774/1372), hadisi kendi tefsirinde naklettikten sonra, bunun sadece Müslim tarafından rivayet edildiğini belirtmiştir.(İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni'l-‘Azîm, II, 141.) [31]

İbn Abbas (68/687), Dahhâk (105/723) ve birçok müfessire göre, üstten gelen azap, idarecilerden zulüm, alttan gelen azap ise, kötü raiyyeden gelen kargaşalıktır.[32] Daha modern bir yorumla ayeti günümüz gelişmeleriyle irtibatlandıran Tabatabâî (1402/1982), el-Mîzân fî Tefsîri’l-Kur’ân adlı tefsirinde, üstten ve alttan gelecek olan azabın günümüzde; yakıcı ve büyük hasar verici bombaların atıldığı uçak ve balon (zeplin)’lar, ayrıca gemileri batıran denizaltılar gibi insanoğlunun son dönemde icat ettiği öldürücü silahlar olabileceğini söylemektedir.[33] Müslümanların Filistin, Suriye, Irak, Yemen, Libya, Afrika, Afganistan, Arakan, Keşmir’deki durumları hatırlanınca ayete tekrar tekrar bakmak ve Rabbimizin mesajını çok iyi anlamaya çalışmak gerekiyor. Sünnetullâh geçerlidir ve Müslümanlar da bu kanuna tâbidirler.

Müslümanlar, geçmişte ve bugün fırkalara ayrılmış ve birbirlerine acımasızca hınçlarını tattırmışlardır. Bunun olacağını da zaten Rabbimiz bize haber vermişti:  

“Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfâl,8/46.)[34]

“Onlar, haksız yere, sırf, “Rabbimiz Allah’tır” demelerinden dolayı yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmını bir kısmıyla defetmesi olmasaydı, içlerinde Allah’ın adı çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler muhakkak yerle bir edilirdi. Şüphesiz ki Allah, kendi dinine yardım edene mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah, çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.” (Hacc,22/40.)[35]

Özellikle bu ayetin Kur’ân’da yer alması, “sadece Allah’ın kudretini ispat etmek için değil”, bilakis muhataplarının Allah’a ve O’nun ayetlerine (Kur’ân’a) iman etmede birleşmemeleri durumunda, hak ettikleri azabı her taraftan onların üzerine göndereceğini açıkça ifade etmek içindir. Ayet, her ne kadar Rasûlullah (s.a.)’ın muhatabı müşriklere yönelik nazil olmuş olsa da, Tevhid bayrağı altında toplanmayı ve hak daveti dinlemeyi reddedenlerin başına gelecek olan cezanın çok büyük olduğunu ve böyle davrananlara Allah’ın her taraftan azap göndereceği ve bu azaptan kaçışın mümkün olmayacağını anlatması bakımından, sonraki tüm insanlığa da aynı mesajla hitap etmektedir. 

Dolayısıyla ayetin hitabı, belli bir dönemle sınırlı olmadığı gibi, mesajı da kıyamete kadarki süreçte gelecek olan “mümin ve müşrik” tüm insanları içine alacak evrensel bir yapı arz etmektedir. “İşte Rabbin, kasabaların zalim halkını yakaladığı zaman böyle yakalar. Çünkü O’nun yakalaması, çok acı ve çok çetindir.” (Hûd 11/102.) ayeti de, benzer sonuçlar ortaya koymaktadır.” [36]

Kur’an’da önceki bazı toplum ve bireylerin helâk edildiğini haber veren Allah’ın uygulamalarının var oluşu ve bu uygulamaların yürürlükten kaldırıldığına dair herhangi yeni bir hükmün getirilmemiş olması; bundan sonraki süreçte de benzer eylemler içerisine girecek olan toplum ve bireyleri de içine alacak ve tarih sahnesinden silecek ilahi uygulamaların devam edeceğini açıkça ortaya koymaktadır.[37]

Hâsılı kelâm bu hakikati bildikten sonra şunu hatırlamalıyız ki Allah, sahabeyi “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.”(Âl-i İmrân 3/110.) şeklinde övmüştür. Onlar insanlığın şahit olduğu en mükemmel ve en hayırlı ümmet olma şerefine nail olmuş kimselerdir. Bugün bize düşende, Rabbimizin razı olduğu Müslüman kimliğine tekrar dönüp insanlığın şahit olduğu en mükemmel ve en hayırlı ümmet olma vasfımızı tekrar kazanmaktır. Bunun için de kalpler katılaşmadan, şeytan da yaptıklarımızı bize şirin göstermeden Allah’a boyun eğip yalvarmamız gerekmektedir.

فَلَوْلَٓا اِذْ جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَا تَضَرَّعُوا وَلٰكِنْ قَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

“Hiç olmazsa verdiğimiz bu musibetler başlarına geldiğinde boyun eğip yalvarsalardı! Fakat kalpleri iyice katılaştı; şeytan da onlara yaptıklarını şirin gösterdi.” (En’âm Suresi,6/43.)

  <<Önceki                     Sonraki>>


Ahmet Hocazâde, 12.02.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Muhâfız ya da Muârız'a dair

Ahmet Hocazâde Yazıları


[1] Bu çalışmada Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Meal ve Tefsir çalışması kaynak olarak alınmış olup, zaman zaman açıklamalarla zenginleştirme yoluna gidilmiştir.
[2] اتَّخَذُواْ أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَابًا مِّن دُونِ اللّهِ وَالْمَسِيحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَمَا أُمِرُواْ إِلاَّ لِيَعْبُدُواْ إِلَهًا وَاحِدًا لاَّ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ سُبْحَانَهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ 
[3] وَمَا أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ مِن رَّسُولٍ إِلَّا نُوحِي إِلَيْهِ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدُونِ 
[4] فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُواْ اللَّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ
[5] وَاعْبُدُواْ اللّهَ وَلاَ تُشْرِكُواْ بِهِ شَيْئًا
[6] فَلَا تَدْعُوا مَعَ اللَّهِ أَحَدًا
[7] إِذْ جَاءتْهُمُ الرُّسُلُ مِن بَيْنِ أَيْدِيهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ
[8] إِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ حَصَبُ جَهَنَّمَ أَنتُمْ لَهَا وَارِدُونَ
[9] وَلَقَدْ أُوحِيَ إِلَيْكَ وَإِلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكَ لَئِنْ أَشْرَكْتَ لَيَحْبَطَنَّ عَمَلُكَ وَلَتَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ 
[10] مَا تَعْبُدُونَ مِن دُونِهِ إِلاَّ أَسْمَاء سَمَّيْتُمُوهَا أَنتُمْ وَآبَآؤُكُم مَّا أَنزَلَ اللّهُ بِهَا مِن سُلْطَانٍ إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ أَمَرَ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إِيَّاهُ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ 
[11] قُل لَّا يَعْلَمُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ الْغَيْبَ إِلَّا اللَّهُ وَمَا يَشْعُرُونَ أَيَّانَ يُبْعَثُونَ
[12]  وَاللّهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ
[13] مَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ
[14] نَبِّئْ عِبَادِي أَنِّي أَنَا الْغَفُورُ الرَّحِيمُ ﴿٤٩﴾ وَ أَنَّ عَذَابِي هُوَ الْعَذَابُ الأَلِيمَ 
[15] وَأَنَّ إِلَى رَبِّكَ الْمُنتَهَى  وَأَنَّهُ هُوَ أَضْحَكَ وَأَبْكَى  وَأَنَّهُ هُوَ أَمَاتَ وَأَحْيَا  وَأَنَّهُ خَلَقَ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْأُنثَى  مِن نُّطْفَةٍ إِذَا تُمْنَى 
[16] الَّذِي خَلَقَنِي فَهُوَ يَهْدِينِ ﴿٧٨﴾ وَالَّذِي هُوَ يُطْعِمُنِي وَيَسْقِينِ ﴿٧٩﴾ وَإِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفِينِ ﴿٨٠﴾ وَالَّذِي يُمِيتُنِي ثُمَّ يُحْيِينِ ﴿٨١﴾ وَالَّذِي أَطْمَعُ أَن يَغْفِرَ لِي خَطِيئَتِي يَوْمَ الدِّينِ ﴿٨٢﴾
[17] أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ تَبَارَكَ اللّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
[18] وَمَا تَشَاؤُونَ إِلَّا أَن يَشَاء اللَّهُ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلِيمًا حَكِيمًا
[19] كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ إِلَّا وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
[20] قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ ﴿١﴾اللَّهُ الصَّمَدُ ﴿٢﴾لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ ﴿٣﴾وَلَمْ يَكُن لَّهُ كُفُوًا أَحَدٌ ﴿٤﴾
[21] الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَمْ يَكُن لَّهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ فَقَدَّرَهُ تَقْدِيرًا ﴿٢﴾
[22] وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَم يَكُن لَّهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُن لَّهُ وَلِيٌّ مِّنَ الذُّلَّ وَكَبِّرْهُ تَكْبِيرًا ﴿١١١﴾
[23] وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ
[24] أَلَا إِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطٌ
[25] وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
[26] مَا شَاء اللَّهُ لَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللَّهِ
[27] أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللّهَ لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ
[28] فَكُلًّا أَخَذْنَا بِذَنبِهِ فَمِنْهُم مَّنْ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِ حَاصِبًا وَمِنْهُم مَّنْ أَخَذَتْهُ الصَّيْحَةُ وَمِنْهُم مَّنْ خَسَفْنَا بِهِ الْأَرْضَ وَمِنْهُم مَّنْ أَغْرَقْنَا وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلَكِن كَانُوا أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ 
[29] Hadis için bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 109; İbn Mâce, Fiten, 9.; Münzirî, Abdülazîm, et-Terğîb ve’t-Terhîb, (thk. İbrahim Şemsuddîn), Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, Beyrut, 1417, III, 145.
[30] " سَأَلْتُ رَبِّي ثَلَاثًا، فَأَعْطَانِي ثِنْتَيْنِ وَمَنَعَنِي وَاحِدَةً، سَأَلْتُ رَبِّي: أَنْ لَا يُهْلِكَ أُمَّتِي بِالسَّنَةِ فَأَعْطَانِيهَا، وَسَأَلْتُهُ أَنْ لَا يُهْلِكَ أُمَّتِي بِالْغَرَقِ فَأَعْطَانِيهَا، وَسَأَلْتُهُ أَنْ لَا يَجْعَلَ بَأْسَهُمْ بَيْنَهُمْ فَمَنَعَنِيهَا "
[31] Abdullah Emin ÇİMEN, Helâk, Devam Eden Bir Süreç Midir?, s.56.
[32] Üstten gelen azabın idarecilerden, alttan gelen azabın ise halk tabakasından gelecek olmasıyla ilgili ayrıca bkz. Zemahşerî, el-Keşşâf, II, 33; Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, II, 418; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni'l-‘Azîm, II, 144; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VIII, 292; Ebu’sSu‘ûd, İrşâdu’l-'Akli's-Selîm, III, 146. Geniş Bilgi İçin Bkz. Abdullah Emin ÇİMEN, Helâk, Devam Eden Bir Süreç Midir?, s.57-58.
[33] Tabatabâî, el-Mîzân fî Tefsîri’l-Kur’ân, VII, 140: benzer bir yorum için bkz. Rızâ, Reşîd, Tefsîru'l-Menâr, VII, 492.Geniş Bilgi İçin Bkz. Abdullah Emin ÇİMEN, Helâk, Devam Eden Bir Süreç Midir?, s.57-58.
[34] وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَنَازَعُواْ فَتَفْشَلُواْ وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ وَاصْبِرُواْ إِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ
[35] الَّذِينَ أُخْرِجُوا مِن دِيَارِهِمْ بِغَيْرِ حَقٍّ إِلَّا أَن يَقُولُوا رَبُّنَا اللَّهُ وَلَوْلَا دَفْعُ اللَّهِ النَّاسَ بَعْضَهُم بِبَعْضٍ لَّهُدِّمَتْ صَوَامِعُ وَبِيَعٌ وَصَلَوَاتٌ وَمَسَاجِدُ يُذْكَرُ فِيهَا اسْمُ اللَّهِ كَثِيرًا وَلَيَنصُرَنَّ اللَّهُ مَن يَنصُرُهُ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ
[36] Abdullah Emin ÇİMEN, Helâk, Devam Eden Bir Süreç Midir?, s.53-54.
http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D02671/2005_4/2005_4_CIMENAE.pdf
[37] Abdullah Emin ÇİMEN, Helâk, a.g.m., s.71.



Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı