7 Haziran 2024 Cuma

SA10792/MT270: Savaş Sonrası Yeniden Canlanan İngiliz Faşizmi

  Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

Sonsuz Ark'ın Notu:
Çevirisini yayınladığımız analiz,  Filistin'deki İngiliz Mandası'nın son yıllarına odaklanan bir araştırma yapan Oxford Üniversitesi doktora adayı James A.S. Sunderland'a aittir ve Siyonizm'e ve Yahudilerin İngiliz mandasındaki Filistin'de yaptığı terör saldırılarına ve yükselen İngiliz milliyetçiliğine odaklanmaktadır. Analistin kullandığı 'faşist' terimi, Yahudilerin ürettiği bir tezgahta dokunan, her şey için kullanılabilir bir bez olarak değerlendirilebilir. Nihayetinde İnsanlık, Nazizm gibi yine Yahudiler tarafından yükseltilen İngiliz faşizminin antisemitizm gibi bir zırh üretilerek İsrail'in kuruluşunu sağladığını görmüş bulunmaktadır. 7 Ekim 2023'ten bugüne dek Gazze'de yapılan Müslüman soykırımı Siyonist yalanları deşifre etse de antisemitizm zırhı yine iş görmeye devam etmektedir.
Seçkin Deniz, 07.06.2024, Sonsuz Ark

The Postwar Revival of British Fascism

"1946-7 yıllarında Filistin Mandası'nda Siyonist paramiliter güçler tarafından gerçekleştirilen saldırılar antisemitizm kampanyasına zemin hazırladı."

Doğu Londra'nın sıkışık ve yoksul bir banliyösünde, 1.000'den fazla kişiden oluşan bir kalabalık, faşist bir hatibin her zamanki antisemitik küfürleri de içeren görüşlerini haykırmasını dinlemek için toplandı. Kenarlarda bir grup Yahudi ve komünist harekete geçmek ve açık hava toplantısını dağıtmak için mükemmel anı bekliyordu; kalabalığın içindeki faşistlere hadlerini bildirmek için coshes gibi kaba silahlar ve hatta sıkıca sarılmış gazeteler saklıyorlardı. Orada burada Metropolitan Polisi mensupları gelişmeleri izliyordu. Çoğunluğu olmasa da bazıları faşistlerin yaydığı mesaja sempati bile duyuyordu. Sahne, faşistlerin Yahudi, sosyalist, sendikacı, komünist ve diğer muhaliflerle çatışmalarının Londra'da yaygın olduğu 1930'lu yıllardaki pek çok toplantıyı anımsatıyordu.


İngiliz Faşistler Birliği'nin eski lideri Oswald Mosley, 1948 yılında Londra'da bir kalabalığa hitap ediyor. (© Getty Images aracılığıyla Hulton-Deutsch Collection/CORBIS/Corbis)

Ama o an 1930'lar değildi. Ağustos 1947'ydi. Adolf Hitler öleli iki yıl olmuştu, Holokost'un dehşeti yavaş yavaş anlaşılıyordu ve yıllarca süren savaş propagandası, sıkıntı ve kayıplar neredeyse her Britanyalı için faşizmin hayatlarını karartan, evlerini bombalayan, arkadaşlarını ve sevdiklerini öldüren nefret edilen bir ideoloji olduğu anlamına geliyordu.

Avrupa'da faşist bir düşmana karşı yıllarca süren ve ülkedeki her erkek, kadın ve çocuğu etkileyen savaştan sonra, neden kalabalıklar faşistlerin söyleyeceklerini dinlemek için doğu Londra'da toplanmaya istekliydi? 

Bu sorunun cevabı 2,000 mil ötedeki İngiliz Filistin Mandası'ndaki olaylarla bağlantılıdır. Bugün İsrail ve Filistin topraklarında şiddet devam ederken, bir kez daha Orta Doğu'daki savaşın toplumları kutuplaştırdığını ve tehlikeli söylemlere katkıda bulunduğunu görüyoruz. İngiltere'de 1946-1947 yılları arasında yaşanan olaylar, uzaktaki çatışmalarla ilgili toplumsal kaygıların ülke içindeki toplumsal bölünmeleri nasıl körükleyebileceğine ve kendi bölücü ve nefret dolu gündemlerini dayatmak isteyen gruplar tarafından nasıl silah haline getirilebileceğine dair erken bir örnek teşkil etmektedir.

1917'den beri İngiliz yönetimi altında olan Filistin, 1940'lara gelindiğinde, artık çok sayıda gelen Siyonist Yahudiler, Filistinli Araplar ve İngiliz güçleri arasında sık sık çatışmaların yaşandığı bir sorun haline gelmişti. 1944 yılına gelindiğinde şiddetin ana kaynakları, İngilizleri Filistin'den zorla çıkarmak ve bir Yahudi devleti ilan etmek isteyen iki küçük ama çok aktif Yahudi militan grubu, Irgun ve Lehi idi. 

Bu örgütler, ülkedeki İngiliz personelini hedef alarak ve demiryolu hatlarını, iletişim altyapısını ve binaları havaya uçurarak Filistin'de tahribata neden oldu. En meşhuru, Irgun'un 22 Temmuz 1946'da Kudüs'teki King David Oteli'nin güney kanadını havaya uçurarak 91 kişiyi öldürmesiydi. Bu arada Lehi, Londra'da yaşayan önemli siyasi figürlere mektup bombaları göndererek (nihayetinde arızalı) İngiltere'ye katliam getirme tehdidinde bile bulundu.

Yıllarca süren savaşın ardından, harap olmuş bir ülkeyi yeniden inşa etme çabalarının ortasında, Filistin'den gelen acı haberler pek de hoş karşılanmadı. Muzaffer bir güç olan Britanya yeterince acı çekmişti: İngiliz Tommie'lerin binlerce mil ötede, Britanya'nın hiçbir gerçek çıkarının olmadığı bir ülkede ölüyor olması pek çok insan için hazmedilemeyecek bir şeydi. Yine de bundan kaçınmak imkansızdı. Neredeyse her gün, tüm büyük gazetelerde en son çatışma, bombalama ya da vahşetle ilgili haberler çıkıyordu. Radyo bültenleri ve filmlerden önce gösterilen haber filmleri de Filistin'de yaşanan kaosu grafiksel olarak tasvir ediyordu.

Çok az insanın bu Yahudi paramiliter grupların ne istediğini ve amaçlarına ulaşmak için neden şiddet kullanmaya istekli olduklarını anlaması kesinlikle yardımcı olmadı. Pek çok insan Siyonizm'in adını bile duymamıştı. Birleşik Krallık halkının çeşitli konulardaki görüşlerini inceleyen bir sosyal araştırma projesi olan Mass Observation, 1947'de her 3 kişiden 1'inin "Siyonizm" terimini ya hiç duymadığını ya da ne anlama geldiği konusunda yanlış bir fikre sahip olduğunu ortaya çıkardı. Yanlış tahminler, azımsanmayacak sayıda insanın bu terimin Christian Science-Hıristiyan Bilimi, The British Israelites-İngiliz İsrailoğulları ve hatta the Jehovah’s Witnesses-Yehova Şahitleri ile ilgili olduğunu düşündüğünü göstermektedir. 

Bu terimi duymuş olanlar arasında da hareketin ne olduğuna dair sadece muğlak bir anlayış vardı ve cevaplar kaba ("Evet - bir sürü Yahudi çocuk") ile karışık ("Yahudiler için bir tür Mekke. Pakistan ile aynı seviyede, boş bir hayal gibi bir şey"). Daha da rahatsız edici olanı, pek çok kişi Filistin'deki Yahudi militanlar ile İngiliz Yahudileri arasında ayrım yapmıyor, çoğu zaman ikisini birbirine bağlıyordu. Mass Observation'a göre, her 5 kişiden 1'i İngiliz Yahudilerinin Irgun ve Lehi'nin eylemlerini desteklediğine inanıyordu.

İki grubun amaçlarını net bir şekilde anlayamayan ve Filistin'den neredeyse her gün gelen kayıp ve şiddet haberleriyle karşılaşan pek çok insan giderek daha öfkeli ve nefret dolu hale geldi. Mass Observation'ın 1946 ve 1947'de yaptığı anketlere göre nüfusun yaklaşık yarısı bir dereceye kadar antisemit görüşlere sahipti. 

Ankete katılanlar, Yahudilerden hoşlanmamaları için, görünüşlerinden iktidarı perde arkasından kontrol ettikleri varsayımına kadar, eski mecazlar da dahil olmak üzere çok sayıda farklı neden gösterdi. Son komplo o kadar yaygındı ki, belgenin yazarı "farklı raporlardan Londra, Manchester, Leeds, Newcastle, Glasgow, Edinburgh, Brighton ve aslında tüm büyük şehirlerin çoğunlukla Yahudiler tarafından yönetildiği sonucuna varılabilir" diye belirtmiştir. Ancak insanların duygularını etkileyen yeni bir faktör de raporlarda ortaya çıkıyordu: Filistin'deki şiddet.

Çağdaş günlüklerin de gösterdiği gibi, bu şiddet savaşın hemen ertesi döneminde önemli miktarda kamusal tartışmaya, gündelik sohbete ve özel düşünceye konu olmuştur. Cheshire'da yaşayan genç bir daktilograf, bir önceki gün Kudüs'teki bir tren istasyonunda meydana gelen bombalı saldırının ardından ofisindeki konuşmaların Filistin'e döndüğünü ve özellikle öfkeli birkaç ifadeyi kaydettiğini belirtmiştir. 

İş arkadaşlarından biri, Filistin'de öldürülen her İngiliz için 10 Yahudi'nin kurşuna dizilmesi gerektiğini söyleyecek kadar ileri gitmiş ve tartışmasını "Hitler ne yaptığını biliyordu" cümlesiyle bitirmiştir. Bir başka genç kadın, Maggie Joy Blunt, öğle yemeği molası sırasında birileri Filistin sorunundan bahsettiğinde sohbetin nasıl hararetlendiğini ve antisemit yorumlara dönüştüğünü kaydetti. 

Bu arada Edinburgh'da antikacılık yapan Bay B. Charles günlüğünde Filistin sorununa kendi çözümünü öneriyordu: "Filistin'deki altı şehre altı atom bombası atmalı ve mümkün olduğunca çok sayıda Yahudi'yi yok etmeliyiz." İronik bir şekilde, bir sonraki paragrafta Emery Reves'in "The Anatomy of Peace" kitabını okuduğunu belirtmiştir.

İngiliz faşistler bunu keyifle izlediler. Bu dönemde faşist fikirleri yaymak için kullandıkları ana araç İngiliz Eski Askerler ve Kadınlar Birliği'ydi. Grubun liderliğini, potansiyel hainleri ve beşinci kolcuları parmaklıklar ardında tutmayı amaçlayan Savunma Yönetmeliği 18b uyarınca gözaltına alındıktan sonra savaşın büyük bölümünü dışarıda geçirmiş olan Jeffrey Hamm yapıyordu. Hamm savaştan önce aristokrat, eski İşçi Partisi milletvekili ve faşist demagog Oswald Mosley'in müridiydi. Mosley, 1932'den itibaren İngiliz Faşistler Birliği'nin lideri olarak savaşın tamamını hapiste ve ardından ev hapsinde geçirdi. Mosley'nin 1945'ten sonraki faaliyetleri ve siyasete katılımı yakından takip edildiğinden, faşist mesajını yaymak için birliği araç olarak kullanarak nihai geri dönüşüne zemin hazırlaması için Hamm'a onay verdi.

Filistin böylece Hamm'a mükemmel bir fırsat sundu. İşte hareketi yeniden başlatmak için bir şans. Filistin'deki olaylar faşistlerin antisemitik nutuklarına yön veriyordu ve bu sözler artık İngiliz halkının giderek artan bir kesiminde yankı buluyordu. Bu dönemde Hamm'ın konuşmasını dinlemek için toplanan kalabalığın birçoğu kendilerini faşist olarak tanımlamayacaktı, ancak yine de Hamm'ın söylediklerini destekliyorlardı ve bunların çoğu açıkça antisemitik nitelikteydi. 

Filistin meselesinden bu kadar başarılı bir şekilde yararlanamamış olsaydı, muhtemelen Hamm İngiltere'den göç edecek ve savaştan önce öğretmenlik yaptığı Falkland'a geri dönecekti. Filistin'deki militan saldırılar onu aktif tuttu, antisemitizmine "kabul edilebilir" bir parlaklık kazandırdı ve nefreti körüklemesine izin verdi. Gerçekten de Birlik sık sık açık hava toplantılarının kesinlikle faşist toplantılar olmadığını, "Filistin'deki terörizme karşı protestolar olarak tasarlandığını" iddia ediyordu.

Yükselen antisemitizm ve Siyonizm hakkındaki yaygın cehalet göz önüne alındığında, faşistler konuşmalarında Siyonist paramiliter saldırıları Yahudilikle kolayca bağdaştırabildiler, yani İngiliz Yahudileri Filistin'deki şiddetin suç ortağı olarak görülmeye başlandı. 

Hamm's League'in önemli bir üyesi olan Bertrand Duke Pile, tezahürat yapan bir kalabalığa "Yahudilerin Filistin üzerinde hiçbir hakkı yoktur ve Yahudilerin bu ülkemizde sahip oldukları güç üzerinde hiçbir hakları yoktur" dedi. Siyonizmi daha geniş bir yerel antisemitik duruş sergilemenin bir yolu olarak kınamak, faşist etkinlik ve mitinglerdeki pek çok konuşmacı için ortak bir durumdu. 

Faşistler ideolojilerini ve ideolojik antisemitizmlerini Filistin'deki paramiliter şiddete karşı vaaz verme retoriğinin arkasına sakladılar. Birliğin konuşmacılarından biri, Filistin'de İngiliz askerlerinin ölümü nedeniyle "Yahudilere" karşı intikam çağrısında bulundu. Dinleyicilerine bunun antisemitik bir ifade olmadığını söyledi. Dinleyicilerine "Filistin'de kendi kanınızdan ve canınızdan olan katilleri kınamak antisemitizm midir?" diye sordu. Faşist olsun ya da olmasın pek çok dinleyici konuşmacının haklı olduğunu düşünmüş olabilir.

30 Temmuz 1947'de Clifford Martin ve Mervyn Paice adlı iki İngiliz askerinin cesetleri Filistin'in Netanya kentinde bir okaliptüs korusunda asılı halde bulundu. İki hafta önce Irgun tarafından kaçırılmışlardı ve İngiliz güçleri ile Haganah - ana akım Yahudi paramiliter grubu ve yeni kurulan Yahudi devletinin proto-ordusu - tarafından bulunmaları için gösterilen çılgınca çabalara rağmen saklanmaya devam etmişlerdi. Öldürülmeleri, Irgun'un saldırılara karışan kendi üyelerinden birkaçının İngilizler tarafından infaz edilmesine misillemeydi. Daha da dehşet verici olanı, Martin ve Paice'in altındaki toprak mayınla tuzaklanmıştı, böylece cesetler kesildiğinde daha büyük bir kaos ortaya çıktı.

1 Ağustos'ta The Daily Express, ön sayfasında "ASILI BRİTONLAR: Dünyayı şok edecek resim" başlığıyla, bir okaliptüs ağacında gevşek bir şekilde asılı duran iki cesedin fotoğrafını yayınladı. Görüntü Associated Press'in İrlanda doğumlu fotoğrafçısı Jim Pringle tarafından çekilmişti. Dehşet verici manzarayla karşılaştıklarında iki çavuşun cesetlerini arayan arama ekibine eşlik eden bir grup fotoğrafçının bir parçasıydı. 

Açıkça paniğe kapılan polis, korkunç görüntülerin basına ulaşmasını engellemek için grubun fotoğraf makinelerine el koymuş, ancak fotoğrafçıların öfkeli protestolarının ardından, yönetim fotoğraf makinelerini iade etmeyi ve çektikleri filmi banyo etmeyi kabul etmiş, banyo edilen fotoğrafları gerçek sahiplerine iade etmeden önce özellikle dehşet verici olanları çıkarmıştı. Pringle'ın fotoğraflarının tamamen pozlanmamış olduğu ortaya çıktı. Fotoğraf makinesine el konulmadan önce son dakikada filmini değiştirmişti ve pozlanmış film çoktan Londra'ya doğru yola çıkmıştı. Pringle manda yetkililerinden resmi bir kınama cezası aldı. Öte yandan işverenleri ona bir ikramiye verdi.

Pringle'ın fotoğrafı derhal faşist toplantılarda, genellikle konuşmacının platformuna iliştirilmiş olarak çok sayıda göründü. En azından bir toplantıda Hamm'ın konuşmasına Filistin'de görev yaparken izinli olan birkaç İngiliz askeri de katılarak sözlerine daha fazla meşruiyet kazandırdı. Filistin'de görev yapan asker ve polislerin yaşadıkları deneyimlerin bir sonucu olarak açık antisemitizm belirtilerinin artmasıyla birlikte, savcılık müdürü faşistlere yeni katılımlar olabileceği konusunda uyarıda bulundu. İngiltere'nin iç güvenlik servisi MI5, "genel bir kural olarak kalabalığın artık sempatik ve hatta kendiliğinden coşkulu olduğunu" biraz da endişeyle kaydetti. Aynı İçişleri Bakanlığı'nın 1947 tarihli bülteninde, "muhalefet ancak seyirciler arasında örgütlü bir Yahudi ya da Komünist grubu olduğunda ortaya çıkıyor" deniyordu.

En büyük muhalefet, İngiliz-Yahudi eski paraşütçü Gerry Flamberg ve arkadaşları tarafından Eylül 1946'da faşistlerle, faşistlerin anladığını düşündükleri tek dil olan şiddeti kullanarak mücadele etmek için kurulan 43 Grubu'ndan geldi. Grup iki amaçla faşist toplantıları aksatıyordu: düzensizlik nedeniyle polis tarafından kapatılmalarını sağlamak ve yumruk ve kör aletlerle dayak atarak gelecekte katılımı caydırmak. 1947 yazına gelindiğinde grubun bu tür faaliyetlere katılan yaklaşık 500 aktif üyesi vardı. Bunlar arasında Vidal Sassoon adında genç bir kuaför de vardı ve sık sık kuaför makasıyla ortaya çıkıyordu.

43 Grubu bu eylemlerde önemli başarılar elde etti, ancak halkın öfkesi, ona eşlik eden nefrete karşı koyabileceklerinden daha hızlı yayılıyordu. Martin ve Paice'in ölümleri halkın sinir uçlarına dokunmuştu. 1 Ağustos 1947'de, resmi tatil hafta sonunun başlangıcında ve çavuşların ölümünden iki gün sonra, Liverpool'da Yahudi karşıtı ayaklanma başladı. Şiddet olayları beş gün sürdü. 

Ülke genelinde bu sahne tekrarlandı: Londra, Manchester, Hull, Brighton ve Glasgow'da yaygın şiddet olayları yaşandı. Plymouth, Birmingham, Cardiff, Swansea, Newcastle ve Davenport'ta da münferit olaylar kaydedildi. Başka yerlerde antisemitik duvar yazıları ve Yahudi ibadethanelerine yönelik tehdit telefonları fiziksel şiddetin yerini aldı. Yahudilere ait dükkanların camları kırıldı, Yahudi evleri hedef alındı, Liverpool Crown Street Sinagogu yakılmaya çalışıldı ve Glasgow'daki ahşap bir sinagog ateşe verildi. Bazı vakalarda bireyler kişisel olarak korkutulmuş veya saldırıya uğramıştır. Northampton'da Yahudi bir adam tabancayla tehdit edilmiş ve Davenport'ta Yahudilere ait bir terzi dükkanına boş bir mayın yerleştirilmiştir.

Şiddet sokaklara taşarken, İngiliz faşistler sevinçle izlediler, zaman zaman ayaklanmalarda aktif rol aldılar, ancak genel olarak katılımları önemsizdi - ayaklananların çoğu herhangi bir şekilde faşist hareketlerde aktif değildi. Nitekim faşist aktivist Harold Robinson, ayaklanmalardan kısa bir süre sonra yaptığı bir konuşmada, huzursuzluğun "kendisini çok rahatlattığını çünkü düşündüklerinden çok daha fazla destekçileri olduğunu gösterdiğini" söyledi.

Ancak İngiliz faşistler, bir bölgede antisemitik şiddetin yaşanmasının o bölgede destek gördükleri anlamına gelmediğini kısa sürede öğrendiler. Birliğin kendini "Filistin uzmanı" ilan eden Hamm ve Pile, yerel faşist lider Joseph Morrissey'e yardım etmek için Liverpool'a gittiklerinde büyük umutları vardı. Liverpool en kötü ayaklanmalardan bazılarına sahne olmuştu ve birliğin lider kadrosu doğal olarak şehrin mesajlarına sempati duyacağını varsayıyordu. 

Ancak Hamm bir toplantı düzenleyip konuşmaya başladığında saldırıya uğradı ve konuşma yaptığı kürsü dinleyiciler tarafından parçalandı. Arbede sırasında Pile kendini yere yığılmış halde bulurken, yaşlı bir kadın da onun başında dikilmiş, parçalanmış kürsünün bir parçasıyla onu dövüyordu. Hamm gezinin başarılı olamayacağına karar verdi ve hemen Londra'ya geri döndü. Yine de faşist retorik, ideolojileri halkın büyük bir kısmı tarafından reddedilse bile, isyanlara olanak tanıyan koşulların oluşmasına kesinlikle yardımcı oldu.

Kasım 1947'de Mosley, Hamm'ın elde etmeyi başardığı Yahudi karşıtı duyguları siyasi başarıya dönüştürmek amacıyla Birlik Hareketi partisini kurdu. 1947'nin sonunda İngiliz hükümeti Filistin Mandası'ndan vazgeçme ve konuyu yeni kurulan Birleşmiş Milletler'e devretme kararı aldı. Mayıs 1948'de son İngiliz askerleri ve personeli de ülkeyi temelli terk ediyordu. İngiliz faşistleri en sevdikleri konuşma konularından birini kaybetmişlerdi ve kısa süre içinde kalabalıklar azalmaya başladı. 1949 belediye seçimleri Mosley'in yeni partisi için bir seçim hezimetine yol açtı. Sekiz adayı toplam 4,097,841 oydan sadece 1,993'ünü alabildi.

Mart 1949'a gelindiğinde İngiliz faşistleri ulusal güvenlik için o kadar az risk olarak görülüyordu ki MI5 onları izlemeyi bıraktı. Hızla iç çatışmaya sürüklendiler ve kısa sürede bölünmeler yaşandı. Mosley 1951'de İngiltere'den ayrılarak İrlanda'ya gitti ve burada (başarısız bir şekilde) yeni pan-Avrupa faşist ideolojisini yaymaya odaklandı. Hamm da onu takip ederek Mosley'in sekreteri oldu ve bu görevi 25 yıl boyunca sürdürdü. 

Filistin'deki İngiliz yönetiminin sona ermesi İngiliz faşist uyanışının da sonunu getirmişti - Mosley ya da taraftarları bir daha asla İngiliz toplumu üzerinde bu kadar etkili olamayacak ya da konuşmaları için bu kadar destek alamayacaklardı. Halkın ilgisini çekmiş olsalar da, Filistin'deki olaylara karşı İngiliz öfkesini beslemiş ve antisemitizmin yükselişini körüklemişlerdi. Ancak Hamm ve Birlik nefreti araçsallaştırırken, halkı kendi ideolojilerine çekmeyi başaramadılar. Bölünme, partizanlık ve şovenist popülist politikaların yeniden ortaya çıktığı bir çağda, nefreti harekete geçirme konusundaki bu nihai başarısızlık bir ışık huzmesi sunuyor.

James A.S. Sunderland, 31 Mayıs 2024, The New Lines Magazine

(Oxford Üniversitesi'nde doktora adayı olan James A.S. Sunderland, Filistin'deki İngiliz Mandası'nın son yıllarına odaklanan bir çalışma yürütmektedir.)


Mustafa Tamer, 07.06.2024, Sonsuz Ark, Çeviri, Çeviri-Analiz, Onlar Ne Diyor?

Mustafa Tamer Yayınları

Onlar Ne Diyor?





Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

Seçkin Deniz Twitter Akışı