26 Mayıs 2024 Pazar

SA10769/SD3125: Sıkıntı (Roman); 7. Bölüm-Vadi 26

         Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

‘Madem etkilenmedin neden iki kolye aldın o zaman?’ diye sordu ansızın. ‘Sen aşkı bir hastalık olarak kabul ettiğin için bu tür hediyeler almayı da sevmezsin üstelik?’



Çok içtendi karım. Lafı eğip bükmeyi sevmezdi. İçinden geldiği gibi konuşurdu.

Üzülmüştüm. ‘Kaybedeceğini mi düşündün?’ dedim hüzünlü bir sesle.

‘Her kadın düşünür bunu!’ dedi soğukkanlı bir sesle. ‘Hele bu çağda, kadının ucuzladığı bu dengesi bozulmuş çağda! Ayrıca İD hem güzel hem de incelikli düşünen bir kız; sana âşık olması ne kadar fedakârlık yapabileceğinin de bir göstergesi olabilir. Senin evli olduğunu bile bile bu riski almışsa, nasıl kaygılanmam ki?’

‘Eğer!’ dedim yavaş yavaş yükselen bir sesle. ‘Güzelliği esas alsaydım ve her güzelliğin peşine takılsaydım, biliyorsun, hiç evlenmezdim. Ki böyle birçok erkek var. Allah’ın sınırlarını çizdiği bir hayat daima huzur vericidir. Güzellik ya da yakışıklılık bence ağır bir sınama aracıdır; çünkü hep dikkat çeker insan, rahat bırakılmaz, çocukluğundan itibaren kişiliğinden önce görüntüsüne değer verildiğini bilir ve daha çok içine kapanır, seçenekleri azalır. Rahatsız edici gerçeğin erkenden farkına varır; onun iyi ve güzel karakterli insanlarla karşılaşma olasılığı düşüktür. İD de bunun bedelini ödemiştir. Farklı bir kültürün insanı olarak büyümüş, bu anlamda senle rekabet edebilmesi imkânsız, bunu bilmiyorsan beni tanımıyorsun demektir!’

‘Madem etkilenmedin neden iki kolye aldın o zaman?’ diye sordu ansızın. ‘Sen aşkı bir hastalık olarak kabul ettiğin için bu tür hediyeler almayı da sevmezsin üstelik?’

Haklıydı.

‘Poe Müzesi’nden hatıra olarak aldığımı söylemiştim, çocuklara diğer hatıra maskotlardan alırken gözüme çarpmıştı kolye!’ dedim. ‘Neden iki tane aldığımı bilmiyorum, ama sanırım o ân tıpkı bir tane alırken iki ayakkabı almak gibi bir şey düşünmüştüm. Ta ki İD poşeti açıp ne aldığımı merak edene kadar. Eğer birini onun için alsaydım bunu sana söylerdim, biliyorsun. Ondan sonrası da zaten kontrolümden çıktı. Richmond’dan bir hatıra onda da kaldı. Eğer kolyeye layık başka biri olsaydı o da İD olurdu. Etkilendim mi? Evet; insan zaaflarıyla sınanır ve Allah bizi zayıf yarattığını söylüyor Kur’an’da. Üstelik böylesine yoğun ilgi bir erkeği sarsar. Fakat zaten biz büyürken, yaşarken ve yaşlanırken hep sarsılmıyor muyuz? Önemli olan sarsıntı sonrası nasıl davrandığımız, değil mi? Şu anda sen de sarsılmış bir durumdasın. Ve biz sarsıntı sonrası açıkça konuşuyoruz, durumu değerlendiriyoruz. Bu da senin güzelliğin. Sinirlenip ‘ben anneme gidiyorum’ da diyebilirdin!’

Karım gülümsedi. ‘Bunları romanında da anlatacak mısın?’ diye sordu.

‘Elbette!’ dedim. ‘Çünkü ‘sıkıntı’ hayatın bizzat kendisi ve bu tür şeyleri yaşayanlar sadece bizler değiliz, en azından nasıl bir tutum alınabileceğine dair alternatif bir örnek sergilemiş olanların da var olduğunu bilmeleri gerek insanların. Mahkemeler tıka basa boşanma davalarıyla dolu!’

‘O zaman!’ dedi. ‘Romanına yaz, “Bir kadın yapabildiği fedakarlıklar kadar değerlidir. Gerektiğinde çok sevdiği ve asla paylaşmayacağı kocasını kararlarında özgür bırakacak ve kısıtlamayacak kadar fedakâr davranan bir kadın, kocasıyla kavga ederek asla elde edemeyeceği bir fırsat elde eder ve büyük bir çözümün kapısını aralamış olur. Ondan sonrasını da erkeğin omuzlarına yükleyerek sorumluluktan kurtulur!’

‘Yazarım!’ dedim. ‘Ancak yorumunu kaç kişi doğru anlar emin değilim. Çünkü çaresiz bir şekilde susan, kavga etmeyen kadınların karşılaştığı şeyler, kadınların bu tutumunun çoğunlukla senin bahsettiğin gibi sorumluluğunun farkına varan erkekler ortaya çıkarmadığını gösteriyor!’

Karım ısrarlıydı:

‘Her kadın kocasının nasıl davranacağını bilir!’ dedi. ‘Ama kavga hiçbir zaman çözüm üretmez ve kadın her zaman kavgadan zararlı çıkar. Erkek sorumluluğunun farkına varamayacaksa, o zaman ya çekilir, kendisini kapatır ya da boşanır. Sonuç olarak erkeği kendi kararlarıyla baş başa bırakarak sorumluluğunu erkeğin omuzlarına yükler.’

Haklıydı yine.

İnsan, yükü ağır olan bir varlıktı. Aklı vardı, nefsi vardı, çevresi vardı; bunlar yetmiyordu, apaçık bir düşman olarak İblis vardı. Yükünü gün gün sırtlanarak büyüyordu insan, doğmadan evvel o yükün bütün konakları mutlaka hazırlanıyordu, ama doğduktan sonra geçen her gün insanı yüküyle tanışana kadar büyütüyordu. Bir çekirdeğin filize, filizden fidana, fidandan ağaca dönüşmesi gibi.

‘Yabancı şaşkınlığı geçtiğinde, sırtındaki yüklerin ağırlığı ile artık soramayacağı soruları oluyor insanın. Yükümüz çok ağır ve biz çok zayıfız. Allah’a sığınmak her zaman zayıf olan insanın tek kurtuluşudur!’ dedim. ‘Allah’a dua etmek, tövbe etmek gerek ağır yüklerimiz için. Çünkü bütün sorularımızın cevaplarını bilen sadece Allah’tır; inananlar olarak biz ona isyan edemeyiz, buna aklımız da irademiz de elvermez. “Mülk Allah’ındır”, demez boşuna Allah; her insan kibrini yenmeli ve şeytanın her an kışkırttığı nefsine şöyle söylemeli; “Sen bir mülksün; sahip değil!”

Saat 16.30’a doğru ilerliyordu. İD’nin uçağı kalkmış olmalıydı. Karıma aç olup olmadığını sordum, Aşçı Sultan’ın güveç ve cacık yaptığını anlattım. Acıkmıştı, tepsiyi ve bardakları toplayıp şirkete doğru yürümeye başladık. 

‘Sen bir mülksün; sahip değil!’ diye tekrarladı karım koluma girerken.

İkindi vakti giriyordu, esiyordu rüzgâr biraz daha akşama doğru eğilerek.

Ben düşünüyordum ve anlatıyordum:

‘Yerden yükseldikçe görüş alanı artıyor insanın. Boyu gibi büyüyor insanın içi. Boyu uzadıkça daha çok şey yükleniyor bedenine, bedenine kilitlenmiş ruhuna. Çocukluk, ergenlik, gençlik derken, herkesin omuz hizasından yukarısını görmeye başlıyor o doğmuş varlık. Doğmuş ve büyümeye mahkûm olmuş canlı varlık!’

‘İnşaallah, bir tanesi daha doğacak!’ dedi karım gülümseyerek.

‘İnşaallah!’ dedim ve devam ettim:

‘Başı hep yukarıya kalkıktır emekleyen ve yürümeye başlayan bebeğin; yukarıda, anlamadığı yerdedir olan biten, halata bağlı bir kutuda yavaş yavaş yükselir bildikçe, öğrendikçe. Kutusu zihninin içidir, beyninin gözenekleridir. Yukarı doğru ilerledikçe ufku görüş açısı büyür; bazen aşağıya bakmayı da öğrenir insan, bazen yukarıya, bazen dengine. Yetişkinlik zamanlarında bilir ki; yukarıda ve mekân tayin edemeyeceği bir şekilde, sadece göremeyeceği kadar güçlü bir Allah vardır. Ona nasıl dua edeceğini öğrenmişse insan dudaklarındaki tüm endişeler kaybolur… Ama ya öğrenmemişse?’

Yorulduğunu hissediyordum karımın, biraz duraladık, ama ben anlatmaya ara vermemiştim:

‘İşte o zaman, öğrenmemiş insan için hayat zorlaşır… Allah’a dua ederek endişelerinden kurtulacağını öğrenmemiş olan için, yükünün ağırlığı gün geçtikçe daha da artar. Hani yaramazlık yapan çocuklarla, dinginleşmiş yetişkinler arasındaki farkı merak edersin ya… hani büyüdüklerinde de yaramazlık yapmaya devam edenleri görürsün ya… İşte bu yüzden hem çocuklar hem de yetişkinler ağır gelen yüklerinden kaçmak için yaramazlık yaparlar. Küçük; kendisine tanınan sınırlardan rahatsız olur, o sınırlara uymak ona yüklerini hatırlatır. Büyük de öyledir; kaçmayı öğrenmiştir küçükken ve ona dua etmek öğretilmemiştir!’ 


<< Önceki                      Sonraki>>>


[24.05.2024, (7/53 (679))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 26.05.2024, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı