5 Şubat 2021 Cuma

SA9061/KY1-CÇ758: Acı Ama Gerçek

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Kahvenin beton tavanı çökmüş gibi bir ses yankılanıyor kahvehanenin dört bir köşesinde. Ferdi’nin gözleri önünde Figen’in görüntüsü son bir kez bile olsa belirmiyor."

Hem annesi Melahat hem babası Faytoncu Fahri’nin “Fırıldak” dedikleri, üniversite matematik bölümü ikinci sınıf öğrencisi Ferdi, oturma odasının penceresinden, anne hariç tüm hane halkının -baba, büyük oğul Ferdi, ortanca kız Şükriye, üçüncü kız Makbule- “Tekne Kazıntısı” diye seslendikleri altı yaşlarındaki küçük kardeşi Fırat’a bakıyor gülerek.

Fırat, “Yeriş” adlı kendinden en az üç kat iri köpeklerinin sırtına binmiş bahçede orada oraya gidip geliyor. Yaşlı iğde ağacının altına geldiklerinde Fırat iniyor Yeriş’in sırtından. Mereğe koşuyor. Kucağında taşıyabileceği kadar otla çıkıyor merekten. İğde ağacının gölgesinde tatlı tatlı kuyruğunu sallayan Yeriş’in önüne bırakıyor.

- Ye, diyor, acıktın biliyorum.

- Salak, diye mırıldanıyor Ferdi, biri buna söylese ya!

Melahat kapısı yarı açık oturma odasından pencereye dikilmiş Ferdi’ye bakıyor.

- Paşazademiz uyanmış, diyor. Annenin söylediklerini duyuyor Ferdi. Başını çevirmeden,

- Senin Tekne Kazıntısı Yeriş yesin diye bir kucak ot verdi, bunu hep yapıyor mu? Tekne Kazıntısı ne olacak, diyor, son sözlerinin annesini kızdırmasını umarak. Anne odanın kapısını ardına kadar açıp oğlu Ferid’e doğru yürüyor, söylediklerini duymamış gibi yaparak. O da pencereden bahçeye gözde oğlu Fırat’a bakıyor, yüzünde tatlı bir tebessümle.

- Faytonu bugün sen koşarsın diye ummuştu, diyor Melahat.

- Sultan anam geleli daha iki gün oldu.. azıcık soluklanayım.. iki bilemedin iki buçuk ay buradayım, babamı bıktırırım fayton koşmada. 

Omuzlarını silkiyor Melahat. Kısa kollu mavi yeleğini görmesini istiyor Ferdi’nin.

- Bak ne güzel örnek çıkarmış Naciye, diyor.

Ferdi şöyle bir bakıp bakışlarını yeniden bahçeye dikiyor.

- Gerçekten güzelmiş, diyor Ferdi.

- Bu Naciye pek hamarat, diyor Melahat imalı imalı.

- Allah sahibine bağışlasın, diyor Ferdi.

Anne suratını ekşitiyor, geldiği gibi çıkıyor odadan. Ferdi bakışlarını bahçeden sokağa çeviriyor. Cakkılla yirmi litrelik iki teneke suyu taşıyan Naciye’yi görüyor.

- Şu Naciye gerçekten hamarat.. şuna bak, yokuş yukarı su taşıyor, bana mısın demiyor.. hem hamarat hem de bir erkek kadar diri ve güçlü, diye mırıldanıyor Ferdi. Ve fakat bir anlam veremiyor Cakkılla su taşıyan Naciye’nin Müteahhit Maksud’un kızı Figen'i çağrıştırmasını. Gözünün önünde beliriyor Figen. Dizlerine kadar uzanan deri çizme, dizlerinden beş parmak aşağıda deri bir etek ve tırnakları pembe ojeli Figen havuz başından aşağı iniyor. 

- Pek  büyümüşsün.. çizme de pek yakışmış, diyor Ferdi.

- Acı ama gerçek, diyor Figen, aramızda uçurumlar var..

Ferdi kızarıyor. Tıpkı havuz başında kızardığı gibi. Soluksuz kalıyor bir an, tıpkı havuz başında kaldığı gibi.

Figen evde, salonda el tırnaklarına mor oje sürüyor. Ojelediği her tırnağı kaldırıp pencereye yaklaştırıp ışığa tutuyor. Yaptığı işi beğeniyor. Annesinin sesi geliyor salon kapısının ağzından.

- Süslü pezo olup çıktın, diyor.

- Üff, tatildeyiz anne, diye karşılık veriyor Figen. Annesi omuz silkip mutfağa yöneliyor. Figen el tırnakları bitince ayak tırnaklarına başlıyor. İlk tırnağa sürdüğü ojeye üflerken sekiz yaşındaki kardeşi Okan bacakları arasında oklava salondan içeri dalıyor. “Deh deh düldül deh deh düldül.. bahçevan” şarkısını Zeki Müren’i taklit etme gayretiyle söylüyor. Ablasına bakıyor.

- Kızların hepsi aptal, diyor Okan, ayaklarını kim görecek ki oje sürüyorsun.

- Hadi oradan pis sıçan, diyor Figen, baksana hava ne kadar güzel Neneni bahçesine gidip oynasana.

- Kimse yok ki, diyor Okan.

- Sen çıkarsan birileri gelir, kimse gelmese bile Cem gelir, diyor.

Kafasını olumsuz anlamda sallıyor Okan,

- Iıhh, diyor, dedesi gelmiş, dedesi bırakmaz, beni sevmiyor.

- Nedenmiş o, diyor Figen, dikkatle sağ ayağının serçe parmağına mor ojeyi sürerken.

- Bilmem, diyor Okan, hem ben de onu sevmiyorum, “deh deh düldül” demek günahmış, düldül binek atıymış sütçü beygiri değil, bir de bana Yezit diyor suratını buruşturarak..

- Tuhaf adam, diyor Figen, serçe parmağına üfleyerek.

- Yezit ne demek, diye soruyor Okan,

- Bilmiyorum, diyor Figen, her ne halt ise beni meşgul ediyorsun.. sol ayağını çekiyor kendine doğru.

- Akşam babama erkeklerle konuştuğunu söyleyeceğim, diyor gülerek Okan.

Sert sert bakıyor Figen kardeşine. Gözleri sehpada Gorki’nin Muhbir adlı kitabına ilişiyor.

- Hadi oradan pis muhbir, git kime ne söylersen söyle..

Okan oklavayı at gibi sürerek çıkıyor salondan.

- Bana ne, bana ne, söyleyeceğim işte, diyor. 

Figen öfke ile soluyor. Havuz başında kendisine kur yapan Ferdi beliriyor gözlerinin önünde.

- Keşke öyle demeseydim, diyor, iyi biri Ferdi, her ne kadar fırıldak diye çağırsalar da iyi biri, hem alımlı çalımlı, erkek güzeli dense, deniliyorsa ilk sıralarda yer alır.

- Ben çıkıyorum, diyor Ferdi ikindi namazını yeni kılıp bitirmiş henüz seccadeden kalkmamış annesine.

- Fazla gecikme, diyor annesi.

- Olur, diyor Ferdi.

Acı, ama gerçek Ferdi çoktan gecikiyor. Mahalleden arkadaşları Selçuk, Sabri ve Mahir ile oyunlu kahvede karton sigarasına oyuna dalmışlar. Herkes tek. Mahir “eşli daha güzel olur” dese de onu dinlememişlerdi. Son ikiye kaldığında zaten eşli olmuş gibi olacaktı. Ki hep öyle olurdu. Niye birinin beceriksizliğinin, acemiliğinin günahını çekselerdi ki? Hem bakarsın üç kişiye kalır bir kişi üç karton sigaranın sahibi olur. Oyun bozan olmamak için daha fazla diretmiyor Mahir. Oyun sonları. Son iki el. Sırası gelen Selçuk taşları dağıtıyor. Herkes ıskatasına diziyor taşları. Ferdi gözlerine inanamıyor. İki okey. Oyun kendisine kalacak gibiydi. Eğer okey bir okey iki demese, tek okeyle yetinse oyun uzardı hepsi o kadar. Ama iki okey atarsa.. Mahir ve kendisi birer karton sigara alırdı. Düşünüyor. Kararsız. “Birini attın kaldı ikincisi” diyor içinden. Bir yerlerden bir cesaret arıyor. 

- Hadi kalın durak, diyor koltuğunun altındaki Mahir, bir karar ver artık da taş at.

Kendine geliyor Ferdi. Iskatasına bakıyor. Okeyleri ara taşlarından uzak tutmaya karar veriyor, mavi onluyu atıyor Mahir’e ve,

- Bayım, bayım Tanrı sizi cezalandıracak, diyor, Tanrı sizi cezalandırdığı o anda, o zamanda, o yerde ben zil takıp şakıdım şıkıdım oynayacağım.

- Bir kurtulamadın gitti şu Rus öykücülerinin ağızlarından, diyor karşısında oturan Selçuk dudaklarını kemirerek.

- Bak bak, neler de biliyor, diyor Ferdi’nin solunda oturan Sabri.

- Herkes senin gibi cahil değil ki, karşılığını veriyor Selçuk.

- Hadi bir tane Rus öykücüsü adı ver de sesimi keseyim, diyor Sabri.

- Vasilyeviç Gogol Yanowski, diyor Selçuk gülerek.

- Tamam, diyor gülerek Mahir, Sabri dudaklarını mühürler artık. Yine kalın durağa geldik, alo Fırıldak taş atmayacak mısın?

Ferdi tek tek oyun arkadaşlarını süzüyor.

- Figen’i düşünüyordur, diyor Sabri.

- Hangi Figen’i? diye soruyor Ferdi kızararak.

- Kaç tane Figen var? Figen hanı kastetmedim herhalde.

- Demek bizim mahallede kaç tane Figen var bilmiyorsun öyle mi? Diyor Ferdi.

- Doğrusu biliyorum sayılmaz, mahallenin eksik etekleriyle ilgilenmiyorum pek.

- Kalaycı Kâzım’ın kızı Figen, bir, diyor Ferdi, Yüncü Yusuf’un kızı Figen iki, Tornacı Talat’ın kızı Figen üç, Sütçü Selim’in kızı Figen dört, Bakkal Bahri’nin kızı Figen beş, Otelci Osman’ın kızı Figen altı, Alaftar Remzi’nin kızı yedi..

- Olmadı, diyor Sabri, niye Alaftar Remzi?

- Anlamadım, diyor şaşkınlıkla Ferdi.

- Nasıl anlamazsın? Diyor Selçuk gülerek. Kalaycı Kâzım, Yüncü Yusuf, Tornacı Talat ama Alaftara gelince Remzi.

- İyi de adamın adı Remzi, bilmiyor musunuz? Uydurayım mı?

- Olmaz.. altıda kaldı bence, diyor Mahir. 

Sert sert her birine bakıyor Ferdi.

- Madem öyle Müteahhit Maksud’un kızı Figen yedi, diyor ve okey bir, siyah altılı okeyi göstergenin üzerine bırakıyor sertçe. 

Oyun arkadaşları gözlerine inanmıyorlar. Birbirlerine bakıyorlar. Çizelgeyi inceliyorlar. Mahir rahatlıyor. Ferdi okey iki yapsa da oyun kendisine kalmıyor. Selçuk’la Sabri birbirlerini süzüyorlar.

- Taş mı çalıyorsun? Diyor Selçuk dudaklarını kemirerek başını ıskatasından kaldırmadan.

- Mesnetsiz isnat tumansız kadına benzer, diyor Ferdi gülerek.

- Aha, diyor Sabri, bunu kan temizler. 

Birden gaf yaptığını, yanlış bir tümce kurduğunu anlıyor Sabri. Selçuk’a bakıyor. Selçuk’un sinirleri gerilmiş, iki elini yumruk yapmış. Sabri ağır ağır sol elini Selçuk’un sağ eline koyuyor. Kahvede çıt çıkmıyor. Selçuk ıskatasını deviriyor, iki eliyle ucundan tuttuğu ıskatayı tepesine kadar kaldırıp olanca gücüyle Ferdi’nin tepesine indiriyor. Bir “Ih” sesi duyuluyor. Kahvenin beton tavanı çökmüş gibi bir ses yankılanıyor kahvehanenin dört bir köşesinde. Ferdi’nin gözleri önünde Figen’in görüntüsü son bir kez bile olsa belirmiyor, Figen’in “acı, ama gerçek, aramızda uçurumlar var!” sözü de yankılanmıyor içinde Ferdi’nin. Son nefesini verip masanın üzerine kapanıyor.


Cemal Çalık, 05.02.2021,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü

Facebook 



Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.






Seçkin Deniz Twitter Akışı