22 Aralık 2018 Cumartesi

SA7299/KY38-SevDur185: 500 Kelimeyle Ders Kitabı Yazılmaz



Takdim

“Sadeleştirmek yerine ‘çocuğum şu on kelimeyi öğren’ demeliydik” diyor Büyük Türkçe Sözlük’ün yazarı D. Mehmet Doğan. Yazar, fikir adamı, Türkiye Yazarlar Birliği Şeref Başkanı olan Doğan’ın kelimelerle ilgili derdi büyük. Doğan, “Kelime dağarcığımızı genişletmeye önce ders kitaplarıyla başlamak lazım. İlk ve ortaokulda ders kitapları 500-600 kelimeyle yazılıyor. Lisede de hadi 1000 kelime olsun. İlköğretimden itibaren batı ülkelerinde 1500-2000 kelimelik ders kitapları yazılıyor” diyerek de bir çıkar yol sunuyor. 

Yazarlar Birliği’nin, teması “Yazmak ve Yaşamak” olan 10. Edebiyat Festivali kapsamında, yazarlığının 50. yılı dolasıyla “Kültüre Adanmış Bir Ömür” belgeselinin gösterimi yapılan Doğan’la, edebiyat, dil ve kültür üzerine konuştuk. Türk edebiyatının en önemli sorunun zengin dilimizi koruyamamak olduğunu söyleyen Doğan, dilimiz daraldıkça zihnimizin de daraldığını ifade ediyor.

Yaşamakla yazmak arasında ne tür bir ilişki var?

İnsanın bütün hayatı bir anlama (kavrama) ve anlatma (ifade etme) macerası olarak görülebilir. İnsanın varlığı mâna yüklüdür. İnsan için anlamı aramak varoluş sebebidir. Anlam yoksa, insan yoktur! Fiillerimiz, hareketlerimiz diğer canlılarda olduğu gibi içgüdüye bağlı değil; seçimli, tercihe bağlı, akıl yürütmeye, muhakemeye dayalıdır. Daha konuşmaya başlamadığımız bebeklik çağlarından itibaren böyledir. Eğer konuşma engelli biriyse de işaret diliyle anlatır. Anlama ve anlatmak insanın hayatının esasıdır. Bunu yazılı hale getirmek, anladığımızı ve anlatacağımızı yazıya dönüştürmek konuşmak kadar, hatta ondan daha da önemlidir. Çünkü yazı kalıcıdır. Edebiyat aslında bizim anlamayı güçlü hale getirdiğimiz, yoğunlaştırdığımız bir söz sanatı. Uzun uzun konuşmak yerine kısa ve etkileyici bir biçimde ifade etmektir. Yazının olmadığı dönemde edebiyat, şiir ağırlıklı idi. Çünkü hatırda tutulması kolay, uzun değil, vezni, kafiyesi yani musikisi var. Ama yazılı döneme geçildikten sonra anlatma üzerinden yapılan edebiyat, roman ve hikaye türlerinin gelişmesiyle daha da yaygın hale geldi ve hayatımızın bir parçası oldu.

Kısaca değerlendirdiğimizde edebiyat bize ne anlatır?

Her şeyi anlatır. Batının literatür dediği her şey, ilim, fikir, araştırma ve inceleme eserleri de genel manada edebiyattır. Araştırma ve inceleme mahiyetinde bir konuyla ilgili binlerce sayfalık metinler ortaya konulabilir. Ama bir şair çıkar, 10 mısrada o konuyu öyle bir anlatır ki, hepsinin önüne geçer. Mesela bizim Çanakkale ile ilgili sayısız eserimiz var. Ama Çanakkale Savaşı imajı zihnimizde Mehmet Akif’in şiiriyle canlanır. Eski menkıbeler de böyledir, bir şey anlatılır ama aslında anlatılmak istenen kıssa değil hissedir. Anlatılmak istenen bir şeyi en güzel ve öz şekilde ifade etmek için yapılan şeydir edebiyat.

ZENGİN DİLİMİZİ KORUYAMADIK

Edebiyatta olayları anlatmaktan ziyade duyguyu hissettirmek midir aslolan?

Duygu da var işin içinde. Edebiyat akılla yetinmez, akıl ötesi alanlara da girer. Mesela Evliya Çelebi bir seyyah, ama ben onun bu dönemde yaşasaydı büyük bir romancı olacağını düşünürüm hep. Erzurum’a gittiği zaman oranın soğuğunu anlatmak için “kediler damdan dama atlarken donar ve bahara kadar orada kalır” der. Bunun gerçek olmadığını o da bilir aslında, ama Erzurum’un sert soğuğu bizim zihnimize bu ifadelerle yerleşir. Edebiyat, anlatmak istediği şeyleri zihnimize adeta nakşetme sanatıdır. Bir insanın hayatı on binlerce sayfayla anlatılabilir, ama bir roman bize üç-beş yüz sayfayla anlatır, bize uzun görünen metinler bile bu bağlamda özettir. Her edebi eserde bunu bulamayabiliriz, ama gerçek edebi eser bunu yapar. Ve güçlü edebi metinler bir arka plan halinde zihnimizde yer eder. Zaman içinde bizim düşünce sistemimizi de belirler.

Ömrünü edebiyata adamış bir insansınız. Bugün edebiyatımızın en büyük sorunu olarak neye işaret edersiniz?

Her şeye rağmen edebiyatımız çok güçlü. Genel olarak bütün alanlar için konuşacak olursak, edebiyattaki en büyük sıkıntının dille ile ilgili olduğunu düşünüyorum. O zengin dilimizi koruyamadık. Hem harf inkılabından hem dil devriminden ötürü kelime kadromuz zayıfladı. Bir zamanlar Halid Ziya 10-15 bin kelimeyle roman yazarken, sonraki yıllarda yavaş yavaş bu sayı düşüyor. Şimdi daha dar bir kelime kadrosuyla yazmaya çalışıyor yazarlarımız. 5-6 bin kelimeyle romanlar yazılıyor, bazıları bunu bile bulamıyor. Mesela kırmızı dediğimiz zaman on-on beş tane kırmızı var. Şimdi kırmızı var sadece, kırmızının türlerini anlatan kelimeler zihnimizden silinmiş.

KLASİK METİNLERE MÜDAHALE EDİLMEZ

Kelimeler ve kavramların önemi yeterince anlaşılmış değil. Günümüz Türkçesi de sadeleştirme adına gittikçe sığlaşıyor. Şimdiki neslin daha rahat anlayabilmesi için sadeleştirme yapmak doğru mu?

Sadeleştirmek yerine “çocuğum şu on kelimeyi öğren” demeliydik. Halid Ziya sadeleştirilmesi gereken bir yazar belki, ama bunun ötesine geçtik, Refik Halid, Ömer Seyfettin sadeleştiriliyor artık. Bunlar çok rahat okunup anlaşılabilir. Kelime öğrenmek yönünde çalışmalar yapmak lazım. Sait Faik, Tarık Buğra gibi en azından bizim dönemimizin yazarlarını anlaması lazım çocukların. Fuzuli’nin Baki’nin şiirlerini anlamasalar da ezberlesinler. Daha sonra anlamadıkları bu metinleri, kelime hazineleri genişledikçe anlamaya başlarlar. Zaten o şiirleri çok anlamadan da zevk alabiliriz. Edebiyat etki uyandırmaktır. Ahmet Haşim’in dediği gibi şiir anlaşılmak için yazılmaz. Anlaşılmak için nesir, makale, fıkra yazarsın. Şiir hissettirir, duygu uyandırır. Dolayısıyla ille de o bildiğimiz anlama mekanizması değil, his mekanizması tarafını da düşünmeliyiz edebiyatın. O yüzden klasik metin okunuyorsa, ona hiç müdahale etmemek lazım. Klasik metin, diliyle de klasiktir.

Zihin dünyamız gittikçe daralıyor. William Redhouse’un ilk Türkçe-İngilizce sözlüğünde 92 bin kelime vardı. Ama dil kurumu 1945’te bir sözlük yayınlıyor, 18-19 bin kelimelik. Bu bir zihni daralmadır. Biz okur yazarlara öyle bir sözlük veriyoruz ve “bunun içinde kal” diyoruz. Kendimizi sınırlıyoruz. Bir yazar hiç kullanılmayan bir kelimeyi de eserinde kullanıp, bize bir şey söylemek isteyebilir. Biz onu anlamaya çalışmalıyız. Zihin daralmasıyla mücadele etmemiz, zengin dilimizle konuşup yazmamız şart. İnce farkları, nüansları anlatan kelimelerimizi geri çağırmalıyız.

Sizin Türkçe sözlüğünüzle büyüyen nesil bizlerdik. Şimdiki nesil internete bakıyor veya hiçbir yerden faydalanma gereği duymuyor. Kelime dağarcığı olmayınca da zihin daralması yaşanıyor. Bu konuda neler yapılmalı?

Kelime dağarcığımızı genişletmeye önce ders kitaplarıyla başlamak lazım. İlk ve ortaokulda ders kitapları 500-600 kelimeyle yazılıyor. Lisede de hadi 1000 kelime olsun. İlköğretimden itibaren batı ülkelerinde 1500-2000 kelimelik ders kitapları yazılıyor. Daha sonraki yıllarda bu daha da gelişiyor. Bugün bizim çocuklarımız üniversiteye gittiğinde, hocanın anlattığı dersi anlayamıyor. On iki yıl okumuşlar, test sınavını kazanıp o bölüme girmişler ama hocayı anlayacak birikime sahip değiller. Ortaokulda olmamış, lisede olmamış, şimdi üniversitedeki çocuklara Türkçe mi öğreteceğiz? Daha ilkokulda çocuklara çok fazla bilgi yükleniyor. Ortaokulda ve lisede bunların genişletilerek tekrarı yapılıyor. Bence ilk dört yılda çocuklara bilgi yüklemektense dil becerisi kazandırmak lazım. Şarkı, türkü, şiir ezberletmek, güzel konuşan insanların konuşmalarını dinletmek şeklinde Türkçeyi sevdirerek, zevk almalarını sağlayarak dil becerisi kazandırılmalı.

Dilde daralmanın en büyük sebebi harf inkılabı ve dil devrimiydi. Bu inkılapların bize verdiği zararı aşabilecek miyiz?

Belli ölçüde biz bunu telafi ettik aslında. Son yıllarda elli bin kadar kitap yayınlanıyor her yıl. Bu bir kütüphane demek. 1928’den beri Latin harfli çok sayıda kitap yazdık, yayınladık, bastık. Yeni ve zengin bir Latin harfli kütüphanemiz var. Bir de hazine değerinde eski harfli kütüphanemiz var. O da yüz binlerce yazma, basma kitaptan oluşuyor. Dil devrimi olmasaydı problem daha hafif atlatılacaktı. Latin harflerinin hayata geçmesinden sonra dil devrimiyle birlikte bazı kelimeler yasaklandı, yerine yeni kelimeler uydurulmaya başlandı. Kılavuzlar yayınladılar, gazetelere belli kelimelerle yazacakları talimatını verdiler. Yazarlar yazılarını yazıp musahhihlere verirdi. Musahhihler de yasaklı kelimeleri çıkartıp, kılavuzdan yenilerini bulup yazardı. Yazılar şimdinin Google çevirisine döndüğü için hiçbir şey anlaşılmazdı. Sonra belli ölçüde düzelmeler oldu ama bu zihniyet devam etti. Hala da devam ediyor bazı yerlerde.

DERS KİTAPLARINA EDEBİ METİN KOYULMALI

Küçüklüğünüzden itibaren Türkçeye ilginiz nasıldı? Bu konuda ailenizin teşviki var mıydı?

Benim annem eski harfli eğitimde üç yıl okumuştu. Babam rüştiye denilen o zamanın ortaokulunda okumuştu. Annem yeni harfleri öğrenmedi. Sadece eski ve dini kitapları okudu. Bilerek bunu yaptığını düşünüyorum. Babam çalıştığı için Latin harflerini öğrendi. Dolayısıyla ailemin bana okuma tavsiyesi çok fazla olmamıştır. Çünkü onların okuduklarıyla bizim okuduklarımız çok farklıydı. Bizim evde Envarülaşıkin, Muhammediye, Mevlit, Battal Gazi, halk hikayeleri, Hz. Ali cenkleri gibi eski harfle yazılan kitaplar vardı. Biz tamamen farklı bir kütüphane ile büyümüş olduk. Sonradan merak saikiyle okuduk bu metinleri. Benim okuma merakım ortaokulda başladı. O zamanlar öğretimde dilin şimdikinden daha zengin olduğunu düşünüyorum. Mesela biz lisede üç yıl boyunca Nihat Sami Banarlı’nın edebiyat kitabını okuduk. Hâlâ o ders kitabı duruyor. Zaman zaman açıp bakıyorum, çok ciddi bir kitap. Şimdiki lise öğrencilerini çok zorlar herhalde. Orada okuduğum metinlerin bir kısmı hala hatırımda. Evliya Çelebi’nin, Fuzuli’nin, Baki’nin, Yahya Kemal’in metinleri, şiirleri vardı içinde. Ama şimdi bakıyorum bugünkü ders kitaplarında öyle klasik yazarların eserleri çok azaltılmış. Bir hayat hikayesidir gidiyor. Hayat hikayelerine istediğin zaman ulaşabilirsin, bunu ders kitaplarına yazmak önemli değil. Çocuğa edebi bir zevk vermek lazım. Edebiyat kitabı için yazılmış adı sanı meçhul kişilerin metinlerini koyuyorlar artık edebiyat kitaplarına. Böyle saçmalık olmaz. Gerçek edebi metinleri ders kitabında görmeli çocuk.

MİLLİ MARŞIMIZIN KELİMELERİ OLMAYAN SÖZLÜK

Edebiyat yolculuğunuzda sizi etkileyen, elinizden tutan veya bir şekilde rehberlik eden kimler vardı?

Ortaokulda Türkçe öğretmeniz vardı. O zamanlar tahrir dediğimiz şimdilerde kompozisyon denilen derste bulunduğumuz sokağı, mahalleyi anlatın diye bir ödev vermişti. Biz başka bir evde oturuyoruz, o okula devam etmek için de başka bir evi adres gösteriyorduk. Hangisini anlatacağımı bilemedim. Biraz ayak sürçtüm ama hoca ısrarla yazmamı istedi. Biraz da içine kapanık bir çocuktum, belki de beni açmak için istemiştir. Sonra oturduğumuz değil de adres gösterdiğimiz mahalle ile ilgili kompozisyon yazdım. Hoca bunu çok beğendi. Beni belki de o ateşledi. Sonra okudukça, anladıkça yazmanın başka alanlara doğru geçtiğini gördük. Bu bir başlangıçtı diye düşünüyorum. Başka çok iyi edebiyat hocalarım olmadı. Ankara’da gençlik çağında bize yol gösterecek yazarlar da yoktu. Dergiler vasıtasıyla yazarlarla iletişim kurmaya başladım.

Lügat yazma fikri nasıl doğdu?

Edebiyat okurluğu, okuduğumu anlamaya çalışmak beni bu işe yönlendirdi. Bir metni okursunuz tam da anlamazsınız, ama okumuş olursunuz. Anlamaya çalıştığınız zaman içindeki bilmediğiniz kelimeleri çözmeniz gerekir. Bunu okul sözlüğü ile yapmak mümkün değil. Dil Kurumunun sözlüğünde bana göre her şeyin olması gerekirdi ama o sıralarda günlük köşe yazan Peyami Safa’nın bile kelimeleri yoktu. Dönemin yazarlarının kelimelerini bulamadığımız, Milli Marşımız olan İstiklal Marşı’nın kelimelerini bulamadığınız bir sözlük. Gittikçe bu konuyu daha fazla dert eder oldum. Askerden sonra Dergâh Yayınlarının Türk Dili Edebiyatı Ansiklopedisi’nde yayın yönetmenliğini üstlendim. Bu çalışmayı yaparken edebiyat fakültelerindeki hocalarla irtibat halindeydim. Hocalar öğrenciler için doğru düzgün bir sözlüğün olmamasından şikayetçiydi. Ben o zaman bir sözlük hazırlamayı kafama koydum. En azından kendi ihtiyacım için yapmalıyım diye düşünmeye başladım ve sözlükle ilgili malzemeler topladım. Ankara’ya dönüp iki yıl TRT’de çalıştıktan sonra, oradaki görevim bitince işsiz güçsüzdüm. Sözlük yazmanın tam zamanı dedim. 

Yıl 1978, 4 yıl yoğun çalışma sonucunda sözlüğü tamamladım. Günde 18 saat çalışıyordum. Cuma günü dışında evden çıkmıyordum. Yorucu bir işe girmiştim. Ben zannediyordum ki, bu iş bitince, bir daha dönmeyeceğim. En son bundan üç yıl önce sözlüğü 7. defa genişlettik, geliştirdik. Şimdi her kelimenin Osmanlı yazılışının da madde başında bulunduğu bir baskı hazırlıyorum. Önümüzdeki yıl bunu yayınlayacağız inşallah.


Sevda Dursun, 22.12.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Röportaj, Eleştiri
Sevda Dursun Yazıları




Sonsuz Ark'ın Notu: Sevda Dursun Hanımefendi'den çalışmalarının yayınlanması için onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 12.09.2015


İlk Yayınlandığı yer: Gerçek Hayat





Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı