9 Eylül 2017 Cumartesi

SA4846/KY64-ZTK9: Küresel Gücün Yeniden Dağılımı ve Ortadoğu

Sonsuz Ark'ın Notu:
Aşağıdaki analizin yazarı -dünyanın kan gölüne dönmesinde büyük rolü olan- Z. Brzezinski'nin ürettiği stratejiler ABD devleti tarafından her başkan döneminde uygulanmıştır, Trump'a hitap eden bir tür 'emir kipi'nde yazdığı bu analiz de mevcut kan emici Küresel Düzenin sürmesi için nelerin yapılması gerektiğini dikte etmektedir. 2017 ve sonrasında özellikle bölgesel kaosları derinleştirerek ilerleyen ve yeni çatışma alanları üreten ABD'nin ulaşmak istediği hedef açıkça çöküşünü 'yakın gelecek'ten daha uzağa itme gayretine matuftur, ABD bu yüzden panik içindedir. Analiz'de soykırımcı Batı ve Hristiyan Dünyası'nın da bir özgeçmiş özeti yapılmaktadır. Dikkatle okunmasının yararlı olacağını düşünüyoruz.
Seçkin Deniz, 09.09.2017


Toward a Global Realignment
"Küresel Düzende Safların Yeniden belirlenmesine Doğru"

Küresel siyasi gücün yeniden dağılımı ve Ortadoğu’daki şiddet içeren siyasi uyanışın beş temel gerçekliği, küresel alanda safların yeniden belirlenmesine doğru gidildiğinin bir işareti.

Beş temel gerçeklikten ilki şu: ABD hala dünyanın siyasi, iktisadi ve askeri olarak en güçlü yapısı olmakla birlikte, bölgesel dengelerdeki karmaşık jeopolitik kaymalar karşısında, artık küresel emperyal bir güç değil. Ama diğer büyük güçler de değiller.

İkincisi, Rusya emperyal gerilemesinin son çırpınış aşamasını yaşıyor. Eğer ki akıllıca davranmazsa Rusya’nın sancılı bir sürecin sonunda önde gelen bir Avrupalı ulus-devlet olmaktan başka kaçarı yok. Ancak hâlihazırda gerek eski geniş imparatorluğunun güneybatısındaki bazı eski Müslüman vatandaşlarını gerekse Ukrayna, Belarus, Gürcistan ve Baltık ülkelerini gereksiz yere kendine yabancılaştırıyor.

Üçüncüsü ABD’nin sonunda dengi ve muhtemelen de rakibi olacak Çin, yavaş yavaş da olsa istikrarlı bir şekilde yükseliyor. Şu anda ABD’ye açıkça meydan okumamak için dikkatli davranıyor. Oldukça sınırlı olan donanma gücünü sabırla geliştirmeye çalışırken askeri olarak da yeni nesil silahlarla başarı sağlama arayışında.

Dördüncüsü, Avrupa’nın küresel bir güç olma ihtimali yok. Ama ulus-aşırı tehditlerle mücadelede başı çekerek yapıcı bir rol oynayabilir. Ayrıca Avrupa, siyasi ve kültürel açıdan müttefik olduğu ABD’nin Ortadoğu’daki temel çıkarlarının da destekçisi ve NATO içinde Avrupa’nın göstereceği sabır Rusya-Ukrayna krizinin nihai yapıcı çözümünde oldukça hayati.

Beşincisi, vakti zamanında sömürgecilik tecrübesini yaşamış Müslümanlar arasındaki mevcut şiddet içeren siyasi uyanış, aslında bir bakıma, Avrupalı güçler tarafından zaman zaman kanlı bir şekilde bastırılmalarına karşı gecikmiş bir cevap niteliğinde. Ertelenen ama derinden hissedilen haksızlık ve adaletsizlik ile dini motivasyonun iç içe geçerek kaynaşması, çok sayıda Müslüman’ı dış dünyaya karşı birleştirirken; aynı zamanda Batı’yla hiçbir alakası olmayan, İslam’ın kendi içinde yaşadığı tarihi-mezhepçi ayrışma yüzünden son dönemde tarihi bir kinle dolup taşma hali de İslam’ı kendi içinde bölüyor.

Bütüncül bir çerçeve içinde bu beş gerçeklik bize şunu söylüyor: ABD, küresel güç mimarisinin yeniden şekillenmesinde öncü bir rol oynamalıdır ki böylece Müslüman dünyada ve ötesinde patlayan şiddet (bu, gelecekte muhtemelen Üçüncü Dünya ülkelerine de yansıyacaktır) küresel düzeni bozmadan kontrol altına alınabilsin. Bu beş gerçekliğin her birini kısaca ele alarak yeni mimarinin taslağını çizmemiz mümkün.

Birincisi, ABD Ortadoğu’daki mevcut şiddetin etkin bir şekilde üstesinden ancak –farklı düzeylerde Rusya’yı ve Çin’i de dahil eden– koalisyonlar kurarak gelebilir. Böyle bir koalisyonun şekillenebilmesi için de öncelikle Rusya, –başta Ukrayna, Gürcistan ve Baltık ülkeleri olmak üzere– komşularına karşı tek taraflı kuvvet kullanmaktan vazgeçirilmeli ve Çin’in de küresel alandaki hırslarına –Ortadoğu’da yükselen bölgesel kriz karşısında bencilce pasif kalmak suretiyle– siyaseten ve iktisaden ulaşabileceği fikrinin [yanlışlığını] görmesi sağlanmalı. Bu basiretsiz, miyop politika dürtüleri, ileri görüşlü bir vizyona kanalize edilmeli.

İkincisi, Rusya tarihinde ilk defa gerçek anlamda milli bir devlete dönüşüyor. (…) SSCB’nin dağılması sonrası bağımsızlığını ilan eden Rus olmayan “cumhuriyetler” şu anda bağımsızlıklarını konsolide ediyorlar ve hem Batı hem de Çin –farklı bölgelerde, faklı şekillerle– bu yeni gerçekliği Rusya’nın aleyhine istismar ediyor. Bu arada Rusya’nın kendi geleceği, –bütünleşen bir Avrupa’nın parçası olacak şekilde– büyük ve etkili bir ulus-devlet olma becerisine bağlı. Bunu yapmamasının, –geçmişte Moskova’nın Pekin’e dayattığı “eşit olmayan” antlaşmaları gücü arttıkça hatırlamaya başlayan– Çin’den gelecek toprak-nüfus baskına karşı Rusya’nın direnme kabiliyetini son derece olumsuz şekilde etkileyebilir.

Üçüncüsü, Çin’in büyük iktisadi başarısı sabırlı olmasını ve siyasi acelenin toplumsal tükenişe yol açtığının farkına varmasını gerektiriyor. Yakın gelecekte Çin’in yapabileceği en iyi siyasi şey, Ortadoğu’dan dışarıya doğru yayılan küresel kaosu kontrol altına almak için ABD’nin ana ortağı haline gelmesi. Eğer ki bu kaos kontrol altına alınamazsa hem Rusya’nın güneydeki ve doğudaki hem de Çin’in batıdaki topraklarına bulaşacaktır. Orta Asya Cumhuriyetleriyle, güneybatı Asya’nın Müslüman devletleriyle (bilhassa Pakistan’la) ve özellikle de (stratejik araçları ve iktisadi önemi dikkate alınarak) İran’la yürüttüğü yakın ilişkileri, Çin’in bölgesel jeopolitik yayılmasındaki doğal hedefleridir. Ama bunlar aynı zamanda küresel Çin-Amerikan uzlaşmasının da hedefleri haline gelmelidir.

Dördüncüsü, Ortadoğu’ya kısmi bir istikrar, yerel silahlı birlikler toprak bölüşümünden kendilerinin de istifade edeceklerine kâni olana kadar gelmeyecektir. Bunların barbarca hareket etme kabiliyetleri, ancak ve ancak ABD-Rusya-Çin işbirliğine dayanan etkili –ama aynı zamanda dikkatli– bir baskıyla ve bu sayede bölgenin nispeten kurumsallaşmış devletlerinin (yani İran, Türkiye, İsrail ve Mısır’ın) daha sorumlu bir şeklide kuvvet kullanmasını sağlayarak kontrol altına alınabilir. Bu ikinci gruptaki bölgesel güçler daha seçici bir Avrupa desteğini de almalıdır. Normal şartlarda Suudi Arabistan bu listede önemli bir oyuncu olabilirdi; ama Suudi yönetiminin –her ne kadar ülke içinde iddialı modernleşme çabalarına girişse de– Vehhabi fanatizmini teşviki sürdürme yönündeki mevcut eğilimi, Suud’un bölgede yapıcı bir rol oynama kabiliyetine ilişkin ciddi şüpheler uyandırıyor.

Beşincisi, Batı dışı dünyanın yeni yeni siyasi uyanış yaşayan kitlelerine de özel olarak odaklanmak lazım. Uzunca bir süredir baskılanan siyasi hafızalar, Ortadoğu’da İslami radikalliğin harekete geçirdiği, büyük ölçüde ani ve çok şiddetli bir uyanışı tetikledi. Bugün Ortadoğu’da yaşananlar, belki de önümüzdeki yıllarda Afrika, Asya ve hatta Batı Yarımküre’de sömürgeciliği yaşamış yerli halklar arasında ortaya çıkacak daha geniş bir [uyanış] olgu[su]nun daha henüz başlangıç safhası da olabilir.

Sömürgeciler ve onlarla bağlantılı çoğunluğu Batı Avrupa’dan gelen servet avcıları tarafından işlenen dedelerine-atalarına yönelik periyodik katliamlar, sömürgeleştirilen halkların son birkaç yüzyıldır –İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilerin suçlarıyla mukayese edilebilecek ölçüde– kıyıma maruz kalmalarıyla sonuçlandı: Yüz binlerce ve hatta milyonlarca kurban… Geciken kin ve acıyla beslenen siyaseten kendi hakkını arama hali, şu anda sadece Ortadoğu’da değil, muhtemelen diğer bölgelerde de ortaya çıkmaya başlayan ve intikam arzusuyla yanıp tutuşan güçlü bir damar.

Verilerin çoğu tam doğru olmamakla birlikte toplu olarak değerlendirildiğinde oldukça şok edici. Hadi birkaç örnek verelim. 16. yüzyılda büyük ölçüde İspanyol kâşiflerin getirdiği hastalık sonucu, bugünkü Meksika topraklarında bulunan Aztek İmparatorluğu’nun nüfusu 25 milyondan yaklaşık 1 milyona düştü. 

Benzer şekilde, Kuzey Amerika’da tahminen yerli nüfusun %90’ı Avrupalı yerleşimcilerle kurdukları temasın ilk beş yılında –yine büyük ölçüde hastalıklardan– hayatlarını kaybetti. 19. yüzyılda savaşlar ve zorunlu yeniden iskân politikaları sonucu 100 bin kişi daha öldü. 

1857 Hint İsyanı’na misilleme olarak İngilizlerin 1857-1867 arasında Hindistan’da 1 milyon sivili katlettiği tahmin ediliyor. (…) 

Belçika Kralı Leopold II’nin şahsi mülkü olan Kongo’da 1890-1910 yılları arasında 10 ila 15 milyon insan katledildi. Vietnam’da son tahminlere göre 1955-1975 arasında 1 ila 3 milyon sivil öldürüldü. 

Müslüman dünyaya gelince, Rus Kafkasya’sında 1864-1867 arasında yerel Çerkez nüfusun %90’ı zorunlu tehcire tabi tutulurken 300 bin ila 1,5 milyon Çerkez ya açlıktan hayatını kaybetti ya da öldürüldü.  (Sonsuz Ark'ın Notu: SSCB'nin yani Rusya'nın yaptığı bu soykırımlar, Bu Böyle Olmuştu, başlıklı Rusça'dan çeviri serimizde tek tek gerçek olaylara ve şahitlere dayandırılarak anlatılmaktadır, Seçkin Deniz, 09.09.2017)


Yine 1916-1918 arasında 300 bin Müslüman Türk’ün Rus yönetimi tarafından Orta Asya dağlarına ve Çin’e doğru sürülmesi sırasında on binlerce Müslüman öldürüldü. 

Endonezya’da 1835-1840 arasında Hollandalı işgalciler tahminen 300 bin kişiyi katletti.

Cezayir’de 1830-1845 arasında 15 yıl süren iç savaşta Fransız vahşeti, açlık ve hastalık yüzünden 1,5 milyon Cezayirli hayatını kaybetti ki bu rakam o dönemde nüfusun yarısına tekabül ediyordu. Komşu Libya’da İtalyanlar [Bingazi merkezli] Sireneyka/Berka bölgesinde yerli ahaliyi toplama kamplarına yerleştirdi ve 1927-1934 arasında tahminlere göre 80 ila 150 bin kişi bu kamplarda hayatını kaybetti.

Daha yakın döneme gelirsek, Afganistan’da 1979-1989 arasındaki Sovyet işgalinde SSCB’nin yaklaşık 1 milyon sivili öldürdüğü tahmin ediliyor; 20 yıl sonra bu defa ABD 15 yıldır devam eden Afganistan Savaşı’nda 26 bin sivili öldürdü. 

Geçtiğimiz 13 yılda Irak’ta ABD ve müttefikleri tarafından 165 bin sivil katledildi. (Avrupalı sömürgeciler ile ABD ve müttefiklerinin Irak ve Afganistan’da mâl oldukları can kaybı arasındaki bu büyük fark; kısmen, tam isabetle [hedef alarak] kuvvet kullanma imkanı sağlayan teknolojik ilerlemeden, kısmen de dünyadaki normatif [değerler] atmosfer[in]e kayıştan kaynaklanıyor olabilir.) Bu mezalimin ölçeği kadar şok edici diğer bir boyut da Batı’nın bütün bunları çarçabuk unutuvermiş olması!

Bugünün postkolonyal dünyasında yeni bir tarihi anlatı ortaya çıkıyor. Müslüman ülkelerde ve diğerlerinde Batı’ya ve onun sömürgeci mirasına karşı duyulan derin nefret, kendi mahrumiyet duygularını ve öz saygınlıklarını görmezden gelmeyi meşrulaştırmak için kullanılıyor. (…)

Müslüman dünyada ve diğer yerlerde bu hatıraların gittikçe daha fazla zihinlerde canlanması, geçmişin hala daha günümüzü nasıl etkilediğini ortaya koyuyor; ama tabii ki bütün bunlar bugün Ortadoğu’da yaşanan saldırgan davranışları meşrulaştırmaz.

Bütün bunların ışığında, başlangıç itibarıyla sınırlı bir bölgesel uzlaşmaya doğru gidilecek uzun ve sancılı yol, ABD, Rusya, Çin ve ilgili Ortadoğu ülkeleri için mümkün olan tek seçenek. Daha geniş bir çerçevede bölgesel istikrarı şekillendirirken ABD’nin yeni bazı ortaklarla (özellikle de Rusya ve Çin’le) işbirliğine dayalı ilişkiler kurmak için sabırla uğraşması ve daha kurumsallaşmış, tarihi kökleri olan Müslüman devletlerle (Türkiye, İran, Mısır ve eğer dış politikasını Vehhabi radikalliğinden ayrıştırabilirse Suudi Arabistan’la) beraberce adımlar atması gerekecek. Bölgenin eski egemen güçleri olan Avrupalı müttefiklerimizin de bu anlamda katkıları olabilir.

ABD’nin –ülke içindeki izolasyoncuların da teşvikiyle– Müslüman dünyadan tamamen el etek çekmesi (mesela İsrail ile İran veya Suudi Arabistan ile İran arasında savaş veyahut Mısır’ın Libya’ya kapsamlı bir müdahalesi gibi) yeni savaşlara yol açabilir ve bu da ABD’nin küresel olarak istikrara kavuşturucu rolüne ilişkin çok daha derin bir güven krizi yaratır. 

Böyle bir gelişmeden –her ne kadar küresel düzenin bizatihi kendisi en öncelikle jeopolitik darbeyi alacak olsa da– jeopolitik olarak faydalanacak taraflar, farklı ama hiç beklenmedik şekillerde, Rusya ve Çin olabilir. En az diğerleri kadar önemli olan son hususa gelince, bu şartlar altında bölünmüş ve korku içindeki Avrupa, şu andaki 28 üyesini, yeni patronlar ararken ve daha güçlü üçlü arasında [Z.T.K. ABD, Çin ve Rusya’yı kastediyor] [birbirine] alternatif ve farklı kombinasyonlarla [ilişkiler ağı kurmak için] birbiriyle yarışırken bulacaktır.

Yapıcı bir Amerikan siyaseti uzun vadeli bir vizyonla sabır içinde yönlendirilmeli. Rusya’nın (muhtemelen Putin sonrası) etkili bir dünya gücü olarak tek yerinin önünde sonunda Avrupa olduğunu yavaş yavaş fark etmesini sağlayacak sonuçların peşinden gitmeli. Yine Çin’in Ortadoğu’daki artan rolünün ve Ortadoğu krizleriyle baş etmek için geliştirilen Amerikan-Çin ortaklığının, müteakip süreçte iki gücün beraberce küresel istikrarı şekillendirme becerisi olup olmadığını ortaya koyan önemli bir test alanı haline geleceği konusunda bir farkındalık oluşturulmalı.

Yapıcı bir vizyonun alternatifi ve bilhassa askeri ve ideolojik bakımdan tek taraflı bir sonuç dayatma arayışı, ancak ve ancak süreğen ve kendi kendini tahrip eden bir abesle iştigalle sonuçlanır. ABD için bu, sürekli çatışmaya, tükenmişliğe ve belki de 20. yüzyıl öncesinin izolasyonculuğuna moral bozucu bir şeklide geri dönüşe yol açabilir. Rusya için ise bu, bir ölçüde Çin üstünlüğüne boyun eğme ihtimalini artıracak büyük bir mağlubiyet anlamına gelebilir. Çin için de sadece ABD’yle değil, aynı zamanda ya Japonya ya Hindistan ya da her ikisiyle de birden –ve belki de hepsiyle ayrı ayrı– savaşa girmeye bir işaret olabilir. Her durumda, kendini erdemli addeden fanatizmin eşliğinde Ortadoğu üzerinden verilen etnik, dini kılıflı savaşların giderek uzaması, gerek bölge içinde gerekse dışında gittikçe daha fazla kanın akmasına ve her yerde merhametsizliğin artmasına yol açacaktır.

Vak'a şu ki ABD dünya sahnesine çıkıncaya kadar gerçek anlamda “egemen” bir küresel güç hiçbir zaman olmamıştı. Emperyal Büyük Britanya böyle bir güç olmaya yaklaşmıştı; ama önce Birinci, ardından da İkinci Dünya Savaşı’yla birlikte sadece batmakla kalmadı, aynı zamanda rakip bölgesel güçlerin ortaya çıkmasına da yol açtı. Sonuçta ortaya çıkan yeni küresel realite, ABD’nin aynı anda hem en zengin hem de askeri açıdan en güçlü oyuncu olarak dünya sahnesinde yerini alması oldu. 20. yüzyılın kalan kısmında hiçbir güç onunla boy ölçüşebilir bir hale gelemedi bile.

Artık bu çağ da kapanıyor. Yakın gelecekte hiçbir devletin ABD’nin iktisadi-mali üstünlüğüyle aşık atma ihtimali olmasa da, yeni silah sistemleri bir anda bazı devletlere ABD’yle ortak bir kısasa kısas [denkleminde] intihar etme veya hatta onu [yani ABD’yi] mağlubiyete uğratma araçlarını bahşedebilir. 

Spekülatif ayrıntılara girmeden, bazı devletlerin bir anda ulaştığı askeri kapasiteyle ABD’yi askeri açıdan büyük ölçüde geride bırakması Washington’ın küresel rolünün sonuna işaret edecektir. Sonuç ise çok büyük bir ihtimalle küresel kaos olacaktır. İşte tam da bu yüzden ABD’nin, bölgesel ve ardından da küresel istikrarı sağlama arayışında bir ortak olarak en azından iki potansiyel tehditten [Rusya veya Çin’den] birini yanına çekecek bir siyaset izlemesi ve böylece en az öngörülebilir ama potansiyel olarak en muhtemel rakibinin yayılmasını kontrol altına alması lazım. Şu anda yayılma ihtimali daha fazla olan güç Rusya, ama daha uzun vadede bu, Çin de olabilir.

Gelecek yirmi yıl daha geleneksel ve alışık olduğumuz siyasi saflaşmanın son aşaması olabileceğinden buna karşı cevap şimdiden şekillendirilmelidir. Zira 21. yüzyılın geri kalan kısmında insanlık, çevresel meydan okumaların birikmesi yüzünden giderek daha fazla hayatta kalma mücadelesiyle meşgul olacaktır. Bu meydan okumalara karşı da ancak ve ancak uluslararası uzlaşmanın arttığı bir ortamda etkili ve sorumlu bir şekilde cevap üretilebilir. Ve bu uzlaşma da acil bir yeni jeopolitik çerçeve ihtiyacının farkına varan bir stratejik vizyona dayanmak zorundadır.


Zbigniew Brzezinski (Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezinde danışman ve 1977-1981 döneminde Amerikan başkanı Jimmy Carter’ın milli güvenlik müsteşarı)
The American Interest, 17.4.2016



Zahide Tuba Kor, 09.09.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Türk Dış Politikası ve Ortadoğu Günlüğü, Çeviri 


Zahide Tuba Kor Yazıları




İlk Yayınlandığı Yer: Türk Dış Politikası ve Ortadoğu Günlüğü


Sonsuz Ark'ın Notu: Zahide Tuba Kor Hanımefendi'ye çevirilerini bizimle paylaşma nezaketini gösterdiği için teşekkür ederiz. Seçkin Deniz, 12.08.2017







Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı