28 Nisan 2016 Perşembe

SA2815/KY1-CÇ240: Düşlerin İsyanı/Roman-Bölüm 5-V

"Yaşamım düş kurmakla geçti ya!"

İnsan ancak tüm nesneler konusunda  bilgi sahibi olduktan sonra kendini tanımış olacaktır. 
 Çünkü nesneler insanın sadece sınırlarıdır.
Nietzsche

Bölüm Beş
-V-

Önce SERVİS yaz, sonra TOPLU KONTRELLER'e gir, DEL NOKTA NETRES NOKTA DTA POSKUR, daha sonra ARA TUŞU'na bas, FlO'la onaylat, işte bu kadar, oyuna başlayabiliriz. 

“Mahi Azadecuy”, dedi Cemşid Ulu sevimli bir yüz ifadesi takınarak. "Uzay Gemisi'ne binecekler lütfen E-3 kapısına...." anonsu birkaç defa tekrarlanmak zorunda kalmıştı. Ters giden bir şeyler olmalıydı mutlaka.. Belki de son anonstu bu!  Kadının mikrofonik sesi kulaklarında yankılanarak geniş helezonlar oluşturmayı sürdüren yapışkan bir sıvıya dönmüş, silip yok etmek olanak dışı olmuştu artık. 

Prens Muşkin sıkılıyordu.. başına ilk defa böyle bir şey geliyordu, uyandırılıp böyle bir yolculuk için hazırlanması istendiğinde Petersburg gecelerini buruk bir tatla andıktan sonra, artık o yılların bir daha geri gelmemek üzere roman sayfalarında kaldığını bilmek pek bir şeyi değiştirmemişti sanki. Aklı hep o yıllardaydı, ancak yolların dönüşe gitmediği bir zaman aralığında soludukları belliydi, hatırlatılmasına gerek yoktu. 

Kalabalığın içinde görebildiği kadarıyla Raskolnikov da vardı. Bir an göz göze geldiler.. onu tanımamazlığa vermişti nedense. Hâlâ daha bir kuşku vardı, bir bit yeniğinin olabileceğinden o kadar emindi ki, bu da daha şimdiden Kuşku Dosyasını kabarttıkça kabartmıştı, karanlık yüzlü kişilerin olmayışı güvenli bir yolculuk yapacaklarına dair bir işaret olmasına işaretti; yine de o bildik okunurluk dünyasından görünürlük dünyasına göçüyorlardı, kuşkularının yersizliğinden söz etmek ya da haklılığından erkendi elbet; bunu duyumsuyorlardı.. Eskiye dair ne varsa unutulmuştu artık, geleceğin ne gibi oyunlarla kuşandığı ise belirsizdi daha. 

Çok geçmedi ki kalabalıktan ayrılarak biraz soluklanmak istemişti. Oturduğu bölmenin hemen yanı başında, bir başına oturan kadın gözüne ilişti.. “Hüznün yüzünde tülleştiği yarından umudunu kesmiş bir inzivacı daha!”, demişti kendi kendine, 'Eğlence istiyorum. Fantezi istiyorum!" diyen kadını da hemen tanımıştı, ceplerine taş doldurarak kendini bir ırmağa atıp canına kıymayı düşleyen Mss. Dalloway'in yazarı Virginia Wolf’tu. 

Kafka'ya posmodern bir bıyık çizme sevdalısı kesildiği o akşam, Mahi Azadecuy’un neşesi de yerindeydi. Sonra karşısına geçip olmuş mu, olmamış mı diye bakmıştı; gülümsediğine bakılırsa, bu da olmuştu. Metrodaki sıkışıklıktan dolayı oldukça geç kalan 'Beyaz Şapkalı Adam’ yer altı tünelinden çıkıp da E-3 kapısına yöneldiğinde, aynı bıyıkların onda da olması Mahi Azadecuy'e hiç de şaşırtıcı gelmedi.

"Günaydın!"

"Dünyanın bu kadar çabuk tüketileceğini bilmiyordum!”

"Artık iş işten geçti! Ağlayıp sızlanmanın zamanı değil!"

"Bir an önce işimize bakarsak, bizler için daha iyi olur, demek istiyorum ben! Sözlerim neden başka şeylere çekilmek istenir anlamadım."

"İyi, iyi. Tamam!”

Renkli ışıklar bir yanıp bir sönüyordu; bu karmaşada kimsenin kimseye sıcaklık göstermesi beklenemezdi, onlar da kendi derdine düşecek kadar ayartılmış bellek taşımaktaydılar yanlarında. Belki de bunların hepsi ona rastlamasa gün ışığına çıkamayacak kadar güçsüz yaratık olmaları Mahi Azadecuy’un gururuna dokunuyordu. 

“'Rating' kaygısından kaynaklanan bir şey olsa gerek!”, diye çıkışmıştı Mahi Azadecuy, hala daha Prens Muşkinfin canını sıkmayı sürdürmesine bir anlam veremiyordu. Kafka bıyığı metrodakilerin de canını sıkmıştı ki; kopardıkları şamata ayyuka çıkmıştı..

Daha sonra bu ayrıntıyı bir kenara iterek yolculuğunu sürdürmek kaygısında olan Cemşid Ulu, bilmekten öte, sonuna kadar götürüp götüremeyeceği belirsiz olan anlatının kilit cümlelerinden birini yakalamış gibi sevinmişti bir an.. "Burada bir KEDİ eksik!" diye söylenirken, bir yandan da belleğinde savruk duran düşünce tokalarını sıkı düzene sokması açısından önemliydi sanki bütün bunlar.. 

Kafka'nın postmodern bıyıklı haliyle çıktığı bu yazı yolculuğunun... yer altı tünelinden çıkıp E-3 Kapısı'na yönelen Beyaz Şapkalı Adam’ın ortasından ikiye bölünmesi düşündürücüydü, düşündürücü olmasına ya.. o, daha çok rating kaygısını düşünmekteydi. Dehhak Döngel devreye girdiğinde yine savaş oyunları başlayacaktı. Sistemden çıkmak o kadar zor değildi aslında, zaman istiyordu sadece .. insanların ürerine bombalar yağarken nasıl mutlu olabilirdi ki .. ama yine de asker askerliğini bilmeliydi, sokakta yürürken bile askerce yürümeliydi .. sesle yankılanıyordu.. canhıraş feryatlar yükseliyordu. Bir anlamı var mıydı? Ya da olmalı mıydı?

“Kediler karşıdan karşıya geçmenin bedelini çok ağır ödüyorlar, çok ağır bir bedelle ancak, anlıyor musun beni Mavi Yakalı, seni gidi pis kripto faşist?!” 

Elimde olmayan şeyler adına suçladığınız ben kulunuzu düşünün bir. Hem üstelik ne yapabilirdim? Ne yapabilirim? Var mı bir imkanı? Büyük Rumulus, can sıkıntısından dudaklarını yemekle oyalanıyordu...

"Ben Küçük Prens..." demişti.

Şakalaştılar. -Görülecek bir sahne, ellerini yine öyle arkasında gizliyordu.- 

Mahi Azadecuy"Mahmut da sana 'Küçük Prens' derdi, değil mi!” diye sorduğunda, Cemşid Ulu, "Evet, n'olmuş?!” karşılığını vermişti. Dik dik Dehhak Döngel’e bakıyordu. Son hamle sırası ondaydı, ama yenilmeyi sevmediğinden, onun mutlu olması için yenildiğini, yenileceğini nereden bilebilirdi ki?

"Sen karışma!", diye bağırmıştı Mahi Azadecuy'e, "Oturduğun yerde kal, orada kal ve dışarı çıkma! Prenslerden sonra Raskolnikovu da alalım, Nietzsche'nin bu konuda ne düşündüğü beni ilgilendirmez. ‘Ön Koltuklarda Oturanların Dikkatine!' de bir levha asıldı mı, tamamdır bu iş.. Rating'leri yükselir, her iş yerine dağıtmalı bunlardan ..”

“İnsanlar muştu size, kurtuluşunuz için muştu sizlere!” 

Uzay Gemisi kalkmak üzereydi, zaman hızla geçtiğinden, bahtlarının haberi bile olmamıştı. Ona umutsuz bir vaka gözüyle bakıyorlardı.

"Ama Prensçiğim sen yapmazsın değil mi?” diyordu Mss. Dalloway. -Kapının sağında karanlığa açılan sol koridorluğun temizliği sürmekteydi-. Mahi Azadecuy'e "Sen ne dersin?” diye sormuştu Cemşid Ulu. Oysa yalınayak Sokrates onu duymamış gibi Prens Muşkin'e bakmaktaydı. Sanki yüzünde bir yolculuğa çıkmış da, şimdi geriye nasıl döneceğini unutmuş gibiydi; belki de geriye dönmenin dalgınlığıydı bu.. 

Kurmalı bir bebek gibi aynı sözcükleri yineleyip duran MAHİ AZADECUY, “Sözcüklerimi çaldılar!”, diyordu.. dönüp ona bakıyor, “Pek umurumda değil!”, diyordu.. “Hem olsa ne olur ki?!”, diyordu.. omuzlarını silkeliyor.. çocuklaşıyordu.. Sonra yine başa dönüp, “İşte çaldılar sözcüklerimi.”, diyordu.. Bir sırrı fısıldarcasına sesini kısarak,“İşte çalındı sözcüklerim! Fakat inadına direniyorum.. Dümeni kırık -ya da bozuk olacak- herhangi bir deniz taşıtı gibi yalpalıyor insanlar.. Bireyler yığınlar ve toplumlar..” 

Sanki bir sıtmaya tutulmuş gibi, titreme nöbetleri başlıyordu bunun ardından.. Sonra gözlerini aynı noktaya dikerek donup kalıyordu.. donup kalması açılınca, yine eski haline dönmüş bir halde kurmalı bebek olmaktan dışarı çıkar çıkmaz, “Sanılar yanıltıcıdır zaten!” tümcesi dökülüyordu ağzından.. 

“Yine de umursamazdım diyordu!” Sonra başını sallarken, kendini haklı olduğuna inandırmaya çalışır gibi “..hatta umursamadım!” diyordu.. “Herkesin "HER ŞEY!" konusunda yargıda bulunduğu, bir başka söylemle "HER ŞEY'in reklamsal bir uslamlamayla tanımlamaya çalışıldığı ve işte bu tavrın dayatıldığı bir ortamda SUNUSU GERİ ÇEVRİLEN BEN, ‘yani sözcükleri çalık’, ‘HER ŞEY’i yerli yerince tanımlamaya karar kıldım! "

“Her ne kadar akademi dünyası, beni FİKRİ MUHAYYER olarak tanısa da, Anetta da adım, yani gerçek adım MAHİ AZADECUY!” diyordu, sonra tekrar eski haline dönüp de kendine geldiğinde Cemşid Ulu'yu karşısında bulduğundan sevinmiş; ne yapacağını bilmez bir halde içini boşaltıyordu.

Telefonun ziliyle PİYES-GAME'den kopmuştum, sol elim almaca uzanırken Mahi Azadecuy’un kahkahaları kulaklarımda çınlayıp durmaktaydı hâlâ. 

Kopmanın verdiği sinirle, "Alo, kimi aradınız?!” diye sormuştum. Feridun Bey’i soruyorlardı, ince sesli bir kadındı, "Feridun Bey yoklar efendim, daha gelmediler!" dediğim halde, telefonun diğer hattındaki insan ısrarla Feridun Bey’i soruyordu. 

En sonunda karşımdaki insana bir şey anlatamayacağımı anlayınca, telefonu kapatan düğmeye bastım. Ne de olsa bitirici bir şeydi bu! Tam kesin çözüm, eğer karşı taraftaki insan inat edip aynı numarayı tekrar çevirip de telefonun zilini çaldırtmazsa.... Boş uğuldayan almacı yerine götürüp koyunca rahatlamıştım. Bilgisayara böyle bir ürün kodunu yazdığımı çok iyi biliyordum, bunlardan daha önce yazmıştım, ama nasıl anlatacağımı bilemiyordum, ışığa kapılan belleğimin giderek uyuştuğunu hissedebiliyordum, gövdemin yorgunluğuyla baş edemeyecek bir durumdaydım, etrafımda ışık yağmuru başlamıştı; her şey dönüyor, noktalar büyüyerek beni karanlığa çekmek istiyorlardı sanki. 

Bir ara belleğimi tamamen yitirdim, belki de bayılmıştım, bulanıklık çekilince sesler duymaya başladım, sonra bu seslerin içinde birininkini daha çok ayırt edebilmiştim, Şehrinaz beni çağırıyordu.. "Gel bak!" diyordu, "Burada ne buldum!” 

Karımın sesine kulak kabartarak bir yön tayinine kalkışınca, siyah noktalar arasından yüzümü çekip çıkarmayı başarıyordum. Elinde şıngırdattığı anahtarları gösteriyordu sevgili ışığım.. Kaybolan anahtarlık en sonunda bulunmuştu. Sonra suları boşalan küvetin içine akıyordu bütün görüntüler. 

Aynadaki’nden korkmuş bir hâlde televizyonun durduğu odaya yol alırken, karımın en son mutfakta bir şeylerle oyalandığını düşünüyordum. Senaryodaki GAME'LER ÇUKURLUĞU'na bu sefer kendim düşmüş olmalıydım, "Yok, daha da neler!" dedim kendi kendime, "Kuş yuvasından uçmuş!" 

Buradan kolay kolay çıkamayacağım korkusuna kapıldım, bilgisayar oyunlarıyla büyülenmiş belleğime söz geçiremiyordum artık, önümde açılan yoldan yürümem gerekiyordu. 

"İvan, İvan! Koş.... Annen seni çağırıyor!". "Gark..." peşine de "Garç... ", diye bir şey işitildi. Odaya giren kimse korkmuş olmalıydı; soluk almakta bile zorlanıyordu. Gregeor'un kız kardeşiydi; tüylü bir zaman, kulaklarını şişirmişti. ‘Samsa’yı yakalamaktı’ bütün derdi, onu yakalamak ve hapsetmekti dört duvar arasına. 

Yaramazlığı bıraksa ne kadar iyi olacak.. iyi, tatlı bir böcek olsa, belki de sevdirecekti kendini. Ama her şey anlama yetisinden kaynaklanan bir bozukluğun bilinçaltı karmaşası olabilirdi olsa olsa. Fruedyan açıdan bakarsak, daha da ileri götürebilir miydi işi? Belki!

"Barkodu bozuk, bu yüzden okumamıştır, Manuelle girmelisin..", demişti gülerek Mahi Azadecuy. 

Sanki çalınan sözcüklerinin peşinden buraya kadar gelmişti, karşımda durmuş bana bakıyordu, öfkeli ve yalınayak bir Donkişot’u andırıyordu, 'Geri Çevrilen Sunumu’ndan sonra bir iyice çileden çıkmıştı, ona yetmeyen bir zamanla başı dertte gibiydi.

“Bay bay” bile diyemeden çekip gitmişti. Işığın içinde kaybolmak var olmak kadar kolaydı onun için., Onunla konuşmayı bir alışkanlık haline getirmiştim. Bazen o kadar kendimi kaptırıyordum ki, o halde Mahi Azadecuy'le konuşmayı sürdürüyordum. Son günlerde onunla konuşma saplantım gün yüzüne çıkmıştı.

"Bulaşık fırçaları geldi!", demişti Şehrazat.

"Sayıp teslim aldınız mı!”, diye sormuştum.

"Evet., altmış dört adet!" 

"Her birinden birer tane getirsinler... Barkodları farklı olabilir!” 

"Koliyle getirsem?!”

"Koliyle mi? Bilgi işlem Merkezi'ne sormak gerek. Evet! Yoğurt fiyatları mı? İyi de daha yeni değişti.. kaç çeşit? Peki, peki.. Haa! Sen.. Koliyle getirsinler... Getirsinler. Elektrikler kesiliyor, sular kesiliyor!"

-"Faturalar geç ödendiği için!" demişti Mahi Azadecuy. "Değil... neden olduğunu bilmiyorum." karşılığını vermiştim. Şehrazat'ın gitmesini bir fırsat bilmişti sanki. "Aslında anladığın bir bok yok!" diye bağırmıştım. Kapı açıldığında toparlanmaya bile fırsat bulamamıştım, içeriye siyahlar giyinmiş bir kadın süzülerek girdiğinden, onun Şehrinaz olduğunu anlayamamıştım. 

Bilgisayarın karşısında bir yandan kendi kendime konuşurken, bir yandan da Senaryo-Game'e bir şeyler yazmaktaydım.

"Affedersiniz!” demişti Şehrinaz.

"Buyurun!” demiştim ben de, "Ne istemiştiniz?!”

"Telefonu kullanabilir miyim!”

"Tabi, buyurun.." demiştim.







Cemal Çalık, 28.04.2016,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Düşlerin İsyanı, Roman 

Seçkin Deniz Twitter Akışı