21 Nisan 2016 Perşembe

SA2784/AŞ72: Erdoğan-Davutoğlu; İkilem mi Uyum mu?

"Bence herkes kendi ruhundaki ikilemi aşmadan Erdoğan ve Davutoğlu arasında ikilem aramamalı… Kendisiyle uyumlu olan herkes de Erdoğan ve Davutoğlu arasındaki uyumu istemeli..."


Her olayın, kişileri, zamanı, yeri ve yaşandığı psikolojik-sosyolojik ve siyasî ortamı aynı değildir, dolayısıyla tarihteki herhangi bir olayla günümüzdeki herhangi bir olay arasında analoji yaparken çok dikkatli ve özellikle uzman, tarafsız ve iyi niyetli bir sorgulayıcı olmak gerekir. Bugün, aslında bugün başlamayan, 2014’teki Cumhurbaşkanlığı seçiminden çok önce başlayan, başlatılan ve sık sık gündeme sokulan yapay ve kasıtlı bir tartışmanın son demlerini yaşıyoruz.

“Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Erdoğan’ın Ak Parti Genel Başkanlığına ve Başbakanlığa seçtiği Davutoğlu arasında bir ayrılık-gayrılık var mı?” sorusunun etrafında dolanıyor birileri. Daha doğrusu  “Erdoğan-Davutoğlu arasında çatışma var” ya da "Davutoğlu ile artık bu mesele devam edemeyecek bir hale gelmiştir" diye birtakım kara propaganda iş görürleri ısrarla çalışıyor, pazarlama yapıyor.

Özal-Yılmaz, Demirel-Çiller örnekleri veriliyor, sanki bu örnekler sorgulanabilmiş örneklermiş gibi, bu örnekleri verenler adam sınıfından sayılabilirmiş gibi. Laf olsun torba dolsun diye ortalığa salınan cümleleri okurken, bu şaşkın akılların seviyelerine şahit oldukça esefle söyleniyorum. Bunların, bu tiplerin söz hakkı olması bile bu memlekete zulüm. Ama bunu düşünen ve sorgulayan kim?

Siyaset alanı, tamamen halkın temsil edildiği bir alan olmadığı sürece bu tür ipe sapa gelmez söylemlerin iş yapacağı, sonuç almasa bile en azından kafa karıştıracağı gerçeği de ortada. Zaten medyamız, istisna değerli isimler dışında, ne idüğü belirsiz tiplerle dolu 150 senedir. Her iktidar döneminde muktedir olanla embedded yaşayarak bugüne gelmiş bir medya geleneğimiz var zaten. O kahraman şairlerin destekledikleri Başbakanlardan para dilendikleri zamanları gördü bu memleket. 

Sultan’dan paye-mükafât aldıkları zaman her tarafı süt liman gösteren aydın müsveddelerinin, azcık iktidardan uzak kalınca, kaale alınmayınca en uçsuz, ahlaksız sözcükleri nasıl sarf ettiklerini yazıyor tarih. Maalesef bu medya karakterine ilişkin her olay, “Her olayın, kişileri, zamanı, yeri ve yaşandığı psikolojik-sosyolojik ve siyasî ortamı aynı değildir” önermesine istisnadır.

Bir Cumhurbaşkanı’nın, bir Başbakan’ın, bir Kral’ın çevresi aşırı sıcaktır ve aşırı güvensizdir; çünkü insan kusursuz değildir ve kusurun büyüklüğü bir kişiyi değil bir devleti ve devletin tüm fertlerini ilgilendirir. Yüksek devlet katlarında yaşayan herkes ateşten gömlek giymiş olma bilincinde değilse, o memleket iflah olmaz. Yakın ve uzak tarihimiz benzer örneklerle doludur; buna istisna olacak bir olay da yoktur; hepsi aynıdır hepsi ihanetle etiketlenmiştir. Yani kişisi, zamanı, yeri ve yaşandığı psikolojik-sosyolojik ve siyasî ortama bağlı olmayan ikinci şey de -olay da- ihanettir.

Medya’nın oynak karakterinden üreyen her olay ile devlet katlarında yaşanan ‘ihanet’ değişmeyen yapılarından dolayı hakkında çok kolay söz üretilebilen ve kasten yanlış kıyaslarda kullanılan iki olaydır ve bugün aslında biz bu iki değişmez sefaletin sıkıştırdığı bir zamanda yaşıyoruz. İki yüz yıl önce III. Selim’e, yüz yıl önce II. Abduhamid’e, altmış yıl önce Menderes’e, yirmi-otuz yıl önce Özal’a, yirmi yıl önce Erbakan’a, bugün Erdoğan’a karşı her türlü saldırının bu iki sefil alanda yapıldığına ve ilk beş sıkıştırmada da tarihi değiştirecek sonuçlar alındığına dikkat edilirse, Erdoğan ve biz çok dikkatli olmak zorundayız; ancak Davutoğlu bin kere daha fazla diken üstünde olmalı.

Tamam; bu olayın diğer beş olayla, kişileri, zamanı, yeri ve yaşandığı psikolojik-sosyolojik ve siyasî ortamı aynı değildir, ama insan aynıdır; zaafları aynıdır. Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı’nda ve sonrasında yaşadığı psikolojik ve söylemsel dalgalanma ortada. Ak Parti tabanı onu bu dalgalanma yüzünden bir kenara itti. Bülent Arınç da, Hüseyin Çelik de benzer dalgalanmaların bedelini silinerek ödediler. Erdoğan’a karşı herhangi bir karşı hamle hissettiği an, bunu kendisine karşı yapılmış gibi gören bir oy veren desteği var Erdoğan’ın yanında. Ve önceki beş olayda kurbanların böyle bir desteği yoktu. Doğal olarak herhangi bir kolektif ihanet girişiminin başarılı olma şansı artık yok. Stratejik Derinlik adlı kitabı yazan Davutoğlu bunu göremeyecek kadar bencil ve hırslı mıdır?

2012’den beri defalarca yaşanan organize saldırıların neden başarısız olduğunu anlayamayanların da sözlerinin kıymeti yoktur. Erdoğan’ın şahsında Türkiye Halkı bir direniş yolunda hızla ilerlerken önüne çıkacak her engeli bir tekmeyle kenara fırlattığını defalarca gösterdi; ötekiler bunu görmek istemeyebilirler, ancak Erdoğan’ın seçip bir görev verdiği başbakan, bakan, vekil ve bürokrat bunu görmeye mecburdur, hatta Erdoğan’ın kendisi bile bu seçimleri yaparken çok dikkatli olmak zorunda olduğunu unutmamaya mecburdur; cemaate karşı gösterdiği sonsuz ihmalin cezasını yatak odasının mahremiyetine dokunulması ile ödedi çünkü.

Yaşadığımız direniş Büyük Bir Başkaldırı’dır; doğal olarak Erdoğan’ın bu Büyük Başkaldırı’yı Kurtuluş Savaşı’na endeksleyerek değerlendirmesi temelsiz değildir, bu olayın, kişileri, zamanı, stratejik yeri ve yaşandığı psikolojik-sosyolojik ve siyasî ortamı önceki olaylarla aynı değildir ve aynı tali ve esas sonuçları doğurma olasılığı şimdilik yoktur. Kurtuluş Savaşı başka bir formatta olsa da günümüz 'Büyük Başkaldırı'sı ortak tek yönü, Küresel Soyguncular'a karşı verilmiş olmasıdır.

Kim ne derse desin, ne yaparsa yapsın Erdoğan ve Davutoğlu herhangi bir ikilemle karşı karşıya gelme hakkına sahip olmadıkları gibi, hem tarihe hem halka hem de Allah’a karşı sorumlu oldukları için uyumlu olmak zorundadırlar. İkilem’e fırsat vermeleri telafi edilemez bir yangın üretecektir. Bu yangın zaten iki yüz yıldır onursuzlaştırılmış tüm Müslümanlar için bir yüz yıl daha sefil, aşağılık bir dünya anlamına gelecektir.

Davutoğlu, tarihte bir ilk yaşattı Avrupalılara ve  herkese Avrupa Konseyi’nde 19 Nisan 2016’da Türkçe hitap etti. Bu Türkiye Halkı’nın Büyük Başkaldırısı’nın aldığı somut sonuçlardan biridir. Davutoğlu bunu kendisi yapmadı, hatta Erdoğan da bunu yaptırmadı ona; asıl kahraman halktı, bizlerdik ve biz izin vermeden Erdoğan ve Davutoğlu arasında herhangi bir ikilem oluşmaz, oluşamaz.

Bu sebeple sağda solda yaygara yapan ahmakları ciddiye alarak şu ana dek herhangi bir uyum sorunu yaşamadan devleti yöneten Erdoğan ve Davutoğlu ikilisinden herhangi birini desteklemeye çalışmak ahmaklıktan başka bir şey olamaz, buna şaşkınlık denemez çünkü. Kim böyle bir ayrımcılığın tarafı olursa ona şüphe ile bakmak şarttır… Bugüne dek paralel yapıya karşı Davutoğu’nun çok pasif kaldığını iddia edenlerin, hemen her gün Türkiye’nin her ilinde ve ilçesinde yaptırdığı operasyonları görmezden geldiğini açıkça görüyoruz; çünkü artık oradan vuramıyorlar. Davutoğlu ikiyüzlü paralelleri devlet katlarından tasfiye ettikçe, tasfiye edilenlerin Erdoğancı maskesi takmaları ve Davutoğlu’na saldırmaları gayet net anlaşılıyor artık.

Peki, Davutoğlu vazgeçilmez mi? Neden öyle olsun ki? Erdoğan son deme kadar Gül’e, Arınç’a Çelik’e herhangi bir tepki gösterdi mi? Hayır, halk gördü ve bizzat kendisi sildi bu isimleri ve daha nicelerini…  Davutoğlu da saparsa yolundan, halk onu da tasfiye etmekte tereddüt etmez. Ama şu kesinlikle bilinmeli ki hiçbir başbakan tepesinde güvensizlik kılıcıyla çalışmaz, çalışmak istemez… Bu güveni de ondan esirgemeye kimsenin hakkı yoktur.

Siyasî arena böyle, peki ya Medya? Yandaş Medya, Laik Medya, Cemaat Medyası, PKK Medyası,  İngiliz Medyası, Amerikan Medyası, İran Medyası, Arabistan Medyası falan filan; basit birkaç soruyla geçiştireyim bu konuyu… ‘Yandaş Medya’ diyerek etiketlenen medyanın halkın Büyük Başkaldırısı ile hangi bilinç düzeyinde ilgilendiğini bana biri izah edebilir mi? Çıkar beklentilerinin dizayn ettiği medyanın, ahlak, kültür beklentisi ile dolu olan bir halka nasıl hizmet etmesi beklenebilir? Erdoğan’ı destekleyen medyanın Erdoğan’ı destekleme özelliğini çıkarırsanız geriye diğer medya etiketlerinden farkı ne olur sizce?

Bu sebeple kişisel çabalardan, belli başlı kişilerin verdiği amansız mücadelelerden başka medyada kurumsal anlamda bir bilinç yok, hatta Muhafazakar Medya diye nitelendirilen izlediğimiz medyadaki gelgitlerin verdiği güvensizliği tartışacak bir alanımız bile yok.

Bence herkes kendi ruhundaki ikilemi aşmadan Erdoğan ve Davutoğlu arasında ikilem aramamalı... Kendisiyle uyumlu olan herkes de Erdoğan ve Davutoğlu arasındaki uyumu istemeli...

Başka söze hacet yok. İkisi şu anda, Binali Yıldırım'la birlikte İzmit Körfez Geçişi Köprüsü'nün son tabliyesini koymak üzere tören alanında. Yavuz Sultan Selim Köprüsü'nü de Marmaray'ı da birlikte açtılar...

Bırakın da çalışsınlar…

Bundan âlâ uyum mu olur?





Arif Şahin, 21.04.2016, Sonsuz Ark, Şaşkınların Tarihi 72



Seçkin Deniz Twitter Akışı