14 Mayıs 2015 Perşembe

SA1323/KY5-PT59: Tasavvuf; Bir Düşünce Virüsü/ İnsanlar Neden Tasavvufa Yöneliyorlar?

 بسم الله الرحمن الرحيم
Bismillahirrahmanirrahim

“Tasavvuf” İslâm dünyasına hicri II. asırdan itibaren girmeye başlamış bir “düşünce virüsü"dür. 

***

İnsanlar Neden Tasavvufa Yöneliyorlar?

İnsanların tasavvufa yönelmelerinin çok sebepleri vardır. Hepsini burada saymak belki mümkün değildir. Bize göre bunların önemlileri şunlardır:

a- Bağnaz Fıkhı Mezhepçilik:

Müslümanların birliğinin çözülmesinde, aralarında ihtilaf edip çatışmaya girmelerinde oynadığı olumsuz rolün yanında bu bağnaz fıkhı mezhepçilik duyguların donuklaşması, vicdani  şuurun yitirilmesi ve manevi duyarlılığın köreltilmesinde de büyük rol oynamıştır. 

Ruhsuz ve faraziyelerle dolan fıkhı mezhep kitapları duyguları harekete getirmeyen, vicdanı okşamayan, ruhun susuzluğunu gidermeyen, nefsi tezhip etmeyen ve heva ateşini söndürmeyen kuru bilgilerle dolup taşmıştır. Bu arada alabildiğine genişlemiş ve ucu bucağı görünmez bir umman halini almıştır. 

Hatta mesela Hanefi fıkhının en az yirmi sene içinde iyice öğrenilebileceği yaygın bir kanaat haline gelmiştir. Hâlbuki Rasûlullah bu fıkhı ümmete öğretmiş, davetini neşretmiş, ordular donatmış ve savaşlar yapmış, fethedeceği yerleri fethetmiş ve Arap müşriklerinin elinden her türlü mukavemet ve eziyet görmüş olmasına rağmen bu süre ancak buna yakın olmuştur. Kısaca Rasûlullah bütün bunları yirmi üç sene gibi buna yakın bir zamanda gerçekleştirmiştir.

İslâm kültürü ve hayatından uzak insanların tasavvufçuların kucağına atılmalarında bu bağnaz fıkhı mezhepçiliğin en büyük rolü olduğu söylenebilir. Çünkü bu insanlar keşf ve riyazet, halvet ve fuyuzat yolu ile bu ilimleri kendilerine en kısa zamanda öğreteceklerini ve'deden, kabuk mesabesinde saydıkları şerî ilimlerle uğraşmak yerine dinin özü ve hakikati dedikleri şeffaf, duyarlı hayati ve ruhani zevki gerçekleştireceklerini söyleyen tasavvufçular cankurtaran simidi gibi yapışmışlardır. 

Tıpkı ızdırap çekilen bir hastalıktan çok pahalıya patlayan ve uzun zaman olan doktor tedavisi yerine işportacıların zaman zaman halk arasında reklâmını yaptıkları ve her derde deva diyerek tanıttıkları birtakım ilaçlara ve yollara insanların meyletmesi ve ilgi duyması gibi. Zavallı Müslümanlar dizginlerini bunların eline verir, onlar da bunları umman şeklini almış bağnaz fıkhı mezhepçilikten daha geniş ve ucu karanlık olan tasavvufa götürürler.

Fıkhı mezhepçiliğin donukluğundan, ruhaniyet ve maneviyattan uzaklığından usanmış ve ruhaniyete susamış bu insanlar kendilerini tasavvufun kucağına atacakları yerde Kur'ân ve Sünnet fıkhına yönelselerdi bu ruhani hayatın lezzetini fark eder, ilim zevkini tadar, iman ve ihsan atmosferiyle ruhları dolardı. Her biri Rabbini görürcesine ibadet ederek ihsan derecesine yükselmenin zevkine ererdi. Kur'ân ve Sünnet atmosferine girselerdi, Rasûlullah'ın ve ashabının nasıl iman ve ihsan derecelerinin zirvesinde bir hayat sürdüklerini öğrenirlerdi.

b- Kelam Tartışmaları:

Müslümanların vicdan ve duyarlılığını ihya etmede bağnaz fıkhı mezhepçilik başarısız olduğu gibi haksız bir şekilde tevhit ilmi diye isimlendirilen kelam ilmi de aynı şekilde başarısız kalmıştır. Çünkü kelam, Müslüman fertlerde ruhi duyarlılığı dondurmuş, duyguları öldürmüş, ruhi atmosferin dışına çıkarmış ve zaman zaman akidenin sapmasına, hatta inançsızlığa kadar götürmüştür. Çünkü başlangıçta İslâm'ı savunmak amacıyla ortaya çıkan kelam, zamanla kendini İslâm'ın yerine koymuş, kurumlaşmış ve İslâm'la uzaktan yakından ilgisi bulunmayan Hint felsefeleri, Yunan cedel ve safsataları karışımı bir ilim olmuştur. 

Hâlbuki Kur'ân ve Sünnet'in dışında ve onların ışığında bu âleme bakıp teemmül etme yolu dışında tevhidin ne bir kaynağı vardır ne de olması mümkündür. Zira yüce Allah ancak kitabında kendisini tavsif ettiği ve Rasûlullah'ın bildirdiği şeylerle tavsif edilebilir.

Bağnaz fıkhı mezhepçilik ve kelam tartışmaları sonucu duyguların donuklaştığı, duyarlılığın köreldiği ve ruhun katı kalıplar içinde sakıntı duymaya başladığı bütün bunlardan sonra insanın özlemini çektiği ve yaşamak istediği bu yüce hedeflerin tümü veya büyük çoğunun Kur'ân ve Sünnet fıkhıyla gerçekleşeceğine inanıyoruz. Ruhun özlemini çektiği, duyuların yaşamak istediği ve kalbin huzurunu bulacağı bu manevi ortamın Kur'ân ve Sünnet ilmiyle gerçekleşeceğini söylersek herhalde abartmış olmayız. Çünkü insanların önünde gün ışığı gibi aydınlık bir tecrübe vardır. 

Rasûlullah ve ashabının yaşadıkları tecrübe müminler için en güzel örnektir. Onların zamanında ne bağnaz mezhepçi fıkıh, ne de kültürlerin kompozisyonu haline gelmiş kelam ilmi mevcuttu. Bununla beraber bu insanların her birinin manevi hayatın ve ruhi cevvaliyetin en mükemmel şeklini yaşadığı ve tasavvuf denilen çıkmazlara hiçbir zaman ihtiyaç duymadıkları bir gerçektir. Çünkü bu insanlar Kur'ân ve Sünnet atmosferi içinde yaşıyor, onu teneffüs ediyor, ruhi ve manevi bütün gıdalarını onlardan alıyor, teorik ve pratik bütün ilimlerini de onlardan elde ediyordu. Bunların dışında ne bir şeyhin elinde çile doldurma, ne de bir başkasının el çabukluğuyla kısa bir zamanda bütün ilimleri elde etme gibi bir temayülleri olmuştur.

Asrısaadet dönemine şöyle bir denelim. Peygamberliğin nuru ve ashabın sohbetiyle yetişen tabiin nesline bir bakalım. O zamanlar Müslümanlar, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet değil miydiler? Zamanın benzerine çok nadir şahit olduğu ideal nesiller değil miydiler? Sadece çok oruç tutmak ve çok namaz kılmakla değil, belki melekvari bir hayat, kahramanca bir cihad, ilim ve medeniyet ufuklarında kanatlanma, uyanık vicdanlar ve alevli duygularla da ideal insanlar değil miydiler? Bağnaz mezhepçi fıkıh ve Kelam ilminin donuklaşması, akideyi ihya etme ve duyguları canlı tutmadaki başarısızlıklarından şu sonuca varmamız gerekir:

Toplumda yayılan bu çirkin materyalizm karşısında imanın geleceği vicdanların uyanmasına, duyguların canlanmasına ve derlenip toplanmasına, büyük fedakârlıklara ve Allah yolunda gerekli harcamalara bağlıdır. Yani doğruluk, gayret ve hayatiyet gerektiren bir meydanda kuru ve donuk bir inanç ile Allah'tan uzaklığın ifadesi olan az bir zikrin yeterli olacağı söylenemez.

Din azami ölçüde düşünce ve şuuru güçlendirme, İslâm toplumunda büyük bir atılımı sağlayacak hamleleri gerçekleştirme yoluna gitmediği takdirde toplumdan silinmesi ve mensuplarının yok olması kaçınılmaz olacaktır. Kâinatın sağlam kanunlarla idare edildiğini anlamayan ve evreni düşünüp taşınma, seslerine kulak verme, tavsiyelerini tutma ve sözünü üstün kılma yoluyla Allah'ı bilmenin biricik yolunun da uyanık bir akıl olduğunu kavramayan bir neslin bulunması herhalde hayat için bir züldür. Zaten bu kadar duyarsız ve anlayışsız bir neslin yaşadığı bir hayatın devamı mümkün değildir. 

Şüphe yok ki gözü bağnaz mezhepçi fıkıhta, aklı kelamda, duygusu tarikat ve evhamda ve bütün himmeti bu ilimden bir takım tılsımlar ezberlemek ve hiçbir duyguyu tahrik etmeyen, hiçbir şekilde şuuru da canlandırmayan çarpım tablosunu tekrarlar gibi mezhepçi fıkıhtan birtakım ibareleri tekrarlamak olan bir insan, İslâm'dan oldukça uzak bir insandır. İmanın canlandırılması, düşüncenin uyandırılması ve donuklaşmadan, buharlaşmadan yahut sapmadan evvel onun süratle pratiğe dönüştürülmesi işleminde Kur'ân ve Sünnet fıkhı ne büyüktür!

Müslümanlar bu ilahi fıkhı ihmal edip tevhit ilmi dedikleri felsefeler ve insanlara ilk tavsiyeleri kendilerini taklit etmekten nehyetmek olan gayri masum birtakım insanların sözleriyle Allah'a ibadet ettikleri, ibareleri içinde günlerini geçirdikleri gün himmetleri uyuşmuş, duyguları körelmiş, düşüncesi gerilemiş ve başlarına haçlılar, Moğollar ve batılı emperyalistler musallat olmuştur. İçine düştükleri zilletten ve uğradıkları hezimetten ancak Allah'ın kitabına ve Rasûlullah'ın yoluna döndükleri gün kurtulabileceklerdir. Âyet-i kerîmeler bu dönüşü vacip kılmakta ve Müslümanları her zaman uyarmaktadır. 

Yüce Allah buyuruyor: "Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygambere ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin. Eğer bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, onu Allah'a ve Resulü’ne götürün. Bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha hayırlıdır." (Nisa Suresi 59)

"Hayır! Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan onu tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar." (Nisa 65)

Rasûlullah da şöyle buyurmuştur: 

"Size iki şey bıraktım. Onlara sarıldığınız müddetçe sapmazsınız. Bunlar Allah'ın kitabı ve Resulü’nün sünnetidir." Bütün bunlar İslâm'ın netliğini ve tazeliğini koruması, canlılığını muhafaza etmesi ve rolünü oynamaya devam ederek Müslümanlarda güçlü bir hayat, coşkun bir duygu ve uyanık bir vicdan diriltmeye sürekli elverişli olması içindir. 

Rasûlullah da bu önemli görevi yerine getirme ve İslâm'ın her zaman terütaze ve dinamik olarak devam etmesi için zaman zaman müceddit ıslahatçılar olacağını bildirerek şöyle buyurmuştur: 

"Yüce Allah bu ümmet için her yüz yılın başında dinini tazeleyecek (yenileyecek) kişiler gönderir." 

Her asırda bu mücedditler gelmişlerdir. Bunlardan, İslâm'ın imajını bozan ve çığırından çıkarmaya çalışan kelamcılara karşı bir set gibi duran Ahmet İbn Hanbelî anabiliriz. Bu yolda tüyleri ürperten ve insanı eleme boğan türlü işkenceler ve eziyetler görmüştür. Ondan sonra İmam İbn Teymiyye'ye gelinceye kadar yetişmiş büyük müçtehitlerin tümü bu görevi yerine getirmişlerdir. 

Nihayet İmam ibn Teymiyye de bu görevi yerine getirerek kelamcılardan felsefecilere kadar muhtelif kesimlerin sapmalarına karşı koymuş, tehlikelerini ve sapmalarını açıklamış, tasavvuf adına işlenen cinayetleri ve uydurulan bidatleri gözler önüne sermiş, ilave olarak taklit ve mezhep taassubuyla mücadeleye çağırmış, Kur'ân ve Sünnet'e dönüşü teşvik etmiştir. Bu yolda işkenceler görmüş, zindanlarda yatmış ve sürgün hayatı yaşamıştır. Hatta eleştirdiği ve sapmalarını teşhir muhtelif çevrelerden iftira ve hakaretlere maruz kalmış, bütün dünya ona çok görülerek ömrünü zindanda tüketmeye mecbur edilmiştir. Allah yolunda ihlâs ve cesareti sebebiyle Şam kalesi içindeki zindanda vefat etmiştir. 

Bugüne kadar ıslahatçılar ve mücedditler aynı yolda her türlü işkenceye, zulme, baskıya, şiddete ve iftiralara maruz kalmışlardır. Bugün de aynı şeylere maruz kalmaktadırlar. Belirttiğimiz gibi bu insanlar halkı Kur'ân ve sünnete yönelttikleri, zamanla donuklaşan ve bağnazlaşan mezhepçi fıkıh ve kelam tartışmalarından Müslümanların çok zararlar gördüğünü söyledikleri için iftiralara ve suçlamaya maruz kalmışlardır. Bugün de aynı rolü oynamaya çalışan âlimlere sonu gelmeyen bir dizi suçlama ve iftira yapılmaktadır. Hatta bunlar topluma bozguncu ve yıkıcı olarak takdim edilmekte, kitaplarının okunmasından sakındırılmakta ve söylediklerinde dinlenmemeleri istenmektedir. 

Müslümanların bidat ve hurafelerden uzak, kabirlere ve ruhlara tapmaktan uzak, kim olursa olsun insanları putlaştırmaktan veya masum saymaktan uzak bir İslâm'a yönelmelerini kısaca Kur'ân ve Sünnet'e yönelmelerini isteyen âlimler Vehhabilik, reformculuk, modernistlik, şunun veya bunun düşmanlığıyla suçlanmakta ve yapacakları güzel hizmetlerinin engellenmesine çalışılmaktadır. Aynı şekilde bağnaz mezhepçi fıkıhtan ve içinden çıkılmaz bir durum alan kelam tartışmalarından uzak, Kur'ân ve sahih sünnete dayalı nezih bir İslâm'a yönelmelerini savunan, taklidin İslâm'da sevilen bir şey olmadığını, Müslümanların başkta akait konularında olmak üzere inançlarını ve amellerinin kaynaklarını bilmeleri gerektiğini, devamlı bir tahkik çabası içinde Müslümanların Kur'ân ve Sünnet'le her zaman iç içe ve diyalog halinde bulunmalarının vacip olduğunu, İslâm denilince bunların akla gelmesi gerektiğini, âlimlerin içtihad ve görüşlerinin ise ancak bunlardan çıkarılan birtakım bilgiler olup Kur'ân ve Sünnet'in yerini tutamayacağını anlatan âlimler mezhepsizlik veya şunun bunun düşmanlığıyla itham edilmektedir. 

Müslümanlar için bağlayıcı ve zorunlu olanın Kur'ân ve sahih sünnet olduğu, içtihatların ise şeriat nazarında bağlayıcı bir durum arz etmediği, Kur'ân ve Sünnet'e uygun olduğu takdirde onlarla amel edilebileceği, aykırı olduğu takdirde bir yana bırakılacağı ve taklit edilen içtihatların mutlaka imkânlar ve şartlar ölçüsünde delillerinin araştırılması gerektiğini söyleyen âlimler sanki İslâm'ın birer düşmanı ve Müslümanların dinlerini bozmaya çalışan birer ajan gibi topluma takdim edilmekte ve hayırlı hizmetleri engellenmektedir. 

Bütün müçtehit imamlar "İçtihatlarımızın delillerini araştırın, delillerini bilmeden bizi taklit etmeyin, içtihatlarımızla naslar çatışacak olursa, mezhebimiz naslardır" demelerine rağmen, bunu söyleyen diğer âlimler sanki dinde bidat çıkarmış gibi saf dışı bırakılmak istenmektedir. 

İşte zamanla nasıl da altüst olmuş ve ıslahatçı ile bağnaz mukallit nasıl yer değiştirmiştir! Sanki bugüne kadar gelmiş geçmiş bütün ıslahatçılar ve mücedditler insanları taklididen sakındırmamış ve ne olursa olsun mutlaka Kur'ân ve Sünnet'e dönmeleri gerektiğini söylememiş gibi, sürekli taklidi savunan ve insanlarla Allah'ın dini arasında birtakım kişileri bir duvar haline getiren kör taassubu savunan bağnaz kişiler nasıl bayraklaştırılmakta, ama insanları Allah'ın dinine ve onu anlamaya çağıran ıslahatçılar nasıl birer öcü gibi gösterilmektedir! 

Kur'ân kültüründe ve sünnet eğitiminden uzak yaşayan, Rasûlullah'ın ve ashabın Kur'ân ve Sünnet olan yaşayışından habersiz bulunan insanların mutlaka Kur'ân ve Sünnet'le muhatap olmaları, bunların Kur'ân ve Sünnet eğitiminden geçmeleri ve din olarak ancak bu ikisini bellemeleri gerektiğini anlatan âlimlere nasıl kimsenin inanmaması telkin edilmekte ve söylediklerinin bidat olduğu nasıl empoze edilmektedir. Onlara dinlerinin yıkılacağı, mezheplerinin ellerinden gideceği, bugüne kadar birtakım din düşmanlarının Kur'ân ve Sünnet'e dönüşü paravan yaparak İslâm'ı bozmak, hatta yıkmak istedikleri gibi bu insanların da dini bozmak istedikleri, onun için bildiklerinizden şaşmamanız gerektiği nasıl telkin edilmekte ve Allah'ın dinine taklitle nasıl karşı çıkılmaktadır! 

Hâlbuki İslâm ümmetinin bugüne kadar başına neler gelmişse, hep bu kör taklidin, kötü taklidin, bağnaz taklidin ve Kur'ân ile sünnet arasına birtakım setlerin çekilmesinin sonucu geldiğini aklı başında herkes anlar. 

Zira Kur'ân ve Sünnet eğitimi görmiyen, onların kapsayıcı, diriltici, yetiştirici, eğitici, öğretici, ruh ve madde dengesini sağlayıcı, şahsiyet ve izzet kazandırıcı, sadece Allah'a kul olmayı öğretici, hakla batılı bütün çıplaklığıyla gözler önüne serici terbiyesinden geçmeyen insanların ancak başkalarına birer uydu ve bağnaz olacağını bilmeyen yoktur. Bugüne kadar tecrübeler bunu göstermiştir. 

Kur'ân ve Sünnet'in bu ilahi eğitimi ve rehberliği olmadan Müslümanların tekrar izzet ve şereflerini kazanmaları, Allah'a istediği gibi birer kul olmaları mümkün değildir. 

Cahiliye devrinin barbar insanlarını, vahşi insanlarını, cahil insanlarını, putperest ve iptidai insanlarını saadet asrı insanı yapan, yarım asırlık zaman içinde dünyanın süper devletleri olan Bizans ve İran imparatorluklarını dize getiren, Kuzey Afrika'dan Türkistan'a kadar coğrafyaya İslâm'ı yayan ve dünya tarihinde örnek bir İslâm medeniyeti Kur'ân o insanlar acaba Kur'ân ve Sünnet eğitiminden başka hangi şeyle yetiştirildiler ve yetiştiler? Bütün Müslümanlar için bunlar birer örnek değil midir? Onlarda Müslümanlar için en güzel örnekler yok mudur? Salih selef olarak onların yolundan gitmek zorunda değil miyiz? 

İnsanları onların yoluna davet eden kişileri takdir ve tebcil edeceğimiz yerde, bir takım lekeleyici ve yıpratıcı yakıştırmalarla saf dışı etmemiz ve salih selefin yolundan yüz çevirmemiz nasıl makul sayılabilir? Hatta bunu söylemek nasıl "Şeriatı tehdit eden en büyük tehlike" olarak takdim edilebilir? Kur'ân ile sünnet eğitiminden geçmeyen, bunlarla kendileri arasında setler çeken, onları okumanın ve anlamının bizler için mümkün olmadığını söyleyen veya inanan bir anlayış nasıl İslâm'la bağdaştırılabilir? Biraz tarafsız ve insafla bunu düşünmemiz gerekmez mi?

Bunları söylerken hiçbir zaman âlimleri küçümsemek, bir tarafa bırakmak, söylediklerini yabana atmak, basit bilgilerle içtihat etmek gibi bir düşünce taşımadığımızı belirtmek isteriz. Aksine bütün âlimlere ve müçtehitlere sonsuz saygı ve takdirimiz yanında onların elbette örnek alınabileceğini ve ilimlerinden istifa edileceğini söylüyoruz. İnsanların Kur'ân ve Sünnet eğitiminden geçmeleri gerekir, sözlerimizin bu gibi şeylerle hiçbir ilgisi yoktur. 

Çünkü o âlimler de Kur'ân ve Sünnet'i bilerek yaşamalarını istemişlerdir. Ashabı kiramı ele alacak olursak, biliyoruz ki hepsi müçtehit değildiler. Aralarında kendini ilme vermiş ve çok yüksek seviyelere yükselmiş kişilerin yanında daha aşağı seviyede olanları da vardır. Ama hepsinin değişik oranlarda ve miktarlarda Kur'ân ve sünnet eğitiminden geçmediğini kim iddia edebilir? Onlar bu genel eğitimle örnek ashap nesli olmadılar mı? 

Bizim ve âlimlerin insanları çağırdığı ve telkin ettiği bu eğitimin gerçekleşmesidir. İnsanların mutlaka Kur'ân ve sünnetle yüz yüze gelmeleridir ve onların eğitimiyle eğitilmeleridir. Bu eğitim verildiği ve gerçekleştiği zaman insanlar bağnaz taklitçilikten, bidat ve hurafeler içinde yüzmekten, insanları putlaştırmaktan, tasavvuf ve benzeri sapmalardan kurtulabilecek, doğrudan doğruya ilhamını Kur'ân'dan alacak ve asrın idrakine sunacaktır. 

Bu eğitim esnasında âlimlerin içtihad ve görüşlerinden yararlanılacak, örnek ahlak ve çalışmaları anlatılacak, ama hiçbir zaman insanlarla Allah'ın dini arasında bir set yahut bir engel telakki edilmeyecektir. Onların da rolü insanları Allah'ın dini ile yüz yüze getirmek ve onu kavramaları için yardımcı olmaktan ibaret olacaktır. Bu gerçekleştiği takdirde Allah'ın kitabına ve Rasûlullah'ın sünnetine çağıran insanların gerçekte ne kadar isabetli davrandıkları anlaşılacak ve bütün bir toplum Allah'ın dinini öğrenmek için yarışa girecektir. 

Din eğitimi seferberliği, taklit ve bidatlerden kurtuluş, Allah'ın dinini tam ve bütün olarak algılama ve hayata geçirme o zaman gerçekleşecek ve İslâm ümmeti bu hamle neticesinde istediği yere gelecektir. Bunlar gerçekleşmediği müddetçe de papağan gibi taklit etmekten öteye geçmemiz mümkün olmayacaktır.

c- Yönetimlerin İslâm'dan Sapmaları vee İslâmî Hayatı Engellemeleri:

İnsanların tasavvufa yönelmelerinin sebeplerinden biri, belki de en önemlisi Müslümanların başında bulunan yönetimlerin İslâm'dan sapmaları ve İslâm'ın öngördüğü şekilde kapsamlı bir İslâmî hayata meydan vermemeleridir. 

Hz. Ali ile Hz. Muaviy’e arasında başlayan anlaşmazlık ve savaşlar İslâm toplumunda büyük tedirginliklere yol açmış ve birtakım insanlar bu savaşlardan uzak kalmak, bulaşmamak, bunları izleyen fitnelerden uzak durmak için toplumdan kendilerini soyutlamış ve ferdi planda İslâm'ı yaşamaya kendilerini vermişlerdir. 

İslâm toplumunda ilk sapmaların bu anormal şartlar altında başladığı söylenebilir. Bunu izleyen dönemlerde de âlimlerle yönetimlerin karşı karşıya geldikleri, hakkı ve Allah'ın dinini açıkça ve korkusuzca açıkladıkları, fitne ve sapmalara cesaretle karşı koydukları için yönetimler tarafından âlimlerin nasıl türlü baskı ve işkencelere maruz kaldıklarını biliyoruz. 

Toplum fertleriyle yönetimler arasında bir nevi sözcülük ve temsilcilik görevini yapan âlimlerin yönetimler tarafından cezalandırıldıkları, işkencelere maruz kaldıkları, sürüldükleri ve hapsedildikleri, hatta şehit edildiklerini gören halkın gözü yılmış, tabir caizse, meydanı zorba yönetimlere bırakmak zorunda kalmıştır. 

Kimileri artık bu işlerin düzelemeyeceğini, elden bir şey gelmediğini, insanların yoldan çıktıklarını, ahir zaman fitnesi diyerek kıyameti beklediğini yahut Allah'ın vereceği azabın her an gelip çatabileceğini, onun için mehdinin gelişini beklemekten başka çare kalmadığını düşünerek köşelere çekilmiş, saatlerini münzevi ibadet ve zikirlerle geçirmeye koyulmuştur. Toplumda emri bil maruf ve nehyi anilmünker (iyiliği emretme ve kötülüğü yasaklama) gittikçe ihmal edildiği için de kötülükler alabildiğine yayılmış ve iyilikler gitgide işlenemez olmuştur. 

Böylece toplumda içki, kumar, fuhuş, hile, yaltaklanma, dalkavukluk, jurnalcilik, fırkacılık, milliyetçilik, hırsızlık, haksızlık, zorbalık, aldatma ve yalan gibi İslâm'ın tasvip etmediği kötülükler yayılmış ve samimi dindarları tedirgin etmiştir. Artık insanların dinlerini yaşamanın zorlaşacağı, elde ateş tutmak kadar güçleşeceği, oturanların yürüyenlerden hayırlı olacağı, evlerine kapananların sahnede görünenlerden daha emin kalacakları, gibi telkinler insanları yönlendirici rolü oynamıştır.

Bütün bunlar insanların sahneden çekilmelerini, başlarının çaresine bakmalarını, kendilerini ibadete ve zikre vererek piyasadan çekilmelerini doğurmuş ve toplumda bu uygulamaların alabildiğine yayılmasını sağlamıştır. Bugün de insanlar İslâm'ın öngördüğü şekilde mükemmel bir İslâmî hayat sürmek istiyorlar. 

Bütün emir ve yasaklarının yerine getirildiği, helal ve haramlarının gözetildiği, Kur'ân ve sünnet eğitiminin eksiksiz ve doğru bir şekilde verildiği, insanların meşru bütün şekil ve yerlerde bir araya gelebildiği, Allah'ın dinini korkusuzca ve eksiksiz söyleyebildiği bir İslâmî hayatı yaşamak istiyorlar. Oysa şeytanların musallat olduğu, nefislerin azgınlaştığı, kötülüklerin kol gezdiği, ahlaksızlığın caddeleri doldurduğu, yasakların aleni bir şekilde işlendiği, emirlerin yerine getirilemediği, İslâm'ın şiarı olan birçok şeylerin yasaklandığı, horlandığı veya suç unsuru sayıldığı bir ortamla muhatap oluyorlar. 

Haramlardan koruyacak, emirlerin yaşanış ve uygulanışını öğretecek, ahlaksızlıklardan tutup çekecek ve kötülüğe götüren sebepleri ortadan kaldıracak insanlara meydan verilmediği, İslâm'ı bütün kapsam ve organlarıyla takdim etmenin önünde engeller dikildiği, faziletli bir İslâm toplumunun oluşması ve yaşaması için çabaların kısıtlandığı bir ortamda insanlar dinlerini yaşamak ve kötülüklerden kurtulmak için sahnede boy gösteren tarikat temsilcilerine gitmekten başka yol bulamamaktadır. Biraz imkânı olan birtakım âlimler de ya bu imkânı kullanmasını bilmiyor yahut kullanacak cesareti bulamıyor ya da böyle bir şeyin gerekliliğine doğru dürüst bir şekilde inanmıyor.

Onun için, bir âlimin dediği gibi, bugün gençlik taşkınlık ve anormal davranışlar gösteriyorsa, bunda onlar kadar onların elinden tutmayan ve İslâm'ın öngördüğü şekilde yönlendirmeyen âlimlerin de sorumluluğu olduğu kesindir. 

Bunu tarikat ve tasavvuf çevrelerine insanların kapağı atmaları meselesine uygulayacak olursak, insanlar ve özellikle gençlik tarikat kapılarında ve şeyhlerin dizi dibinde yaşamaya yöneliyorsa, bunda onlara gereği gibi rehberlik yapmayan ve İslâm'ı kapsamıyla takdim etmeyen âlimlerin sorumluluğu vardır. 

Yani İslâm'ı sunmada ve örnek olmada âlimler üzerine düşen görevi gerektiği gibi yerine getirmiş olsalardı, insanlar kurtuluşu belki de tarikat kapılarında veya şeyhlerin ellerinde aramayacaktı. Diğer taraftan yönetimler tarafından âlimlere bu imkânlar sağlanır ve önlerine bin bir türlü yasaklarla engeller çıkarılmamış olsaydı, belki onlar da bu sorumluluğun altından kalkmak ve insanları sahih bir İslâmî hayata yönlendirmek için ellerinden geldiği kadar çaba göstereceklerdi. 

İslâm'ın bütün olarak alınması ve hayata geçilmesi mücadelesi veren âlimler toplumda bertaraf edilip meydan cahillere ve tarikat şeyhlerine terk edilmemiş olsaydı, belki de bugün durum olduğundan bambaşka bir şekilde olurdu. Ama âlimlerin önüne her türlü engeller dikilip yasaklar ve cezalarla elleri kolları bağlanınca, meydanda yaban otları boy verir ve insanlar seçenek olarak tarikatlardan başkasını göremez. Haramlardan alıkoyacak, emirleri öğretecek ve yerine getirilmesine ortam hazırlamaya çalışacak, insanların din duygularını ve ibadet ihtiyaçlarını karşılayacak tarikat çevrelerinden ve şeyhlerin dergâhlarından başkasını bulamaz. 

Çarpık bir din eğitimi ve maksatlı olarak İslâm'ın birçok unsurları gün geçtikçe bozulmakta ve artık İslâm'ın nefis ıslahından ibaret olduğu kanaati zihinlere yerleşmektedir. Batı taklitçiliği gereği topluma hıristiyanvari bir din anlayışı sunulması ve dinin bunlardan ibaret olduğunun sürekli işlenmesi sonucu insanlar artık dinin bu olduğuna inanmaktadır. 

Yaklaşık yüz yıla yakın bir zamandan beri topluma sunulan bu manastır din anlayışı dinin yanlış anlaşılmasına yol açmıştır. Radyo ve televizyonlarda yayınlanan din programlarında telkin edilen din anlayışı ve yapısı bu çarpıklığın oluşmasında çok önemli rol oynamıştır. Kur'ân-ı Kerim’den okunan pasajların bile bu anlayışla seçildiği ve güya suya sabuna dokunmayan ayetlerin okunduğu göz önünde bulundurulursa, bu anlayışın oluşması için ne kadar çaba gösterildiği daha iyi anlaşılır. 

Okullarda okutulan din kültürü ve ahlak bilgisi gibi dini bilgiler veren kitaplarda dinin ancak bazı yönleri belirtilir ve anlatılırken bu anlayışın yerleşmesi için nasıl gayret edildiği daha iyi bilinir. 

Kültür emperyalizminden ve uygarlık adına saldırılardan kurtulmak için zaman zaman çaba gösteren birtakım insanların elleri ve kolları bağlanarak toplumda birtakım çevreler ve güçler tarafından nasıl aforoz edildiği göz önüne getirilirse, özlenen hedef daha iyi seçilir. Bütün bunlarla insanlar din konusunda cahil bırakılmakta, yanlış bilgilendirilmekte ve hurafe de olsa dindışı birtakım şeylere sarılmasına imkân hazırlanmaktadır. 

Dini bir hayat sürmek isteyen insanlar, kötülüklerden ve haramlardan uzak yaşamak isteyen vatandaşlar ister istemez soluğu tarikat ve tekke çevrelerinde almakta, bütün çarpıklıkları ve yanlışlıklarıyla oralarda dini yaşamayı aramaktadır. Çünkü kötülüklerin ve haramların alabildiğine serbest ve ortalığı doldurduğu bir ortamda insanlar kendilerini bu kötülüklerden ancak buralara sığınmakla koruyabileceklerine, ibadetlerini ancak bu gibi yerlerde yapabileceklerine inanmaktadır. Daha doğrusu bilerek veya bilmeyerek ister istemez buna inandırılmaktadır. 

İslâm'ın bütünü için çalışacak birkaç kişi bir araya gelecek olsa, enselerinde statükonun nefesini hissettiği ve her türlü hıyanet ve suçlamalarla suçlandığı bir ortamda ülkenin her tarafında tarikat ve tekke çevrelerinin mantar gibi bitmesine, türlü kılıklar ve biçimlerle ortada görünmesine, insanların otobüslerle ve uzak diyarlardan akın akın tekkelere ve ayinlere gitmelerine göz yumulması, mukaddes çorbadan içerek bereketlenmelerine ses çıkarılmaması acaba bu maksatlı yönlendirmenin ürünü değil midir? Sahih ve eksiksiz bir İslâm'ın önüne engeller çıkarılırken, sadece nefis ıslahı ve ayin için yapılan çabalara göz yumulması tasavvufa yönelişin en büyük etkenlerinden değil midir?

Din eğitiminin üretken ve ülkenin ekonomisine maddi bir katkısı olmayan bir eğitim olduğu palavrasını sürekli sakız gibi çiğneyen, ülkenin din adamına bu kadar ihtiyacı yoktur, diyerek din eğitimi verilen kurumların varlığına bile tahammül edemeyen bir zihniyetin radyo ve televizyonunda insanları uyuşturan, miskinleştiren ve bir lokma bir hırka felsefesini yansıtan tasavvuf müziğine ve tasavvufi motiflere bağrını açması, acaba insanları bu gibi yerlere yöneltmek amacına yönelik değil midir? 

İnanıyoruz ki İslâm'ın tam olarak yaşanabildiği ve insanların bundan dolayı birtakım yasaklar ve engellerle karşılaşmadığı bir ortamda kişiler tasavvufa bu kadar yönelmeyecek, dinin yaşanabildiği ve haramlardan korunduğu tek yerler tarikat ve tekkeler olmayacak, ülkenin her yerinde mantar gibi şeyhler ve müritler bitmeyecektir. Toplumu bir moda gibi saran ve sürekli revaçta tutulan tasavvuf akımının biteceğini ve insanların ona kaymayacaklarını elbette söylemek mümkün değildir. Çünkü her zaman ve her toplumda dengeli ve eğri insanlar bulunacak, hak üzere olanlar ve ondan sapanlar olacaktır. Ama İslâm'ın net olarak anlatıldığı, serbestçe yaşandığı ve eğitiminin doğru bir şekilde verildiği bir ortamda elbette tasavvuf modası bu kadar revaçta olmayacaktır.

İnsanların Tasavvuf'a yönelmelerinin önemli sebeplerinden biri olarak bizlere intikal eden tarihi kültür mirasını ve din anlayışını da belirtmeden geçemeyeceğiz. 

Kur'ân ve sünnet eğitiminin insanları mezhepsiz yapacağı, evliyayı inkâr etmeye götüreceği, kerametleri ve şefaati tanımamaya sevk edeceği, kabir ziyaretini yasaklayacağı, şeklinde kabul edilen bir kültür ve anlayışın tasavvufun yayılmasında çok büyük rolü olduğu muhakkaktır. 

Kabirleri kutsallaştıran, ölülerle oturup kalkan, fetihlerin ve zaferlerin rüyalarla tespit edildiğini söyleyen, hayat gerçeklerinden çok keramet ve olağanüstülüklere inanan toplumda birtakım insanlara din adına imtiyazlar ve dokunulmazlıklar tanıyan, imamlarını masum saydığı için Şia'yı eleştirdiği halde tasavvuf meşhurlarına masumiyet giydiren, sultanından vatandaşına kadar tarikata bağlı bulunan, Hakikati Muhammediyye, dinlerin birliği, gavs, aktab, ebdal, evtad, nukeba ve nuceba gibi gizli ülke hiyerarşisine inanan, dini keşf ve feyze bağlıyan, dinin naslarına apaçık aykırı olduğu halde bir tasavvuf ulusunun hatasını eleştirmeyi dine karşı gelmek sayan bir din anlayışının egemen olduğu bir toplumda tasavvufa yönelmeyi büyük ölçüde önlemek elbette güçtür. 

İnsanlar Kur'ân ve sünnet eğitiminden sahih bir şekilde geçirilmedikçe, onlara dinin kapsamlılığı ve bütünlüğü anlatılmadıkça, aradaki bu engelleyici ve uyuşturucu telkinler bir yana bırakılmadıkça bu moda daha çok sürecek gibi görünüyor. Çünkü insanların atalarından miras aldıkları şeyleri bir çırpıda bırakmaları mümkün değildir. Uzun çabalar ve sahih bir Kur'ân-sünnet eğitimi neticesinde ancak zamanla değişiklikler olabilir ve insanlar gün geçtikçe gerçekleri görebilir. Bütün Müslümanlar bu Kur'ân-sünnet eğitimini sağlamak ve insanlara Allah'ın dinini net olarak sunmak için çaba göstermek zorundadır. [1]


<<Önceki                Sonraki>>


Puran Tilmiz, 14.05.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar, Tasavvuf; Bir Düşünce Virüsü



[1] Abdurrahman el-Vekil, Tasavvuf ve İslam, Tevhit Yayınları,

Yararlanılan Kaynaklar:

1- İmam Rabbani, Mektubat Tercümesi, 1/6–7, Mektup 1, Tercüme, Hüseyin Hilmi Işık, Sönmez Neşriyat, İstanbul, 1968.
2- A. Faruk Meyan, Muhammed Behaeddin Buhari, 124–125, Çile Yayınları, İstanbul, 1970,
3- Dr. Hasan Küçük, Tarikatlar, 130–131, İstanbul 1980, İkinci Baskı.
4- Ali Şariatî, Ali Şiası Safevi Şiası, 141–155, Tercüme, Feyzullah Artinli, Yöneliş, İst. 1990.
5- Ahmet Yaşar Ocak, Türk Halk İnançlarında ve Edebiyatında Evliya Menkıbeleri, 7–10, Ankara 1984.
6- Gümüşhanevi, Veliler ve Tarikatlar, 109–116, 304–315,
7- Mehmet Nuri Şemsuddin en-Nakşibendî, Tam Miftahu'l-Kulub
8- Süleyman Ateş, İslâm Tasavvufu, Pars Matbaası, Ankara
9- Merakı'l-Felah, 22,
10- Prof. Dr. Mahmut Esat Coşan, Tasavvufa Giriş, 33, Gümüş Kitabevi, Konya 1990.
11- Tarihu'l-Mevlevi, Şerh-i Mesnevi, 1/38–39, Ahmet Sait Matbaası, İstanbul 1971.
12- Niyazi Divanı, s. 109, İst. Maarif Kitaphanesi 1963
13- İbn Teymiyye, Mecmûatu'r-Resail ve'l-Mesail, 1/177
14- Tevbe, 129 , Sâd, 5 , Zümer,3,  Yunus, 18,  Enbiya, 22, Zümer, 44
15- Abdurrahman Abdulhalik'ın "el-Fikhu's-Sûfî fi Dav'il-Kitab ve's-Sunne, 15–31
16- Nevevi'nin Muslim Şerhi, 6/159, Ahmed İbn Hanbel, 4/256, 379
17- -Buhari şerhi Fethulbari, 3/358, 6/223, 224.8.266, Ahmet İbn Hanbel, 6/436,
18 -Ahmed İbn Hanbel, 1/214, 224, 282, 347, Buhari, Edebu'l-Müfred, 783, el-Elbani sahih hadisler arasında saymıştır. Tirmizi, Sunen, 6/407, 408, Senedinin sahih olduğu kaydedilmektedir. Müslim Sahihinde rivayet etmiştir. 14/225, Nevevi, şeytanların göğe yükselmeleri ve şimşeklerin onları yakmasını ifade eden hadisi ayrıca Buhari Sahihi'nde birkaç yerde zikretmiştir. Mesela Fethu'l-Bari, Kitabu't-Tefsir, 9/452, Muslim'de de buna benzer bir hadis vardır. 7/26, 27, Nevevi, Diğer hadis kitaplarında da varid olduğu belirtilmektedir.
19- Fethulbari, 2/462, 6/512, 13/180, Müslim de rivayet etmiştir. 18/46, 58, Nevevi şerhi.
20-Buhari, 4/450, 451, Fethulbari, Müslim, 11/102, 13, başkaları da rivayet etmiştir.
21- Buhari, 12/401, 402, Ebu Davud, 3300, başkaları da rivayet etmiştir. Bu hadis iki rivayetten oluşmaktadır. Müslim onları Sahih'inde rivayet etmiştir. 8/44–47, Nevevi, Buhari de benzerini rivayet etmiştir. 5/124, Fethulbari. Buhari rivayet etmiştir. 5/114, Fethulbari. Selman ve Ebu'd-Derda kıssasında geçmektedir. İlk iki cümle Abdullah İbn Amr kıssasında yer almaktadır. Müslim, 1/49–51, Ebu Katade el-Ensari'den rivayet etmişti Müslim, 7/212, 215, Ebu Hureyre ve Aişe'den rivayet etmiştir. Buhari ve Müslim Enes'den rivayet etmiştir.
22- Fususu'l-Hikem Bâli Şerhi, 4, Hicri 1309 tarihli baskı.
23- Sahihu'l-Cami', 3205, Tahricu'l-Mişkât, 765,
24- İbn Teymiyye'nin "İktizau's-Sırati'l-Müstakim" kitabıdır.
25- Abdurrahman Abdulhalik'in el-Fikru's-Sûfî fi Dav'i'l-Kitab ve's-Sunne, kitabının 15–31
26- İbn Acîbe, İkâzu'l-Himem fi Şerhi'l-Hikem, 1/5, Basım 1913.
27- İbn Hacer el-Askalani, Lisanu'l-Mizan, 4/319, Hindistan baskısı, 1320 h.
28- Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili,
29- el-Kâşânî, Keşfu'l-Vücuhi'l-Gur, Divan şerhinin hamisinde, 2/89, Basım 1310 Hicri.
30- Abdulkerim el-Cîlî, el-İnsanu'l-Kâmil, 2/83
31- Fususu'l-Hikem, ayrıca Kâşâni Şerhi
32- el-İnsanu'l-Kamil,
33- el-Havvas, İbrahim ibn İsmail Ebu İshak olup Hicri 291 yılında öldü.
34- Gazali’nin İhya Ulumi'd-Din, 4/222 vd. Daru'l-Kütübi'l-Arabiyye baskısı,
35- el-Hallac, et-Tavasîn, 130, 132.
36- Nicholson, Fi't-Tasavvufi'l-İslami, 104, Terc. Dr. Arifi,
37- İ. Goldziher, Mezahibu't-Tefsir, 259,2) İ. Goldziher, el-Akide ve'ş-Şeria, 159
38- İ. Goldziher, el-Akide ve'ş-Şeria, 161,
39- Carl Bockr, et-Tarasu'l-Yunani, 10, Terc. Dr. Bedevi,
40- es-Subki "Tabakatu'ş-Şafiiyye"
41- Gazali, Mişkâtu'l-Envâr, 122, basım 1934
42- Tezkiratu'l-Evliya", 2/216 , Feriduddin Attar kullanmıştır.
43- Abdurrahman Abdulhalik'in el-Fikru's-Sufi fi Dav'i'l-Kitab ve's-Sünne. 121-122'den
44- Abdulvahhab eş-Şa'rani, el-Yevakît ve'l-Cevahir, 2/24, 25,
45- Sadreddin el-Konevi, Meratibu'l-Vücud, Şam Zahiriyye Kütüphanesi, 5895 de kayıtlı el yazmasından naklen el-İnsanu'l-Kamil, 115, Dr. Bedevi,
46- Abdulğani en-Nablusi, Hukmu Şathi'l-Veliyyi, Şam Zahiriyye Kütüphanesi, 4008 no'da kayıtlı el yazması kitabından naklen Dr. Bedevi, Satahatu's-Sufiyye, 153.
47- Abdulğani İbn İsmail en-Nablusi hicri 1143, miladi 1731 yılında ölmüştür. Meşhur tasavvufçulardan olup "İzahu'd-Delalat fi Cevazi Semai'l-Âlât" yanında başka eserleri vardır.
48- ed-Demirtaş, el-Kavlu'l-Ferid, 16, hicri 1348 baskı. Muhammed ed-Demirtaş el-Muhammedî olup, hicri 929 yılında ölmüştür.
49- Virdu's-Seher, 63. Fazla bilgi için bkz. Muhammed Fahr Şakfe, et-Tasavvuf Beyne'l-Hakki ve'l-Halk, 82–83.
50- İbn Acibe, İkazu'l-Himem fi Şerhi'l-Hikem, 209 vd. Ahmed İbn Acibe el-İdrisi el-Fasi, hicri onüçüncü asrın ortalarında ölmüştür.
51- Hasan Rıdvan, Ravdu'l-Kulub el-Mustetab, 269, hicri 1322 baskı. Hasan Rıdvan, hicri 1310 yılında ölmüştür. Çağdaş tasavvufçu sayılır.
52- Feriduddin Attar, Tezkiratu'l-Evliya, 1/610,
53- Ahmed Eflâki, Menakibu'l-Ârifîn, 2/39-40, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1966
54- Kamil Mustafa eş-Şeybî, es-Sılatu Beyne't-Tasavvuf ve't-Teseyyu', 272, kitabından naklen, Kâmil Mustafa eş-Şeybi'nin kendisi Şii'dir.
55- el-Hâc Mirza el-Hâirî el-Ahkâfî, ed-Din Beyne'ş-Sâil ve'l-Mucîb, 89,
56- en-Kevbahtî, Firaku'ş-Şia, 38,
57- Ayetullah el-Humeynî, el-Hukumetu'l-İslamiyye, 54.
58- Ali Şeriati, Ali Şia'sı Safevi Şia'sı, 150, terc. Feyzullah Artinli, Yöneliş, 1990, İst.
59- Ahmed Dede, et-Tuhfetu'l-Behiyye fi't-Tarikati'l-Mevleviyye,
60- İbn Haldun, Mukaddime 875-877.
61- Hutatu'l-Makrizi, 489,
62- Futuhatı Mekkiyye, 2/9,
63- İbn Acibe de İkazu'l-Himem fi Şerhi'l-Hikem
64- el-Havansari, Ravdâtu'l-Cennât, 731,
65- Hutatu'l-Makrizi, 2/231, 233,
66- Ebu Yakub es-Sicistani, Keşfu'l-Mahcub fi Şerhi Kasideti'l-Curcani, 65,
67- Keşfu'l-Mahcub fi Şerhi Kasideti'l-Curcani, 92,
68- Dr. Ebu'l-Ala' el-Afifi, et-Tasavvuf ve's-Sevratu'r-Ruhiyye fi'l-İslâm,
69- Resailu İhvani's-Safa, 4/119,
70- İbn Kesir,  el-Bidaye ve'n-Nihaye, 1/315, Mektebetu'l-Maarif, Beyrut, 1966,
71- el-İber, 3/361,
72- es-Sılatu Beyne't-Tasavvuf ve't-Teşeyyu', 368,
73- Kadı et-Tenuhi, Meşvâru'l-Muhadara, 86,
74- Hatib el-Bağdadi, Tarihu Bağdad, 8/112–141. Daru'l-Kitabi'l-Arabî, Beyrut
75- İbn el-Esîr, el-Kâmil fi't-Tarih, 8/126–128, Beyrut, 1966,
76- İbn en-Nedim, el-Fihrist, 269,
77- Tabakatu's-Sufiyye, 307,
78- Tashihu'l-İtikad, 218,
79- Erbau Nususin Tetealluku bi'l-Hallac, 59,
80- İtikadatu Fıraki'l-Muslimin ve'l-Müşrikîn, 57,
81- Muhammed Fahr Şakfe'nin et-Tasavvuf Beyne'l-Hakkı ve'l-Halk,
82- el-Bahru'l-Mevrud, et-Tasavvufu'l-İslami fi'l-Edebi ve'l-Ahlak, 2/301
83- el-İstimaru'l-Fransî fi Afrika es-Sevda', 52,
84- Tarihu'l-Arab el-Hadis ve'l-Muassır, 373,
85- Mehazi'l-Veliyyi'ş-Şeytani, 13,
86- Tantavi Cevheri, el-Cevahir fi Tefsiri'l-Kur'âni'l-Kerim, sayı 8, c. 30, Şaban 1385, sayfa 21,
87- Muhammed Fahr Şakfe, et-Tesavvuf Beyne'l-ve'l-Halki, 216, 25/3/1947 tarihli Mısır
88- el-Luma', 9-12, Muhammed Fahr Şakfe, et-Tasavvuf Beyne'l-Hakki ve'l-Halk, 134-140,
89- et-Taarruf, 99,
90- Mesnevi, c. 2, beyit 1264
91- Yunus Emre de Hallac'ı aynı şekilde övmektedir. Bkz. Ord. Prof. M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s. 268. Geniş bilgi için bkz. Hasan Küçük, Tarikatlar, s. 220, İst. 1980, TÜRDAV yayınları
92- eş-Şa'rani, et-Tabakatu'l-Kubra, 1/10,
93- Erbau Rususin Teteallaku bi'l-Hallac, 19, Tarihu Bağdad, 8/12,
94- İbn Haldun, Mukaddime, 233,
95- el-Esraru'l-İlahiyye, 48,
96- Ahmed Emin, Duha'l-İslâm, 3/245.
97- Ahmed İbn Harazim (Ticani şeyhinin vird, zikir ve biyografisini yazan bir ticani müridi), Cevahiru'l-Maani, 1/184-185,
98- Muhammed Fahr Şakfe'nin et-Tasavvuf Beyne'l-Hakki ve'l-Halk, 185-192, kitabından alınmıştır.
99- en-Nefahâtu'l-Akdesiyye Şerhu's-Salavâti'l-İdrisiyye, hicri 1314 basım.
100- el-Mevahibu's-Sermediyye fi Merakibi's-Sâdeti'n-Nakşibendiyye, kitabının yazarı Muhammed Emin el-Kurdi
101- Hadaratu'l-Arab, ter. Adil Zuaytır, 158.
102- Muhammed Bahauddin el-Beytar, en-Nefehâtu'l-Akdesiyye, 9, 11, 13,
103- et-Tuhfetu'l-Behiyye fi't-Tarikati'l-Mevleviyye, 52
104- et-Tabakatu'l-Kübra, 2/135, Kahire baskı,
105- es-Sulemi, Tabakatu's-Sufiyye, 125.
106- Gümüşhanevi, Camiu'l-Usul, 93,
107- Curcani'nin Tarifat
108- İmam Rabbani, Mektubat, 251, 252, 260, 200, 121, 117, 209 nolu mektuplar. Tercüme, Hüseyin Hilmi Işık, Sönmez neşriyat, İstanbul, 1968.
109- Dr. Zeki Mübarek, et-Tasavvufu'l-İslâmî fi'l-Edebi ve'l-Ahlak, 1/210, 279, 201,
110- Muhammed Fahr Şakfe, Age. 77'den naklen
111- el-Kâşânî, Keşfu'l-Vucuh el-Ğur, 133,
112- İbn Arabî, Mecmuatu'l-Ahzab, s. 2, İstanbul, hicri 1298 basım,
113- Ali İmran, 144, Kehf, 110,Furkan, 7,Enbiya, 8, Furkan, 25, İsra, 73-75, Bakara, 23,
114- Ömer İbn Said el-Fûnî, Rimahu Hizbi'r-Rahim, 1/219, hicri 1345 baskı,
115- Fi't-Tasavvufi'l-İslami, terc. Dr. Afifî, 160,
116- eş-Şa'rani, el-Kibritu'l-Ahmer, 6, el-Yevakît ve'l-Cevahir hamişinde
117- Abdurrahman el-Cami, Şerhu'l-Fusus, Hûd Fassının Şerhi,
118- İbn Arabi, Zehairu'l-Ahlak, Şerhu Tercümani'l-Evsak, 39,
119- el-Futuhatu'l-İlahiyye fi Şerhi'l-Mebahisi'l-Asliyye, 147, Basım 1913,
120- Muhammed Osman, el-Hibâtu'l-Muktebese, basım 1939,
121- eş-Şarani, Kavaidu's-Sufiyye, 131,154
122- Ariflerin Menkıbeleri, I-II, et-Tuhfetu'l-Behiyye fi't-Tarikati'l-Mevleviyye, Camiu Kerameti'l-Evliya, et-Tabakatu'l-Kübra, Tezkiratu'l-Evliya, el-İbriz, Tenviru'l-Kulub fi Muameleti Allâmi'l-Guyub, Şifau'l-Alîl Tercemetu'l-Kavli'l-Cemil, el-Envaru'l-Kudsiyye fi Menakibi'n-Nakşibendiyye, Nefahatu'l-Uns min Hadarati'l-Kuds, Camiu'l-Usul fi'l-Evliya,
123- Letaifu'l-Minen, 2/103.
124- Tenviru'l-Kulub fi Muameleti Allami'l-Ğuyub, 528-531
125- Gülzarı Sofiyye, 270, beyit 25, Abdullah Develioğlu
126- Muhammed İbn Abdullah Hani’nin Ali Hüsrevoğlu tarafından tercüme edilen ve İstanbul'da 1980 tarihinde basılan ÂDÂB kitabında 152–156 sayfalarına bakınız.
127- er-Risaletu'l-Kuşeyriyye ve Sulemi'nin et-Tabakatu's-Sufiyye, kitaplarında Marf el-Kerhi bölümü.
128- el-Akide ve'ş-Şeria, 222, 234,
129- el-Akide ve'ş-Şeria, 266,
130- Abdulaziz ed-Debbağ, el-İbriz, 2/43, hicri 1292 baskı,
131- es-Sulemi, Tabakatu's-Sufiyye, 190,
132- ed-Derdîr'in Şerhu'l-Haride'sine yazdığı haşiyede es-Savi er-Rifai'
133- Usul (Camiu'l-Usul tercümesi), 50, tercüme Rahmi Serin, Pamuk Yayınları, İstanbul 1977.
134- M. Esad Coşan, Tasavvufa Giriş, 14, Gümüş Yayınevi, Konya 1990,
135- Matlau Hususi'l-Kelim, 193.
136- el-İbriz, kitabının sahibi Abdulaziz ed-Debbağ
137- Rimahu Hizbi'r-Rahim, 2/3-5 vd. Ali Harazim, Cevahiru'l-Maani, 1/46-47,
138- et-Tûsi, el-Luma, 383, Leiden maskısı,
139- Ribat Dergisi, yıl 1, sayı 2, 1982.
140- Ramazanoğlu Mahmud Sami, Musahabe, 6/87, (4-5-6 mecmuası içinde), Erkam Yayınları, İst. 1982.
141- Oryantalist Edward Lane, el-Mısrıyyun el-Muhdesûn, 167 vd.
142- Goldziher, el-Akide ve'ş-Şeria, 227,
143-E.F. Gautier, el-Medhal, terc. Dr. Muhammed Yusuf Musa, 158,
144- Abdurrauf el-Münavi, el-Kevakibu'd-Durriyye, 11, Basım 1938,
145- Hasan Rıdvan, Ravdu'l-Kulûb el-Mustetab, 239,
146- Ali İbn Harazim, Cevahiru'l-Maani, 2/79,
147- Hasan İbn Muhammed el-Kûhenî el-Fasi, Tabakatu'ş-Şazeliyye el-Kübra, 258,
148- Ali İbn Harazim, Cevahiru'l-Maani, 2/8
149- İbn Arabî, Mevakiu'n-Rucum, 75, hicri 1325 baskı,
150- Dr. Bedevi, Şatahatu's-Sufiyye, 125, Letaifu'l-Minen'de eş-Şarani ve es-Selbeci'den naklen
151- Ebu Talib el-Mekki, Kûtbu'l-Kulûb, 103, hicri 1351 baskı,
152- el-Cıbırtî, Acaibu'l-Âsâr, 1/320,
153- Ali Harazim, Cevahiru'l-Maani fi Faydi't-Ticani, 1/97 vd.
154- el-İbriz, 1/78, tercüme, Celal Yıldırım. Demir Kitabevi, Temmuz 1979, İstanbul
155- el-Münavi'nin el-Kevakibu'd-Dürriyye
156- Muhammed İbn el-Hıdr eş-Şenkîtî, Muşteha el-Hârif, 328.
157- Abdulvahhab eş-Şarani, el-Yevakît ve'l-Cevahir, 2/79-83, İbn Arabi, Futuhatı Mekkiyye, 2/7, 8-52, hakkında bilgi için bkz. Muhammed Fahr Şakfe, et-Tasavvuf Beyne'l-Hakki ve'l-Halk, 89-96, Abdurrahman Abdulhalik, el-Fikru's-Sûfi fi Dav'i'l-Kitab ve's-Sunne, 229-247.
158- Nefahatu'l-Uns Min Hadarati'l-Kuds, 49-55, Bedir Yayınevi, İstanbul 1971
159- İbn Teymiyye, Risaletu Hakikati Mezhebi'l-İttihadiyyin, 63 vd.
160- Rimahu Hizbi'r-Rahim, 2/5, 15,
161- İbn Teymiyye, Risaletu Hakikati Mezhebi'l-İttihadiyyin, 64,
162- el-Münavi, el-Kevakibu'd-Durriyye, 246
163- Dede Korkut Kitabı, Nşr., Muharrem Ergin, Ankara 1964, s.1.
164- Nicholson, es-Sufiyye fi'l-İslâm, 119, tercüme, Nureddin Şerîbe,
165- Hâce Muhammed Pârsâ, Tevhide Giriş (Faslu'l-Hitab li Vasli'l-Ahbab tercümesi), 409-417, 568-594, Tercüme; Ali Hüsrevoğlu, Erkam Yayınları, İstanbul, No. 45.
166- Muhammed Fahr Şakfe, et-Tasavvuf Beyne'l-Hakki ve'l-Halk, 108-123.
167- el-Ahram Gazatesi, 2/11/1955.
168- Muhammed Fahr Şakfe'nin et-Tasavvuf Beyne'l-Hakkı ve'l-Halk, 108-134
169- Suyuti el-Ehadisu'l-Mevzûa
170- Dr. Zeki Mübarek, et-Tasavvufu'l-İslâmî, 135-140,
171- İbn elCevzi, Telbisu İblis, 198-201,
172- Şezeratu'z-Zeheb, 4/13,
173- Hafız İbn Hacer Tesdidu'l-Kavs
174- İbn el-Cevzi, Saydu'l-Hâtır, 1/144-146, Tahkik, Ali Tantavi-Naci Tantavi, Daru'l-Fikr baskısı,
175- Muhammed el-Fadıl İbn Âşûr, et-Tefsir ve Ricaluh, 142,
176- Ebu Talib el-Mekki, Kûtu'l-Kulûb, 3/130,
177- es-Suhreverdi, Avarifu'l-Maarif, 2/167'de
178- İbn el-Cevzi, Telbisu İblis, 332-333.
179- et-Tasavvufu'l-İslâmî fi'l-Edeb ve'l-Ahlak, 2/241, es-Saulibi'nin Kitâbât, 20'den
180- Buhari, Nikâh,  Nesai, Nikâh, 4, 10, 16, 38, 39, Müslim, Ebu Davud, Nesai
181- Ahdi Kadim, Mezmurlar, 641,
182- Ahmed Abdulmuim el-Hulvanî, Risale, 28 vd., Ahmed İbn Abdurrahman er-Ratbî, Risaletu Minhati'l-Ashab, 86
183- el-Hulvani, Risale, 30,
184- İbn Ataullah el-İskenderi, Miftahu'l-Felah, 23 vd., hicri 1332 baskı,
185- Ebussud Efendi, Fetvalar, s. 87, mesele 353, İstanbul 1972.
186- Ehli Sünnet Akaidi, S. 137, madde 23, İstanbul 1984.
187- Dr. Bedevi, Şehidetu'l-Işki'l-İlahi (İlahi Aşkın Şehidi), 38.
188- er-Risaletu'l-Kuşeyriyye, 9, Tekaddüm Matbaası.
189- el-Fikru'l-Yahudi, 246, Derleme Dr. Hermes, Tercüme; Alfred Yoluz
190- Halâsu'n-Nüfûs fi's-Salavâti ve't-Tukûs, 241, 267,
191- Adolf Erman, Mısır, 341, Tercüme, Dr. Abdulmunim Bekr,
192- Mekâtîbu Abdilbaha (Abbas İbn Mirza Hüseyin), 220, 265,
193- İbn Arabi, Mecmuatu'l-Ahzab, 15, İstanbul, hicri 1298,
194-Tarihu'l-Cıbırtî, 1/225, hicri 1322 baskı
195- M. Lutfi el-Menfaluti, en-Nezarât, 2/44-45,
196- Yusuf en-Nebhani'nin "Şevahidu'l-Hak fi'l-İztiğaseti bi Seyyidi'l-Halk
197- Mahmud Şukri el-Âlûsî, Gayetu'l-Emânî fi4r-Reddi ala'n-Nebbânî, 1-11.
198- Zümer, 65,Kehf, 110, Bkz. İbn el-Kayyim Tefsiri, 74,
199- el-Fikru'l-Yahudi, 24, 200, 202 vd. Tercüme, Alfred Yeluz.
200- eş-Şa'rani, et-Tabakat, 1/11, Subayh baskısı,
201- Dr. Ömer Ferruh'un et-Tasavvufu'l-İslâmî
202-"Mecmuatu Resail İbn Arabi", içinde Risaletu'l-Fena, 3, 8, Hint baskısı, İbn Acîbe, İkazu'l-Himem Şerhu'l-Hikem, 8,
203- Muhammed el-Gazali, Rekaizu'l-İman, 120-123,




Seçkin Deniz Twitter Akışı