31 Ekim 2014 Cuma

SA964/TG67: Türkiye: Rakip Stratejik Kültürler; Şimdi'den Geleceğe

“Kafa tutan ve zor bir Türkiye yeni bir şey değildir ve bu tutum ne cumhuriyetçi ne de yeni-Osmanlıcı stratejik kültürlere özgü bir durum da değildir.”

Sonsuz Ark'ın Notu: 
Aşağıdaki analiz, alıntıladığı adreslerin Erdoğan karşıtı stratejik bakış açılarına ve Foreing Policy Research İnstitute (FPRI) gibi neocon perspektiflerin hâkim olduğu enstitülere rağmen, mümkün olan en nesnel bir yaklaşımla hazırlandığı için Sonsuz Ark tarafından çevrilmiş ve yayınlanmıştır. Analiz, her şeye rağmen Türkiye'nin tarihsel kimliğine ait yeniden yorumlama hakkını, şimdi ve gelecek için kullandığını itiraf edememiştir. Bir tür kolonyalist bakış açısına sahip değil gibi görünse de analiz, tipik oryantalist veriler içermektedir. Seçkin Deniz, 31.10.2014

Turkey’s Competing Strategic Cultures: Now and Into the Future

Stratejik kültür bilimcileri, aynı ülke veya toplum içerisinde çoklu stratejik kültürlerin var olabileceğine işaret ediyor. Gerçekten bu, kültür kavramı için de açık bir şekilde geçerli bir değerlendirmedir.  Alastair Iain Johnston tarafından [1] ifade edildiği gibi: “Özel bir toplumun coğrafi, politik, kültürel ve stratejik deneyimine ait çeşitlilik, çoklu stratejik kültürler üretecektir…” Bu tanım, tam da Türkiye’deki iki elit sınıfın birbiri ile rekabet eden stratejik kültürler oluşturduğu duruma uymaktadır-bunlar cumhuriyetçi ve yeni-Osmanlıcı sınıflardır.


Yeni Osmanlı stratejik kültürünün yükselişi ve cumhuriyetçi olanın yavaş bir şekilde düşüşü bu yazı dizisinin şimdiye kadar ki konusunu oluşturmaktadır. Stratejik kültürler için her zaman geçerli olduğu gibi her iki stratejik kültür de elit güdümlüdür.

Cumhuriyetçi stratejik kültür, 19.yy başlarında vuku bulan Birinci Dünya Savaşı ile yoğun nüfuslu ve müreffeh Avrupa topraklarını kaybeden Osmanlı İmparatorluğu’nun travmatik parçalanışı ile ortaya çıkmıştır. Bu süreç, Boğazlardaki Türk kontrolünü sona erdirmeyi, İzmir’i Yunanistan kontrolüne ve daha sonra da hâkimiyetine dâhil etmeyi ve Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermeni ve Kürt devleti oluşturma hükmünü taşıyan ama yasal hale gelmeyen Sevr Anlaşması ile neticelenmiştir.

Türk milliyetçileri sonunda Mustafa Kemal’in ilham veren liderliği sayesinde galip gelmişlerdir. Bu tecrübeler ve coğrafyanın zorlu gerçeklikleri, homojenliğe ve iç bütünlüğe takıntılı, dış güçlere (özellikle Rusya’ya) güvenmeyen, güvenliği egemenlik ve bölgesel bütünlükle sınırlı gören, uzlaşmaya yanaşmayan ve dış çatışmalar içine sürüklenmekten korkan bir stratejik kültür oluşumunu zorlamıştır. 

Cumhuriyetçi stratejik kültüre farklı bir elit ürünü olan yeni-Osmanlı stratejik kültürü tarafından meydan okunmakta ve hatta bazı durumlarda yerini ona bırakmaktadır. Mustafa Kemal, Türk Cumhuriyeti’ni kurarken İslam’ın politik rolünü sonlandırmış, askeri bürokrasi ve hükümet bürokrasisi laiklik prensibinin güvenilir muhafızları durumuna gelmiştir. Fakat Türkiye’de gerçekleşen 1980 darbesi sonucunda Milli Görüş İslamcılarını da kapsayan bir dindar politik aktörler yelpazesi, büyüyebileceği daha verimli bir toprak bulmuştur.

Askeri ve cumhuriyetçi elitler, aşırı sol ideolojileri engellemek amacıyla, Türkiye’nin 1970’lerin sonlarında neredeyse parçalanmasına sebep olacak şekilde Türk İslam Sentezi’ni destekleme yoluna gittiler. Eğitim reformlarını dini aktörlere daha fazla manevra sahası kazandıracak şekilde kanunlaştırdılar.

Başbakan yardımcılığından, başbakanlığa oradan da cumhurbaşkanlığına yükselen Turgut Özal, dönemin politik, dini, askeri ve sosyal atmosferini şekillendirecek pek çok dönüşümsel reforma imza attı. İleriye dönük, aktif bir dış politik tutumu savunuyordu. Bu çabaları sırasında sıklıkla Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından engellenmeye çalışılsa da şu anda Recep Tayyip Erdoğan tarafından şekillendirildiği görülen iddialı stratejik kültür için gerekli zemini hazırlamıştır.

Bu yeni-Osmanlı stratejik kültürü; farklı, alt ulus kimliklerini kabul eder; Türkiye’nin Batı-Doğu uyumunda daha fazla dengeli bir tutumu tercih eder; bölgesel hegemonya olmanın, bu gerçekleşmezse daha büyük bir bölgesel güç olmanın yollarını arar; özellikle Orta Doğu ve geniş Müslüman âlemine yönelik aktivist ve katılımcı tavrı onaylar ve güvenliği bölgesel bütünlükten daha geniş bir kapsamda ele alır.

Bu yazıda Türkiye’de bulunan iki stratejik kültürün, Türkiye’nin bugün karşı karşıya olduğu iki temel meseleye nasıl yaklaştıkları üzerinde duracağım: Suriye ve Kürt problemi. Daha sonra, Türkiye’deki yeni-Osmanlı stratejik kültürünün etkisinin ve baskınlığının açık olduğu, Arap Baharı sonrası Mısır’ın durumu konusuna değineceğim.

Suriye: Komşu ile Problemler

Beşşar Esed’in Suriye’si bir zamanlar, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) “komşular ile sıfır problem” dış politika doktrininin deneme sahası niteliği taşıyordu. Erdoğan ve Esed birlikte tatile çıkmış arkadaşlar gibi görünüyordu. Bu bir zamanlardı. Suriye iç savaşı çıktı ve şimdi Alevi hâkimiyetindeki rejimi devirmenin yollarını arayan, içlerinde büyük miktarda İslamcı bulunan muhalifleri destekleyen Erdoğan ile Esed, ölümcül düşmanlar haline geldiler.

Savaşın seyri boyunca Türkiye’nin muhalif politik partileri yüksek sesle ve sürekli olarak Erdoğan’ın bu meseledeki yönetimini eleştirdiler ve onu maceracılık ve tedbirsizlikle suçladılar. Kürtlerden Alevilere, cumhuriyetçilerden diğer kesimlere kadar pek çok Türk, Erdoğan’ın Suriye politikalarına ciddi eleştiriler yöneltti. 

Erdoğan her ne kadar Batılı güçler ve yabancı lobilerden şikâyetçi olsa da Batı’nın (özellikle Amerika’nın) desteği olmaksızın cesurca hareket etmekten oldukça çekinmektedir. Bu yüzden Erdoğan sıkıntılı bir noktadadır. Gelişiminde oldukça etkin olduğu stratejik kültürü takip etmekte başarısız ve isteksizdir. 
        
Kürtler: Şark Meselesi’ni Çözmeye Çalışıyorlar

Kürt problemi belki de Türkiye’nin iki stratejik kültürü arasındaki gerilimin en ilginç örneğidir. Sabırsız bir Kürt toplumu, modern Cumhuriyetin oluşturmaya çalıştığı homojen Türk kimliğine karşı en büyük tehdittir. Kendisi de bir Kürt olan Özal ile Erdoğan, Türkiyeli Kürtlerin daha önce sahip olduklarından çok daha geniş politik ve sosyal haklar edinmelerini sağladı.

Erdoğan yönetiminde Kürtler kendi dillerini kullanma ve organize olma anlamında daha fazla özgürlüklere sahip oldu. Amerika’nın Irak’taki ikinci savaşının ardından Türk Hükümeti, Kürt Bölgesel Yönetimi (KRG) ile ilişkilerini geliştirerek 1980’lerden beri savaşmakta olduğu Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile barış görüşmelerini başlattı. PKK ile yapılan barış görüşmeleri sonucunda PKK’nın silah bırakması ve dağılması beraberinde Kürtlere çok daha fazla özgürlük getirecekti.

Ve sonra Türk politikası iki gücün çarpışmasına sahne oldu. PKK ile yapılan görüşmelerde silahsızlanmanın tartışılmaya başlandığı aşamada Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) ortaya çıkarak Suriye’den Irak’a doğru yayıldı ve diğerlerinin yanında KRG için de tehdit oluşturarak ülkenin kuzey ve Batı bölgelerini ele geçirdi.

IŞİD ayrıca iki seneden beri kısmi özerk bir yönetime sahip, üç önemli Suriye Kürt yerleşim bölgesinden birisi olan Kobane üzerinde de hâkimiyet sağladı. Türkiye KRG için askeri destek ve yardım sağlayabilirdi; ancak Kobane için durum farklıydı. Suriye Kürt toplumu üzerinde hâkimiyet kuran Demokratik Birlik Partisi (PYD) PKK’ya bağlı bulunuyordu.

PYD’nin silahlı kanadı Halk Koruma Birlikleri (YPG) sahada daha önce IŞİD’e karşı etkiliydi, ancak Ankara tarafından YPG’nin silahlandırılmasına ciddi bir muhalefet geldi. Bu durumun sonucunda, Türk gücünün dışarıda yayılmasını isteyen ve alt ulus kimliklerini tanıyan yeni-Osmanlıcı stratejik kültür ile ulusal birliğe yönelik bir tehditle karşı karşıya olan cumhuriyetçi stratejik kültür arasında bir gerilim ortaya çıkmış oldu.

Mısır: Yeni-Osmanlıcılık Yükseliyor

“Arap Baharı” adı verilen hareketin Mısır’da başlamasıyla o zamanın Başbakanı Erdoğan ve dışişleri bakanı bunu parlamalarını sağlayacak o an olarak gördüler ve eskiden Osmanlı toprakları içerisinde yer alan bu yeni Orta Doğu demokrasisi üzerinde himayeci bir etki kurma çabası içerisine girdiler.

Mısırlı Müslüman Kardeşlerin iktidara gelmesiyle Erdoğan’ın ilerlemesini yavaşlatması çok uzun zaman almasa da [2] bu durum Erdoğan’ın onları “Türk Modeli” olarak tanımlanan sistemle kazanma arzularını azaltmamıştır. Müslüman Kardeşlerin iktidardan indirilmesi üzerine Erdoğan darbeyi demokrasiye hakaret olarak nitelendirerek çok şiddetli bir dille kınadı [3] ve o zamandan beri içlerinde sürgündeki bir hükümet niteliği taşıyan [4] yapıyı da barındıran, Müslüman Kardeşler liderlerini himayesi altına aldı.      

Erdoğan Mısır’ın yeni hükümetini her fırsatta kınamaya devam etmektedir [5]. Türkiye, Mısır ile yalnızca sağlıklı bir ilişkiyi kaybetmekle kalmamış, Körfez ülkelerinin Müslüman Kardeşleri yasakladığı bir zamanda Türkiye’nin kendisini onunla aynı hizaya koyması sebebiyle Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile arasındaki bağlar da gerilmiştir [6].

Bu örnekler, cumhuriyetçilik ve yeni-Osmanlıcılık arasında hala varlığını sürdüren gerilimin farklı boyutlarına işaret etmektedir. Türkiye’nin cumhuriyetçi stratejik kültürü ordu ve muhalefet partileri üzerindeki etkisini sürdürmekte ve hatta yeni-Osmanlı stratejik kültürünün kilit noktadaki enstrümanı AKP’nin tereddütlerine bir anlamda açıklık getirmektedir.
 
Bunun sebebi nedir? Stratejik kültürlerin değişimi yavaştır ve genellikle bu, oldukça yavaş gerçekleşen bir değişimdir. Baskın stratejik kültürler, devrimsel stratejik değişim karşısında esnektir (Rus İmparatorluğu, Sovyetler Birliği ve Rusya Federasyonu arasındaki devamlılık buna iyi bir örnek teşkil etmektedir). Bu durumun Türkiye için de geçerli olan [7] sebeplerinden birisi bürokrasilerin dirençli olmasıdır, ki; bu faktör basit bir gerçeklik olmakla birlikte stratejik kültür kapsamında yeterince değerlendirilmemiştir.

Bütün bunların ABD-Türkiye arasındaki ilişkiler bakımından anlamı nedir? Bunu açıklamak oldukça zor.

Burada iki noktaya değineceğim: ABD-Türkiye ilişkilerinin tarihi zorlukları ve kişisel diplomasinin sınırları. Erdoğan iktidara geldiğinden beri Batılı basında yer alan muhalif sayfalarda sürekli bir Amerikan müttefiki olarak Türkiye’nin güvenilirliği sorgulanmaktadır.

Kendilerine has bir tarza sahip bu muhalif yazılarda; Erdoğan’ın artan otoriterliğinden, İslamcı eğilimlerinden, kullandığı Batı ve İsrail karşıtı dilden, abartılı ve inatçı mizacından bahsedilmektedir. Suriye iç savaşı kapsamında bu muhalif görüşlerdeki ton giderek ağırlaşmıştır.
 
Türkiye’nin şiddet yanlısı İslamcı yapılara göstermiş olduğu tolerans, IŞİD’e karşı Amerikan savaş uçakları için İncirlik üssünün kullanımına izin verilmemesi ve Ankara’nın kuşatılmış Kobane’ye yardıma gelme noktasında gösterdiği direnç pek çok Amerikan gözlemciyi hayal kırıklığına uğrattı ve kızdırdı.

Türk politikalarını tartışan bu muhalif görüşlerin peşi sıra Türkiye’nin NATO üyesi olduğu devamlı vurgulandı, sanki şöyle demek istiyorlardı: “Bu nasıl olur? Onlar NATO’da”.

Maalesef yaşamlarını kazanmak için muhalif görüşlerini kaleme alan kişilerin tarihe bakış açısı dardır ve bu durum özellikle bahsedilen meselelerde yazan kalemler için geçerlidir. Meselenin aslı şudur; 

Cumhuriyetçi stratejik kültürün hâkim olduğu, Soğuk Savaşın tüm gücüyle sürdüğü zamanlarda bile Türkiye oldukça zor bir müttefik olmuştur. Örnek vermek gerekirse, Ankara’nın İncirlik’in kullanımı noktasında Amerika’yı kısıtladığı ilk olay bu değildir. 

Bir eleştirmen tarafından belirtildiği gibi [8], hava üssü uzun zamandan beri “Türkiye tarafından ABD’den imtiyaz sağlamak amacıyla bir baskı mekanizması olarak kullanılmaktadır.”

1970 senesinde Türkiye, Kara Eylül (Black September) sırasında Ürdün Haşimi Krallığının kurtarılması veya 1967’de İsrail’e yardım sağlanması aşamasında Washington tarafından hava üssünün kullanımına izin vermemiştir Şimdi Ankara’nın muhalefetine rağmen Kobane’deki Kürtlere yardım ettiği gibi o zaman da ABD, her iki yardımı da sağlamıştır). 1967 ve 1974 yıllarında Türkiye neredeyse başka bir NATO müttefiki olan Yunanistan ile savaşa girecekti. Amerika’nın karşı çıkmasına rağmen 1974’te Türkiye Kuzey Kıbrıs’ı zapt etti (Bu sırada Türkiye iki Yunan Gemisini batırdığını düşünürken gerçekte ateş ettiği kendi Türk donanma gemileriydi).  
  
Türkiye’nin Kıbrıs Harekâtı’na yanıt olarak ABD, Amerikan-Türk ilişkilerini Carter Yönetimi sırasında kaldırılana dek zedeleyen bir silah ambargosu uygulaması başlattı. Türkiye’nin stratejik kültürüne bağlı olarak sergilediği karşı koyucu tavır değişmiş olsa da, kafa tutan ve zor bir Türkiye yeni bir şey değildir ve bu tutum ne cumhuriyetçi ne de yeni-Osmanlıcı stratejik kültürlere özgü bir durum da değildir.

Dolayısıyla birinin Erdoğan’ın anlaşması ne kadar zor birisi olduğu üzerine bir eleştiri yazısı yazmadan önce, geriye çekilip bugünün problemlerine tarihi perspektiften bakması gereklidir.       
Birinci başkanlık dönemi sırasında Obama, Erdoğan’ı en önemli uluslar arası arkadaşlarından biri olarak tanımlamıştı [9]. Erdoğan ile düzenli olarak görüşen başkan, ABD-Türkiye ilişkilerinin güçlendirilmesi ve sürdürülmesi noktasında kayda değer bir çaba sergiledi. Fakat kişisel diplomasi her zaman işe yaramıyor. Türkiye gittikçe otoriter bir yer haline geldi ve dış politikası Washington açısından ideal olmaktan uzaklaştı. Fakat bunun için Obama’yı suçlayamayız.

Türkiye’nin dış politikasını sürmekte olan güçler ve stratejik kültürler, Obama’dan ve Erdoğan’dan daha büyük.

Stratejik kültür, sosyal kişilikler tarafından yönlendirilmekten ziyade onlar aracılığıyla kendini ortaya koyar ve temsil edilir. Umarım Amerika Birleşik Devletleri bu dersi sadece Türkiye’ye yönelik değil ayrıca diğer müttefikleri ile ilişkilerinde ve özellikle Rusya ve Çin gibi rakiplerine yönelik olarak da kullanır. 

Ryan Evans, 29.10.2014, Part 4


Tamer Güner, 31.10.2014, Sonsuz Ark, Çevirmen Yazar, Çeviri



Orijinal Metin:


REFERANSLAR









Seçkin Deniz Twitter Akışı