5 Eylül 2014 Cuma

SA872/TG49: Breaking the Silence - Sessizliği Kırmak: İsrailli Askerlerin İtirafları/ El-Halil 2001-2004/2. Bölüm

“Bizimle gönül birliği bulunan, Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’te Eylül 2000 tarihinden itibaren görev yapmış askerlerin itiraflarını topluyor ve yayınlıyoruz.” 
Taciz, Yağma, Aşağılama, Dayak, İşkence, Öldürme, Yaralama, Sûikastler, Özel Mülklere Verilen Zararlar…

“Bu, ayrıca var olan gerçekliği bildiği halde inkar eden inatçı çoğunluğa karşı da bir dik duruş. Bu, İsrail toplumuna ve liderlerine, çalışmalarımızın sonuçlarını değerlendirmek için acil bir çağrı.”

 Askerler görev başında başlarından geçenleri anlatıyor:

Eğer ben insanların bir yere gitmelerine engel olan, aşikâr bir şekilde gitmeleri gereken bir yere, örneğin manavdan dönüşte evlerine gitmelerine engel olan bir kontrol noktasında duruyorsam gerçekten ne kadar kibar bir kişi olduğumun önemi yoktur.

Bu durumda haksız olmam için kaba davranmam gerekmiyor. Dünyanın en kibar insanı iken haksız olabilirim. Çünkü onların bakış açısıyla benim nazik bir insan olmam bir fark oluşturmaz. Hala onların evlerine gitmelerine engel olan bir insanımdır çünkü.


Bu durumda kibar olmaya çalışmam neye yarar ya da onları aşağılamam? Kontrol noktasının var oluş sebebi aşağılamaktır. Kurallara göre işimi yaptığım müddetçe, aslında tamamen yasal olan bir şey yapıyor olsam da bu durumda insanlara acı veriyor, onlara gereksiz yere zarar veriyorum demektir.

El-Halil’i çevreleyen alanda yaşayan 140.000-160.000 kişilik nüfus içerisinde yer alan ve doğrudan işgal altında bulunan H-2 Alanı’ndaki 15.000 kişilik nüfus arasındaki 500 Yahudi yerleşimcinin muhafızlığını yapıyor, onların bu bölgede hayatlarını sürdürmelerini sağlıyorum.

Onlara ne kadar iyi davransam da ya da komutanım her ne kadar iyi olsa da bu onlar için bir anlam ifade etmiyor. Yine de onların düşmanı olacağım. Aramızda yine de bir çatışma olacak. Ve bazen onlara karşı iyi olmam sadece bana sorun olacak çünkü bu durumda benimle tartışacak, kızgınlıklarını bana yöneltecekler. Fakat onlara söyleyebileceğim bir şey yok.

Kontrol noktasından öteye geçemezsiniz, çünkü geçemezsiniz, işte o kadar!! Bu, güvenlik kapsamında verilmiş bir emirdir. Burada bulunan 500 insanı korumak istediğiniz müddetçe bunu yapmak zorundasınız. El-Halil’de bulunan bu insanların (yerleşimciler) canlı kalmalarını ve hayatlarını makul bir şekilde sürdürmelerini sağlamak için geriye kalan insanların (Filistinliler) tümünün makul varoluş sebeplerini ortadan kaldırmak zorundasınız.

Bu tepelerde yaşayan insanlar var. Onların sindirilmesi, tutuklanması, bazen canlarının yakılması gerekir. Fakat hükümet yerleşimcilerin El-Halil’ de rahat bir şekilde kalmalarını istediği müddetçe zulüm yapılmasa bile ki zulüm vardır, bizim iyi davranıp davranmamamızın bir önemi yoktur.  

İşgal Bölgelerinde ne kadar uzun süre kaldığınızla kafayı ne kadar yediğiniz arasında açık ve güçlü bir bağlantı vardır. Eğer birisi altı aydan beri Bölgelerde ise çaylak sayılır, her yere gitmesine izin verilmez, sadece nöbet tutar, yaptığı tek şey içindeki acı ve öfkeyi gittikçe büyütmektir.

Yahudilerden, Araplardan, ordu ve devletten kaynaklanan olumsuzluklara maruz kaldıkça uyuşur, buna uyuşma diyor diğerleri, ama bana göre bu bir uyuşma değil bir tür duygu yükselmesi, sarhoş olmak gibi…

Çünkü Bölgelerde görev yapmanın uyuşma ile ilgisi yok bu “yüksek”, negatif anlamda yüksek bir hâl her zaman yorgun ve açsındır, her zaman banyo yapma ihtiyacı hissedersin, devamlı ölmekten korkarsın, her an bir terörist yakalamak için hazırsındır.

Bu, dinlenme imkânının olmadığı bir yaşamdır. Uyuduğunda bile iyi bir uyku uyuyamazsın. El-Halil’de bir kez bile iyi bir uyku uyuduğumu hatırlamıyorum. Eve gittiğimde, uyuyup kalktığım zaman “işte bu uykuya benzedi !” diyorum. Bunun uzun bir uyku olmasına da gerek yok. Yani bu, hiçbir insanın tecrübe etmemesi gereken, size kafayı yediren bir durum. Bu hâl, avlanmış ya da avlanmakta olan bir hayvanın durumuna benziyor.

Eve gelip yeniden El-Halil’e döndüğümde yurtdışına çıkmış gibi hissediyordum, gerçekten… Sanki bir anda farklı bir dünyaya geçmiş gibi.

Demokrasi diye adlandırdığımız şey El-Halil’de kaybolup gidiyordu. Yahudiler burada diledikleri gibi davranıyordu, kurallar yoktu. Trafik kuralları yoktu. Hiçbir şey.

Burada yapılan her şey din adına gerçekleşiyordu, ne yapılırsa-dükkânlara zorla girmek gibi, bunlara izin veriliyordu… Bir asker olarak gerçekten problem yaşıyordum çünkü ahlâki anlamda değerleri olan bir aileden geliyordum.

Bir gençlik hareketine üyeydim. Demokrasinin ne olduğunu biliyordum, bunu okulda öğrenmiştim. Ve kendimi bir askeri kontrol noktasında insanlara şöyle derken bulmuştum: “Bak, şimdi buradan geçemezsin.” Karşıdaki “Niye geçemem” diye sorduğunda “Çünkü şu anki emirler böyle” dersiniz…

Bu kadar basit. Onlara sebep olarak gösterebileceğim mantıklı bir şey yoktu ve söylediklerimin de bir anlamı yoktu çünkü her halükarda geçişlerine izin verilmiyordu. Veya birisinin evine girdiğiniz zaman şöyle derdiniz “Tamam, şimdi bütün çocukların bir odada toplanmasını istiyorum, evinizi arayacağım.”

Eğer böyle bir olay benim başıma gelseydi ne yapardım bilmiyorum. Gerçekten. Evime bu şekilde girilseydi çılgına dönerdim. 4-5 yaşındaki çocukların bulunduğu bir eve silahlı insanların girerek onlara, “Hadi, herkes kalksın!” dediğinde ailemin nasıl tepki vereceğini düşündüm. Nöbet noktasında insanlara ; ”geçemezsiniz! ” veya “hadi yürüyün !” şeklinde emirler verirken bu düşüncelerim yüzünden gerçekten zor anlar yaşadım.

Ya da sokağa çıkma yasağını delen insanları tutukladığımızda. Sokağa çıkma yasağını delmek ne demek Bunun anlamı şu; insanlar sadece alışveriş yapmak için sokağa çıkıyorlar.

Bu durumda müfreze komutanı bu insanlara şöyle der:

“Tamam, şimdi herkes sıraya dizilsin.”

Onlar yan yana sıraya dizildikten sonra komutan bize, “Onları birkaç saat kurutun” der.

“Onlarla saatlerce ne yapacağız” diye sorduğumda cevap şudur:

“Sadece onları burada oturtun.” 


<<Önceki                 Sonraki>>


Tamer Güner, 05.09.2014, Sonsuz Ark, Çevirmen Yazar, Çeviri





Seçkin Deniz Twitter Akışı