26 Haziran 2014 Perşembe

SA736/ KY5-PT23: Kiziroğlu Mustafa Bey/ Roman- 3/4: Ehl-i Örf Huzurunda Mahkeme

Kiziroğlu Mustafa Bey



-4-
Kadı Cemalettin Efendi Cuma namazını kılıp beylik konağına gitti. Kendisini kapıda Alaybeyi Zülfikâr karşıladı. Her şey hazırdı. Ehl-i Örf huzurda mahkeme yapılmasını kabul etmişti; ona göre gelmişlerdi. Bu arada Döngel Murat işlerini kolaylaştırmış fikrini sormayı gerek bile duymadıkları Sarı Fuat’ı aradan çıkarmışlardı.

Subaşı Çopur da tarafını değiştirmişti. Rıfat Bey’in ettiği küfürü bir türlü unutamamıştı. Beyoğlu Şeref’in ağzından kaçırdığı mahkeme işini duyunca Cemalettin Efendi’ye yaklaşmış bütün içtenliğiyle yanında olduğunu söylemişti. Çopur, Kadı’nın kuşkulanır gibi olduğunu anlayınca kelam-ı kadim üzerine yemin etmiş, iki göz iki çeşme kendisine reva görülen hakaretleri saymıştı.

Kadı Cemalettin’in midesi bulanmıştı Çopur’un anlattıklarından. Hele o, “Senin karının karnındaki çocuğun….” sözü yenilir yutulur cinsten değildi. Kadı her ihtimale karşı Alaybeyi Zülfikâr’a danışmış, Zülfikâr da Seyis Serdar ile Turab ile görüşmüş onlar da olayı doğrulayıp Çopur’un intikam için taraf değiştirmiş olabileceğini dile getirmişlerdi.

Çopur zaten yanar-söner biriydi. Olabilirdi. Yine de Alaybeyi Çopur’u bir köşeye çekip “Gözüm üstünde!” demişti. “Sen meraklanma Zülfikâr ağam.. o itin ipini ben çekeceğim!” karşılığını vermişti öfkeyle. Çopur’un gözlerindeki nefret duygusu Alaybeyinin içindeki azıcık kuşku kırıntısını da silip süpürmüştü.

Döngel Murat’ı namaz sonrası Turab karşılamış, Rıfat Bey’in selamlıkta kendisini beklediğini söylemişti.
Döngel Murat sinsi sinsi gülü, “Ya Turab Ağa bugün bana bir iyilik yap.. Rıfat Bey’e de ki Murat Ağa alelacele camiden çıkıp eve gitmiş midesi mi ağrımış.. ne.. ben huzura kavuşurum.. olur mu.. benden bu iyiliği esirgeme!” dedi.

Turab adama anlamlı anlamlı bakıp, “Peki Ağam.. dediklerini derim. Bey tedbirlerin yerine getirilip getirilmediğini merak ediyordu!” diye cevapladı.

Murat, “Gereken her şey yapıldı tasalanmasın!”

Turab, arkasını dönüp caminin avlusundan selamlığa yöneldi. “İkiyüzlü adam! Elbet sen de bulursun cezanı!” diye geçirdi içinden. Turab’ın gidişini izleyen Döngel Murat’a on on beş yaşlarında bir erkek çocuk yaklaşıp, “Murat ağa bu kızın Aysema’dan!” deyip elinde tuttuğu enfiye kutusunu eline tutuşturdu Murat’ın.

Murat avucuna bırakılan enfiye kutusuna baktı hayretle. Rahmetli hanımının hediye ettiği nakışlı enfiye kutusuydu bu. “Hey sen kimsin?” diye seslendi, çocuk kalabalığa çoktan karışmıştı. Enfiye kutusunu elinde evirdi çevirdi.

Enfiye çekmesini hiç mi hiç sevmezdi. Bey’e ikram için taşırdı yanında. Babası da Bey’in babasına sık sık ikram ederdi kendi kullanmadığı enfiyeden. Kutuyu parmaklarıyla okşaya okşaya  Beylik Konağına doğru yürüdü gizlemeye gerek duymadığı sevinçle.

Kutudan eline yayılan sıcaklık hanımının sıcaklığını çağrıştırıyordu. “Hey gidi gençlik!” diye geçirdi içinden hanımıyla yaşadığı ateşli geceleri anarak. Konağa girdi. Huzur’un ön kapısında on-on beş sipahi ile Çopur’u görünce şaşırdı.

Göz edip yanına çağırdı Çopur’u. Fısıltıyla, “Bire namert sen burada ne arıyorsun.. niye çamlığa gitmedin?” dedi.

Çopur gayet sakin, “Sorma ağam.. Kadı Efendi mühim bir dava var buralardan ayrılma diye tembih etti. Malum kadı efendilerin emri beyden önceliklidir!” diye sırıttı.

Döngel Murat şaşkın şaşkın adamın yüzüne baktı. “Eh ben Bey olduğumda –ki bu çok yakın- bu küstahlığını sana ödetirim Çopur!” diye geçirdi içinden arkasına bakmadan kapıyı açıp huzura girdi.

Rıfat Bey Turab’ın yalnız gelmesine bir anlam verememişti. Kaşlarını çatarak, “Murat iti nerede? Niye gelmedi Turab?” diye sordu ve “Yoksa dangalaklığın üzerinde de söylemeyi mi unuttun!” sürdürdü konuşmasını.

“Eh son kez dangalak olalım bakalım..” diye geçirdi içinden Turab “Midesi ağrımış her hal.. evden gelecek! Gereken her tedbir alınmış.. öyle dedi Beyim!”

“Bak sen it soyuna.. neyse şu işi bitirelim sonrasında kendisiyle edep erkan üzerine gerekli konuşmayı yaparız!” kişner gibi güldü. Bugün Kiziroğlu belasından ebediyyen kurtulacağına canı gönülden inanıyordu. Bu sevinci hiç bir şeyin bozmasına izin vermeyecekti.

Selamlıktan yürüyüp Beylik Konağı’na, oradan Huzur’a vardılar. Turab, Huzur’un kapısını açıp Bey’e yol verdi. Bey, Huzur’dan içeri girince şaşırdı. Koltuğuna Kadı Cemalettin oturmuş ehl-i örf de büyük mahkeme kurulduğundaki gibi yerleşmişti.

Hiddetle Kadı’ya doğru yürüdü:

“Behey Kadı efendi.. bu ne hal.. haddini bil.. yoksa bildirirler!” diye bağırdı.

Kadı Cemalettin hiç istifini bozmadı. Sağ elini kaldırıp beye doğru uzattı ve gür bir sesle:

“Kendine gel Şehreminoğlu Rıfat.. mahkeme huzurunda olduğunu görmez misin?.. edebini takın yoksa gıyabında yargılanırsın!” dedi.

Rıfat Bey donup kalmıştı. Kadı aklını mı yemişti? Bu ne pervasızlıktı. Ya etrafındakilerin sessizliği. Aha Döngel iti. Hani bu geberesicenin midesi ağrıyordu da inine gitmişti. Alaybeyi yoktu. Hadi subaşı itini kendisi yollamıştı.. ya dizdar ya kethüda bütün bunlar karşısında mıydı?

“Murat itini anlıyorum da ya bu soysuzlara ne oluyor?” diye geçirdi içinden öfkeyle bağırdı:

“Kadı Efendi, Kadı Efendi sen kendini ne sanırsın? Bir Bey’i yargılayacağın zehabına nasıl kapılırsın bir namert?” elini kuşağındaki hançere götürüp hançeri çıkardı

Kadı Efendi’nin üzerine doğru yürüdü. Kadı gayet metin, “Subaşı sanığa haddini bildirin!” diye emredince huzurun ön kapısı hızla açıldı. Çopur ve beş sipahi odaya dalıp Rıfat Bey’in üzerine çullanıp elindeki hançeri aldılar. Der dest edip ellerini arkadan bağlayıp Kadı Cemalettin Efendi’nin önünde diz çöktürdüler.

“Bırakın ulan namertler.. soysuz sopsuz serseriler siz kendiniz ne sanırsınız.. ben Şehreminoğlu Rıfat Beyim.. bunun hesabını pek çetin vereceksiniz!” yollu tehditler savuruyordu.

Nefesi tıkanmış susmak zorunda kalmıştı. Bir süre başı önünde durdu. Yeniden başını kaldırıp Kadı’ya baktı. İşin vahametini yeni yeni kavrıyordu. Kendine olan güvenini kaybeder gibiydi. Ancak Ehl-i Örf’den eksik vardı. Büyük mahkeme kurulamazdı.

Bu düşünceye sarılıp, “Heyette eksik vardır. Alaybeyi yoktur. Eşraftan Sarı Fuat yoktur. Bu mahkeme batıldır.” dedi cılız bir sesle.

Kadı,  “Alaybeyi vekaletini bana vermiştir. O da muvafıktır bu davanın görülmesine!” karşılığını verdi. Alaybeyinden zaten umutlu değildi Rıfat Bey, o Sarı Fuat için ileri sürmüştü bu itirazı.

Döngel Murat avucunda sımsıkı tuttuğu enfiye kutusunu öteki eline geçirdi. Sol eliyle de okşamaya başladı kutuyu. Duygusuz tek düze bir sesle, “Sarı Fuat acil bir işi çıktığı için meclise katılamadı. Beylerbeyliğine giderken bana uğradı beni vekil kıldı!” dedi.

 Rıfat Bey bu sözler üzerine daha bir çöktü dizlerinin üstüne Murat’a baktı. Tükürdü.

“Ulan senin ne namert biri olduğunu nasıl da unutup sana yaslanır oldum.. yalan söylüyorsun! Yalan söylüyorsun.. bunu ikimiz de biliyoruz it soyu! Sarı Fuat’ın beylerbeyinde işi ne.. çam düzlüğüne eşkıyaya pusu kurmaya gitmedi mi deyyus.. araştırın bu dediğimi.. bu it soyu yalan söylüyor!”

Murat sinsi bakışlarını Kadı Efendi’ye çevirip, “Valla Kadı Efendi ben Fuat Ağa’nın yalancısıyım.. bana acele beylerbeyliğine gideceğim dedi. ve vekaletini verdi. Hoş şimdi Rıfat Bey bana kükrüyor, ama ben henüz oyumu, yani iki oyu belli etmiş değilim.. Rıfat Beyimizin niye böyle kızdığını da anlamış değilim. Her insan mahkeme edilir. Herkes iftiraya uğrar.. siz kadı efendi Rıfat Bey’i neyle suçluyorsunuz?” dedi.

 Rıfat bir an umutlandı. Demek Murat kendisinin neyle suçlandığını bilmiyordu. Şimdi ocağına düşmüştü işte. Yalvaran gözlerle baktı Murat’a. “Ben ettim.. sen etme!” tümcesi döküldü ağzından.

Murat kedinin fareyle gibi oynadığı gibi oynuyordu Rıfat’la, bundan sadistçe bir zevk alıyordu. Elinde okşadığı kutudan aldığı zevk gibi. “Ben..” diye sürdürdü konuşmasını Murat “Rıfat Beyimizin ne ile suçlandığını bilmiyorum. Suçunun sabitliğine ilişkin kavi delilleriniz yok ise korkarım çok ağır bedeller ödeyecektir her birimiz!”

Rıfat heyecanla, “Evet.. evet her biriniz ağır bir bedel ödeyecek.. bir Bey’i iftiralarla nasıl mahkum edeceğinizi düşünürsünüz?” dedi.

Kadı Cemalettin Efendi artık bu tuluata daha fazla göz yummayacaktı.

“Suçun Şehreminoğlu Rıfat, Kadı Mahmut Efendiyi katletmendir. Hem de bu cinayeti kendi elinle işlemendir. Biraz önce elinden alınan hançer ile kalbini paramparça edip başını gövdesinden ayırdın Mahmut Efendi’nin.” 

Rıfat Bey’in başından kaynar sular dökülmüştü sanki. Bunu Kadı nasıl nereden öğrenmişti ki? Subaşı Macit’ten başka bu cinayeti bilen gören yoktu ki? Kadı boşa kürek çekiyordu. Mahmut Efendi’yi hançerlerken konakta kimse yoktu ki. Ne Turab ne seyis ne de herhangi başka biri. Biri kadıya oyun oynamıştı ve Cemalettin Efendi eline düşmüştü. Hayır hayır kimseler bilmiyordu. Kimsenin bilmesine imkân yoktu. Tek şahit, tek tanık Macit’ti. O da çoktan hakkın rahmetine kavuşmuştu. Kendine olan güveni geri gelmiş Cemalettin Efendiye nasıl bir ceza vermesi gerektiğini düşünür olmuştu.

“Kırk katır mı kırk satır mı?” diye geçirdi içinden ve kendinden emin bir sesle:

“Behey Kadı efendi.. biri sana oyun oynamış. Biri sana yalan söylemiş sen de ölçüp biçmeden inanmışsın bu yalana! Kadı Mahmut Efendi’yi eşkıya katletmiştir bu hadiseye ne yazık ki merhum subaşı Macit ile bibioğlum Hamza şahit idi ikisini de sizlerin de bildiği gibi kanını eşkıya Kiziroğlu dökmüştür! Çopur gel, çöz ellerimi de kaldır beni yerden!” diye emretti.

Çopur yerinden kıpırdamadı bile. Ters ters baktı subaşına Rıfat Bey:

“Ulan haysiyetsiz seni hakketmediğin makama ben getirdim.. ulan sütü bozuk boğazından geçen her lokma benim!” diye bağırdı. Kadıya dönüp “Bir tek şahidin, bir tek delilin yoktur Kadı Efendi.. baltayı taşa fena vurdun bilesin! bu yaptığının hesabını bakalım nasıl vereceksin!” dedi.

Murat’a bakıp göz kırptı. Kadı Cemalettin kendisine merakla bakan huzurdakilere tek tek baktı, herkesin yüzünde belli belirsiz kuşkular belirmişti. Kadı usulca ayağa kalkıp Rıfat Bey’in yanına vardı.

“Hey gidi Şehreminoğlu Rıfat.. hey gidi beyliğe uzak eşkıya.. itiraf etsen belki canını bağışlar kıtaldan yerine sürgün cezası verirdik. Ama insanlıktan nasibini almamış birinden ne diye pişmanlık beklerim ki? Demek bir tek şahidim, delilim yok öyle mi? Peki!” deyip selamlığa açılan kapıya yöneldi. Kapıyı açıp dışarı çıktı.  Beyoğlu Şeref ile Turab’la tekrar huzura geldi.

Rıfat şaşkın bakışlarla oğluna ve Turab’a baktı. Turab o gece konakta yoktu. Ya oğlu? O da işret alemindeydi diye biliyordu.

Kadı yerine oturdu. Şeref’i sağ yanına alıp, “Evladım doğruyu söyleyeceğine Allahın huzurunda ve bizlerin yanında yemin eder misin?” dedi.

Şeref bir süre acıyarak baktı dizleri üzerine çökmüş babasına. Kibrinden eser kalmamıştı. Küçülmüş kubur faresi gibi tir tir titreyen, tükürdüğü yerde ot bitmediğini şişinerek söyleyen bu adam mıydı? Acıma duygusu yerini iğrenmeye bırakmıştı. İnsan hiç değilse azıcık yapıp ettiklerini sahiplenir bedeline göğüs gererdi. Bu adam da hiç onur yoktu.

“Söyleyeceklerimin doğru olduğuna kelam-ı kadim üzerine yemin ederim.. Mahmut Efendi’yi babam Şehreminoğlu Rıfat konağımızın avlusunda hançerlemiştir. Ve dahi subaşı Macit dahi bu cinayette babamın ortağıydı. Hem vallahi hem billahi bu söylediklerim doğrudur. Gözlerimle görmüşümdür!”

Rıfat, oğlunun söyledikleri karşısında beyninde vurulmuştu.

“Nasıl? Nasıl?” diye inledi. “Benden bu kadar çok nefret etmen için ne yaptım ki sana?” dedi. Kendini toplayıp, “Oğlum da olsa yalan söylüyor.. bana öfkesinden, anasına yaptıklarımdan ötürü.. yalan söylüyor!” diyebildi güçlükle.

Kadı “Peki ya sen Turab?” diye sordu Kadı. “Sen de söyleyeceklerine yemin eder misin?”

Turab elleri bağlı başı önünde kendinden emin bir sesle:

“Hem vallah hem billah söyleyeceklerimin doğruluğuna yemin ederim. Kelam-ı kadim üzerine el basarak derim ki Şeref Bey’in söyledikleri doğrudur. Mahmut Efendi’nin katlinden beş altı gün sonra Rıfat Bey bibi oğluyla has odada konuşurlarken kulaklarımla duydum. Rıfat Bey övünerek Mahmut Efendi belasını kendi elleriyle def ettiğini söylüyordu.” dedi.

Kadı Cemalettin, Rıfat Bey’e baktı. Rıfat boynunu büküp bakışlarını mermer zemine dikmişti. Bitmişti. Gözyaşlarına sığınma yolunu seçmişti Şehreminoğlu Rıfat.

“Artık inkâra yer var mıdır Şehreminoğlu Rıfat? Hala suçunu inkârda diretecek misin?” dedi.

Rıfat’ın ağzından sadece bir inilti çıkmıştı. Hiçbir kurtuluş ümidi kalmadığı ortadaydı. Kadı Cemalettin yerine oturdu. Ehl-i Örfe baktı tek tek. Murat’ın elinde zevkle okşadığı enfiye kutusuna kilitlendi bakışları. Murat’ın alnında boncuk boncuk terler belirmişti. Muratla göz göze geldiler. Kadı tebessümle baktı. Murat bu bakışa bir anlam verememişti.

Kadı Cemalettin:

“Şehreminoğlu Rıfat cezan kısastır. Padişah efendimiz Halife-i Rûyi zeminin bana tevdi ettiği yetki ile seni boynuna ilmik takılarak ölüme mahkum ediyorum. Mal varlığın müsadere edilip beytülmale aktarılacak ailen de sürgün edilecektir.” deyip Çopur’a döndü:

“Subaşı bir münadi çıkarılsın ve Beylik konağının avlusunda Şehreminoğlu Rıfat’ın ikindi namazından sonra idam olunacağı duyurulsun!” diye bitirdi sözlerini. Ehl-i örften bir diyecekleri olup olmadığını sordu. Ehl-i örf suskunluğu seçerek verilen cezayı onadığını belirtti.


<<Önceki               Sonraki>>


Puran Tilmiz, 26.06.2014, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar



Seçkin Deniz Twitter Akışı