5 Mart 2014 Çarşamba

SA578/KY9-NK8: Bitkisel Tıp Macerası

“Ameliyattan vazgeçtiğimizi, bitkisel tedaviye başlayacağımızı söyledik. Hepsinin sesinden tedirginlik okunuyordu.”

Audrey Hepburn
Pazar günü ameliyat sonrası için, kendime daha önce Optimum’da gördüğüm mavi iyileştirme battaniyesini almak için, çıkmaya hazırlanırken, aklıma birdenbire bitkisel tedavi seçeneğini geldi. Ne de olsa yıllardır bu işle meşguldüm ve bunun için bir şeyler yapabilirdim.

Atila’ya çıkmadan hemen önce bu fikrimden bahsettim. İçinde bulunduğum durumu en iyi anlayanların ve sabırla bana yaklaşanların başında geliyordu Atila. Yine sabırla eğer görüştüğüm insanlar bitkisel tedavi olabilir derse ameliyattan vazgeçip geçmeyeceğimi sordu. “Hemen vazgeçerim!” dedim. O da elimi çabuk tutmamı ve gereken görüşmeleri yapmamı istedi.

Alabildiğine koşmak hissini üzerimden atamıyordum, evden hemen çıkmak istiyordum, ama acele ile birkaç telefon açtım. Ulaşmak istediğim insan bu konuda isim yapmış birisiydi; ancak ona ulaşmak sanırım cumhurbaşkanına ulaşmaktan daha güçtü. Birincisi; o insana yardımcı konumdaki insanların hiçbirisi telefonda bana yardımcı olabileceklerine dair umut vermiyorlardı. O insana telefonda ulaşmak bile imkânsız gibiydi. Emira’yı aradık, Ebubekir’i, Hakan’ı aradık, yeter ki bir telefon numarası bulup cevap alalım, diye çırpınmaya başladık.


Telefonumuza çıkan insanlar tam manasıyla bir makine gibi konuşuyorlardı, ama yine de pes etmedik. Belki yirmince telefonda istediğimiz isme ulaşmıştık. Şehir dışında bir konferanstaydı. Durumu izah ettim, asla ameliyat olmamamı ve ameliyata nasıl ikna ettilerse o şekilde kemoterapi ve radyoterapiye de beni ikna edeceklerini oysa bu işin birkaç aylık tedavi ile halledilebileceğini söyledi. Ve Ankara’dan bir isimle birlikte bitkisel ilaç yapan bir firmanın göğüs kanseri kürünü hemen bugün bulup kullanmaya başlamam gerektiğini söyledi.

Kanserin iyileşip iyileşmediğini nasıl anlayacağımı sordum. “Ecel Allah’tan gelen bir şey; biz sizin kaliteli yaşamanızı istiyoruz, sonuçları ölçemeyiz sizin inanmanız lazım.” dedi.

Telefonu kapattığımda sevinçten göklere uçtum sanki. Yerimde duramıyor ve zıplıyordum durmadan. Hemen Fevziş’i, Jale’yi ve ameliyat olacağımı haber verdiğim diğer arkadaşlarımı aradık. Ameliyattan vazgeçtiğimizi bitkisel tedaviye başlayacağımızı söyledik. Hepsinin sesinden tedirginlik okunuyordu.

Ferah Abla bahsettiğim ismi biliyordu ama yine de bu kararımın doğru olup olmadığını sorgulamam gerektiğini söyledi.  Emine, "Abla belki de doğru yapıyorsun ve bu konuda başkalarına da destek olursun." diye destekledi her zamanki içtenliği ile.

Fevziye ve Ebuk hemen geldiler yanlarında Bilgenur da vardı. Buna biraz canım sıkıldı; çünkü sürecin başından beri arkadaşlarımın çocuklarının hiçbirini görmek istemiyordum. Ben onların “Neşe Neşe” teyzesiydim, onları çok ama çok seven, onlara sürprizler yapmaya onlarla eğlenmeye bayılan “Neşe Neşe” teyzeleri. İyi oluncaya kadar hiçbirini görmek istemediğimi söylemiştim. Onlar benim en temiz yanımdı, sandıktan çıkan temiz bir sabun kokusuydu hepsi benim için; Ayşe, Ayşenur, Bilgenur, Fatma, Zeynep, Elif, Miray, Gülce, Elif Fernanda, Firuze. İyileşinceye kadar görmek istemiyorum demiştim, ama aslında kısa bir zaman sonra öleceğimi ve ölüme giden sürece onların şahit olmamasını istiyordum.

Bize geldiğinde Fevziye hiç de sevinmiş görünmüyordu. Bırakın sevinmeyi, yüzünden dehşet bir tedirginlik okunuyordu. İçimden kızmaya başladım, yahu göğsüm alınmayacaktı ve tedavi olacaktım, beni hayattan kopma noktasına getirecek bir ameliyattan kurtulmuştum, niye sevinmiyordu ki?

Hâlbuki onun derdi yalnızca benim iyileşmemdi, onun için tedirgindi ve yanlış bir karar almamdan korkuyordu ve beni kırmamak için de bir şey söyleyemiyordu… O sırada Oktay geldi. Oktay benim hem üniversiteden hocam hem de Atila'nın kuzeniydi. Ertesi gün ameliyat olacağım için geçmiş olsun demeye gelmişti çiçeklerle.
O da sevinir gibi oldu ama bu durumu doktoruma mutlaka söylemem gerektiğini anlattı uzun uzun. Herkes otururken ben Fevziye ile telefonda adını verdikleri bitkisel göğüs kanseri kürünü aramak için aktarları dolaştık, hiçbirinde bulamadık, internetten bulabileceğimizi söylediler. Eve döndük. İnternetten bulup firmaya telefon açtık ve gariplikler başladı.

Bize “Bu kürün tam adı ne?” diye soruyorlardı. Oysa zar zor ulaştığımız isim bize güvendikleri tek markanın bu olduğunu ve bu firma yetkilileri ile görüştüğümüzde onların bu kürü bileceklerini söylemişti. Önce “Daha özel bir ismi var mı?” diye sordular, içime kuşku düşmeye başlamıştı. Sonra “Raporunuzu şu e-posta adresine yollayın doktorumuz görsün, ora göre size kür hazırlarız.” dediler.

İş can sıkıcı olmaya başlamıştı ve benim heyecanımı da giderek sönüyordu. Yine de verilen e-posta adresine patoloji raporumu yolladık. Bu arada Ankara’da verilen isme telefon açtım, buz gibi bir ses: “Ben şimdi İstanbul’dan hareket ediyorum, yarın Ankara’da olurum, siz ben gelinceye kadar vereceğim isimle sülük tedavisine başlayın.” dedi.

Beş dakika sonra ise bizi arayıp; benim ilk ulaştığım ismin kendisini aradığını ve tedaviyi kendisinin yapmasını söylediğini dolayısıyla ertesi gün akşam bizi beklediğini söyledi. Huzursuzluğum artmaya başlamıştı. Yine kalp sıkışmaları, yine uçurumun kenarından boşluğa düşme hissi… Bu arada Afak’tan şöyle bir mesaj geldi: “Sonuna kadar destekliyorum kararında seni. Bence de ameliyat olmamalısın.” 31 Ekim 2010.

Fevziye endişeleri ile birlikte evden ayrılırken, Oktay’da istediğim battaniyeyi hediye alacağını söyleyerek birlikte çıkmamızı önerdi. Fevzişim’i yolcu ettikten sonra Atila, Oktay ve ben birlikte çıktık.

Battaniyeyi gördüğüm dükkâna girdiğimizde hayal kırıklığı yaşadım. O battaniye satılmıştı. Ama aynı mağazanın şubesi Eryaman’da başka şubesi vardı; o mağazaya gittik, fakat ne yazık ki orada da yoktu. Onun yerine yamalı yatak örtüsü ve yastık kılıfı beğendim ki, o da iyileşme mavisiydi. Renklere iyileşme mavisi, iyileşme pembesi gibi adlar veriyordum… Oktay daha pahalı olmasına rağmen hemen o örtüyü hediye aldı, yemek yiyip aşağı çay içmeye indik. Oktay’a “Doktoruma sen telefon açar mısın?” diye sordum, reddetti. Doktorumla yalnızca benim muhatap olmam gerektiğini açıklamaya çalıştı.

Kesinlikle haklıydı fakat yine de sinirlendim, onun makul ve mantıklı açıklamalarına tahammül edebilecek durumda değildim ne yazık ki ve doktoru kendim aradım. Süleyman Hoca’ya alternatif tedaviye nasıl baktığını, ne kadar sonra ameliyat olursam geç kalmış sayılmayacağını sordum ve ameliyattan vazgeçtiğimi söyledim.

Süleyman Hoca, “Bir en fazla iki ayı geçirirseniz işimiz çok zorlaşır. Alternatif tedaviye karşı değilim, hatta kendi yönlendirmemle bu tür tedavi alan hastalarım var. Ancak sizin durumuzdaki durumumdaki bir hasta için bunu söylemem imkânsız. Ameliyat şu an tek çaremiz.” dedi. Teşekkür edip kapattım telefonu.

Atila ve Oktay’a durumu anlattım tamam daha önümüzde iki ay gibi bir süre vardı ve o süreyi alternatif tedavi için kullanabilirdik. Ertesi gün de İstanbul’a gitmek için karar aldık. Ben İstanbul’da görüşeceğimiz bitkisel tedavi uzmanından randevu aldım.


Neşe Kutlutaş, 05.03.2014, Sonsuz Ark,  (İlk Yayın Tarihi, 22.02.2012)





Seçkin Deniz Twitter Akışı