6 Mart 2014 Perşembe

SA579/AS49: Kanaat Önderlerinin Etki Gücünün Sorgulanması ve Spekülatif Bir Örnek: M. Fethullah Gülen

2010 yılında sorduğum sorunun cevabını 2014'te arıyorum: 
"M. Fethullah Gülen bunları neden yapıyor?"
Alper Selçuk, 06.03.2014

 13.06.2010 tarihinde yazılmış aşağıdaki yazıyı, 17-27 Aralık 2013'teki FETÖ ihaneti ve sonrasında her türlü ihanetten daha alçakça 15 Temmuz 2016'daki askeri darbe girişimi sonrasında yeniden okudum; Başbakan Erdoğan'ın bile aldandık dediği düzlemde yazdığım bu yazı, aslında bir tarihe ışık tutmaktadır; bu büyük milletin profesyonel görev paylaşımlarıyla masonlar tarafından nasıl aldatıldığının en büyük delili olarak duracaktır. Dikkatle okumanızı öneririm... Alper Selçuk


Düşüneceğiz; bu hengâmede zekâmızı/aklımızı ve nefsimizi Kur’an’ın kesin hükümlerine amâde kılarak düşüneceğiz. Başka çıkış yolumuz yok. Önce kişinin mükellefiyetine dair çerçeveyi inceleyecek, sonra bu hususta âlim veya bilenler sınıfına bakacak ve en son Gazze’ye insanî yardım götüren İHH organizatörlüğündeki filonun uğradığı saldırıyı ve gerekçelerini, kendi bakış açısına göre değerlendiren M. Fethullah Gülen’in kanaat önderliğini tahlil edeceğiz.
***
Kanaat önderi tamlamasına ilişkin tahlillerin tenkit aynasında yer bulmasının zamanı geldi ve geçiyor. Kadılık, Halifelik, İmamlık, Şeyhlik, Seyyidlik, Dedelik, Şeyhülislamlık, Müderrislik/Fakihlik, Hocaefendilik gibi kurumların itikâdi ve amelî kanaatlerin ‘sor-bildirilen kanaate itaat et’ mekanik istenci ile fetvâ deruhte ettiği dönemler insanlığın ulaştığı farkındalık düzeyinden dolayı sona ermek üzere… Kanaat önderlerinin yanılabilirliği bir hakikat olarak günbegün zihinlerde yer ediyor.
***

Nasıl düşüneceğiz? Bu çok önemli bir mesele. Ve her mükellef olan kişinin üzerinde düşünmek bir esaslı bir görev. Birilerinin neşrettiği kanaatlerin hâkimiyetine bırakılmayacak kadar önemli olan bu meselede Allah, ne âlimi, ne şeyhi ne de kanaat önderini şeksiz şüphesiz itaat edilecekler sınıfına dâhil etmiyor ve insanları İsrailoğulları örnekliğinde uyarıyor: ”Bunları, din adamları ve bilginler günah söz söylemekten ve haram yemekten sakındırsalardı ya! Yapmakta oldukları şey ne kötüdür!” Maide, 63

***

Sık kullanılan ‘eşyanın tabiatı gereği’ deyimi tam olarak gelinen noktada olması gerekeni remzediyor; kişinin/şahsın tek başına deruhte ettiği ilk örneklerinden menkul bu ilâhî misyon insanlık tarihinde devrini tamamladı. Allah’ın her ferde yüklediği ‘Oku!’ emrinin şekli ve esası, okumak, bilgi edinmek, kanaat üretmek ve bu kanaate uygun itikâdî ve amelî tercihlerde bulunma hürriyetini kullanabilmek için ferdin ferd olabilmesini, kendi gelişim sürecini tamamlayabilmesini sağlamaktan başka bir şey değildir. 

Allah akıl verdiklerine seslenir, aklı kendi mülkiyetinde zannedenlere değil:

“Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki korunursunuz.” Bakara, 179. 

Ve akıllarını kullanmayanları en kötü canlılar olarak tavsif eder: 

Şüphesiz, yeryüzünde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü, akıllarını kullanmayan sağırlar, dilsizlerdir.” Enfal, 22

Azabı da aklını kullanmayanlara verir: 

“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi elbette topyekûn iman ederlerdi. Böyle iken sen mi mü’min olsunlar diye, insanları zorlayacaksın? Allah’ın izni olmadıkça, hiçbir kimse iman edemez. Allah, azabı akıllarını kullanmayanlara verir.” Yûnus, 99-100

***

Zaten Kur’an kendi mesajını, kendisini okuyan herkesi tek tek muhatap alarak anlatmaktadır. Şimdiye kadar olagelenler bu mesajın algılanmasının kastlara tahsis edildiğini anlatıyor; en alt kastta da öndere muhtaç avam bulunduğu için, önder kendisine biçilen ilahi misyonu bilerek ve isteyerek, belki de faşizan bir içbaskıyla/mağrur nefsin etkisiyle kabul edip uyguluyordu. Zira o ve diğerleri peygamberlerin ‘Muallimlik’ vazifesi ile insanlar arasında bulunduğunu unutuyorlardı: 

“Nitekim kendi içinizden size ayetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab'ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resul gönderdik.” Bakara, 151

Ayetin tevile, tefsire, yani harici bir kanaate ihtiyacı var mı?

***

Hakîkat kendi yolunu er geç bulacaktı. Eşya bu yüzden atomlarındaki/kuarklarındaki yazılımın seyrine aykırı davranamıyor.

***

Fetva makamları, kanaatleri kesin/itaati kaçınılmaz addettikleri için faşizan bir sistemin önderi ve sürükleyicisi olmuşlarsa, bu biraz da Yahudi rabbiler ile Hıristiyan papaların yanılmazlık kibrine özendikleri içindir. Ya yoksa, ne Kur’an fetva’dan bahseder ne de sünnet; hükümden hüküm çıkarma ancak ve yalnızca her insanın kendisine ait bir haktır ve o insanın kendisini bağlar, başkasını değil…

”Bu Kur’an, insanlar için kalp gözleri kesin olarak inanan bir toplum için de bir hidayet ve bir rahmettir” Câsiye, 20

İkinci doğrultman emir, ‘aklediniz’dir. Akletmekle hedeflenen düşünmek: 

“De ki: “Ben size ancak bir tek şeyi, Allah için ikişer ikişer, teker teker kalkıp düşünmenizi öğütlüyorum. Arkadaşınız Muhammed’de cinnetten eser yoktur. O, şiddetli bir azaptan önce sizin için ancak bir uyarıcıdır.” Sebe, 46. 

Haram ve helal ayrımını yapan Kur’an, genel çerçeveyi belirlemiş ve diğer tali unsurları, gündelik detayları insanın çevrim içi gücüne bırakmıştır. İşte fetva, bu çevrimiçi alanlara müdahil olanların faşizan aracıdır. Bugün artık her insan bu ayrımı yapması gerektiğinin farkına varmaya mahkûm. Ahirette kafasını eğip, ‘falana itaat etmiştim’, diyeceğine bugünden falana itaati gözden geçirmek zorunda.

***

İlim adamından söz ediyorlar. Kimsenin onlara itiraz ettiği yok; muallim olmadan talim olmayacağına göre ilim/bilim adamı elzemdir ve işini yapmalıdır. Ancak; ilim/bilim adamının işi tâlime talepkâr olana balık vermek değil, balık tutmayı öğretmektir. Balık verdiğinde-işte bu fetvadır- kendisine mahkûm eder, rabbiler gibi, papalar gibi… Hangi bir muallim, talebesine kesin ve süresiz itaati emredebilir ki? Emrettiği vakit, o muallim mi olur, zâlim mi? 

“De ki: “Ben ancak bir uyarıcıyım. Her şey üzerinde mutlak otorite sahibi olan bir Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur.” Sâd, 65

***

Tahkîki iman, Hz.İbrahim’in öncesiz, muallimsiz, naklî senedi haiz olmadan, bilfiil içine yerleştirilmiş bulunan ve bizzat insanın Allah’a, “Sen bizim rabbimizsin” dediği zamanlardan bu yana gelen temel esasa/genetik reddedemezliğe uygun bir şekilde ulaştığı hakîkatin boyutlarında tahlil edilebilir… Kendilerine kitap verilen veya verilmeyen, Hz.İbrahim’den sonra gelen tüm peygamberlerin Hz.İbrahim’in hanif dinine tâbi olmalarını emreden Allah, gönderdiği kitapların algılanış formunu Hz.İbrahim’in tahkîki imanına yaptığı göndermelerle sabitlemiştir. 

”Şüphesiz, insanların İbrahim’e en yakın olanı, elbette ona uyanlar, bir de bu peygamber (Muhammed) ve mü’minlerdir. Allah da mü’minlerin dostudur.” Âl-i İmrân, 68.
***
Nitekim, imanın/hidayetin, tebliğe muhatap olanın istek ve dileklerine bağlı olarak, yani kendi algılarına ve çıkarımlarına sıkı sıkıya iliştirilen ’karar senindir’ yaklaşımı ile ‘tahkîke’ terk edildiği açıktır. Buna göre, insanların kanaat önderi ihtiyacı/telakkisi peygamberler için bile tebliğle sınırlı olarak tanımlanmıştır. 

“Eğer yüz çevirirlerse, artık sana düşen açık bir tebliğden ibarettir.” Nahl, 82. Yüz çevirmek bir tercihtir. “Bu Kur’an; kendisiyle uyarılsınlar, Allah’ın ancak tek ilâh olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara bir bildiridir.” İbrahim, 52

Muallim, kendisini bu sınırların dışında ve üstünde göremez. Peygamber’e vâris olduğu iddiasında olan herhangi bir kişi peygamberin sınırlarından öteye gidemez. 

“Onları hidayete erdirmek sana ait değildir. Fakat Allah, dilediğini hidayete erdirir. Hayır olarak ne harcarsanız, kendiniz içindir. Zaten siz ancak Allah’ın rızasını kazanmak için harcarsınız. Hayır olarak her ne harcarsanız -hiç hakkınız yenmeden- karşılığı size tastamam ödenir.” Bakara, 272.
***
Bir insanın, evrenin her bir bilgisine sahip olması beklenemez. Zaten kendisinden istenen de bu değildir. Doğal olarak, bizzat kendi imanı ve ameli ile alakalı şeyler dışındaki bilgi alanlarında kanaat edinebileceği/izleyebileceği kişiler olacaktır. Ama sadece o kadar, daha fazlası değil. Âlimleri vazgeçilmezler sınıfına dâhil edenlerin, yani ‘bilmiyorsanız, âlimlere sorun’ diyerek âlimleri Kur’an’dan sonra uyulacak hüküm sahipleri olarak öne çıkaranların dikkat etmesi gereken en önemli meseleler ayetlerle izah edilmiştir. 

Buna bağlı olarak gelenek ve göreneklerde âlimlerle birlikte Kur’an’ın hükmüne tâbiidirler. Kur’an’ın indiği dönemlerde de âlimler, gelenekler ve görenekler vardır. Ancak, var olanlar insanları sapıklıktan alıkoymaya yetmemiştir.

“Onlardan birçoğunun günah, düşmanlık ve haram yemede yarıştıklarını görürsün. Yaptıkları ne kadar kötüdür! Bunları, din adamları ve bilginler günah söz söylemekten ve haram yemekten sakındırsalardı ya! Yapmakta oldukları şey ne kötüdür!” Mâide 62, 63.

***

Yine Kur’an, bugün üniversitelerde zooloji, botanik, jeoloji, etnoloji, filoloji, kozmoloji, astronomi, astroloji, dinler tarihi, teoloji vb. ihtisas alanlarında mütehassıs olanların anlayabileceği evrensel gerçeklerden bahseder ve onların Allah’a bildiklerinden dolayı saygı duyacaklarını belirtir:

“İnsanlardan, hareket eden canlılardan ve hayvanlardan yine böyle çeşitli renklerde olanlar vardır. Allah’a karşı ancak; kulları içinden âlim olanlar derin saygı duyarlar. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” Fâtır, 28. 

“Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır.” Rûm, 22.


“Dediler ki: Bunlar karmakarışık düşlerdir. Biz böyle düşlerin yorumunu bilenlerden değiliz.” Yusuf, 44.


“Senden önce de ancak, kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkekleri peygamber olarak gönderdik. Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine( أَهْلَ الذِّكْرِ) sorun.” Nahl, 43-Enbiya, 7.


“O'nun delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için dersler vardır.” Rûm, 22.


“Şüphesiz Allah, onların, kendini bırakıp da başka ne tür şeylere taptıklarını biliyor. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. İşte bu temsilleri biz insanlar için getiriyoruz. Onları ancak bilginler düşünüp anlarlar.” Ankebût, 42-43.


Ve her kişiye bizzat bilmesi gerektiğini öğreten ayetler de vardır:


“İnsana bir zarar dokunduğu zaman Rabbine yönelerek O’na yalvarır. Sonra kendi tarafından ona bir nimet verdiği zaman daha önce O’na yalvardığını unutur ve Allah’ın yolundan saptırmak için O’na eşler koşar. De ki: “Küfrünle az bir süre yaşayıp geçin! Şüphesiz sen cehennemliklerdensin.” (Böyle bir kimse mi Allah katında makbuldür,) yoksa gece vakitlerinde, secde hâlinde ve ayakta, ahiretten korkarak ve Rabbinin rahmetini umarak itaat ve kulluk eden mi? De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.” Zümer, 8-9.


***

İtaat edilen önderlerin insanı Allah karşısında savunamayacaklarını Kur’an birçok kez tekrarlar. Ve biz Kur’an’da beyan edilen her şeyin doğruluğuna iman ettiğimiz üzere, kanaat önderleri olarak takdim ve takdis edilen insanlara karşı mesafeli olmakla da mükellefiz. Onların yanılmaz olduklarını sanmak gibi bir gafletten uzak kalmakla mükellefiz. 

Zira onların her biri, yemek yiyen, bedenlerinin ve nefslerinin mahkûmiyetinde hür olamayacak olan insanlardan başka bir şey değillerdir. Allah, kendi lütfuna mazhar olanları sapmaktan alıkoyduğuna ve peygamberler dışında bu lütfa mazhar olanları bilemediğimize göre, âlimleri peygamberden daha yanılgısız olmak derecesine sürüklemek kimsenin haddi değildir. Peygamberler bile özel olarak korundukları dolayısıyla diğerlerinin saptırmasından uzakta kalmışlardı. 

”Eğer Allah’ın sana lütuf ve merhameti olmasaydı, onlardan bir grup seni saptırmaya çalışırdı. Hâlbuki onlar, ancak kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler. Allah, sana kitabı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah’ın sana lütfu çok büyüktür.” Nisâ, 113

***

Allah’ın lütfuna mazhar olup olmadığını bilemeyeceğimiz âlim, ‘saptırmalara karşı’ kim oluyordu ki? Ama biz insanlar, kaygı ve korkularımızla âlimlerin/şeyhlerin/hocaefendilerin gölgesine sığınıp onlara itaat ederek sorumluluklarımızdan sıyrılacağımızı zannetmekten korkmuyoruz, utanmıyoruz.

***

Şeyhlik geçmiş dönemlerin önderlik vasfı idi; halen Türkiye dışında birçok Müslüman şeyhlere tabi olmayı temel prensiplerden addediyor. İntisap müessesesi devam ediyor; yazık.

***

Şimdi ülkemizde ‘şeyhlik’ gibi bir etiketi kendi iradesi ile kendi isminin önünde kullandırtmayan, buna mukabil takipçilerinin resmî görevi olan imamlıktan mütevellit Hocalığı Hocaefendiliğe dönüştürmesiyle, Türkiye’de Hocaefendilik çığırını açan Muhammed Fethullah Gülen’i tahlil edelim. 

Ona özenip kendilerini Hocaefendi diye tanıtan diğerlerini bu minvalde değerlendirmek işimiz olmayacaktır.

***

Gülen, son 30 yıldır kendilerini Müslüman mahallesinin sahibi sananlar veya benim gibi dışarıdan bakanlar tarafından suçlanmakta ve eleştirilmektedir. Bu çalışma, bir düşünce ve kanaat üretim çalışmasıdır. Kanaat önderi olarak hedef tahtasına konan bir emekli imamın acımasızca suçlanacağını bildiği halde yapmaktan vazgeçmediği faaliyetlerini/derdini anlama gayretidir.

***

12 Haziran 2010 tarihli NYT gazetesinde haber-yorum yazısı yayınlanan gazeteci Brain Knowlton’un söz konusu yazısında; Gülen’in, "Ben bu hareketi, Fethullah Gülen hareketi olarak adlandırmanın yanlış olduğuna inanıyorum ve böyle söylemeyi, bu faaliyetleri yürütmeye kendini adamış olan birçok insana saygısızlık olarak görüyorum. Benim bu hareketteki rolüm oldukça kısıtlı. Bir liderlik, merkez, bir merkeze bağlılık ya da bir hiyerarşi yok." şeklinde beyanat verdiği, Gülen hakkında Türkiye'de davaların açıldığı, ancak bunların hepsinden beraat ettiği belirtilen yazıda, Utah Üniversitesi siyaset bilimi profesörü Hakan Yavuz'un hareket için, ''Savunmasız ve marjinalleştirilmiş insanlar için koruyucu bir mekân üreten bir İslam türü değil, bunun aksine amacı Opus Dei gibi kontrolü ele geçirmek ve güç sahibi olmak." dediği, Türkiye'nin en prestijli eğitim kurumlarında ders vermiş ve danışmanlık yapmış olan Peder Thomas Michel'in ise hareket mensuplarını ''İyi motive olmuş, akıllı, eğlenceli -- hiç bir şekilde fanatik, tuhaf ya da kült olguları taşımayan kişiler," diye tanımladığı, Houston Üniversitesi'nden sosyolog Helen Rose Ebaugh’ın "Bu okullar gençler için bir alternatif. Böylelikle terör örgütlerine katılmak zorunda kalmıyorlar" diye konuştuğu, yine Gülen’in, "Amerika'da; Türkiye, Afganistan, Pakistan ya da diğer ülkelerden gelen radikal düşünceli insanlardan rahatsız edilmeden ve zarar görmeden yaşamayı ümit ettim. Amerika'nın misafiriyim." diyerek bir nevi savunma alanı oluşturduğu dikkatle izlenirse suçlamaların sıçradığı küresel düzlem daha net anlaşılacaktır.

***

Suçlamaları mümkün olduğu kadar listeleyelim:

* Türban eylemlerine karşı çıktı.
* Türbanlı kızlara “Otoriteyle çekişmektense açın başınızı girin” dedi.
* Milli Görüş hareketine karşı mesafe koydu.
* Demirel'le iyi ilişkiler kurdu.
* Refah Partisi'nden farklı olduğunu göstermek amacıyla “diyalog” adı altında toplantılar düzenleyip çeşitli kesimlere açıldı.
* 28 Şubat'ta Erbakan'ı eleştirdi, askere destek verdi.
* 28 Şubat'a karşı en küçük bir direniş göstermedi.
* Ecevit'le yakınlaştı. (Sekiz maddeden oluşan bu liste Ahmet Hakan Coşkun’un, 05 Haziran 2010 Cumartesi tarihli Hürriyet Gazetesi’ndeki köşe yazısından alınmıştır)
*Papa’ya mektup yazdı, Medeniyetler arası diyalog ile misyonerlerle işbirliği yaptı. (Anonim eleştiri)
* Neocon WSJ Gazetesine, "Yardım malzemesi taşıyan gemiler için İsrail'den izin alınması gerekirdi; otoriteye meydan okumak yanlıştır." Şeklinde demeç vermiştir.( Tırnak içindeki cümle Fehmi Koru’nun, 06 Haziran 2010 Pazar tarihli Yeni Şafak Gazetesi’ndeki köşe yazısından alınmıştır.)

***

Bu liste uzatılabilir. Kanaatime göre liste ne kadar uzatılırsa uzatılsın Gülen, Şeyhlik sıfatını hangi gerekçe ile kullanmadıysa, yukarıdaki suçlamalara konu olan mevzularda da aynı gerekçelerle davranmıştır. Suçlamalara biraz sonra tekrar bakacağız. Son durumla ilgili bir tahlil yapmaya çalışalım. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı 10 Müslüman aktivisti şehit eden İsrailli fanatik Yahudilerin, Gülen’in bu mesajını İHH’ya attıkları iftiralarda kullandıkları da malum. Gülen’in çevresindekilerin, ‘Kimse Yok mu?’ derneği ile Gazze’ye ve Batı Şeria’ya İsrail yönetimi ve Mahmud Abbas’tan onaylı yardım gönderdikleri de saklı değil…

***

Baştan sona baktığınızda Gülen’in tutarsız bir tutum içinde olmadığını açık ve net bir şekilde gözlemleyebilirsiniz. Gülen'in, yerküre’nin birçok yerinde açılan okulları ile birlikte katı laik anlayışla yönetilen Türkiye’de birçok eğitim kurumuna, basın-yayın sektöründeki şirkete kanaat önderliği yaptığı malum. Ancak herhalde bu önderlik alışılageldik kişisel çıkar mekanizmalarına önderlik yapmıyor...

Yargıtay ve istihbarat teşkilatları bu hususta gizli saklı bir şey bırakmış değiller. Yani, Gülen ve takipçileri artık gizli saklı değiller; yerküre’nin içi dışı en çok bilinen hareketi olmak gibi özellikleri var artık. Hatta en.wikipedi ‘de Fethullah Gülen maddesinde yerli-yabancı neoconlarla Gülen’in Amerika’daki talebeleri arasında büyük bir mücadele var.

***

Gülen’i eleştirenler, Gülen sayılan suçlardan tövbe ederse, ona tabi olmayacaklarına göre, mesele nedir? Her zamanki gibi, düşünüyor ve diyorum ki; mesele Hocaefendiler savaşıdır. Gülen bu savaşta zayıf düşürülecek, imajı iyice yerlere, ayakaltına serilecek ve onun yerine daha ‘iyi’, ancak ‘kukla’ birileri gelecek. Fakat; bunu kim yapacak? Bunu kim planlıyor? 

Bir kuşkum var; bunu planlayanlar iddia olunan Ergenekon’la işbirliği hâlinde olanlar… 

Çünkü; İsrailli Siyonistlerle Ergenekoncu ulusalcılar şu anda büyük bir işbirliği hâlinde Ak Parti iktidarını ve Gülen cemaatini bitirmenin hesaplarını yapıyorlar. Çünkü; İsrailli Siyonistler, Mavi Marmara ile simgeleşen Yardım Filosunun organizasyonundan sorumlu tuttukları Başbakan Erdoğan’ın ‘One Minute’ resti ile İsrailli katilleri Dünya’nın gözünde deşifre etmesinin bedelini ödetmek istiyorlar; Başbakanın yargılanması gerektiğini iddia ediyorlar. Ergenekoncular ise onu Menderes gibi asmakla tehdit ediyorlar. 

1996’da İsrail ile yapılan Başbakanların bile bozamayacakları(!) askeri anlaşmaların da sorumlusu olanlar bugün Gülen cemaatini kendileri ile ilgili olumsuz her şeyin sorumlusu olarak görüyorlar. Gülen, bence bu açıklaması ile bu oyuna çomak soktu. Aksi hâlde, bu kadar tepki alacağını tahmin ettiği bu açıklamayı yapması için herhangi bir sebebi yok.

***

Gülen, Irak’ın işgâlindeki tutumu da çekimserdi; içi kan ağlamasına rağmen. 11 Eylül’den sonra başlayan Müslüman avına, Junior Bush’un Haçlı Seferleri sapkınlığına, planlanan Armageddon’a ve Medeniyetler Çatışması gibi tezlere karşılık Papa ile diyalog sürecini başlatması eleştiriler aldı. Bu eleştirilerin nitelikli olmaması, konuyu irdelemeye gerek duyurmamaktadır. 

***

Gülen cemaati WSJ Gazetesi’nin neredeyse tüm detaylarıyla verdiği küresel bir açılıma sahip. Bana göre, bu açılımın pompalanan terör konseptine sokulması, ilgili devletler nezdinde büyük bir baskı unsuru olarak kullanılacaktı. Yine aynı şekilde terörle ilişkilendirilen Gülen cemaati, AK Parti ile işbirliği hâlinde gösterilecekti. 

Ak Parti’nin Hamas gibi, Hizbullah gibi direniş örgütleri/partileri ile sürdürdüğü diplomatik ilişkiler speküle edilerek Ak Parti’nin de terörist eylemleri destekleyen bir parti olduğu tezi işlenecekti. Ki; bugün İsrail tam olarak bunu yapmaya çalışıyor. 

“Gülen, neoconların yönettiği WSJ Gazetesi’nde yayınlanan görüşlerinin oluşturacağı hasarın farkında olduğu halde bunu neden yaptı?” sorusunun cevabı, belki de bilemediğimiz şantajın unsurlarını taşıyor. Belki de Gülen Türkiye’de her an yapılacak bir darbeye karşı kendi güvenlik duvarını oluşturdu. Ertuğrul Özkök’ün 28 Şubat’ta Çevik Bir’e anlattığı forma çekildi. 

Ancak yine ve her şeye rağmen ayetler diğerlerinden korkmanın gereksiz olduğunu açıkça ifade ediyor: 

“Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez. İşte kalplerinde bir hastalık bulunanların, “Başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz” diyerek onların arasında koşup durduklarını görürsün. Ama Allah, yakın bir fetih veya katından bir emir getirir ve onlar içlerinde gizledikleri şeye pişman olurlar.” Mâide, 51-52.

***

Gülen’in verdiği beyanat İsrail’in yardım filosuna saldırmasındaki vahşet karşısında tek vücut olmuş Türkiye’yi, parçalamaya yaradı, ancak bu beyan aynı zamanda Gülen’le Ak Parti arasında söylem ve eylem farkı olduğunu gösteren oyunbozucu bir planlı tepkiydi de… Ak partili iki bakanın konu ile ilgili birbirine zıt açıklamaları (Ertuğrul Günay, Gülen’i olayları uzaktan iyi okuyamamakla suçladı, Bülent Arınç ise Gülen’in doğru söylediğini ifade etti.) da bunu göstermektedir. 

İHH Başkanı da üzüldüğünü belirtse de‘Gülen’in fikirlerine saygılı olduğunu’ söylemekle yetindi. Gülen’in tekzip edilmeyen beyanına karşılık, Türkiye’de Gazze Filosuna destek veren gazeteler ve televizyonlar vardı.

***

İsrail ve Amerika’daki Siyonist fanatiklerin olayları tersyüz etmekteki maharetleri, İsrail’i küresel tecritten kurtaramıyor. İsrail’in ikiyüzlü bir pişkinlikle özgürlük eylemcilerini terörist diye yaftalamaya kalkması dünya için bir anlam ifade etmiyor. İHH İnsanlığın Onuru’nu temsilen tarihteki yerini aldı. Gülen ve çevresindekiler bir gün anlaşılacaklarını umuyorlar. Belki yakın gelecekte, yani dişleri sökülmüş Siyonist katiller yargılanırken, yayınlanacak kitaplarla hepimiz Gülen’i kolaylıkla anlayabileceğiz. Takipçileri içleri kan ağlayarak, onu müdafaa etmeye devam ediyorlar, çünkü; bu tepkinin bir hikmeti vardır diye düşünüyorlar; daima öyle düşündüler. Peki, haklı çıktılar mı? İşte suçlamaları bu çerçevede tahlil etmeye çalışacağız.

***

Bir stratejinin başarısız olduğunu söylemek için o stratejistlerin işlerini kaybetmiş olmaları gerekir. Eğer stratejist işinin başındaysa, stratejileri sağlıklıdır ve başarılı olmuştur, denilir. Bunda bir sorun var mı? Müntesiplerinin haklı çıktıklarına inandıkları Gülen, başarılı olmuştur. Dünya’nın neredeyse üçte ikisinde okullar açan, kültürel ve ticari ilişkilerin gelişmesinde Dışişleri’nden çok daha fazla aktif olan, Rusya ve peyki ülkelerinde açtığı okullarla siyasi sarsıntılar oluşturan, Afrika ülkelerine ulaşarak, Anadolu sermayesini Afrika kıtasına açan bir organizasyonun kanaat önderinden bahsediyoruz. 

Bu organizasyon büyük bir vizyon örneği sergileyerek Türkiye’de Uluslararası Türkçe Olimpiyatları düzenliyor. Neden?

***

Abant Gölü’nün şahitlik ettiği diyalog sürecinin Türkiye’nin demokratikleşmesine ne kadar büyük katkıları olduğunu kimse inkâr edemez. Bu toplantılar Kuzey ırak’a da sürüklenerek, Kuzey Irak’la ilişkilerin normalleşmesine de katkıda bulundu. Türkiye’deki eğitim sektörüne kazandırdığı bilim perspektifi, kazanç kapısı olarak görülen özel okullar için standart kriter hâline geldi. Türkiye’nin en çok satan haftalık haber yorum dergisi ile birlikte Türkiye’nin en çok satan günlük gazetesinin kalitesi de ortada. Bu arada belirtmeliyim, WSJ’deki beyanat gazetenin tirajını 50 bin kadar düşürdü. Yumurcak TV ile çocuklar batılı paganizmin karanlığından uzağa çekildi, Mehtap TV ile düşünceler üzerinde değişken etkiler oluşturuldu. Haber kanalı ile habercilikte ciddi referans oldu. İnternethaber siteleriyle de doğruya hizmet edildi. 28 Şubat’da en büyük darbeyi yine Gülen’in talebeleri yediler ve 28 Şubat bir kaç yıl süren dizi ile insanlara anlatıldı. Şu anda da Kollama adlı dizi ile de yaşananlar anlatılmaya devam ediliyor. Soru şu bunlar niçin yapılıyor? Bunu yapan başka birileri var mı?

***

Yeni nesillerin zihinsel inşa sürecinde yapılanları dikkatle izleyenler geçmişte verilen tavizlerin anlamlı sonuçları olduğunu gördüklerinde Gülen’i affetmekte zorlanmıyorlar. Hatta suçlamalarının temelsizliğini görüp pişmanlık duyuyorlar. Yine dikkatle ve esefle ifade etmek gerekir ki; Gülen’i eleştirenlerin çene çalmak ve çıkar mekanizmaları kurmak dışında yaptıkları bir şey yok. Keşke büyük vizyona sahip daha başka vakıflar olsa ve Gülenvâri çabaların sayısı artsa. İşte o zaman eleştirilerin anlamlı bir zemini olup olmadığı tartışılabilirdi.

***

Suçlamalara tekrar bakalım. Ergenekoncu zihniyetin hedeflediği şeyleri hatırlayalım. Müslüman kadının üniversitelerde okumaması, devlet kurumlarında çalışmaması ve bunun sağlanmasında da başörtüsünün malzeme olarak kullanılıp, insanların kışkırtılması ve bu kışkırtmanın büyük bir ayaklanmaya dönüştürülerek ülkenin kan gölüne dönmesinin sağlanması. Değil mi? Yoruma hacet yok.

***

Büyük başörtü operasyonunu unutanlar, bugün başörtülerini çıkarıp derse giren, dersten çıktıklarında tekrar başörtülerini takanların eğittiği çocuklara sahipler… İşte burada durmalıyız. İşte burada kanaat önderi arayıp, onun kanaatlerini esas zannedenlere sormalıyız. Doğru tutum hangisiydi? 

Ahirete yönelik risk almayıp başlarını açmadıkları için toplumdan tecrit edilenler ile âhiretlerine yönelik risk alıp başlarını açanlar ve bunu yaptıkları için toplumdan tecrit edilenler arasında ne fark var? Hangi birisi diğerini suçlayabilir ki? 

Her iki tercih insanların canını yaktı. Büyük bir savaş kadınların kıyafetleri üzerinden yürütülerek aşağılık bir şekilde sürdürüldü. Tercihler üzerinden bayatlamış tartışmalar sürdürmek, kirli strateji sahiplerini memnun etmektedir. Doğru tutum kişinin, hesap verecek olanın kendisini ikna edip de yaptığıydı. Kanaat önderini katıksız/saf itaatle tepesinde tutanların bu hususta kimseyi suçlamaya hakları yoktur.

***

Bugün tasavvuf terkibine sahip çıkmaktan dolayı eleştirilmeye devam eden Gülen, aynı zamanda tasavvufun şeyh-mürid ilişkisini de deforme etmektedir. Tasavvuf tarikatlerinin Gülen'e karşıt saldırgan tutumlarının kökeninde de bu var. Gülen, müntesiplerince bir kanaat önderidir ve bu önderlikle birçok tahtı sallamaktadır. Eğer önerileri ile cemaat üyelerinin kendi akıllarını felçli bırakıyorsa, bu onların sorunudur. Demirel, Ecevit, İnönü, Baykal hatta Sezer de bu gerçeğin farkındaydı; hepsi bu. Sorgulanırken de gözlüklerin her birini tek tek takıp bakmakta fayda vardır. 

***

Gülen bir tercih yapmıştır ve bu tercihine uygun politikalar/statejiler üretmektedir. Daha aktif, otoriteye başkaldıran tutumları da bu tutumları besleyenler/teklif edenler kendileri yansıtmalıdırlar. Ki; ancak o zaman inandırıcı olabilirler... İHH da bu yüzden inandırıcıdır.

***

Mavi Marmara’da şehit düşenlere ve Gazilere selam ve hürmet ile sayfalar dolusu sürmesi gereken bu tahlili sona erdiriyor; Allah’ın ayetlerini kesin hükümler olarak kabul ediyorum.

***

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve âhiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlü’ne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir”. Nisa, 59.

“Sen, Rabbinden sana vahyedilene uy. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Allah’a ortak koşanlardan yüz çevir!”En’âm, 106.


“Aralarında, Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma ve Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından seni şaşırtmalarından sakın. Eğer yüz çevirirlerse, bil ki şüphesiz Allah, bazı günahları sebebiyle onları bir musibete çarptırmak istiyor. İnsanlardan birçoğu muhakkak ki yoldan çıkmışlardır.” Maide, 49.


“Allah’a yönelmiş kimseler olarak yüzünüzü hak dine çevirin, O’na karşı gelmekten sakının, namazı dosdoğru kılın ve müşriklerden; dinlerini darmadağınık edip grup grup olan kimselerden olmayın. (Ki onlardan) her bir grup kendi katındaki ile sevinip böbürlenmektedir.” Rum Suresi, 31-32.


***

Ve basit bir soru soruyorum: M. Fethullah Gülen bunları neden yapıyor?


Alper Selçuk, 13.06.2010, Antiseptik Anafor 37


Alper Selçuk Yazıları


Açık Not: Sorularıma cevap aramaktan vazgeçmedim ve herkesin sustuğu Gezi Terörü döneminde 11.06.2013'te SA255/AS25: Çoğul Düşünce: 'Diktatör Gülen' başlıklı analizi yaptım. Latif Erdoğan, Hüseyin Gülerce ve Ahmet Keleş o günlerde konuşsalardı veya Nurettin Veren'e kulak veren bir medya ve hükümet olsaydı, 15 Temmuz 2016 Darbesi'ne kalkışamayacaktı F. Gülen. Neden benim kadar sorgulamadı insanlar? 

Seçkin Deniz Twitter Akışı