10 Ocak 2021 Pazar

SA9022/YB44: Yabancı Şaşkınlığı / Sınanmış Renkler 43

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Kahvelerinizi içtiniz mi dostlarım, hava hararetli. Bakmayın siz güneşin aldatıcı dokunuşlarına… Kış ansızın çöker insanın başına, tıpkı uzak ufuklarda ölümünü gözleyen yaşlılara ansızın çöken ecel gibi."

İnsan ömrünün içindekilerle beraber kat kat katlanmış bir yatak gibi dürülüp insanın sırtına yüklendiğini düşünüyorum soğuk rüzgarların ortasında üşürken. Kelimelerle süslenip dalgalanan yelken bezlerindeki yorgunluk tek tek sayar böylesi her vakitte üzerinden geçen fırtınaları, meltemleri, kasırgaları, yağmurları ve güneşin bin bir rengi ile ayın gülümseyen tüm evrelerini. İnsan anda yaşar gibi gelir insana her an yaşanıp giderken acımaksızın. Neden buradayım dersiniz, ben bu yaşayan canlı, neden buradayım?

Belki vaktin bizi sarıp sarmaladığını fark etmemişizdir, belki vakti aklımızdan itip anda kalakalmışızdır, anın her türlü kerahet vaktine neşe çaldığını görmeyip. Biraz soğuk evet; ama üşümem soğuktan değil. Biraz daha eskiyor sırtımdakiler, biraz daha kopuyorum dünyanın akıntılarından. Bu deniz, belki bu okyanus kaçılıp gidilesi bir kurtuluş olmadığını yüzlerce kez anlatmıştır bana, ama işte hepimizin içinden geçip giden o deli rüzgâr hiç dinmiyor ömrümüzün her yokuşunda.

Yokuş… Denizde yokuş yok mu sanıyorsunuz dostlarım? Denizin kendisi yokuştur, dahası hayatın bizatihi içinde var olmak yokuşta olmaktır. Yokuş yukarı çıkmak gençlik, yokuş aşağı inmek yaşlılık değildir, kim dediyse. Belki de tam tersidir hakikat. Gençlik yokuş aşağı iniştir, yaşlılık yokuş yukarı tırmanış. O yüzden çok hatırlamayız o hızlı inişleri. Birdenbire kendimizi orta yaşlarda bulduğumuzda, aslında indiğimiz yokuşun dibine gelmişizdir olan bitenden habersiz; daha da zor olan ağır aksak adımlarımız ve ağırlaşan yüklerimizle bir türlü geçmeyen sonraki günlerimiz karşımızda belirdiğinde, işte o mahzun sorularımız diklenirler dudaklarımıza; neden buradayım, sen neden buradasın, biz hepimiz neden buradayız?

Ben neden burada olduğumuzu, bu ağır yükü yüklendiğimizi bilmiyorum. Sırtımızda kat kat günahlarımız ve onların aralarına sıkışmış sevaplarımız karışmış birbirine. Hangisi az, hangisi çok bilmiyoruz. Bu ağır yükü yüklenmek için gelmedim buraya ben, hiç kimsenin de geldiğini sanmıyorum yeni doğanların yüzlerindeki o yabancı şaşkınlığını izlerken. 

Görmüşsünüzdür ya da görmek için bir daha bakın; doğumun o sersemletici sarsıntılarından sıyrılıp kendine geldiğinde bakın herhangi bir bebeğin gözlerine. Göreceksiniz o yabancı şaşkınlığını; geldiği yerden bir şeyler bildiğini anlarsınız, tıpkı sizin birdenbire girdiğiniz ve beklemediğiniz kalabalık bir ortamda yaşadığınız yabancı şaşkınlıkla bakmaktadır o size ve çevresine.

Her geçen gün daha fazla tanıştığımız bu dünya ile ve içindekilerle kurduğumuz ilişkilerin hiçbiri bizim kendi özgür irademizle seçip kurduğumuz türden değildi; başımıza gelenlerin hepsi, bizim seçmediğimiz ilişkilerden doğmuştu, seçip ayırt edebilecek yaşa geldiğimizde de iş işten geçmişti; ya içindeydik seçilmeyeceklerin ya da bedenimize, ruhumuza giydirilmiş olan duygularla ve düşüncelerle kuşatılmıştık. 

Neyi seçersek seçelim, günahkarlardan farkımızı kalın çizgilerle çizmeye çalışsak da, neyin günah neyin günahtan uzak olduğunu bile bile kaçamayacaklarımızla baş başaydık; günahların içine serpiştirilmiş keyiflerden aldığımız hâzlar, sevapların içindeki kederlerden aldığımız hâzlarla birbirine benzemişti. Günahların o esir edici serkeşliği ile yürüyüp gittiğimiz yolların kıyısında durup düştüğümüzde, sırtımızdaki kat kat yüklerden bitâp düştüğümüzü hep nefes nefes bildik, kelime kelime süzdük. Biz neden buradaydık?

Biz bildik, ben de bildim; “Biz neden buradayız, ben neden buradayım?” diye sorabilecek akla erişmek üzere buradaydık. Ama bu hiçbir zaman, ‘eğer burada olmasaydık bu soruyu da sormazdık’ gerçeğinden uzağa gidemedik. Bu soruyu sorabilecek kadar yaşamaktı esas olan; ayırt etmek iyi ile kötüyü ve iyiyi Allah’ın emrettiği üzere yapmak, kötüyü Allah’ın emrettiği üzere yapmamak için. Neden iyiydi iyi, neden kötüydü kötü? Biz bunu aklımızla gördüğümüzde, irademizle seçtiğimizde belki de hoşlanmadığımız yüklerimiz yüzünden sorduk hep aynı soruları: “Ben neden buradayım? Bu yabancı diyarda ne işim var, bu gördüğüm varlıklar neden bana benziyor?”

Hangimiz sevdik ki ilk geldiğimizde buraları? Sevmek, beğenmek neydi biliyor muyduk? Hepimizin gözlerinden dışarıya bakan pencerelerimizde o ilk günlerde gördüklerimiz var, hepsini satır satır hatırlamasak da, onların hepsi bizim pencerelerimizden içeri girdiler, bizi inşâ ettiler, biz dışarıdan gelenlerle içimizdekileri birleştirdik kendimizden habersiz… Hem iyi doldu içeriye hem de kötü. Şimdi boynumuz bükük serin dalgaların arasından tek tek her ayrıntısı ile gördüğümüz ağır yüklerimizle dolaşır olduk, kıza kıza, terslene terslene sormaktan bıkmadık: “Ben neden buradayım?”

Önünüzden ağır aksak ilerleyen yaşlıların her adımına dikkatle bakın dostlarım. Sığındığınız limanlarda değil, kaçtığınız dağların tenha mağaralarında değil, hayatın hay huyu içerisinde iken, elleriniz ayaklarınız titremez, hırıltılarınız göğüs kafesinizi boynuzlamaz iken bakın. Bir gün, eğer ömrünüz vefâ ederse sizin adımlarınızmış gibi bakın o her bir adıma. O her bir adıma yüklenen yeni nesillerin sırtındaki kırbaçların izini görün.

İşte onlar, o ağır aksak ilerleyen yaşlılar attıkları adımlarda sırtlarındaki kırbaçların izini ararlar, onlara ‘Ben neden buradayım?’ dedirten ve kendilerinden sonrakilere de aynı şekilde miras bıraktıkları o izlerdir. Bazen hatırlarlar nefislerinin kahırlanmaları arasından çıkıp gelen ellerinde salladıkları kırbaçların izlerini... Kim bilir hangi ‘Ben neden buradayım?’ sızlanmalarının müsebbibi olmuşlardır.

Kahvelerinizi içtiniz mi dostlarım, hava hararetli. Bakmayın siz güneşin aldatıcı dokunuşlarına… Kış ansızın çöker insanın başına, tıpkı uzak ufuklarda ölümünü gözleyen yaşlılara ansızın çöken ecel gibi.

Allah’a dua edin, tevbe edin yükleriniz için. Çünkü bütün sorularımızın cevaplarını bilen sadece Allah’tır; biz ona isyan edemeyiz, buna aklımız da irademiz de elvermez. “Mülk Allah’ındır”, demez boşuna Allah; kibrinizi yenin ve şeytanın her an kışkırttığı nefsinize şöyle söyleyin; “Sen bir mülksün; sahip değil!”

Yabancı şaşkınlığınız geçtiğinde, sırtınızdaki yüklerin ağırlığı ile artık soramayacağınız sorularınız olacaktır.

Hoş ve hoşnut kalınız.

Selam ve sevgiyle.

<<Önceki                        Sonraki>>


Yaşlı Bilge, 09.01.2021, 22:46Sonsuz Ark, Peynir Gemisi'nden, Sınanmış Renkler 43




Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.


 

Seçkin Deniz Twitter Akışı