8 Temmuz 2018 Pazar

SA6459/KY71-ATANTİK22: İnsan Bu Suçlu…

"Bir döngüsellik kuşatıyor hepimizi, dünümüzü, bugünümüzü ve yarınımızı…"


Gök masmavi...

İnsanın yüzüne gülüyor bulutlar... Havanın güzelliği yüreğimi sevince gark ediyor. Bulutlar, dans ediyor... İzleyene seyir keyfi... Yaşam cıvıldaşıyor... Varlık sevinçle titriyor...

Gök gürlüyor...

Kulakları sağır edecek ve gözleri köreltecek bir ses ve ışık demeti etrafı sarıyor... Yağmur fırtınaya dönüşecek bütün emareleri gösteriyor. Hava bir anda zifiri karanlığa dönüşüyor...

Yüreğim yerinden çıkacak kadar sarsıyor beni...

Havanın hali, yüreğimi daraltıyor. Asabım bozuluyor. Nefes almakta zorlanıyorum… Bir anda derin düşüncelere gark oluyorum. Kayboluyorum zihnimin dehlizlerinde… Geçmiş ile geleceğin buluştuğu hafızamda her şey allak bulak oluyor… Sarsılıyorum, sarsılmaktan korkarak, daralıyorum, daralmaktan korkuyorken hafızamın baskısı bütün korkularımı geride bırakan bir dehşetli duruma sürüklüyor… İnsan mıyım, beşer mi? Bu soru rahatımı bozuyor… Kulaklarımda Cuma hutbesinde dikkatimi çeken ayetin meali çınladı: insan, hayvanlardan da daha aşağı bir varlık…

Hava çok yüklü... 

Dünyada olup bitenin yüklendiği havada suç yok… İnsanlar eliyle gerçekleşen her iyilik ve kötülük havanın yükünü oluşturuyor. Kelimeler yüklüyor bu yükü… Duygularımızın rengi, hayata dokunuşumuz ve tavırlarımızın ahengidir yükü belirleyen…

İnsanların yüklerini arttıracak kadar yüklü... 

Bir döngüsellik kuşatıyor hepimizi, dünümüzü, bugünümüzü ve yarınımızı… Biz havaya neyi yükledi isek o da bize tekraren onu yüklüyor. Kızmaya ve küsmeye hakkımız yok… Ellerimizle ve aklımızla kazandıklarımızla besleniyoruz… İrademiz bizi belirliyor ve hayatımızın istikametini tanımlıyor, hiç kimseye öfkelenmeye ve suçlamaya hakkımız yok, bilelim…

Derinden bir ateş kalbimi yakmaya başlıyor.

Vicdan azabıdır bu… İnsanın pişmanlığının yakıcılığını bilen bilir… Önce pişman olmak, sonra o pişmanlığın gereği olan vazgeçişler… İşte o zaman insan kalbini dağlar ve onu asli konumuna geri konumlandırır.

Kalbim bütün heyecanını kuşanarak başı kesilmiş tavuk gibi çırpınmaya başladı.

Sorumluluğun ağırlığından başım döndü… Yükün ağırlığı omzumu çökerttiği gibi yüklediği amaçla da kalbim atmaya başladı… Heyecan yerini vecde bıraktı… Bulmak, belki doğru kelime bu… Vecd hali bulma hali olduğu zaman kalbi yerinde durduramazsın… Aslında kalp, hakikate dair bir veriye sahip olunca yerinden fırlayacak gibi bir sarsılışa zemin oluyor. Kalp sahibini bulmalı, önce çıldırasıya çarpıntı yaşamalı sonra sakinleşip sükûnet ile buluşarak asli fonksiyonuna kavuşmalı…

Hayat, kendi akışında seyrediyor…

Kedi yavrusunu emziriyor. Anne, yavrusu ile oyunlar oynuyor, türlü şaklabanlıklar yapıyor. Yavru büyük bir güvenle annesinin sabrını zorluyor. Hâlbuki kediler yavrularını belli bir süre sonra terk ederler ve onları yaşamın zorlu koşullarının kollarına bırakarak en büyük imtihana tabi kılarlar... Bırakılan yavru kedilerin çoğu erkek kediler tarafından yenir... İşte yaşamın imtihanının zorluğu... Hangi sürpriz/mucize o yavru kediyi hayata tutunmaya itecek... Bir gün bütün anneler yavrularını terk edecekler…

Orada hemen yanı başımızda ‘uyanık’ biri, ağacın da canlı olduğunu bilerek bir ağacı suluyor. Su köküyle buluştukça ağaç, geriniyor ve bir canlılık emaresi olarak yapraklarını sallıyor. Rengi açılıyor. Kendi dili ile sevinç naraları atıyor. Aynı sevinci ağaca su veren kişiye de bulaştırıyor. Duygularımız bulaşıcı, hayatın bulaşıcı oluşu gibi…

Araba son surat bir hızla rüzgârı yüzüme çarpacak şekilde geçti, gitti caddede... Geride toz bulutu kaldı. İçindeki yüksek volümlü müziğin sesini dinleyen kişinin ‘boşluktaki bakışı’ oradan geçen her ‘uyanığın’ göreceği şekilde hala ‘havada asılı’ kalmış gibi...

Bir köpek, küçük, yaramaz çocukların taşlarından korunmak için atağa geçip, hızla koşarak, oradan uzaklaşmaya çalışıyor, zor değil tedirginliğini yüzünden okumak... O’da bir sığınak arıyor. Her varlığın sığınak arayışında olduğu gibi…

Bir kuş dala kondu. Ötmeye başladı. Etrafa sessizlik çöktü... Kuş sesinin oluşturduğu sükûnet ruhlara da sirayet etti… Birden her taraf huzur doldu…

Bir oğlan ile yaşıtı kız el ele tutuşmuş, hayatın rutin akışının dışında birbirlerinin gözlerinde kaybolmuşlar, etraflarından bihaber, birbirleri ile cilveleşiyorlar. Başlarına gelecek olandan habersiz...

Bir müzik sesi kulağımı tırmaladı. Çocukların gürültüsü etrafı doldurdu. Şen şakrak sesleri havada yankılanıyordu… Okul paydos der de… Çocuklar dağılmaz mı? Her dağılma bu kadar gürültülü olur… Fark edene...

Bir satıcı, avazı çıktığı kadar bağırıyordu, -patates, domates, yerli bunlar, ucuz-... Pencereden bir kadın başını uzattı... -Bana da iki kilo patates-… Alt kattaki komşunun da penceresi açıldı… -Bana da iki kilo domates, ama seç ver, bak karışmam, geçen verdiğinde çürükler çıkmıştı- diye seslendi satıcıya... -Olur mu abla- dedi satıcı, -ben çürük mal satmam-...

Küçücük bir çocuk annesinin tuttuğu elini kurtarma uğraşısı veriyordu. İkide bir elini çekiyordu. O kurtulmaya çalışırken annesi de onun elini daha sıkı kavrıyordu. İki zıt eylemi aynı anda gözlemlemek... Çok ilginç geliyordu. -Hakikatin tezahürü bu zıtlıkta gizli- diye geçirdi içinden…

Bu kadar şeyi, birkaç dakika içinde aynı anda yaşadığıma inanamıyordum. Belki de tanık olmadığım daha nice şey de aynı anda gerçekleşmiş oluyor, ama ben bilmiyorum...

Şu anda doğanların oluşturduğu yaşam sevinci ile ölenlerin oluşturduğu acı ve hüzün aynı anda, aynı zeminde gerçekleşiyor. Yaralıların ve iyileşenlerin de aynı zeminde bulunduğu gibi... Kimi yârinden kopuyor, yüreğine taş basıyor, kimi de yârine kavuşuyor, düğün dernek, vuslat yaşıyor. Ama bu gök kubbenin altında hepsi olup bitiyor...

İlginç değil mi?

Gök yüklü...

Bazen bir gerilim yüklenip boşaltıyor, bazen de aşk yüklenip boşaltıyor... İşte kim neye talip ise onu arayıp buluyor veya o onu buluyor... Her iki halde de insanın isteğinin gerçekleşmesinin zeminini oluşturuyor.

İnsan ise bütün bu olup bitenin dışında, ‘kendi yaşamına’ sığındığında; kendi yaşamının farkına dahi varmadan bu hayatı terk ediyor. O zaman yaşadı mı, yaşamadı mı sorularının varlık kazanmasına sebep oluyor…

Bırakalım, hayatın akışına boş gözlerle bakmayı… Temaşa edelim, neler olup bittiğini anlayacak bir gözle... Hayrete düşelim, hakikat ile yüz yüze geldiğimizde… Çözelim, işin sırrını... Gelelim, kendimize... Anlayalım, varlığın üzerinde bulunduğu doğru zemini... Düşünelim, bir saniyede neler olup bittiğini… Hayranlıkla, perdeye aktaran Yönetmen’e... Eğilelim, saygı ile huzurunda…

Bir kukla olmaktan çıkış biletinin cebimizde olduğunu hatırlayanlarımızın özgürlüğünü eline alacağını bilelim... Özgürlük ise her ne olup bitiyorsa bunu izlemenin, hayretle takip etmenin ve bilmenin o tanıdık güvenine sahip olduğumuzda gerçekleşir... O güven üzerinden ‘kendimiz’ olalım, bize verilen rolü çok iyi oynayalım... Hatta oyuna ‘renk’ katalım, kendimizden bir şeyler ekleyelim... Alanımızı genişletelim... Yeni senaryolardaki yerimizi de garanti altına alalım...

Buyurun, söz sizde...



Abdülaziz Tantik, 08.07.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Düşlemek



Sonsuz Ark'ın Notu: Abdülaziz Tantik  Beyefendi'ye, bütün samimiyetiyle yazdığı yazıları bizimle paylaştığı için teşekkür ederiz... Seçkin Deniz, 31.03.2018







Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı