9 Aralık 2017 Cumartesi

SA5299/KY26-CA166: Roman Aşısı

"Döne döne okunan bir roman, ortalama bir şekilde kabul gördüğünden de öte geçen bir değer."


Gecikmiş roman okurluğu telafi edilebilir mi? Bir fakihle yolculuğumda konuşmuştuk bu sorudan yola çıkarak. Dindar bir adam olan babasının, dini ilimler alanında gelişmesine engel olacağı kaydıyla kendisine roman okumayı ve futbolu yasakladığını söylemişti, medyatik bir şahsiyet olan fakihimiz, buruk bir dille. 

Bu konuşmayı yaptığımız dönemde yaşı altmışa yakındı sanırım. Roman kültürü konusunda eksiklik duyuyordu. Her öğrenmenin bir çağı var, roman ise herhangi bir zamanda bir ucundan öğrenme sürecine dâhil edebilir kişiyi, bunun örnekleri az değil. AKDAV çevresinden Şehit Ramazan Sarıkaya gecikmiş ve coşkulu bir roman okuruydu. Güray Süngü’nün Kış Bahçesi romanının kahramanı Harun, bir başka gecikmiş ama tutkulu bir roman okuruydu.

Roman okurluğuna gecikmişler, önlerinde yükselen klasikler dağını tırmanmayı göze alamayarak vazgeçebiliyorlar bu öğretici yolculuktan; oysa zararın neresinden dönülse kârdır. Okuma korkusunun ürettiği açıklamalar sökün ediyor ardından, klasikler komplo teorileriyle değersiz kılınmak isteniyor. Beri taraftan Sezai Karakoç’tan kızlarım için aldığım biricik tavsiyeydi: “Klasikleri okusunlar.”

Klasik bir yerden sonra yerli-yabancı ayrımını da ortadan kaldıran bir birikim. Türk romanı hiç de yoksul değil. Küresel sistemin vitrininde yer almıyor olmak sanat ve edebiyatta güçsüzlük anlamına gelmiyor. Güçsüzlüğü oluşturan kendi gündeminden yoksunluk, kendi kıymet ayarlarını şaşırmak.

Yeni Şafak Kitap Eki’nin Kasım sayısında yer alan, Hatice Saka’nın hazırladığı klasiklerimizle ilgili soruşturma, klasik olana özgü farkı belirginleştirmesi açısından bir hayli dikkat çekici.  Beş roman beş öykü kitabı soruşturmasına cevap veren yazarlar arasındaydım. Roman açısından sahip olduğumuz potansiyel ve birikimi düşünme fırsatı buldum bu soruşturma vesilesiyle.

Yeni Şafak Kitap’ın soruşturmasına gelen cevaplardaki ortaklık, her kesimden yazarın ittifak ettiği isimlerle dikkat çekiyor. Ömer Seyfettin, Ahmet Hamdi Tanpınar, Kemal Tahir, Sait Faik, Orhan Kemal, Sabahattin Ali, Mustafa Kutlu, Rasim Özdenören, Oğuz Atay, Füruzan, Reşat Nuri Güntekin…

Bu edebi beğeni, kutuplaşmalarda ortaya çıkan gerginliklere rağmen yine de bizi ayakta tutan ortak köklü değerler üzerine düşündürüyor. Akışkan, çatışmalara açık bir coğrafyada konumları ve kavramları alt üst eden zor bir dönemi aşmaya çalışıyoruz. Bizi aramızdaki fay kırıklarını harekete geçirmeye dönük yöntemlerle iç savaşa sürüklemek istiyor, başaramıyorlar. Bütün zaaflarımıza ve hatalarımıza rağmen düşmüyoruz iç savaş tuzaklarına.  Çünkü kendimizin bile farkına varmadığı ölçüde belki, varlığımıza ilişkin tanımları aşan hassasiyetlerimiz, kaygılarımız var. Süzülmüş, oturmuş tecrübelerin teyakkuzu, türlü kurgular ve kamu mühendislikleri karşısında “acaba?” sorusuna yol açıyor. Roman, esnek bir “biz” varlığı üzerine derinlemesine düşünmenin de atölyesi.

Yeni Şafak Kitap Eki’nin soruşturması bunu bir kez daha gösterdi: Döne döne okunan bir roman, ortalama bir şekilde kabul gördüğünden de öte geçen bir değer. Romanlarımız, sağlam sütunlarından birini teşkil ediyor,  kırılıp dökülmek istenen varlığımızın.

Fakihlerimiz roman okusa, sonuçta “din adamlığı”na özgü anlatımlar zenginleşir, böylelikle edebiyat laf cambazlığından öte geçen bir anlamda değer kazanırdı. Bu anlam da empati yeteneğini güçlendiren etkisinin yanı sıra kamusal ve özel hayatlarımızda mevcut dil uçurumlarını ortadan kaldıran yeni bir muaşeret dili kazanımı şansı anlamına gelirdi.

* * *

Suat Köçer’in zengin dili ve kurgusu

Suat Köçer’i evvela öykü yazarı olarak tanımıştım. “Bu Ne Biçim Cumartesi” dünyanın aksaklıklarını düzeltme azmi içindeki gençlerin statükonun direnci ve küreselleşme kültürünün kuşatması karşısında geçirdikleri sorgulamanın öykülerinden oluşuyordu. Sonra “Dokuz Canlı Hikaye” geldi; kedi bakışlarıyla gözden geçirdik insanlığımızı zayıf düşüren halleri, bu kitabın öykülerinde. Hayatı derinlemesine kavrayan bakışıyla ve olağanüstü diyaloglarla yazdığı öykü kitapları Suat’a yetmedi. Yıllarca Film Arası dergisini çıkardı, sinema yazıları yazdı, kısa filmler yaptı, uzun metraj filmleri için düşünüp çalışmayı sürdürdü. Bir edebiyatçı için ender rastlanan bir özellik olan ekip çalışmasına yatkınlığı, sinemaya geçişini izah ediyor. 

Coşkulu bir dille senaryolarını anlatır Suat, ortadan kaybolur bir zaman ve kısa filmini çeker… Film Arası dergisinden arkadaşlarıyla içtenlikli yolculukları dergi yayımlanmadığında bile sürmüştür. O hep bir şeyler kuruyor, kurguluyor ve etrafı harekete geçiriyor. Eyüp Caferpaşa Medresesi’nde birlikte İrfan Sineması programını yaptık. Proje Suat’ındı, beni de katılmaya ikna etti. Gerçekten çok zevkli ve öğretici bir çalışma dönemi geçirdik. Derviş Zaim, Faysal Soysal, Mesut Uçakan, Akif Emre gibi isimleri konuk ettik.

Suat çoktan üçüncü öykü kitabını çıkarmalıydı, ancak onun için sinema giderek ilk sırayı aldı. TYB İstanbul Şubesi tarafından düzenlenen Edebiyat Mevsimi programının konusu bu sene geçen hafta kapsamlı bir etkinlik halinde tartışılan sinema ve edebiyattı. Suat bu programda sinema ve festivaller bağlamında konuştu, ancak sinema ve edebiyat üzerine de söyleyecek çok sözü olduğu muhakkak. 

Edebiyatla sinemanın etkileşimi elbette önemli, içinde yaşadığımız seyir ağırlıklı çağda bu etkileşim zaten kaçınılmaz. Suat’ın çalışmalarında bu etkileşim bir vazife bilinciyle gerçekleşmiyor. Edebi türler arasındaki muğlak sınır onun tecrübesinde sinemayı da halkaya dâhil ediyor, öykülerini okurken fark ediyorsunuz bunu. Edebiyat sinema için değil bu bakışta, ikisi artık iç içe geçmiş başka bir disiplin oluşturuyor.

Türk sineması üzerine, yönetmenler üzerine saatlerce konuşabilir Suat ve şaşırtır daldığı ayrıntılarla. Hiç de kariyerist olmadan, mesaisini sadece “bizim nasıl bir sinemamız olabilir?” sorusuna adamış olması çok rastlanır bir durum değil. Bu yıl başarıyla tamama erdirdiği Malatya Film Festivali yöneticiliği, istisnai bir tecrübe olsa ve Suat artık öykülerine dönse, uzun metrajlı filmini yapsa… Çok değerli bir müellif yönetmenin, Ahmet Uluçay’ın güzelim senaryolarını filme dönüştüremediği bir sinema ortamı açısından bakılırsa, bu temennim gerçekçi bulunmayabilir. Neyse ki Suat geçmişi sadece öğrenmekle kalmıyor, yorumlayarak sürdürüyor hayatın içinde.



Cihan Aktaş, 09.12.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Perspektif Yazıları, 



Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır.  Seçkin Deniz, 09.05.2015

Yazının ilk yayınlandığı yer: Gerçek Hayat





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı