13 Aralık 2015 Pazar

SA2188/AŞ69: Erdoğan, Davutoğlu, Gülen, Yeni Medya ve İnsan’ın Mayası’ndaki Sorun

“Bu memleketin kişilerden daha büyük birçok sorunu var; istikrar, terör, ekonomi, özgürlük. Erdoğan ve Davutoğlu tüm güç ve yetkilerini kullanarak iktidar üzerinden yürüyen çıkar savaşlarına müdahil olmak zorundalar; severek ya da sevmeyerek; isteyerek ya da istemeyerek.”


İnsanın mayasında bir sorun var. Allah, bu mayayı öyle bir yapmış ki; insan her an sınansın, her an iradesi ve nefsi arasındaki savaşta üretilen gerilimden bir hayat çıkarsın. Bugün bunu düşünüyorum. Bugün bunu düşünürken yaşadığımız ya da ilgilenerek yaşadıklarımıza dahil ettiğimiz her şeyin bu mayadaki sorunla ilgili olduğunu fark ediyorum. Gerçekten zor bir sınanma bu; çok ağır bir yük.

Hem öyle bir yük ki; aynı gemide yolculuk yapanları birbirine düşürüp gemiyi beraberce batırmalarına neden olabildiği gibi, aynı gemiye kanat takıp uçurmalarına da el veriyor. Dünü düşünüyorum; Erdoğan’la Fetullah Gülen’in koordineli çalıştıkları dönemde darbecileri ve 'Sömürgeci Beyazlar'ı Türkiye’nin karanlık atmosferinden çektikleri zamanları. Darbeciler tasfiye edildikten ve Gülen’in desteklediği -kim bilir belki de tasarladığı- ve ölüleri bile oy kullanmaya davet ettiği 2010 referandumundan sonra olanlara bakıyorum.

Mit Müsteşarı üzerinden Erdoğan’ı tutuklamaya giden yolun kasıtlı niyeti devlete hükmetmekti; Gezi isyanı teröre dönüşürken Gülen’in birdenbire ortaya çıkan ‘Diktatörlük’ söylemi ve aynı yılın sonunda sonra bağıra çağıra gelen 17-25 Aralık 2013 Erdoğan’ı devirme, bileklerine kelepçe takma-tutuklama girişimi… Bütün bunlar 2010 referandumu sonrası değişen HSYK’ya hükmedecek kadar güçlenen bir organizasyonun kendisinden başka güç tanımayacağı anlamına geliyordu.

Zaten emniyet içinde -bizzat Erdoğan’ın “Ne istediler de vermedik?” siteminden de anlayacağımız üzere- darbecilere yönelik yargılama sürecinde etkili makamlara getirilen, aslında ta 80’li yıllardan beri kadrolaşan Gülen’in şakirdleri, delil üretme, fezleke hazırlama konusunda uzman olduklarından, Erdoğan’ı da ABD ve İngiltere’nin desteği ile tutuklayacak kadar tecrübeye sahip durumdaydılar.

Nitekim darbecilerin yargılanma sürecinde şakirdlerin hazırladıkları fezlekeler, ürettikleri veya ilişkilendirdikleri deliller hukukun sadece formel kısmına hitap ediyordu, ahlaki kısmına değil; tabi darbecilerin neyi ne kadar yaptıklarını biz sıradan vatandaşlar bilemediğimiz için adil bir yargılanma yapılıyor sanıyorduk. Ta ki casusluk davalarındaki içerikler, ilişkilendirmeler mantıksız gelmeye başlayana kadar.

Nihayet geldiğimiz noktada anladık ki; maksat darbecilerin yargılanmasına yönelik açlığımızı kullanarak aslında darbecileri serbest bırakacak bir düzenek kurmakmış ya da organizasyona itaat etmeyen askerleri cezalandırmakmış…

17-25 Aralık Erdoğan-Gülen koalisyonunun bittiğinin resmî ilanı oldu. Şurası net; Koalisyon darbecilere karşı kazanılan keskin zaferden sonra dağıldı. Bu arada dağılan bir şey daha vardı; Ak Parti vekilleri, teşkilatları, bürokratları ve destekçi medya holdingleri ve gazetecileri. Gülen’in hâkimiyet serüveni Ak Parti’nin ruhuna sirayet etmiş, birçok devlet memuru insan ve gazeteci geleceğinden korkarak ya susmuş ya da tarafsız kalmaya karar vermişti. Bu en doğal karşılığıyla Erdoğan’ı yalnız bırakmaktı.

Zemin önceden hazırlanmıştı. ABD ve müttefiklerince İran’a uygulanan ambargoyu dolarla delemeyen Türkiye ve İran yönetimleri altınla delmeyi başarmışlardı ve bu arada paranın döndüğü yerde çıkarlar da döner mantığı ile potansiyel çıkar alanından suç da bulunmuştu. Gülen’in şakirdleri fısıltı gazetesi ve cemaat medyasının dezenformasyonuyla Erdoğan’ı ve ailesini, bazı bakanları ‘suç işlemiş’ olarak insanların aklına kazımışlardı. Cemaat adildi, Allah’tan korkardı falan.

Yalnızlaştırma o kadar profesyonelce yapılmıştı ki; vekilleri, bakanları bile Erdoğan’ı destekleyici açıklamalar yapmamışlardı. Türkiye o dönemde gerçekten adil bir yargı sistemine muhtaçtı; heyhat belki de tarihin en adaletsiz yargısı teşkil ettirilmişti 2010 referandumundan sonra… Şimdi her biri yurt dışına kaçan yargı mensuplarını görünce daha başka düşünüyor insan. Adalet, Allah korkusu hepsi hikâyeymiş… 

Bunu en iyi öğrenen de Erdoğan oldu. Tam bir yıl devleti kontrol etmeye çalıştı Başbakan Erdoğan; Cumhurbaşkanı seçildiğinde de devlete hükmedemiyordu. Cumhurbaşkanı Gül de Gülen’e paralel olarak Erdoğan’ı yalnız bırakan ve çelişkili, özgüvensiz açıklamalarla tarafını belli eden bir tutum sergileyerek 'Koalisyon'dan ayrıldığını herkese net bir şekilde gösteriyordu. 

Bugün Gül’ün, Arınç’la beraber Ak Parti’nin dışına itilmesinin de tek sebebi buydu.

Gülen’i gerileten, Erdoğan’ı güçlendiren Mart 2014 yerel seçimleri ile Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonuçlarıydı. Halk Erdoğan’ı yalnız bırakmamıştı ve Gülen’e karşı açıkça tavır almıştı. Kendi seçtikleri Erdoğan’a dokunulmasına tahammül edememişti seçmen.

Bugün toplum, cemaatin tasfiye edilmesine de, yargılanmasına da adaletin sağlanmasına yönelik bir girişim olarak bakıyor. Darbecinin silahlısı da silahsızı da, Din düşmanı da dindar görüneni de halka aynı görünüyordu. Bence Türkiye’nin en büyük kazancı da bu oldu; demokrasiyi öğrendi halk, kendi gücünü anladı ve bu anlayış  demokratik gücünü Erdoğan’ı bir yıl sonra 7 Haziran 2015’te uykusuz bırakacak bir şekilde kullandı da. 1 Kasım 2015’te güç tartışmasına son noktayı koymasını da bilen bir halk vardı artık; herkes ayağını denk alacaktı.

1 Kasım 2015, Türkiye’de başka bir tarihsel dönemin başlangıcı diye düşünüyorum, ama bunu henüz anlamamış birkaç grup var Ak Parti bünyesinde. Meclisteki vekiller arasında kısmen onarılsa da, bürokraside ve medyada ya da iş dünyasında arıza sürüyor.

Arıza, başlangıçta bahsettiğim ve aslında ilk önce Gülen’e, Gül’e ve Arınç’a kaybettiren mayadaki sorundan kaynaklanıyor. Bir sinerjiye dönüştüğü gibi büyük bir yıkıma da dönüşen irade-nefs savaşı her şeyin sorumlusu. Bu savaşa ABD’nin veya İngiltere’nin İsrail’in, İran’ın dahlinin önemi yok, nihayetinde iddia edildiği gibi Hilafet gelecekse ve Halife adayı hazırlanmış Gülen ise, tüm her şey buna göre hazırlanmışsa bu bir kişide düğümleniyor demektir. Nefs istiyorsa, irade buna ‘Hayır’ diyemiyorsa bu savaştan şerden başka bir şey çıkmazdı, çıkmadı da.

Gülen ve cemaati, eski mağdur(!)ların  hasmâne tutumları ve itirafları da kullanılarak tasfiye edilirken ve Ak Parti genel başkan değiştirirken birileri yine boş durmadı. Davutoğlu üzerinden Ak Parti'de bir dağıtma operasyonuna girdiler.  

Ak Parti ele geçirilememişti; bu kez Ak parti zayıflatılacak ve yeni bir parti kurularak yola devam edilecekti. O güne dek Ak Parti’yi kurumsal olarak Erdoğan’dan ayıran ve titizlikle partinin kurumsal itibarını koruyan organizasyon, yönetimde etkili olmak için kürek çekmeye devam etti. 1 Kasım’dan sonra kurulacak hükümette mason bakan tartışmasına kadar da Ak Parti içinden kimse ciddi bir sonuç çıkmasına izin vermedi.

1 Kasım sonrası Yeni Şafak gazetesinin internet sitesi mason bakan ihtimali üzerinden bir ‘tehdit savurdu’. Muhatap kimdi anlayamadık. Ama Erdoğan hükümet kurma görevi vermek için bir türlü Davutoğlu’na randevu vermiyordu. Çok ciddi hükümet tartışmalarının sürdüğünü o zaman anladık. Ki; tabandan gelen tepkilerden sonra nihayet sorun çözüldü ve hükümet geç de olsa kuruldu.

Ortalık süt liman olmuş görünse de hiçbir şey göründüğü gibi değildi, insanın mayasındaki sorun çıkarlar üzerinden irade-nefs savaşını yeniden gündeme taşımıştı. Gülen'i tasfiye eden koalisyon da dağılıyordu. Bir yanda hükümette bakan olan Erdoğan’ın damadının kardeşinin yönettiği Turquvaz Medya diğer yanda Yeni Şafak ve ilginç çıkışlarla ünlü bazı yazarlarıyla Yeni Şafak’ı da içeren Albayrak Medya. Anlaşılıyordu ki; Erdoğan’ı yalnız bırakmadığını düşünen iki medya grubu iktidar üzerinde etkili olmak için anlaşamıyorlardı.

Mesele Erdoğan’ı yalnızlaştırmak ve devirmekse diğer mesele de bu darbe girişiminde Erdoğan’ı yalnız bırakmak veya bırakmamaktı. 17-25 Aralık sonrası Erdoğan haklı olarak kişisel tasarruflara girdi. Damadını hükümete bakan olarak dâhil etti ve kendisini destekleyenlere ayrıcalıklı davranmaya başladı.

Erdoğan’ın iktidar döneminde parlayan ve toplumun belli bir kesimi tarafından tanınan birçok isim zuhur etti 'Yeni Medya' da. 17-25 Aralık testinden de sağlam geçtiğini düşünen bazı Erdoğan destekçisi isimler diyet istemeye başladılar. Ben diyet diyorum, zira en küçük bir anlaşmazlıkta “Ben Erdoğan’ı yalnız bırakmadım” plağını döndürmeye gayret eden bazı isimlerdi bunlar. Bir süre sonra “Yalnız bırakmadın diye devlet ayaklarının önüne mi serilecekti?" demeye başladı insanlar.

Yalnızlık üzerinden süren-sürdürülen bu mücadelede Erdoğan daha güçlü bir şekilde devlete hükmetmeye devam ettiği için birçok şeyin üstü örtülüyor görünse de durum hiç öyle değil. Erdoğan’ın danışman olarak seçtiği isimlerde de en temel kriter ‘zor zamanlarda kendisini destekleyen olmak’.

Bu Erdoğan’ın hakkı, bu doğru; danışmanlarını seçmesi kendi bileceği iş, ama işin bir de liyakat ve ahlak kısmı var. Bu işler tekme atarak ya da belde çift silahla dolaşarak, altyapısı hazırlanmamış hayali ekonomik modeller pazarlayarak yürümüyor.

Erdoğan’ın damadı üzerinden eleştiriliyor olması tuhaf. Zira damadı da herhangi bir Ak Partili gibi aday olabilir, bakanlığa atanabilir. Siyaset bir deneyim işidir ve Avrupalılar gencecik insanlara başbakanlık bile verebiliyorlar. Burada sıkıntı Erdoğan’ın damadı olmanın bazı şeylere yetiyor olacağına inanan bir damat meselesi bence. Ve tabi işin kişilik kısmı devreye girince sorunlar çıkıyor, eleştiriler ayyuka çıkıyor, medyada dalgalanmalara neden oluyor. Her iki medya grubunda kılıçlar çekiliyor ve ekranlardan dedikodular savruluyor piyasaya.

Ben Erdoğan’a, Davutoğlu’na, ‘Yeni Medya’ sahiplerine ve gazetecilerine şunu hatırlatmayı gerekli buluyorum. Halk sorun istemiyor, halk egoların egemenliğine tamamen karşı; herkes haddini bilerek ülkeye hizmet edecek, etmek zorunda. Çünkü her gün bu memleketin çocukları ölüyor, öldürülüyor. Herkes işini yapsın ve herhangi bir huzursuzluğa neden olmasın. 1 Kasım’da halk hepinize son bir fırsat verdi, bunun kıymetini bilin.

‘Yeni Medya’ya daha çok söz söylemek istiyorum, ama başlangıç için bu kadarı yeter. O dev gibi 'Cemaat Medyası' bugün darmadağınık durumda Gülen’in kendi davası için. Gülen şimdi Kırmızı Terör Listesi'nde. Siz ondan daha güçlü değilsiniz ve herhangi bir sallantıda önce siz dağılırsınız. Tasfiyelerin sonu tasfiye olursa, bu en çok irade-nefs arasındaki savaştan yıkım çıkardığınız için olacaktır, sinerji değil.

Herkes ayağını denk alacak, haddini bilecek; kimse bundan muaf değil. Bu memleketin kişilerden daha büyük bir sorunu var; istikrar, terör, ekonomi, özgürlük. Erdoğan ve  Davutoğlu tüm güç ve yetkilerini kullanarak  iktidar üzerinden yürüyen çıkar savaşlarına müdahil olmak zorundalar; severek ya da sevmeyerek; isteyerek ya da istemeyerek. Cemaat medyası ve tasfiye edilmiş darbeciler kıs kıs gülüp el oğuşturuyorlar; dışarıdaki ortakları da meydanda.

Halk herkesi haddini aştığı anda tasfiye etti. Ak Parti de büyük bir uyarı aldı 7 Haziran’da.

Bu şaka değildi.  Bu yüzden 'İrade'yi 'Nefs'e boğdurmanın anlamı yok...



Arif Şahin, 13.12.2015, Sonsuz Ark, Şaşkınların Tarihi 69



Seçkin Deniz Twitter Akışı