8 Kasım 2015 Pazar

SA2009/KY5-PT83: Tasavvuf; Bir Düşünce Virüsü/ Tasavvuf Dünyası'ndan Hezeyan Örnekleri 3

 بسم الله الرحمن الرحيم
Bismillahirrahmanirrahim

“Tasavvuf” İslâm dünyasına hicri II. asırdan itibaren girmeye başlamış bir “düşünce virüsü"dür. 

***

Tasavvuf Dünyası'ndan Hezeyan Örnekleri 3

21. Mescidde Vaaz Verirken Peygamber Ashabı ile Teşrif Ettiler Yalanı

 Şeyh Beka (k.s.)'den nakledilmiştir ki:

Hz. Gavs, Resul-i Kibriya ile en anlamlı buluşma ve konuşmasını şu menkıbede anlatıldığı gibi yapmışlardır:

"Bir gün Gavsü'l-azam Abdülkâdîr Geylânî (k.s.)'nin mecsidindeydim. Minberin ilk basamağında vaaz ediyorlardı. Aniden sözlerini kestiler, tam bir sükût içinde durdular. Bütün cemaat şaşkın bakışıyordu. (Aynen Hazreti Ömer'in (r.a.) Medine-i Münevvere'de hutbede aniden sükûtu gibi...) Sonra minberinden aşağıya inip, bir süre sonra tekrar minber üzerine çıktılar ve ikinci basamakta oturdular. 

Şeyh Beka (k.s.) buyuruyorlar ki:

«Ben gördüm ki, minberin ilk basamağı açıldı, arası gözün gördüğü kadar geniş bir yer oldu ve sarı sündüsten bir döşeme döşediler.»

Seyyidü'l-Kevneyn (iki âlem in efendisi) insanların ve cinlerin peygamberi efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) ve eshâb-ı kirâm'ı ile beraber teşrifle, o döşemenin üzerine oturdular ve Hak (c.c.) Hazretleri Şeyh Abdülkâdîr Geylânî (k.s.) Hazretleri'nin kalbine öyle tecelli etti ki Gavsü'l-azam (k.s.) Hazretleri sendeledi. Ancak, Resul-i Kibriya (s.a.v.) onu tutup korudu.

Şeyh Beka Hazretleri menkıbeyi anlatmaya şöyle devam ediyor:

Bir müddet sonra baktım ki, Hz. Gavs, serçe gibi küçük ve zait oldu. Ondan sonra, büyüyüp, büyük cüsseli, heybetli bir hâl aldı. Sonra bütün bu zuhur eden tecellîyat gözlerimden kayboldu...

O mescidde bulunan gönül gözü açık kimseler, Şeyhü'l-Dekâ rahmetulâhı aleyh hazretlerinden Resûlüllah ve eshâb-ı kirâm'ın ruhaniyeti keyfiyetini sordular.

Şeyh Bekûallah bu soruyu şöyle cevaplandırdı:

«Gerek onlar, gerekse temiz ve pak ruhları, çeşitli suretlerde görünürler. Onları şu kimseler müşahede ederler ve görürler ki, o kimselere Hak (c.c.) Hz. ervah-ı mukaddesinin (kutsal ruhların) görme kuvvetini bağışlamıştır.»


22. Allah Azrail (a.s) Vasıtasıyla Abdulkadir Geylani'ye Mektup Gönderilmesi İftirası

Şimdi, ibretle yüce Gavs'ın vefatından önce Hak (c.c.)'nün O'na olan sonsuz sevgisini dile getirelim:

Kendileri, elbette mevti ihtiyari (arzuya bağlı ölüm) erbârından da olduklarından, ruhları kabzedici melek birden Gavs'm huzuruna gelip, ruhu pâklerini alamazdı.

Nitekim bu sır şöyle de tecelli etmiştir:

Hazreti Gavs'm vefatı anı geldikte, Azrail (a.s.) bir Arap şahıs şeklinde sûretlenerek gelmiş, kendisine bir mektup getirdiğini oğlu Abdülvehâb'a beyanla, mektubu oğluna vermiştir.

Gönül gözü açık olan Abdülvehâb (k.s.), bunun bu âlemdeki yazılara benzemeyen, lâhutî bir nağme (Gayb âlemine ait bir mektup) olduğunu anlamakta gecikmedi.

Güneş batmak üzere idi ki, Abdülvehâb (k.s.)'a verilen mektupda şu ilâhî irâde belirlenmekte idi:

Bu dünyada artık, Gavsü'l-âzâm'ın manevî görevi son bulmuş ve yüce velî, ahirete davet olunmaktaydı...

Mektup sevenden, sevilene yazılmış bir mektupdu. Bu mektupdan açıkça; Yüce Mevlâ (c.c.) Hz. Gavsü'l-âzâm'ın dediği Abdülkâdîr (k.s.)'u mahbûb (sevgili) mertebesine yükseltmişti...

Bu mektubu okuyan Abdülvehâb (k.s.), sevinçle, keder arasında kalmıştı.

Âlemlerin Yüce Rabbi'nin, pederi Gavsü'l-âzâm'ı mahbubluk sıfatına lâyık görmesi, bir yönüyle iki cihan değerinde idi. Fakat, bir taraftan da, insan olmasından dolayı, babasından ayrılacağını anlıyor, bu üzüntü ile göz yaşlarını tutamıyordu.

Söz sırası gelmişken şunu arz edelim ki:

Resûl-i Kibriya (s.a.v.)'in mir'âç gecesinde, âlemlerin yüce Rabbi kendilerine:

«Neden manevî oğlun Abdülkâdîr'i getirmedin?»

Derken, nasıl ilâhî bir sevgiyle Gavsü'l-âzâm'a muhabbetini izhar buyuruşla, Gavsü'l-âzâm'ı âhirete davet buyururken de ona «Allah'ın Sevgilisi» olmak sıfatını da bahşetmesi, aynı ilâhî esrarı dile getirmekte idi.

Gavsü'l-âzâm (k.s.) canını, cananına teslim ederken, hatiften şu nida duyuldu:

Câennidâü yâ eyyühennefsilmutmainne ircü râdiyetten mardiyye» (Âyet-i Kerîm'e)

Mana-i şerîfi:

«Yâ mutmainlik makamına gelen nefs, sen Rabbinden, Rabbin senden hoşnut ve razı olarak cennetime gir!..»

Bu, şuna işarettir ki:

Ayrılmakla, âlemi gözyaşlarına gark ederken, âlem-i beka o yüce veliye kavuşmakla, sonsuz sürür buldu.


23. Abdulkadir Geylani Bütün Cin ve Şeytan Taifesini Hükmü Altına Alıp Hapis edecektir Yalanı 

Büyük peygamberlerden Süleyman (a.s.) bir gün kendisinden sonra, Şeytan'ın ve Cinler'in mahlûkata musallat olacaklarını düşünerek, bundan elem duyarmış.

Bu üzüntü ve endişe içinde iken, hatiften kendilerine şu nida vaki olmuş:

«Ya Süleyman (a.s.)!.. Hiç üzülme! Ahir zaman peygamberi Muhammed Mustafa (s.a.v.)'in temiz soyundan, öyle secaatli bir veli gelecektir ki: Abdülkâdîr Geylânî (k.s.) ismiyle anılan o veli, bütün Cin ve Şeytan taifesini hükmü altına alacaktır. Onları ilâhî esrarı ile HAK (c.c.)'nün izni ile hapis edecektir.»

Bu hatifi (gizli) nida ve sesleniş üzerine, Süleyman (a.s.)'ın kederi sevince dönüşmüş, ferahlayan Süleyman (a.s.) âlemlerin eşsiz Meliki, Sultanı, Halik-ı kâinat'a sonsuz şükürlerde bulunmuştur.

Bundan, şu ilâhî sır meydana çıkmaktadır ki: Es-seyyid Eş-şeyh Abdülkâdîr Geylânî Hazretleri, insü cinnin (insanların ve cinlerin) hâkimidir.

Hatta melâike-i kiram dâhi, onun itaat halkasmdadır.

Yüce veli Gavsü'l-âzâm'a, halifelerine binlerce selâm-ü salât ve rahmet olsun.


24. Hayali olan Hızır’ın Abdulkadir Geylani'yi Övmesi Yalanı 

«Menâkibi Tâcü'l-Evliya ve Bürhanü'l-Esfiyâ» adlı menâki-bin, önemli ve çok üstün bir kıssası da, Hızır (a.s.)'m Gavsü'l-azam (k.s.)'u meth eden beyanıdır.

Bu menkıbe, Hızır (a.s.) ile buluşup, onunla konuşmuş olan Eş-şeyh Ebu Müdeyyinü'l-Müsebbi (r.a.) tarafından nakil buyurulmuştur.

Öyle anlaşılmaktadır ki:

Şeyh, abı hayatı su sanmayan, ariflerin büyüklerindendir. Menâkibü'l-Evliyâ'nm yirmidördüncü sayfasında şöyle deniliyor:

Yirminci Menkıbede Hızır (a.s.)'ın Gavsü'l-âzâm'ı methü senasını dile getirmektedir.

Eş-Şeyh Ebû Müdeyyin, Menkıbe! Şerifi şöyle anlatıyor:   Hızır (a.s.) haklı olarak buyurmuştur ki:

«Maşukîyet makamında bu gök kubbe altında Gavsü'l- azam ayarında hiçbir veli yoktur.»                                                      
Burada birşey daha teyid'en anlaşılmaktadır ki;

Gavsü'l-âzâm'ın makam ve mertebesi maşukiyet makamıdır. Zaten başka bir menkıbede, Allah'ü 
Zü'l-Celâl'in Abdülkâdîr Geylânî (k.s.)'u mahbub (sevilen), kendisini muhip (seven) görmesi, bu sırrı dile getirmektedir.

Gavsü'l-âzâm'a verilen mâşukiyet makamı ile ilgili olarak Hızır (a.s.) şöyle buyuruyor:

«Abdülkâdir Geylânf (k.s.) asrımızın doğu ve batıda tek ulu şeyhidir. O Gavsü'l-azam doğru bir imamdır. Bilenlerin bilgi belgesidir.»


25. Alınan Ruhu Geri Vermesi İçin Ölüm Meleği ile Kavga Etmesi Yalanı 

 Dikkat buyurulursa, Gavsü'l-âzâm (k.s.)'un menkıbelerini sıraya koyarken, önce iki cihan serveri Peygamber Efendi-miz(s.a.v.)'in mir'âcındaki esrarı, âlemlerin yüce RABBİ'nin Gavsü'l-âzâm'ına açıkladığı sevginin sonsuzluğunu dile getiren, menkıbesini ilk sıraya almıştık.

Menâkip önem derecelerine göre, hep İlâhî aşkın Gavsü'l-âzâm'datecelliyâtını dile getirmektedir.
Bir tek kelime ile ifade etmek gerekirse, bu ön sıraya aldı¬ğımız menâkibin tümü, Abdülkâdîr Geylânî (k.s)'un mahbûbi-yet (sevgililik) makamına erişmesi ile ilgilidir.

Gavsü'l-azam Abdülkâdîr Geylânî (k.s.) da tecelli eden bu mahbûbiyet sırrına, evvelce de işaret ettiğimiz gibi mâşukiyet esrarı denilmiştir.

Nitekim Hızır (a.s.) bu makam'a şöyle işaret buyurmuşlardır:

«Mâşûkiyet makamında, bu semâvat ve gök kubbenin altında, Gavsü'l-azam ayarında ve ona eş hiç bir velî yoktur.»

Şimdi anlatacağımız, ölüm meleğinin elinden kabzedilmiş ruhun kurtarılması dahi, işte bu mahbubiyetin tecellîyatmdandır.

Kıssa, Seyyid Ahmed-i Rufai Hz. tarafından büyük bir vü-sukla anlatılmaktadır.

«Menâkib-i Tâcü'l-Evliyâ»'da; Bu yedinci menkıbeye, 'Ervah'ın (Ruhların) Azrail (a.s.)'dan kurtarılması kerameti!.."

Başlığı altında temas buyurulmuştur.

Bu menkıbe Gavsü'l-âzâm'ı n mâşûkiyet (sevgililik) maka¬mında olmasından doğmaktadır.

Menkıbe şöyledir,:

Gavsü'l-azam   Abdülkâdîr   Geylânî   (k.s.)'un   mürit   ve' hadimlerinden (hizmetçi) birisinin ruhu, Azrail (a.s.) tarafından kabzedilir (alınır)...

Mevtanın hanımı Gavsü'l-âzâm'ın saygı değer eşlerinden, Bocasının ruhunun Azrail (a.s.)'m kabzından kurtarılması için yardım isteğinde bulunur.

Gavsü'l-âzâm'a gelen bu rica üzerine, Yüce Gavs murakabe âlemine dalar. Birden müşahade buyurur ki:

Ölüm meleği, sözü edilen mürit ve hadiminin ruhunu kazbetmiş ve kabzettiği o ruhu beraberinde götürmektedir.

Yüce Gavs, mahbubiyet tecellisini kullanarak, Azrail (a.s.)'dan kabzettiği rûnu, tekrar bedene iadesini ister.

Buna cevaben Azrail (a.s.):

«Ya Gavs! Bu mümkün değildir. Zira ALLAH'ın iradesi ile ben ismini söylediğin şahsın ruhunu kabzettim ve beraberimde belirtilen yere götürüyorum.» der.

Ancak, Gavsü'l-azam mâşûkiyet makamının verdiği yetki ile kabzedilen ruh’un tekrar iadesi hususunda ısrarda bulundu...

Azrail (a.s.) tekrar direnince, Abdülkâdîr Geylânî Hazretleri'nde mahbûbiyet hikmeti zahir olur.

[Dikkat buyurulursa bu hikmet şu esrara taallûk eder ki; yüce velilerin bir tek mertebei niyazları levh-i mahfuzu izni Hakla yazar, bozar tahtasına çevirir.]

O zaman, Azrail (a.s.) âlemlerin Rabbi'ne şöyle de:

«Ya Âlim, Ya Kadir, SEN her şeyden haberdarsın. Mahbubunla, aramızdaki konuşmayı bilirsin. Yüce malûmun ki; mahbubun Gavsü'l-azam beraberimdeki ruh’u geri istemektedir. İlâhî buyruğun nedir?» diye sordu.

Hak, Azze ve Cellehü şöyle buyurdu:

«Gavsü'l-azam Abdülkâdîr Geylânî, mâşûkiyet makamında bir velîmdir. O, mahbûb ben muhibbim ne isti¬yorsa onu yap.»

İlâhî emirlerini izhar buyurdu.

O vakit de, ölüm meleği olan Azrail (a.s.) teeddüd etmiş olmaktan pişman oldu.


26. Eskiden Yaşamış Rahibi Dirilttiğinde (Benim İznimle Kalk) Deseydim, Bütün Ölüler Dirilirdi Şirki 

Esratü't-Talibin" namlı yüce eserde şu menkıbe nakil olunur:

Birgün, Gavsü'l-azam müslümanlarla, hristiyanların müştereken oturdukları bir mahalden geçiyordu...

O sırada bir müslümanla bir hristiyan bir konuyu tartışıyorlardı. Bunu işiten Gavsü'l-azam Hz.'leri:

 «Münakaşanızın sebebi nedir?» diye sordu. Onlar da,
 «Hz. İsa mı, Hz. Muhammed mi daha büyüktür diye tartışıyoruz» dediler.

Gavsü'l-azam Hz.'leri hristiyana sordu;

 «Hz. İsa'nın büyüklüğünü hangi mucizatıyla kabul edersiniz?» O da, «Ölüyü diriltti» dedi.

Bunun üzerine Gavsü'l-azam Hz.'leri;

«Ben bir nebi değilim. Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ümmetinden varis-i nebiyim. Benimle beraber gelir misiniz?» der.

Hristiyanın «Evet» cevabı vermesi üzerine, çok eski hristiyan mezarlarının bulunduğu bir kabristana gidildi. Gavsü'l-azam Abdülkâdîr Geylânî (k.s.) o kabristandaki eski mezarlardan birinin başına geçti ve asırlar önce ölmüş mevta'ya:

«Kumbiznillâh» (Allah'ü Zü'l-Celâl'in izniyle kalk!)

 Deyince mevta dirildi ve mezarından kalktı ve kendisinin sskiden yaşamış bir rahip olduğunu söyledi. O zaman Gavs Hazretleri hristiyana dönerek: - «Evlâdım, «KUM-Bİ'İZNİLLAH» dedim, bu ölü dirildi. Eğer «KUM Bİ-İZNİ» (Benim İznimle Kalk) deseydim, mezarlıkta kimse kalmaz bütün ölüler dirilirdi...» buyurdu.


27. Kabrinden Ben Abdulkadir’in Kuluyum Deyince Allah Günahlarını Bağışlar İftirası  

En güvenilir kaynaklarca doğrulanan bu menkıbe şöyledir:

Mümin fakat fâsık ve günahkâr bir kul vefat eder. Kabre defn olundukta Münkir ve Nekir adındaki soru melekleri gelerek kendisine:

«RABBİN kim? NEBİÎN kim? Hangi DİN üzeresin?» diye sorarlar. Bu günahkâr kul bütün suallere verdiği cevapta:

«Lî Abdülkâdîr (Abdülkâdîr'in kuluyum)» diyerek cevap verir. Münkir ve Nekir bu cevap üzerine, ne yapacaklarını şaşırırlar...

Tam bu esnada, soru meleklerine şu hitap nazil olur:

«Ya Münkir, Nekir bu kul fâsık kullarımdandı. Ancak, o mahbubum olan Es-seyyid Abdülkâdîr'in sevgisiyle kalbi dolu olan bir kuldur. Hayatında hep bu aşkla yaşamıştır.»

Sonra, âlemler'in yüce Rabbi (c.c.) bu sebeple o günahkâr kulunun günahlarını bağışlamak lutfunda bulundu.


28. Kız Çocuğunu Kucağına Aldı ve Erkek Olarak İade Etmesi Şirki 

Bu aslında Farsça bir menkıbeden alınan ve Abdülkâdîr Geylânî (k.s.)'a ait bulunan keramet, Davüdü'l-Kâdirî (k.s.)'dan nakledilmiştir.

Bu itibarla, sıhhatinden en ufak şüphe akla gelemez. Bu menkıbe «Menâkibi Tâcü'l-Evliya ve Burhanü'l-Esfiyâ»'nın sekizinci menkıbesini teşkil etmektedir. Bu da makam-ı mâşukiyetde bulunan Gavsü'l-âzâm'ın mahbûbiyet sırrı ile ilgili olduğundan üzerinde önemle durduk.

Bir gün; Şeyh Mehmet Sühreverdi'nin hanımı, Hazreti Abdülkâdîr Geylânî (k.s.)'ünün evine geldi. Ve kendisinin hiç çocuğu olmadığından Cenâb-ı Allah'a bir erkek evlât ihsan etmesi için niyazda bulunmasını rica etti. 

Hz. Pir;

« Yarabbi, bu hatun bir erkek evlât ihsan etmeni istiyor» deyince, Cenâb-ı Allah'dan şu hitabı duydu:

«Ya Gavsü'l-azam, bu kadının kaderinde evlât yoktur.»

Abdülkâdîr Geylânî Hz. üç defa ALLAH (c.c.)'a yalvardı. Ve üçünde de aynı cevap karşısında kalınca aşkı muhabbeti! bir derya gibi kabardı ve sırtından hırka-i şeriflerini çıkarıp attı ve, «Ya Rabbi, bu hatuna bir evlât ihsan etmedikçe bu hırkayı giymeyeceğim» dedi...

O sırada sultanı Külli Enbiya ALLAH'ın aynası, gönülle in padişahı Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) zuhur eyledi... ve mübarek eliyle hırkayı Hz. Pîr'e uzattı:

«Ey benim gözümün nuru oğlum, âşık ile maşuk arasında bu gibi nazlar, cilveler daima olur. ALLAH, o hatuna bir evlât ihsan buyurdu.» dedi.

Hz. Pîr Allah'a şükretti. Ve hatuna da müjdeyi verdi. Bir müddet sonra, hatun bir kız evlât doğurdu. Evlâdının bir kız evlât olduğunu görünce onu bir kırmızı kundağa sarıp Ap-dülkâdîr Geylânî Hazretlerinin yanına vardı.

«Ya Sultan-ı âlem, ben Allah'tan bir erkek evlât istemiştim halbuki kız oldu..” dedi.

Kadının bu kelâmının üzerine; Hazreti Bazül Eşhep, çocuğu kucağına aldı. Ve kimyayı saadet olan ilâhî bakışlarını çocuğun yüzüne dikti. Ve kerâmetleriyle erkek olan bu çocuğu validesine uzattı:

«Ya hatun, bu çocuk benim evlâdımdır. İsmini «Şeyh Şehabeddin Sühreverdi» koy, ömrü uzun, müritleri çok olsun!..» diye dua etti.

İşte bu çocuk büyüdü. Ve meşhur olup; Gülistan yazan Şeyh Sadii Şirazî'yi. Şeyh Şehabeddin'i yetiştirdi.

29. Gavs'ın Sağlığında İntisap Edemeyen Mısırlı Tüccar 40 Yıl Sonra Kabrine Gelerek Yalvarır ve Dirilerek Mısırlıyı Kabul Eder İftirası 

«Menâkib-i Tâcü'l-Evliya ve Burhanü'l-Esfiyâ» adlı eserin çok dikkate şayan menkıbelerinden birisi de bu menkıbedir. Şöyle anlatılmıştır:

Mısırlı ve inancı çok sağlam bir tacir, tam bir ihlâsla Gavsü'l-âzâm'm hayatında kendisine intisab etmek ister... Fakat tecelli eden kaderin sırrına bakın ki, bir türlü intisab şerefine ermek için izin ve fırsat bulamaz. Tam kırk yıl ardı arkası kesilmeyen engeller yüzünden, bu dileği gerçekleşmez. 

İntisab için Bağdat'a geldiğinde, Şeyh (r.a.)'ın beka mülküne şeref verdiklerini duyar. Kalbi bu kederle kan ağlayan tacir, o kadar elem ve ızdırap duyar ki, ölümü erişilmesi gerekli son fırsat bilerek, hayatına son vermeyi bile düşünür.

Bunun şer'an yasaklanmış olmasından dolayı, eliyle haya¬tına son vermeğe cesaret edemez. Bu çaresizlik içinde kıvranır... "İşfe" böyle bir günde, Gavsü'l-azam (k.s.)'un kabri şeriflerini ziyarete gider. Gözyaşları içinde bu fâni âlemde intisap edemeyişinin hicranını dile getirir...

O anda kabri şerifin başında, daima HAY (diri) olan Abdülkâdîr Geylânî (k.s.) belirir. Böylece elini tacire uzatan yüce veli, kendisini silsile-i şe¬riflerine, kabul buyururlar.

Bu vesileyle ehlullâh'ın daima diri olduğunu, gösteren şu arifane söylenmiş şu beyitlen bu menkıbeye son verelim.

«İki âlemde tasarruf ehlidir ruhu veli Dîme kim bumürdedir ondan nice derman ola Ruhu şimşiri hüdâdır ten gılaf olmuş ona Dahi ala kâr eder bir tiğ kim üryan ola.»


30. Abdulkadir Seven Bir Hindu Öldükten Sonra Müslüman Oldu Yalanı 

Çok emin kaynaklardan alınmıştır ki, Burhâniyur beldesinde zengin bir hindûnun, Hz. Gavsü'l-azam Abdülkâdîr Geylânî (k.s.)'a hem sonsuz bir güveni, he de hudutsuz bir sevgisi vardı. Kendisini çeşitli vesilelerle yemek ziyafetlerine davet eder, Gavsü'l-azam (k.s.) ile beraber birçok önemli kimseleri de davet sofralarında cem ettiği (topladığı) gibi, fakirlere dahi nimet ve ihsanını esirgemezdi...

Dini İslâm olmayan bu hindu öldü. Kendisinin ölüm ânına kadar İslâmiyet'le olan ilgisi, sırf mahbubu hüdâ Abdülkâdîr Geyiânî (k.s.)'a kalbinde duyduğu sevgiden ibaretti.

Ölümünden Hintli âdetlerine göre cesedinin yakılıp külleri¬nin denize savrulması gerekiyordu. Birçok odun toplanmış, hindûnun cesedinin bâtıl inançları-na göre yanmasına ramak kalmıştı.

Hakk Teâlâ (c.c.) Hazretleri'nin hikmetine bakın ki; cesedin alev almasını kolaylaştıracak bir tek kıl bile kalmadığı gibi, o anda odunların yakılacağı yerde bir akarsu belirir ve odunların hepsini ateş almayacak şekilde ıslatır.

Orada bulunup bu durumu gören herkes, hayretler içinde kaldılar... En kör gözler bile görmekte gecikmediler ki: Bu hindu Gavsü'l-âzâm'ın himmeti ve mahbubiyet sırrı ile İslâm olarak ruhunu teslim etmiştir.

Hindu'nun evlâtlarına haber gönderilerek, babalarının dinî islâm üzere defnedilmesi lüzumu bildirildi. 
Cenaze yakılmaktan vazgeçilerek, dinî İslâm üzerine gâsl edildi. Böylece Gavsü'l-azam Abdülkâdîr Geylânî (k.s.)'a sevgi mevta'yı âhiret mutluluğuna dahi kavuşturdu.


<<Önceki                Sonraki>>

Puran Tilmiz, 08.11.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar, Tasavvuf; Bir Düşünce Virüsü



Seçkin Deniz Twitter Akışı