29 Nisan 2015 Çarşamba

SA1292/KY9-NK59: Söylesem Tesiri Yok, Sussam Gönül Râzı Değil

"...bir çabam var, kanseri öğrenirken aynı zamanda, hayatı ve ölümü, dostluğu, merhameti, şefkati ve imanı da yeniden ve yeniden öğrenmeye çalışıyorum… "

Bismillah...

Bugün ayaklarım da tekrar tehdit savurmaya başladı; “On beş dakikadan fazla yürürsen, yürütmem seni ona göre!” şeklindeki tehditlere aldırmadığım için şu an topallıyorum. Dün gelen ilaçları ayağımda da denedim, neticeyi bekliyorum şimdi…Ellerim ayrı alem...neyse...

Oturup çalışmam lazım aslında yetiştirmem gereken o kadar yazı var ki, bir türlü konsantre olamadım ve bir ara twitter’a baktım şöyle bir…

Atila’nın çok sevdiği arkadaşı L. Bergen’in şu satırlarına rastladım sonra:

“En büyük meselemiz sözü ayağa kaldırmak; edebi, halimize giydirmektir.”

“Sözün kendisi büyükse söyleyen ahkâm kesmemektedir. Amel edilen söz kozmosa yükselen ağaç olacaktır.”

“Gördüğünüzde size Allah’ı hatırlatan, bilginizi artıran, ilmiyle de size ahireti hatırlatan, sizin için en hayırlı arkadaştır"

İçime işledi yazılanlar ve oturup ahkâm kesenleri düşündüm, söz nasıl ayağa kaldırılır, nasıl sözle amel edilir onu düşündüm ve gördüğümde bana Allah’ı c.c hatırlatan kaç arkadaşım ve dostum var onları düşündüm…

Ahkâm kesenler ve bana Allah’ı c.c hatırlatanları düşündüğümde ikisinde de ciddi bir liste oluştu; ahkâm kesenleri dinlememeye (vakit kaybı işte, malayani işlerle uğraşanların artık hayatımda yeri yok… Ya da yok demek çok keskin oldu şimdi düzeltiyorum o yüzden, daha çok onlara kıymet vermemeye karar verdim diyelim) Allah’ı c.c hatırlatanları ise sürekli takip etmeye karar verdim.

Sözün ayağa kaldırılması meselesine gelince mübarek Kur’andaki Allah’ın c.c sözlerinin tek kıymetli söz olduğu hakikatini unutmamak gerektiği çıkıyor ortaya sanırım... Sözün en güzelinin Sahibi O çünkü… Ve o mübarek sözlerle amel etmek… Eh tek derdimiz bu olursa o sözler bizi nerelere taşır kim bilir? Ne çekişme kalır, ne de dert…"Derdim bana derman imiş” diyen Niyazi Mısri bence sözün hikmetini çözmüş…

Bana gelince, hâlâ Fuzuli’nin, “Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil/Çektiğim alamı bir ben bir de Allah’ım bilir” makamındayım…

Ama yavaş yavaş kalbimde bir şeyler değişiyor, iyi bir şeyler oluyor ruhumda…

Bu arada bloğumla ilgili Nevval Sevindi’ye mesaj göndermiştim. Nevval Hanım hemen cevap yazdı ve kanserle ilgili bilgilendirme toplantılarına davet etti. Minnettar kaldım. Kendisi de kanser olan ve bu konuda gıpta edilecek çalışmalar yapan bir diğer isimden ise henüz haber yok. Onun macerasından da blogta bahsetmek istiyorum çünkü. Kendisi cevap yazar da onaylarsa ondan da bahsetmek isterim.

Son Onkoloji kontrolümde adını vermek istemediğim eski ve oldukça popüler bir milletvekilini tek başına işlem yaptırırken gördüm. Akciğer kanseriymiş. Kendisini tanıyıp yanına gelen bir hanım “Geçmiş olsun sayın vekilim, neyiniz var?” diye sorduğunda çok rahatsız oldu. Çok rahatsız oldu ve “Ufak tefek şeyler” diyerek geçiştirdi. Belli ki kanser olduğunun bilinmesini istemiyordu… 

Fakat kanser genç, yaşlı, milletvekili, devlet başkanı… Hiçbirini ayırt etmeden herkesi vurabiliyor işte… İşlem sırasında bir takım bürokratik işler ters gidince işi danışmanına havale edeceğini söyleyerek kaçarcasına gitti…

Eski milletvekilinin bu zor durumuna şahit olunca daha önce kanser olan tanıdıklarımı götürdüğümde ve sonra da kendim kanser olduğumda kanser hastaları ve yakınları ile ilgili notlar aldığımı hatırladım…

Gözlerinden dehşet bir korku ve ölüm okunanlar:

Onlar tekerlekli sandalyelerini süren yakınları dâhil artık hiç kimseye ve hiçbir şeye dikkat etmezler. Gözlerinden okunan tek şey ölüm, korku ve biraz nefrettir. İçlerinde kısa bir süre sonra tadacakları ölümün dehşeti ile biriken öfkeleri gözlerine ve yüzlerine yansır ve yalnızca korku ve nefretle bakarlar. Yalnızca bakarlar ve gördükleri tek şey ölümdür. O yüzden de zaten hiç konuşmazlar. Tekerlekli sandalyede öylece donmuş ve korku içinde etrafa öfke ve çaresizlikle bakarlar. Hayatlarının muhasebesini yapmayı son ana bırakmış ve bu muhasebeden kesinlikle zararlı çıktıklarını fark etmişlerdir.

Acemi şaşkın ve telaşlılar:

Ne yanlarında gelen yakınları ne de kendileri ne yapacaklarını kestiremez durumdadırlar. Bölüm sekreterine de, odacısına da, doktora da hemşireye de hep aynı soruları sıkıntılı bir şekilde sorarlar. Ne yapacaklarını kestiremediklerinden ve alâkasız insanlara tam toparlayamadıkları soruları sorduklarından aldıkları her cevapta akılları biraz daha karışır ve iyice telaşlanırlar.

Doktorların talimatlarını hemen yerine getirmek için genellikle yanlış yerden işe başlarlar, asıl bulunmaları gereken noktaya geldiklerinde ise enerjileri çoktan bitmiş ve tükenmişlerdir.

Saygısızlar: 

Bu gruptakiler ellerinde tahlil ve tetkik sonuçları ile doktorlarının ya da hemşirelerin kapısında ne soracaklarını ve söylenenleri nasıl tatbik edeceklerini profesyonelce öğrenmiş olanlardan oluşur. Onlar zaten analarından profesyonel doğmuşlardır. Her şeyden önce hastalıkları ile birlikte tıp literatürüne çoktan hâkim olmayı başarmışlardır ve kime ne soracaklarını, hastanede bir sonraki adımın ne olacağını kavramışlar ona göre de hareket etmektedirler.

İntraket nedir, Diren nasıl takılır, nasıl takip edilir, Kemoterapi nerede nasıl alınacaktır, ilaçlar bir an önce nereden ve nasıl temin edilecektir hepsini bilirler. Doktorlara karşı son derece kibardırlar.

Doktorlara karşı son derece zarif ve kibar olan bu hasta ve hasta yakınları nedense aynı ölçüde çevrelerindeki hastalara saygısız olmayı da başarabilen tiplerdir. Kendileri her şeyi bildikleri için diğer hastaları ayak bağı olarak görürler. Hiçbir şeyden anlamayan şu insanlar olmasa onlar için her şey gerçekten yerli yerinde ve mükemmel olacaktır. Çünkü o güne dek bütün işleri belli bir düzen içerisinde yürümüştür. Kanserse yollarına birden bire çıkan ve hemen halledilmesi gereken bir pürüzdür. Pürüzsüz hayatlarına birdenbire giren bu lüzumsuz pürüzü de kanserden önceki hayatlarında olduğu gibi mekanik tavırlarla halletmenin peşinde koşarken çevreleri ile olan ilgileri asansör aynasında ya da hastanenin camlarındaki kendi yansımalarından ibarettir.

Mütevekkiller:

Onlar sırrı çoktan çözmüşlerdir. Kendileri ya da yakınları kanserdir, ama onlar başlarına gelen her şeyi Allah’tan c.c bilirler. İçinde bulundukları durumu kabul etmişlerdir. Ölüme giden yolda olduklarını onlar zaten hiçbir zaman unutmamışlardır. Kanser ölüme giden yolda onlar için bir imtihandır ve yürüdükleri hayat yolu artık oldukça kısalmıştır. Menzile ulaşmak üzeredirler. Çok konuşmazlar. Konuştuklarında ise hikmetli kelimeler söylerler ancak. Ölüm ve hayat onlar için birbirinden çok da farklı değildir. Birbirinin devamı olan bir yolculuktadır onlar ancak.

Eğer hasta kendileri ise yakınlarına çok zahmet vermeden işi nasıl kolaylaştıracaklarının peşindedirler. Hasta yakını iseler de hastalarına tam bir şefkat ve merhametle muamele ederler. Hastalarının öleceğini bilirler ama teslimiyet içinde olduklarından yüzlerinden sekinet okunur. Doktorların söylediklerini harfiyen ve sükûnetle yerine getirirler.

Böyle işte, bana gelince iş biraz değişik;  bu gruplardan mütevekkillere girmeyi çok isterdim, ama yalnızca izleyici konumundayım şimdi. Biraz safça bir izleme ama... kendiliğinden olan bir şey…

Kitaba değer verilen bol kitaplı, kütüphaneli bir evde büyüdüm, ilkokulda bir ara bunalıma girdiğimi hatırlıyorum; dünyada milyonlarca kitap var ve ben nasıl bu kitapların hepsini okumaya yetişeceğim diye…

Üniversitedeyken de bir arkadaşım “Yahu sen ömür boyu öğrenci kalacaksın biliyor musun?” demişti. Haklıydı galiba, öğrenmek isteği ile geçti ömrüm, ha bire öğrenecek yeni şeyler istiyorum ve Allah’da c.c veriyor çok şükür.

Demem o ki, talip olduğumuz şey her neyse Allah c.c o işi bize kolaylaştırıyor bir şekilde…

Şimdi kanseri öğrenmeye çalışıyorum, öğreniyor muyum onu yalnızca Allah c.c bilir.

Ama o istikamette bir çabam var, kanseri öğrenirken aynı zamanda, hayatı ve ölümü, dostluğu, merhameti, şefkati ve imanı da yeniden ve yeniden öğrenmeye çalışıyorum… 

Galiba yavaş yavaş işin hikmetini çözmeye başladım; çok yavaş ama… Böyle iyi…



Neşe Kutlutaş, 29.04.2015, Konuk Yazar,  Sonsuz Ark,  (İlk Yayın Tarihi, 03.07.2012)

Seçkin Deniz Twitter Akışı