7 Mayıs 2014 Çarşamba

SA667/ KY5-PT18: Kiziroğlu Mustafa Bey/ Roman- 2/8: Döngel Murat

Kiziroğlu Mustafa Bey




-8-
Aysema Kiziroğlu’ndan aldığı haberle yerinde duramaz olmuştu. “Günler hep böyle uzun muydu?” diye soruyordu kendi kendine. Şehrinaz, “Aa.. ben gitmek isteyeceğim de o istemeyecek.. haftaya atacak.. e tabi bulmuş senin gibi safı.. kuyu kazarken yaralı değil beyimiz ama iş kız kaçırmaya geldi mi yaralı! Ben olsam al dağını başına çal, derim bir daha da adını anmam!” sözleriyle kızdırmaya uğraşmıştı Aysema’yı. Aysema dudaklarını şişirip “Haklısın kız!” demişti. “Allahın dağlısı işte..” gülüşmüş birbirlerine sarılmışlardı.

Şehrinaz zaman zaman acımıyor değildi Aysema’ya. Nasıl bir kumpas kurulduğundan bihaber bu yüreği tertemiz kız kendisini affeder miydi? Sevmişti Aysema’yı. Bey konaklarında büyümüş şımarık küstah veliahtlardan öylesine farklı biriydi ki.

“Yazık..” diyordu içinden. İşin içinde tehdit olmamış olsa para pul için bu tertemiz insanı yaralamaya gönlü el vermezdi. Ana-babasını bu sırtlanların elinden Kiziroğlu da kurtaramazdı. Kendisi yüzünden onlara yapacakları işkenceyi düşündükçe dizleri tutmaz oluyordu Şehrinaz’ın.

“Ya Şehmuz!” diye iç geçiriyordu. Şehmuz ne yapabilirdi. Elinden bir şey gelseydi kendisini Rıfat itinin konağına hizmetçi olarak girmesine izin verir miydi? Kendisi dağa çıkacağına Şehrinaz’ı alıp kaçsaydı ya! O zaman ailesi de tehlike altında olmazdı. Eşkıya kızlarını dağa kaldırmış, diye ağlaşır dururlardı. Oysa şimdi bir ateşin içindeydiler. Kendisine verilen görevi yerine getirmediğinde o ateş onları sarıp sarmalayacaktı.

“Ah Aysema.. ah nolurdu azıcık fesat olsaydın.. azıcık zalim olsaydın.. küstah olsaydın.. aşağılasaydın, kamçılasaydın.. intikamımı aldım derdim! Beni böyle çaresiz yapmaya ne hakkınız var?” diye düşüncelere dalmıştı. Gözlerini sımsıkı kapayan eller derin düşüncelerden sıyırıp çıkarmıştı Şehrinaz’ı.

“Ne o günler yaklaştıkça korkmaya mı başladın Şehrinaz Hanım?”
Aysema’ydı bu.

“Korktum ya Hanımım!”

Aysema hemen açtı ellerini. Şehrinaz’ın verdiği durgun karşılık şaşırtmıştı. Hemen karşısına geçti. Oturdu. Ellerini avuçları içine aldı. Bakışlarını gözlerine dikti. Boşluğa bakar gibiydi Şehrinaz. Ağlamamıştı ağlamamasına ama üzüntülü olduğu belliydi.

“Neyin var Şehrinaz’ım?” diye sordu merakla.

Şehrinaz bir an her şeyi itiraf etmeyi geçirdi aklından. Ne kadar rol yaparsa yapsın artık kaldıramıyordu. “Uyan benim saf arkadaşım.. saf ne saftiriğin saftiriği arkadaşım.. iyice etrafına bak bir..” sözü dudaklarından döküldü dökülecekti kasaba meydanında ceza direğine bağlanmış sırtlarında kamçılar patlayan ana-babasının siluetleri belirmişti.

Silkindi, “Kendine gel be kızım.. kendine gel! Seni kim düşündü ki sen bu saflar şahını düşünesin!” diye geçirdi içinden. Gerçek yüzünü örten maskeyi yeniden taktı sahte bir gülüşle:

“Aman sen de hanımım.. sen demiyor muydun ben vazgeçtim diye..” dedi.

Aysema somurttu:

“Yine benimle eğlenmeye başladın.. hani hanımım demek yoktu. Hani sen benim ben senin sırdaşındı.. hani kardeştik.. böyle kavilleşmemiş miydik?”

Şehrinaz içinden kendine lanetler savurdu. Ah bir çare yok mu diye düşündü. Yoktu. Çaresizlik bütün aşılmazlarıyla karşısındaydı. “Hem kadın başımızda işimiz ne dağ başlarında? Madem seni sever, sana gönül vermiştir insin dağdan.. adam gibi otursun köyünde!” içtenlikle söylemişti bu sözleri.

 Aysema:

“Sanki burada yaşamıyorsun.. olan bitenden bihaber bir yabancı gibi konuşuyorsun. Kiziroğlu bundan kelli dağdan inebilir mi? Bir kere kan girdi araya. Kiziroğlu anasını kaybetti, Bey bibi oğlunu. Uzaktan ta olsa akrabası değil mi kanını soracaktır elbet!”

Aysema doğru söylüyordu. İnsanı maskara eden kavgalardan olmayacaktı bu kere.

“Haklısın kardeş!” dedi Şehrinaz.

Eski Şehrinaz oluvermişti hemen. “Ah benim canım!” deyip birbirlerine sarıldılar. Aysema arkadaşının kulağına “Hamamcıya söyledin mi?” diye fısıldadı. Şehrinaz biraz geri çekilip hiçbir şeyden zerre kuşkusu olmayan arkadaşını sevecen bakışlarla süzdü.

“Söyledim elbet! Cuma günü millet huzurdayken biz hamamın arka kapısından bizi bekleyen yaylı arabaya atladık mı soluğu değirmende alırız. Oradan ver elini eşkıyanın inine!”

Son sözlerini gülerek söylemişti. Aysema Şehrinaz’ın omuzuna hafifçe vurarak “Seni domuz!” diye cevapladı. Şehrinaz canı yanmış gibi yapıp “Aman el el değil eşkıya gürzü!” diyerek kıkırdadı.

İki sırdaş konuşurken Murat kulak misafiri olmuş, Şehrinaz’ın sözleriyle işkillenmişti. “Su koyuverecek bu kancık!” diye geçirdi içinden. Konuşmalarını bitirip sarıldıkları anda içeri girdi. Genç kızlar bir birlerinden ayrıldılar. Şehrinaz kuşku ile baktı ağanın yüzüne. İnsanın içini oyan o bakışlarda bir şeyler yakalamaya çalıştı. Nafileydi. Öylesine ustaydı ki gerçek yüzünü saklamada.

“O bizim çifte kumrular da buradaymış.. ben de size bakınıyordum.”

Şehrinaz başını eğmişti. Aysema sevinçle koşup babasının boynuna sarıldı.

“Ah baba öyle mutluyum ki.. Şehrinaz’ı iyi ki kabul ettin eve.. can yoldaşım oldu!”

Murat kızının sırtını sıvazladı, güldü.

“Kızım..” dedi. “Ananın yadigârı enfiye kutumu bulamıyorum. Senin haberin var mı? Gözüne çarptı mı?”

“Konuk odasının pencere pervazında gördüydüm baba!”

“İyi.. Şehrinaz bir soluk alıp gelir misin?” dedi.

Kızı hemen atıldı, “Ben ondan daha hızlıyım baba!” diyerek koşar adım aşağı inen merdivenlere doğru gitti. Şehrinaz ağanın kendisiyle konuşmak istediğini anlamıştı. Daha sabah kahvesini götürdüğünde adamın elindeydi enfiye kutusu. Ve yeri zaten konuk odasının pencere pervazıydı. “Kurnaz tilki!” diye geçirdi içinden.

Murat, Aysema’nın gözden kaybolmasıyla Şehrinaz’ın sol kolunu yakaladı. Pazusunu var gücüyle sıktı. Şehrinaz bağırmamak için zor tuttu kendini. Gözleri yaşarmıştı.

“Bana bak kancık.. ayağını denk al! Atanı ananı düşün! Hani olur da bir oyun oynamaya kalkarsan inan o ikisinin de derisini diri diri yüzer hediye diye gönderirim..” dedi.

Kız yutkunarak:

“Beyim hiç merak etmeyin.. eğer deminki konuşmalar içinse bu ikaz ben hanımım ile böyle konuşa konuşa işledim. Kuşkulanmasın diye..” dedi.

Murat, “Ben bilmem.. söylediklerimi aklından çıkarma..” diyerek kızın kolunu bıraktı. Aysema’nın ayak sesleri iyice yaklaşmıştı. Elinde enfiye kutusu gülerek yanlarına geldi.

“Buyur baba..”

Murat güya şaşırmıştı.

“Hay Allah ben niye görmedim? İhtiyarlık! Kocadım gayri!” dedi.

Aysema sevgiyle, “Daha neler baba.. ellisinde insan daha bir gençleşirmiş diye duydum!” dedi. Murat elini sallayıp yürüdü gitti. Aysema, Şehrinaz’a müşfik bakışlarla bakıyor, “Bu kıza bakmaya doyamıyorum!” diye geçiriyordu içinden.

“Üç gün kaldı he..” dedi heyecanla. Şehrinaz başını sallamakla yetindi.

Sarı Fuat dolu dizgin Döngel Murat’ın konağına varıp destur istedi. Hizmetçi “Ağam harada bir taya bakıyor, buyurun biz haber verelim!” deyip konuk odasına aldı Sar Fuat’ı.

Murat Ağa’nın konuk odası oldukça sade döşeliydi. Odaya tabanı tamamen kaplayan göz alıcı bir İran halısı seriliydi. Üç beş kaz tüyü yer minderi minderlerin üzerinde duvar yastıkları, pencere kenarında ibrişim bir örtü ile kaplı sedir vardı. Sedirin önünde sediri ortalayan sedef kakmalı sehpa oldukça göz alıcıydı.

Sarı Fuat elinde bir name, odayı fır dönüyordu. Gözleri çakmak çakmaktı. Bir iki adım atıp duruyor, ayağını sertçe yumuşacık halıya vuruyordu. Döngel Murat soluk soluğa odaya girdi. Pencereden dışarı bakan Fuat döndü.

“Ah Murat ağam.. ah Murat ağa..” acıklı bir sesle elindeki nameyi göstererek, “Bana eşkıyanın yaptığını görüyor musun?” dedi.

Murat Ağa kendisine uzatılan nameyi aldı. Okumadan, “Ağam hele şöyle geç buyur” diyerek adamı sedire oturttu. Sarı Fuat kah kalkıp kah oturuyor, “Olur mu be ağa.. bu olur mu?” diyordu. Murat nameyi okudu.

Eşkıya, Sarıdan ramazana kadar on bin altın akçe istiyordu. Adam deliye dönmekte haklıydı. Eğer istenilen miktarı vermez ise soyunu sopunu kurutacaklarını, aleme ibret olsun diye bacaklarından asacakları yazıyordu.
“Vay namert uğrular!” dedi mektubu okuyup bitirince. Sarı yine ayağa kalkmıştı.

“Otur hele Fuat ağa.. otur bir sakinleş.. bir hal çaresi bulunur!” deyip adamı sakinleştirmeye çalıştı Murat. Oturduğu yerde kıpır kıpırdı Fuat. Dizlerini dövüyor “Ya bu olacak iş mi? Ben de o kadar akçe ne gezer. Hem de altın! Çiftimi çubuğumu satsam yine istediklerini veremem. Hay elim kırılsaydı da o beş bin gümüş akçeyi vermeseydim!”

“Beyle görüştün mü?” diye sordu Murat.

Fuat başını iki yana sallayıp, “Görüştüm elbet.. görüştüm.. yapacak bir şeyim yok dedi.. madem yapacak bir şeyin yok ne diye beylik sürersin!” karşılığını verdi.

“Benim yapacağım bir şey var mı Fuat Ağa!”

“Bilmem.. senden bir akıl almaya geldim. Benim aklıma gelen çiftimi çubuğumu satıp buralardan gitmek. Ahir ömrümüzde gurbette yaşamak varmış.. yazgıma küsüp gideceğim buralardan.. hele bir akıl ver.. ne yapayım Murat Ağa!”

Murat bir süre eli çenesinde düşünür gibi yaptı.

“Buradaki eşkıyadan kaçarsın oradakine yakalanırsın.. kaçmak olmaz ağa!”

Fuat yeniden fırladı ayağa:

“Doğru dersin.. doğru dersin de tedbir nedir? Köyü gözetlemeye birkaç adam göndermiştim.. adamları bir birine bağlayıp bana postaladılar.. kalıbına tükürdüğümün biri de soluğunu nerede aldı bilmem.. bir tavşandan daha hızlı kaçtı şerefsiz. Dünya kadar da para vermiştim. Kalıbına tükürdüğümün kalıbını gören de adam sanırdı. Yani senin anlayacağın ne kendi adamlarım başa çıktı tek adamla ne yeni tuttuğum itler.. yedi adam tek adamın hakkından gelememiş. Kiziroğlu tek köye gelmiş. Önce kalabalık dediler azıcık kötek atınca bülbül gibi şakıdılar.. itiraf ettiler.. düşün Murat ağa yedi adam bir adamla başa çıkamıyor.. durup nasıl savaşacağım ki.. en iyisi çekip payitahta gitmek.. hoş orda da eşkıya yolumu kesecek değil.. ya da Erzurum Beylerbeyliği’ne yerleşirim!”

Gitmeyi aklına koymuştu demek Sarı Fuat. Bu korku Fuat’a elindeki avucundakileri yok pahasına sattırır mıydı? Gücüne güç katacak yeni bir fırsat daha karşısına çıkmış gibiydi. Ağzını yoklamaya karar verdi Fuat’ın.

“Bak Fuat Ağam ben gitme desem de gitmene taraftar olmasam da anlıyorum ki aklına yer etmiş.. çiftini çubuğunu bağını bahçeni kime emanet edip gidebilirsin ki?”

“Emanet değil.. satarım..”

“İyi de bütün bir köy halkı bütün bir aile razı mı bu fikre..”

Sarı Fuat:

“Ben çoluk çocuğu alıp gideceğim.. köylünün hepsi soyumdan değil ya.. bakma sarılar diye anıldıklarına.. ben bir çiftliği, bir de on beş yirmi dönümlük ektiğim yeri satmayı düşünüyorum!”

“Vay iblis.. tüm köy olmadıktan sonra kim alır.. yarın kalkar hak iddia edersin.. az uyanık değilsin ha!” diye geçirdi içinden Murat.

“Anladım.. temelli gitmeyi düşünmüyorsun.. ama ben derim ki çiftlikte ekip biçtiğin yer de sen de kalsın.. gel oraları da satma. Ramazana daha çok var.. nerden baksan altı yedi ay var.. bu arada şu selin yatağını değiştirdiği çayı eski yatağına çevir böylece köylünün şikâyeti ortadan kalkar bakarsın eşkıya da insafa gelip isteklerinden vazgeçer..”

“Suyu mu? Delirdin mi ağa.. ben nasıl yaparım!”

Murat adamın çakmak çakmak olan gözlerine buz gibi bakışlarını dikti:

“Etme ağa.. Ferhat dağ delip su getirmiş.. sen suyun yolunu kesen iki kaya parçasını mı kıramayacaksın?” dedi imalı bir biçimde, “Biz birbirimizi biliriz.. gücümüz neye yeter biliriz değil mi?”

Sarı Fuat sakinleşir gibiydi. Sinirleri yavaş yavaş gevşedi. Sedire oturdu.

“Bu tedbir işe yarar mı dersin?” dedi usulca. “Bence yarar.. duyduğum kadarıyla köylü bir maşrapa su için dünyanın yolunu teper olmuş.. köy Kiziroğlu’nun köy,ü köylüler akrabası değil mi? Selin ellerinden aldığı suyu sen onlara alicenaplık yapıp iade ediyorsun.. valla dillere destan bile olursun Fuat Ağa!”

Fuat hemen ayağa fırladı. Gözlerinin içi gülüyordu. Kurtulduğuna yüzde yüz emin olarak:

“Eh akıl akıldan üstündür dememişler boşuna.. hay sen aklınla bin yaşa Murat Ağam.. iki gecedir gözüme uyku girmemişti ağam.. ben artık gideyim!” dedi.

Murat da ayağa kalktı:

“E bir şeyler ikram etseydim..” dedi yarım ağız.

Fuat, adama sarılıp veda etti:

“Yok.. yok.. hemen gideyim de şu kayaları kırmaya başlayalım!” dedi sevinçle.


<<Önceki               Sonraki>>


Puran Tilmiz, 07.05.2014, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar




128

Seçkin Deniz Twitter Akışı