30 Ağustos 2013 Cuma

SA379/KY4-FM2: Üzüm Yemek

“İstenen, kamplaşma!”


Aklımda kaldığı kadarıyla mesnevide bir öykü vardı. Bir Fars, bir Arap, bir Türk; üçünün de canı üzüm çekmiş birbirlerinden üzüm istemişler, bağıra çağıra. Arap “aynab” diye bağırıyormuş, Farisi “engur” diyormuş, Türk ise “üzüm” diye tutturmuş. Farklı dillerdir, farklı seslerle dillendirmelerinde bir tuhaflık yoktur üzümü. Üzümün kendisini gördüklerinde tartışma bitecek afiyetle üzümü yiyeceklerdir.


Ama aynı dili konuşup aynı sesle seslendirilen şeyler ters yüz edilirse ne olur? Anlaşmak mümkün müdür? Anlaşabilmenin bir yolu var mıdır? Belki de yeryüzünde en büyük kötülük budur. Düşünün bir; aynı dili konuştuğunuz, nesneler için aynı sesler çıkardığınız biri susuzluktan ölmek üzere olsa, sizden su istese, siz de bir koşu, bir avuç tuz alıp gelseniz ne olur?


Kişi “ben su istedim” diye hayıflanacak siz de “hem su istiyor hem kızıyor” diyeceksiniz. Sizdeki su, ondaki suyun aynısı değil. Bu kavga biter mi? Bitmez. Hiç olmayacak kavgalar çıkar mı çıkar. Ülkemde olan şey işte tamı tamına bu.

Her şey ters yüz edilir oldu. Ters yüz etmek marifet sayılır oldu. Artık kimselerin, kimsenin istediğinin ne olduğuna ilişkin bir bilgisi yok. İsteyen kendisine sunulanın istediği olmadığında diretirken, getiren de istenilen olduğunda ısrar ederek fırtınalar koparılır oldu. Kavgalar edilmeye başlandı.

Kimse durup, “ Ya bir dakika sen su istiyorsun ben su getirdim, fakat senin istediğin benim bildiğim, benim bildiğim senin bildiğin değil. Öyle ise sen sendeki suyu tarif et, ben bendeki suyu tarif edeyim; işi tatlıya bağlayalım” demiyor; denilmiyor.

Denmiyor çünkü istenen kavga. İstenen kamplaşma. Belki istenen çevremizdeki ülkelerde olduğu gibi bir iç savaştır. İstenen belki bu, diyorum, çünkü yabancı ülkeler de bu tartışmada bu kamplaşmada taraf oldular. Denecek ki dünya küçüldü kimse kimsede olana yabancı kalamıyor, kalmıyor.

Bu yüzden taraflar. Öyle olmadığının hepimiz tanığıyız. Lokal bile sayılmayacak bir taşkınlığı başından sonuna kadar canlı yayınlayan yabancı yayın kuruluşları binlerce insanların öldürüldüğü topraklarda yoksa kimse dünyanın küçüldüğünden ve bu yüzden ilgilenildiğinden söz etmesin, bu saatten sonra yenilmez.

Efendim, gelelim ülkemde ters yüz edilenlerden bir kavrama. Diktatörlük. Bu kavram ters yüz edilmiştir. Diktatör diyenin niçin diktatör dediğini açıklaması lazım. Örneğin; ben mevcut iktidarın diktatörlük olmadığını dillendiriyorum. Dillendirmekle yetinmeyip neye kime diktatör denileceğinin kendimdeki iki temel ölçütünü veriyorum.

Birincisi, bir diktatör iktidarını ölümüne kadar, hatta ölümünden öteye sağlamlaştırır. İster seçimle, ister zorla gelmiş olsun, iktidarı ele geçirdikten sonra iktidarını yasalarla ebedileştirir. Böyle yapmalı ki, o kişi ve iktidarına diktatörlük diyebilelim.

Diktatörlüklerde muhalefet yeraltındadır. Muhalefetin iktidarı alaşağı etmesi için zora gerek vardır. Muhalefetin varlığını kabul eden ve iktidarın değişimini yasalar çevresinde belirleyen yönetimlere bu yüzden demokrasi diyoruz. Oysa diktatörlüklerde böyle bir ihtimal yoktur. Muhalefet varlığını yer altında sürdürür.

İyi ama bu iktidar da üç dönemdir yerinde, her seçimi kazanıyor? Bu demokrasilerde olan bir şey. Muhalefetin beceriksizliğine, topluma kazandıracaklarını söylediklerinin toplumun beklentilerinden geri olduklarına işarettir muhalefetin iktidara gelemeyişinin nedeni.

Eğer muhalefet seçimlere giremiyor, iktidarla aynı yasalar bağlamında seçimlere katılamıyorsa diktatör diyebilirsin. Kimse de kınamaz. Halkın seni iktidar yapmayışı iktidarı diktatör yapmaz ama senin beceriksizliğini, senin toplumun gerisinde olduğunu gösterir.

İkincisi, diktatörlüklerde toplumu tek tip olmaya zorlama vardır. Tek tip düşünce, tek tip anlayış. Tek bir yaşam biçimi. Tek bir ırka, tek bir düşünceye dayalı bir toplumsal yapı. Tek tip yaşam biçimi diktatörlüklerin olmazsa olmazlarıdır.

Şimdi soralım ülkemizde mevcut iktidardan önce var olan hangi özgürlükler şimdi kısıtlanarak, yasaklanarak, teki tip bir düşünce tek tip bir yaşam biçimi oluşturmak için adımlar atılmıştır? İnsanlar hangi yasayla/yasalarla neyi yaşamaya zorlanmaktadır?

İnsanlar ana dillerinde konuşamıyorlar mı? İnançlarından, giyim kuşanmalarından ötürü okullarına mı alınmıyor? Görevlerinden mi atılıyor? Üniversitelerde binlerce öğrenci ikna odalarına mı tabi tutuluyor? Giyim kuşamlarından ötürü okuldan atılanlar mı var?

Efendim, içkime karışılıyor. Yok ya! Ciddi misin? Dünyanın her yerinde iktidarlar toplumların sağlığı için alkol ve uyuşturucu ile ilgili düzenlemeler yaparken kimse onlara diktatör demezken hem de.

Japonya’da parklarda içki içilmesi yasak, Rusya’da içki satışları ile ilgili yasaklar dünyanın hiçbir yerinde yok, ABD’de 21 yaşın altındakilere içkinin satılmayışı. Alkolle mücadele listesi kabarık bu yönde tüm dünya ülkelerinin.

Ve o ülkelerde yaşayan insanların hiç birinin aklına bunun diktatörlükle ilişkisi gelmiyor. Tersine yardımcı olunuyor bu tip düzenlemelerde. Alkoldeki düzenlemelerin trafik düzenlemelerinden farkı ne? Gece 10’dan sonra bakkalı içki satmayacak. Git, meyhanede iç. Ya da 10’dan önce al. İçkinin kendisi mi yasak?

Kapalı alanlarda sigara içmek yasak. Bunu niye yaşam alanına müdahale sayıp diktatörlüğü dillendir miyorsun?

Benim bir iktidara diktatör deyip diyemeceğimin temel ölçütleri bunlar. Bu ölçütlere dayanarak mevcut iktidara diktatör değil, demokrat diyorum. Sanırım diktatör diyenlerin de, neye diktatör denilip neye denilmeyeceğine ilişkin ölçütlerini bilmek hakkımdır. Bilmeliyim ki ona göre tavrımı belirleyeyim. Ya diktatörün yanında olayım ya karşısında.

Diktatörün yanında olunur mu? Diyecekler için, evet olunur, diyorum. Esed diktatör değil de demokrat ise, ben o demokratın yanında olmam elbet. Bu yüzden ölçütlerini bilmek istiyorum. Şimdi muhalefetin ve taraftarlarının diktatör ölçütünü bilmem gerektiği kendiliğinden anlaşılmış oldu sanırım.

Ölçütlerini alenen halka bildirmedikleri sürece derim ki; ülkede yönetime diktatör diyen muhalefet ve avânelerine, biri bu ülkede seçimlerin olduğu, iktidarların seçimle iş başına geldiği, kendisinin sürgünde bir muhalefet temsilcisi olmadığını söylemeli artık.

Sanırım bir tanesi kendisini öyle sanıyor. Yurt dışında bir muhalefet temsilcisi gibi yabancı ülkelerin yöneticilerine mektuplar yazıyor, yardımlar istiyor.

Valla bayım; yedi ay sonra yerel yönetim seçimleri var. Yani seçim var. Sanırım biri seninle oyun oynuyor. Ülkendesin sürgünde değil. Seçimlere katılacaksın, yer altında değilsin. Bir seçimde oy kullanamamıştın anımsıyorsundur. Bu gidişle partini de seçimlere götürmeyi atlayacaksın. Hadi projelerinle halkının karşısına çık, yabancı liderler oy kullanmayacak. Öyle bir hakları yok. Mektuplarını yabancı ülkelere değil bize yaz.

Bak rahmetli Ecevit halkına yazmıştı mektubu ve parti tarihinizin en yüksek oy oranını almıştı. Genel seçimlerde % 33, yerel seçimlerde % 37.

Sen de gel halkına yaz. Yabancılar yarana merhem olmaz.



Fikri Muhayyer,  30.08.2013, Sonsuz Ark




Seçkin Deniz Twitter Akışı