15 Eylül 2016 Perşembe

SA3429/KY1-CÇ305: Düşlerin İsyanı/ Roman-Bölüm 8-IV

"Yaşamım düş kurmakla geçti ya!"

"
"Ayıbımı yüzüme karşı söyleyen bana zulüm etmemiş,
 aksine bana bir armağan getirmiş demektir."
Ferideddin-i Attar

Bölüm Sekiz
-IV-

"Çok karışık değil mi?”, diye sordu Şehrazat. Çalışma masasından kalkıp pencerenin karşısına gitmişti, pencereden dışarıya bakarken, "Bana çok karışık gibi geldi de!”, dedi, "Kusura bakmıyorsun değil mi?”, diye de gönlümü almak istemişti sanki. Profilden görünüşüne baktım, uzaklara giden kadını aradım onda.. hepsi onda canlanacaktı sanki, beni bırakıp giden kadınları onda bulmaya çalışmam budalaca bir şey olabilirdi, ama kapılmıştım bir kere. 

Sonra yine onu düşündüm, mavi gözlü Şehrinazım'ı, beni anlayan ve yazdıklarımdaki kadına benzemeye çalışan o insanı düşünüp hüzünlendim. Yazdıklarımdaki kadınlar benim yarattığım kadınlardı ki, kafamdaki imgelerin bir yansımasıydı ve bunu aslında Şehrinaz’ın çok iyi anladığından ona saygı duyuyordum, aramızdaki kopukluk diyalog eksikliğindendi, onu nasıl da sevdim, onun için yapmayacağım bir şey yoktu, beni anlayan tek kadın oydu ve hep onun görüntülerinden faydalandım, Şehrazat bunu fark ettiği için belki Şehrinaz’ı hep kıskandı, Şehrinaz’a yazdığım Akrep Dönemeci adlı şiiri depoda şeker yaparken ona okuduğumda sadece güzel olmuş demişti, onu kırdığım için bana öfke duyuyordu, kaç gün kaç gece hep bunları düşündüm, onu ne kadar önemsediğimi de anlatamamıştım, belki birçok kadını etkilemiştim, onları elde etmiştim, onlar egolarımı tatminden öteye geçmeyen şeylerdi.. ama Şehrinaz’ı tapar derecede sevdiğimi, onda başka şeyler bulduğumu fark ettiğimde bunları ona söyleyemedim. Tekrar başa döner gibi; "Genç bir kızın kalbini kırdım ben!” dedim, "Bu nedir bilir misin?” Bir şey anlamamış gibi Şehrazat yüzüme baktı. Bu yüzden dedim Şehrazat sana anlattığım Ferzenizm kitabını ona yazdım, bu senaryo onundu, durdum, etrafıma bakındım, bir an kapı açılacak sandım, Şehrazat'a bakarken incitilmiş kadın gelip karşımda durdu, derin ve donuk bakışlarıyla bana bakıyordu, mavi ve dumanlı o bakışların kadınıydı karşımda duran. Bu senaryo her şeyin kirlendiği, insanların tükendiği bir çağda kirlenmemek için Cervantes’in şövalyesinin yel değirmenlerine değdiği, hüznün, yitirişin tülleştiği bir anda yüreğini soyunan ve çırılçıplak kalan o samimi Donkişotlar için yazıldı, bu senaryo kırmızı gülün senaryosu olacaktı, bir genç kızın gönlünü almak için başka ne yapabilirdim? Ona en güzel hediyeydi yazdığım şey, gülün provaları ve o mat kadın, bilinmezliğin eşiğinde platin saçlı soy kadının saçlarını balkona astığı ve geceleyin şehrin üşüdüğü bir savrulmada kala kaldılar! Onların ötesinde sevdim onu dedim. Hiçbiri beni onun kadar sevmemişti, beni onun kadar anlamaya çalışmamıştı, Şehrazat Ofis'in karanlığında bana bakıyordu, Mat Kadını görüyordum, hayali silinip gitmemişti henüz. 

"Ben ne yaptım peki?”, dedim, "Tutup kırdım o insanı, onu anlamak istemedim hiç! Oysa beni sevmişti! Yazdıklarımı yaşayacak kadar hem de! Hala onu seviyorum, hala ona tutkunum acı çektiğim halde!"

Durup yüzüne baktım, pencerenin karşısında bana bakıyordu Şehrazat. "Aslında sen bile onun için var oldun", dedim, senaryonun kurgusunda aksaklığı gidermek için düşündüğüm düzmece bir kadından başka bir şey değildin, sana bakarken hep onu görüyordum, Şehrinaz’ın beni büyüleyen o kadar çok yönü vardı ki, ilk defa bir insanı bu kadar karşılıksız sevdim, delicesine bağlandım. 

Şehrazat, bir su perisi gibi yürürdü, nazik bir kızdı, o bir Hanımefendi’ydi, belki de bu yüzden marketteki her insan ona saygı duyardı, su perisi herkesi büyülerdi, sonra o eski bir balerindi gözümde, sonra o bütün zamanların kadınıydı, ve ağladım, hep ağladım.

Sonra yine o karanlığından çıkıp bana geldi, gözyaşlarımı ince elleriyle sildi, bir su perisi gibi yüzüme bakarken.. "Çünkü geldiğim bu antik şehirde onun gibi bir insana rastlayamadım hiç!”, dedim, "Onun yaşıtları gününü gün ederken su perisi eski değerlere bağlı ahlaklı bir sevgiye inanmış insandı!”

"Şimdi burada mı?”, diye sordu Şehrazat.

"Hayır!”, dedim, "Gitti!”

"İşyerinde hep onu gözlerdim!”, dedim, "Gözlerim üzerindeydi!”

"Rahatsız olmuyor muydu bundan?”, dedi,

Onu duymamış gibi uzaklara dalıp gittim yeniden.. o kapıyı bulmaya çalıştım, yokluğun yüzü neredeyse belirmek üzereydi, çatırtılar gelmeye başladı, o kadın artık konuşmamı istemiyordu.. bu büyük bir aşktı, konuşarak kirletilemezdi.

"Gerçekten büyük bir aşk mıydı?”, diye sordu Şehrazat.

"Böyle bir şey hiç yaşamadım daha önce!”, dedim, "Hoşlandığım kadınlar oldu olmasına, hatta etkilediğim ve birlikte olduğum bir sürü kadın.. hiç biri onun gibi sevmemişti beni ve ben de O’nu! Söylemeye çalıştığım şey beni ilk defa kalpten seven bir insan çıkmıştı karşıma! Ben de onu sevdim, ama anlatamadım, çünkü bir kere kırılmıştı!”

"Neden?”, diye sordu Şehrazat.

"Hep o saplantım yüzünden!”, dedim, "Başka bir şey değil!”

Sonra.. "Ne yapıyordun peki?”, dedi.

"Hep onu seyrediyordum!”, dedim, "Onu nasıl da seviyordum, insan ancak bir şeyin değerini onu kaybedince anlarmış, bildim!”

Durup Şehrazat'ın yüzüne baktım, kendimi bu kadar kaptırdığım için suçluluk duymaya başlamıştım. Sonra kendimi bağışlatmak için yine senaryonun başına döner gibi..

"Ernüvaz, Müjgan, Mihri Mah perdenin gerisindeki kadın, Cemşid Efendi, Mavi Kristalin Öyküsü’ndeki Çocuk, Nigar Hanım, Büyük Baba Kendirev Bey, Şeyh Destigayp, Kadı Burhan, Tezer Hanım, Gülmez Hatun o eksikli senaryonun –Sözcükler Üzerine Kaygılar’ın- parçalıydılar!" dedim, "Hepsi de planlı programlı bir şekilde yerini alınca hiç de o kadar pürüz çıkacak sanmıyordu ilk başlarda Cendel."

"Buna benim de bir sözüm yok!”, dedi Şehrazat. "Hatta tamamlansaymış, çok güzel bir senaryo olurmuş!” 

"Evet!", dedim ben de. "İzleyiciyi sıkmaz mıydı peki?” dedi. Anlamamış gibi..

"Neden?”, dedim, "Neden sıkılacakmış izleyici?” 

"Çok elitist bir senaryo olduğu için!”, diye yanıtladı Şehrazat.

***

“Onun böyle bir kaygısı yoktu!", dedim, "Kendini bul, kendini bul ve buluşma gününe kendini hazırla!", cümlesini yine eksikli metinlerin birinde okuduğuna inanıyordu Cendel. Gözetlendiği duygusuna kapıldığı bir anda kafasının karışıklığı gitmemişti henüz; kendini yorgun ve halsiz hissediyordu. Eski gazetelerin arasında rujla yazılmış bu yazıya Destigayp’ın tuhaf bir işaret gözüyle bakmaya başlayışı akşam işten eve dönerken olmuştu. Posta zarfından çıkan eski dergide de aynı cümlenin yazılmış olması bir rastlantı olamazdı herhalde.

Burçlar kitabını karıştırırken, aşk ve burçları, yarınınızı siz belirleyin gibi daha buna benzer cümleler -inanmadığı halde, saçma sapan şeylermiş gibi gelse de ona- Şehrazat'ın bunlara kendini nasıl kaptırdığını günlüklerden öğrenebilmişti ancak. Oğlak Burcu’ndan olduğunu da fal kitaplarından öğrenmişti. Şehrinaz’ın Akrep Burcu’ndan olması, Amerika'ya gidenin ise İkizler Burcu’nda yer alması .. bütün bunlar sanki Ernüvaz'ın yaşamına ait garip işaretlemiş gibi geliyordu ona daha çok. Akrep Burcu’ndan olanların intikamcı olduklarını ve onlarla iyi geçinilmesi gerektiğini de not düşmesi, Cendel’i kuşkulandırmakta fazla geç kalmamıştı denebilir.

Cendel yine okuyacaktı ki.. Fallarla bir hayli zaman geçiren Ernüvaz’ın kendini fallara vermesi Hatıra Apartmanı’nda kaldığı zamanlar Şehrinaz’ın etkisiyle olmuştu. O yıllarda yine Nigar Hanım’ın apartman sakinlerince istenmediğini yazmıştı.

Cemşid dalgalı bir denizde ilerlerken, sonunun nereye varacağını kestiremeyen, ama yine de ağzından bir tek söz bile kaçırmamaya özen gösteren annesini, ağzı sıkı olan kadını sevinçle anlattığı satırlara geldiğinde bir an suçluluk duygusuna kapılmıştı. O sırada çalışma odasından daha henüz çıkmamış, sabahın erken saatleri, kendini okumaya kaptırmış bir Ernüvaz’ı şimdi evden çıkıp caddenin geniş kaldırımında yürürken düşünmüştü. Vitrinlere, gelip geçenlere kaçamak bakışlar fırlatan oydu, bir başkası değil. Üzerindeki ağırlıktan kurtulmaya çabalarken, aslında hiçbir şeyden uzaklaşmış sayılmazdı. 

Bir an, “Ernüvaz’ın anıları peşinden gitmesi kadar doğal başka ne olabilirdi ki?”, sözleriyle avunmak istemesi, düştüğü durumun zorluğunu bir kez daha orta yere sermekte idi. Hem öğrenebildiğine göre, hızı ve becerikliliği olan bir kadındı annesi. Büyük Hala, ailede fazla konuşmayan bir kadın olarak anıla geldiği için günlüklerde, Şehrazat’ın anı defterinde de fazla bir bilgi verilmemiş, sanki iki üç cümle ile hep geçiştirilmeye çalışılmıştı.

Ernüvaz, bir de kendi iç yaşantısından fazlasıyla söz eden yaşlı bir kadından bahsetmişti. Fal Kitapları’na kendini kaptırdığı günlerde diğerlerini etkileyebilmek için bir silah olarak kullanmış gibiydi bunları, belki de bu yüzden üzerinde fazla durmamıştı, yanıltmaca olabilirdi. Medyum Kadın bu olmalıydı!

Aynı günün akşamında, hem de gecenin geç vaktinde onu kışkırtan gizli rüya arşivini ele geçirmesiyle bir türlü alevlenmeyen senaryonun akışı alevlenivermişti sonra. Yazılarında hafif düğümsüz

olarak yapılan "g"lere bakılırsa Şehrinaz’ın damarlarında zalimlikte dolaşmaktaydı. Giderek kendini günlüklere kaptıran Cendel, el yazısından kişiliğini okumaya çalışan Ernüvaz’ın amma ilginç bir senaryo kişisi olduğuna inanmaya başlamıştı neredeyse. Çok süslü "F"lerle karşılaştığında.. bunları, Ernüvaz’ın kendi hislerinden kaynaklanan, -Mihri Mah’a beslediği duygular ortadaydı ne de olmazsa!- bir paradigma oluşturma heveslisi kesildiği dönemlerine ışık tutması açısından oldukça ilginçti. Şehrinaz’ın iyi bir Falcı olduğunu, Ernüvaz’ın da fal bakmayı bu kadından öğrenmiş olabileceğini düşündü bir an.. Amerika'dan getirttiği parapsikoloji ile medyumluk kitaplarına bakılırsa Ernüvaz bir ara büyüyle de uğraşmış olmalıydı hem de epey bir zaman.

Kırmızı kurşun kalemle yapılmış lekeli resimlere uzun uzun bakarak yeni bir yöne sapmakta olduğunu sezinliyordu. Sesli harflerin köşeli matbuat harflerine benzetilmeye çalışıldığını görünce durup biraz soluklanmak istemişti. Belki de Akrep resimlerinin izlerini çocukluğunda aramakla çok erken davranmış olabilirdi. Olabilir miydi peki? Şehrazat "Yedi Cüceler"i çizerken ilginç bir rastlantıyla hepsini sakallı çizmiş,  -bunlar ne ise de!-  akrepler de öyle, sakalları olan üç şirin mi şirin akrebe uzun uzun bakan Cendel, gözlerini şimdi de başka bir satıra çevirmişti, hemen alttaki paragrafın üçüncü satırına. Büyük babayı ne kadar çok sevdiğini, onu, akreplere karşı duyduğu sevgiye götürecek, diye tuhaf bir heyecan duymuştu.

Beklenmedik bu durum karşısında Şehrazat’ın ne yapmaya çalıştığını seziyor gibiydi. "İ"lerin üzerindeki noktalar hafif savrulmuş gibi duruyorlardı. Şehrazat satırların altına şu notu düşmüştü.. Tedirginlik ve sabırsızlık. Şehrazat o günlerde kendini hiç iyi hissetmediğini telefonda birkaç defa ona söylemiş. Ernüvaz’ın o dönemde "g"leri sekiz harfine benzetmesi.. ne kadar kelime hazinesi zengin, kitabi bilgisi çok olan bir insan olduğunu gösteriyordu. Ama korkutucu olan şey en sonunda başına gelmişti...

2 Temmuz'da baktırdığı falda fincanın dibinde tek bir iri gözün belirdiğini yazmıştı. Yine, ne tuhaf, o yaz, gece yarısı banliyö durağında trenden inen o günün modasıyla Siyah Papyon takmış yabancının da yalnızca tek bir iri gözü olduğunu düşününce. Cendel, ister istemez kuşkulanmaya başlamıştı. O yıl yine Şehrazat’ın babaannesini kaybettiği yazılmıştı günlüklerde.. 

Düşnamede, "Rüya aynaya girdiği zaman!", diye yazmıştı Destigayp, geçen Eylül’de yazmaya başladığım senaryoyu, sessizliğin fısıldandığı cümlelere sıra geldiğinde iki ay üç gün geçmişti aradan ve ben daha bir arpa boyu bile yol alamamıştım.. senaryoyu bitiremeyeceğim telaşına kapıldığımda, bana, işte bu rüya yardım etti, başa kadar götüremediğim Düşname 'nin sonunu da gördüm. Beni benden başka hiç kimse daha iyi tanıyamayacağına göre, beni ancak ben anlatabileceğim için böyle bir sabah kendi öykümü yazmam için bana, bu rüyanın güç verdiğini söylemeliyim. 

Evet böyle bir kış sabahında çalışma masasının başında, özellikle tasarladığım Düşnamenin sandığım kadar başa kolay gitmediğini düşündüğümden, bunu bir gerekçe göstererek, henüz daha yolun yarısındayken geriye dönüp her şeyi yeniden gözden geçirmeyi planladığım günlerde.. evet, böyle bir kış sabahında yazdığım öyküyü her aklıma getirişimde senaryo için yeni bir kapının daha aralanacağını sanarak kaleme aldığım yazılar en sonunda beni yutmayı başardı Ben nasıl Cendel olduğumu işte, o sabah, rüya aynaya girdiği zaman öğreneceğimi böyle anladım. 

Sessizliğin fısıldandığı cümlelere sıra geldiğinde gecenin ilerleyen saatleriydi ve aynanın arkasındaki yüzümü tamamen silikleştiren morluk, ayın ışığı palmiyelerin ardına savuşunca daha da koyulaşmış saydırdı. Aslında mekanların anlatıldığı yerlerde en küçük bir sorun bile yaşanmıyordu.. ama anlatılan mekanların yansıladığı yaşam kesitlerini birbirine eklemede hiç ummadığım bir tersliğin olduğunu da ben yine bu rüyayla öğrenecektim. Çünkü parçalar birbirine eklenmekte -o zaman bunun böyle olacağını bilmiyordum tabii ki- bana güçlük çıkarıyorlardı.. bir şaşırtmacadan öteye gitmeyen öykünün ilerleyen sayfalarında hep bunu görüyordum. 

Sonra yaşadığım kabusun öyküde oynadığı rol bir hayli büyük olmasına karşın, sonlara doğru yazdığım şeylerin istenileni vermediğini seziyordum. Büyü sözcüklerin arkasına sarktığı gibi.. sözcüklerle saklambaç oyununun gerçeği çarpıtıp bozması cesaretimi kırdığı için, bu da, ister istemez kızdırıyordu beni.

Bunca zaman hep kötü anlaşılan, üstüne üstlük kötü oluşunun cezasını çekmek için kapatıldığı mahzende, o uğursuz hastalığa yakalanıp akreplerle ilgili rüyalar görmeye başlayan kötürüm kadının öyküsünü düşünürken.. hayatı hakkında fazla bir şey bilmediğim, ama sahilde gördüğüm insanla paralellikleri olabileceğini savladığım Esmer Kadın’ın yeniden rüyalarıma girmesiyle zor durumda kaldığım.. rüyaların geldiği kapıları aranırken Fildişi ve Boynuz Kapıları’nı bir çırpıda nasıl geçtiğimi de ancak ben, bu rüyayı anlatmaya başlayınca anlayacaktım. 

Sonra üstelik okuduğum kitapta ‘gerçek' ve 'iyi' rüyaların Boynuz Kapısı'ndan, Aldatan Rüyalar’ın ise Fildişi Kapısı'ndan geçtiklerini yazıyordu. Sonra yine, evet, hepsini bir potada eritebileceğime hiç şans tanımazken, parçaların birbirine nasıl ekleneceğini bana, işte bu rüya gösterdi...

Okuduğum kitapların bir çoğunda -bunlar felsefe, din ve sanat kitaplarıydı- aşk ve nefret, doğum ve ölüm gibi daha bir sürü konuda araştırdığım şeyler beni bana anlatmakta neden yetersiz kaldıklarını da yine bana bu rüyanın öğreteceğini algılamam da bu olayla, evet, rüya aynaya girdiği zaman oldu diyebilirim. Benim ancak ben olmamı yine aynaya giren rüyama borçlu olduğumu o sabah öğreneceğim için ne kadar mutlu olmuştum bilemezsiniz. 

Bir türlü kendisi olamayan kadının öyküsünü.

Kendini arayan adam ve o kadının öyküsünü de. 

En çok da kendi hayaliyle yer değiştiren kadının öyküsünü.

Bir kuşkuya meyil vermesinler diye takvimlerdeki gündönümlerinin yerini değiştiren kadının öyküsünü.. 

Düşlerin yerini, sözcüklerin yerini, sırların yerini değiştiren kadının öyküsünü.. 

Yeni bir rüyanın içinde kılık değiştiren kadının öyküsünü.. 

Yeni bir rüya içinde kılık değiştirerek dolaşmakta olan kahramanların anlatıcısının da yazdığı öykülerdeki gibi nasıl sır olduğunu, eski yazmalı Düşname Kitabı’nı da kimin yazdığını ben bu rüyayla öğreneceğimi, evet, ne yazık ki, bunları yazmaya başladığımda öğrenecektim. Bir zamanlar kaldığım Hatıra Apartmanı’ndaki 8 numaralı dairesinde insanlara kötülük yapmaktan başka bir şey düşünmeyen Kör Baykuş tayfasından birinin yaşadığını, bu insanın Mihri Mah’ın babası olduğunu ve gördüğü rüyalara inanan ucubenin yine kendi sonunu da gördüğü rüyalar, başka bir deyişle serapların hazırladığını.. yine o yıllarda kendi rüyası peşinde yıllarca koşup durmuş Kör Baykuş’un o zamanlar daha hayatın tam sokulmadığı derin ve vahşi tabiat parçasının üzerinde Büyük Kule inşasını başlattığını, sonra o yıllarda kule inşaat halindeyken, ilginç olayların baş gösterdiğini, inşaat işçilerinin ilginç tesadüflerle birbiri ardına ortadan kaybolduklarını, ucubenin sonunda kendi rüyasına kavuştuğunu, hiç de öyle mutlu bir sonla noktalanmadığını.. sonunun çok feci bir olayla, daha doğrusu bir kazayla mı, yoksa kendi isteğiyle mi belli olmayan intiharla noktalandığını yine ben yazmaya başladığım bu rüyayla öğreneceğimi öğrendiğimde soluğumu tuttum, hayır, evet.... Neden ben, ben olduğumu şimdi daha iyi anlıyordum. 

Sonra yine başka bir deyişle söylersek, rüya gördükçe ben oluyor, ben oldukça da yazıyor, yazdıkça da rüyalarda kaybolup gidiyordum. Ne tuhaf, yine bu yazıyı kaleme aldığımda rüyamın da aynaya gireceğini böyle öğrendim, diyebilirim. Bu gün kendimi böyle görüyorsam eğer, bunu, yine kendime borçlu olduğumu yazmaya başladığımda uykuya hazırlanan bir kişi gibi kendimi nasıl kaybedeceğimi ve sonra da bu kayboluşta kendimi nasıl bulacağımı yine, ben, bu rüyadan öğrendim.




<<Önceki                             Sonraki>>



Cemal Çalık, 15.09.2016,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Düşlerin İsyanı, Roman 


Seçkin Deniz Twitter Akışı